İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza hukuki mi yoksa siyasi mi?
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kim kazanır? Erdoğan mı rakibi mi?
İmamoğlu’na verilen yasak muhalefete ve kendisine nasıl yansıyacak?
Erdoğan’ı tercih edenlerin oranı neden değişti? İmamoğlu kararı seçmen tercihlerini nasıl etkiliyor?
Ruşen Çakır ve Hatem Ete, her ay gerçekleştirdikleri “seçim panoraması” yayınında, PANORAMATR’nin “aralık” ayı seçim araştırmasından çıkan sonuçları değerlendiriyor.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Ayda bir yaptığımız “Hatem Ete ile Seçim Panoraması”nın Aralık değerlendirmesini yapacağız. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.
Ruşen Çakır: Artık kaç aydır yapıyoruz, sayısını unuttum; ama seçime kadar gideceğiz. Yine sâbit tespitler var, ya da seçmen davranışlarında daha önceki aylarda gördüğümüz tespitler. Meselâ iktidârın az da olsa oyunu artırması, Altılı Masa’nın çok büyük bir hareketlilik içinde olmaması gibi. Onlara ayrıca geleceğiz. Ama bu ayın PanoramaTR araştırmasında en dikkat çekici husus, bence, başlığa da çıkarttığımız Ekrem İmamoğlu meselesi. Şöyle ilginç bir durum olmuş. Siz insanlarla görüşmeleri belli bir târihte, ayın ilk yarısında yapıyorsunuz. Tam görüşmeler bittikten sonra karar çıkıyor. Siz karar çıktıktan sonra tekrar görüştüğünüz kişilere Ekrem İmamoğlu olayını soruyorsunuz ve arada bayağı bir oynama oluyor. Onunla bir başlayalım. Bir anlatsana, nasıl oldu? Daha sonra Ekrem İmamoğlu meselesini biraz daha konuşalım tabiî ki.
Hatem Ete: Şimdi, dediğin gibi 14 Aralık’ta bitirdik biz araştırmayı. Bitirmiş olmamıza da sevindik. Çünkü bu tür araştırmalarda en riskli durum araştırmanın yarısında seçmenin duygusunu değiştirecek büyük bir olayın yaşanması. Dolayısıyla araştırmamızı kurtardık diye düşündük 14 Aralık’ta bitirince. Fakat İmamoğlu’nu sormadan 1 ay beklemek de olmazdı. O nedenle sâdece üç soru sorduk araştırmayı tamamladıktan sonra. İmamoğlu’na yönelik bu cezâ ve mahkûmiyet kararının hukukî mi siyâsî mi olduğunu, doğru mu yanlış mı olduğunu sorduk. Orada %60’lar düzeyinde, “Bu karar yanlış bir karar ve siyâsî bir güdüyle verilmiş bir karar” cevâbı çıktı. Üçüncü soru olarak da, daha önce sorduğumuz, yani bu aylık araştırmada, mahkûmiyet kararı verilmeden önce cevâbını aldığımız, “Önümüzdeki seçimleri kim kazanır? Erdoğan kazanır. Rakibi kazanır” sorusunu yenileyelim dedik. Buradan duyguyu bir ölçelim dedik. Çünkü nihâyetinde İmamoğlu’na yönelik karârın doğrudan ilk yansıyacağı yer cumhurbaşkanlığı seçimleri. O nedenle de oraya nasıl yansımış diye bir görelim dedik. Orada da %10-15 civârında seçmen, fikrini, “Rakibi kazanır”dan yana değiştirmiş görünüyor. Bence en çarpıcı sonuçlardan biri buydu. Yani son bir yıldır biz bu soruyu sürekli soruyoruz ve 2022 yılı boyunca hiç “Erdoğan kazanır” çıkmamıştı. Hattâ Mart-Nisan aylarında 15 puan farkla “Rakibi kazanır” çıkıyordu. Fakat Temmuz ayından bu yana iktidârın yükselen ivmesiyle bu, 4 puanlık bir farka düşmüştü Ekim ayında. İlk defâ bu Aralık ayında da Erdoğan 2 puan öne geçmişti. Yani “Erdoğan kazanır” diyenler ilk defâ 2022 yılı içerisinde “Rakibi kazanır”dan daha fazla öne çıkmıştı. Bu son dönemde ᅳbelki birazdan konuşuruzᅳ muhâlefetin içinde bulunduğu durumun seçmende ürettiği güvensizlik ve Erdoğan’ın işleri toparladığı algısının artık seçmende de uyanması şeklinde yorumlanabilir. Fakat ilk elden, biz İmamoğlu karârından sonra bunu yenilediğimizde, tekrâr “Rakibi kazanır” oyu “Erdoğan kazanır” oyunun 10 puan üzerinde çıkmış diye test ettik.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Yani burada doğrudan o klasik mağdûriyet meselesi, haksızlık meselesi, İstanbul’da seçimlerinin tekrarlanmasında da öne çıktığını düşündüğümüz olay devreye girdi diyebiliriz herhalde.
Hatem Ete: Evet. İlk üç günlük psikoloji açısından araştırmaya dayanarak bunu söylemek mümkün. Çünkü olayın üzerinden üç gün geçtikten sonra bu araştırmayı yenilediğimizde, seçmenin yaklaşık 10-15’i fikrini İmamoğlu’ndan ya da İmamoğlu’nun temsil ettiği muhâlefet adayından yana değiştirmiş gözüküyor. Şimdi bu bize ilk elden şunu gösteriyor; ortada ciddî bir mağdûriyet duygusu var. Yani iktidar bu adımı atarak siyâsî ve yanlış bir karar aldı ve esâsında cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkilemeye yönelik bir siyâsî mühendislik olarak algılamış seçmen bunu. Tabiî o günden bu yana muhâlefetin bu meseleyi gündemleştirme kapasitesini, bunu bir siyâsî sermâyeye dönüştürme başarısını bu ay yapacağımız araştırmada ölçeceğiz. Yani cuma günü başlıyoruz, yarın başlayacağız bu yeni araştırmaya. Bunun da Ocak’ın sonuna doğru sonuçları çıkar. Asıl burada verilecek sonuçlar, bence seçmende demlenmiş duygunun ne olduğu konusunda bize daha net bir veri sunar.
Ruşen Çakır: Hatem, o araştırmayı da Şubat ayı başında değerlendireceğiz. Ama seninle iki arkadaş olarak konuşalım. Ne diyorsun? Henüz kamuoyuna sormadık, sormadınız; ama yani en azından ilk aşamada bir şey sordunuz. Sıcağı sıcağına sordunuz ve rakamlar çok çarpıcı. O günden bugüne Saraçhâne’de iki tâne peş peşe miting yapıldı. Birisinde sâdece İmamoğlu, Meral Akşener, artı Canan Kaftancıoğlu vardı. Diğerinde Altılı Masa’nın bütün liderleri, Temel Karamollaoğlu hasta olduğu için yerine vekâleten Sabri Tekir vardı. Ondan sonra İmamoğlu iki iddialı basın açıklaması, basın toplantısı yaptı. Birisi dün oldu. Tabiî işin içine bir de terör soruşturması girdi. Terör soruşturması bağlamında İmamoğlu iki toplantı yaptı ve her iki toplantının ardından da Süleyman Soylu ona cevap yetiştirdi. Böyle bir Soylu-İmamoğlu olayı var. Bütün bunlara baktığın zaman, tabiî çok soru var ama. Bir: İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olarak daha mı öne çıkıyor? Ama bir diğer husus olarak tabiî onun yasaklı kılınma ihtimâli de çok ciddî bir şekilde ortada. Kimileri diyor ki: “Yasaklı olma ihtimâli de olsa, muhâlefet inadına onu aday göstersin”. Kimileri de diyor ki: “Böyle bir şey yapmak yanlış olur. Çünkü son anda yasak çıkartırlarsa zor durumda kalırız”. Hattâ kimileri de çoklu aday diyor vs.. Tartışmaları biliyorsun. Sen nasıl görüyorsun? İmamoğlu geçen yılın sonunda gündeme bayağı bir damgasını bastı. Ocak ayını da bayağı bir kaplayacağa benziyor.
Hatem Ete: İstersen ikisini birbirinden ayıralım. Yani bunun muhâlefete yarama, muhâlefetin bunu kullanma kapasitesiyle; bunun İmamoğlu’nun şahsına nasıl bir yatırım yaptığını birbirinden ayrıştıralım. Söylediğin ilk şeyle ilgili olarak, muhâlefetin ilk tepkisi güçlü bir tepkiydi. İlk defâ Altılı Masa bu olay vesîlesiyle kitleyle buluştu ve çok güçlü bir dayanışma örneği gösterildi. Herkes orada konuşma yaptı. Ardından CHP Grubu’nda yapılan konuşma, yani İmamoğlu’nun dâvet edilmesi ve orada Kemal Bey’in yaptığı konuşma da yarı yarıya sâhiplenme, yarı yarıya topu taca atma olarak değerlendirilebilir. Ama o günden bu yana geride bıraktığımız iki hafta içerisinde ben muhâlefetin bunu yeterince güçlü bir şekilde siyâsî sermâyeye çevirmeye kararlı bir tutum gösterdiğini gözlemlemiyorum. Yani orada normalde, hani seçim kampanyasının başlamamış olmasıyla da ilişkilendirilebilir ama, İmamoğlu ile ilgili adaylık düğümünün henüz çözülmemiş olması dolayısıyla Altılı Masa, İmamoğlu dâvâsını sâhiplenmekte ürkek davranıyor ve bunun siyâsete tahvili de bu nedenle zayıf kalıyor bence. Yani normalde, iktidârın bu yaptığı çok güçlü bir hamle. Muhâlefetin de buna çok daha güçlü bir şekilde karşılık vermesi gerekir.
Ruşen Çakır: Burada sözünü keseceğim. İlginç de bir durum var tabiî. İmamoğlu CHP’li; ama ona daha fazla sâhip çıkan İYİ Parti. Meselâ dün grup toplantısında Meral Akşener yine vurgulu bir şekilde İmamoğlu’na sâhip çıktı. Hattâ bu nedenle CHP’yle ve Kılıçdaroğlu’yla arasında bir sorun da yaşandı. Birlikte yedikleri yemek o sorunu gidermek içindi belli ki. Böyle çok ilginç bir durum da var. Yani sanki kendi partisinin çok da büyütmeme gibi bir tavrı varken; İYİ Parti bu olayı bir tür lokomotif yapmaya kalktı sanki.
Hatem Ete: Doğru. Yani eğer İYİ Parti’nin takındığı tutumu CHP takınsaydı, bu, İmamoğlu mağdûriyetinin siyâsî sermâyeye dönüşmesine katkı sağlardı. Ama asıl mensup olduğu CHP bu konuda mesâfeli durduğu müddetçe, CHP dışındaki her partinin İmamoğlu’nu savunması Altılı Masa içindeki bir gerilim olarak okunuyor. Bu da çok doğal bir şey. Çünkü İmamoğlu, evet, Millet İttifâkı oylarıyla seçildi, İYİ Parti’nin de desteği var seçilmesinde; ama asıl olarak bir CHP’li belediye başkanı. Dolayısıyla CHP orada gereken yüksek desteği vermekte çekimser kaldıkça, İYİ Parti’nin ya da Akşener’in desteği Altılı Masa içinde bir mesajlaşma, bir ihtilâf görüntüsü olarak okunacak. Dolayısıyla ben burada henüz İmamoğlu mağdûriyetinin, İmamoğlu dâvâsının siyâsete yeterince güçlü bir şekilde aktarıldığını gözlemlemiyorum. Meselâ bugüne kadar bir miting gerçekleştirilebilirdi. Önümüzdeki dönemde hafta sonlarında bu tür şeyler Altılı Masa eliyle ya da CHP’nin öncülüğünde Altılı Masa’nın isteyen bileşenlerinin katılımıyla gerçekleştirilebilir. Yani orada bence muhâlefet İmamoğlu dâvâsını lehine kullanmakta yeterince mâhir davranmıyor, bu kartı kullanmıyor. Bunun muhtemel gerekçeleri var, konuşuruz birazdan. Dediğin ikinci şeyle ilişkili olaraksa, İmamoğlu hikâyesi anlamında güçlü bir hikâyeye dönüşüyor bu. Yani basın toplantılarıyla, işte ne bileyim bu siyâset merkezlerine yapılan ziyâretlerle, her an gündemde durmasıyla İmamoğlu kendi ekseninde buna güçlü bir cevap vermeye yöneliyor. Fakat bu güçlü cevâbın totalde muhâlefete yansıyıp yansımamasını bilmiyorum. O nedenle muhtemelen Ocak araştırmamızın sonucu şöyle çıkar diye öngörüyorum: Seçmen bunun siyâsî bir karar olduğu ve yanlış bir karar olduğu konusunda büyük bir ihtimalle çok geri adım atmamış olacak. Yine %50’ler üzerinde, “Bu yanlış bir karardı” sonucunu alacağız. Fakat meselâ yeniden soracağımız, “Erdoğan mı kazanır? Rakibi mi kazanır?” sorusuna verilen yanıtlarda ben o ilk üç günkü yanıtların altında bir oranda destek çıkacağını bekliyorum. Bu son 15 günde muhâlefet bunu yeterince güçlü bir şekilde savunmadığı için bunun muhâlefete yarama kapasitesi de zayıflıyor diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Şimdi bu araştırmada çok daha güçlü bir şekilde ᅳhepsinde var; ama artık siz de dayanamamışsınız anladığım kadarıyla, analiz kısmında, tam böyle demiyorsunuz amaᅳ, “Artık şu aday açıklansın da önümüzü görelim” havası var. Yani birçok şeyi artık aday açıklanmasına bağlamışsınız. Muhâlefetteki durağanlık, iktidardaki kendilerine göre pozitif ilerleme meselesi. Yani bir tarafta iktidar kendince siyâset üretmeye çalışıyor vs., ama muhâlefette pek bir şey yok, hattâ tam tersine iç tartışmalar var ya da İmamoğlu olayında bile buradan ortak bir şey çıkartamama var. Şimdi bugün tam da bu saatlerde Altılı Masa’nın onuncu toplantısı yaşanıyor ve bu sefer de aday konusunda bir şey beklemiyoruz. Yanılıyor muyum?
Hatem Ete: Yok, beklemiyoruz. Bir süre daha böyle devam edecek gibi gözüküyor. Şimdi son dönemlerde aslında siz de programlarınızda çok söylediniz, bizim ortak programımızda da çok dile getirildi bu; adaylık mesele netleşmeden muhâlefet, gündemine aldığı diğer meselelerin de kamuoyuna mâl olmasında başarılı olamıyor. Yani öyle bir noktaya geldi ki, muhâlefet siyâseten gündeme gelemiyor, sâdece ihtilâflarla gündeme gelmiş oluyor. Şöyle de bir durum oluştu — ikinci olarak benim en fazla önemsediğim mesele o: Neredeyse muhâlefet açısından artık adayı belirlemek seçimi kazanmaktan daha öncelikli hâle geldi. Yani normalde aday seçimi kazandıracak bir enstrüman; fakat öyle gözüküyor ki muhâlefet için aday belirlerken seçimin kaderi de netleşmiş olacak zâten. Yani artık seçimi kazanıp kazanmamayı uzunca bir süredir garantilediklerini düşünüp uygun aday arayışına girdiler. Ben en temelden bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Bunu da hep programlarda konuşuyoruz. Yani bu son 6 aylık adaylık gerilimi, muhâlefetin seçimi kazanmasını da riske soktu. Yani artık 6 ay öncesine göre rahatlıkla, “Muhâlefet girdiği seçimleri mutlaka kazanacak” diyebilecek bir durumda değiliz. Kamuoyu araştırmaları bunu söylemiyor. Hattâ dediğim gibi, ilk defâ toplumdaki genel algı da, “Erdoğan bu seçimleri kazanacak” şekilde bir ölçümle karşımıza çıktı bu ay. Dolayısıyla bu adaylık gerilimi durduğu müddetçe, muhâlefet asıl seçimleri kazanmaktan ferâgat edip, aday belirleme gibi çetin bir sınavı geçmeye çalışıyor. Yani bu mesele biraz daha bu şekilde gündemde durdukça, ben bu seçimler meselesinin özellikle, işte ne bileyim Cumhurbaşkanı’nın seçimleri yenileme karârı almasıyla seçim takvimi başlayacaksa, 60 günlük bir süreleri olacak demektir. O 60 günlük süre de bu kampanyada tekrar ivme kazanmak için yeterli bir süre olmayabilir. O anlamda normal bir siyâsî gözlem yaptığımızda, muhâlefetin son güne kadar adaylık düğümünü çözemeyeceğini görüyorum. Ama “Aslında hangisi muhâlefet lehine olur, doğrusu nedir?” diye baktığımızda ise, ne kadar erken adayı açıklarlarsa o kadar iyi olur diye okumak gerekir.
Ruşen Çakır: Bir de, erken seçim artık biraz şey kaçıyor, seçimin daha erken târihte yapılması diyelim, çünkü erken seçim bayağı 1-2 yıl önce filan olur, bu 1-2 ay önce yapılma ihtimâli olan bir seçim. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunu değerlendirdiklerini söyledi. Daha önce Ömer Çelik de söylemişti. Muhâlefet de bunu söylüyor ve Nisan ayı çok telâffuz ediliyor. Diyelim ki Nisan ayında seçim yapılacak olursa, yani zâten bir şey kalmadı. 60 gün diyorsun ya. Ocak’ın neredeyse yarısına geleceğiz. Diyelim ki Ocak sonuna kadar seçim karârı alındı ve Nisan diyelim ki 4’ü ya da 6’sı, hangisi Pazar gününe denk geliyorsa. Onu söylediler. Artık zâten çok da fazla bir vakitleri yok. Bu erkene alınacak galiba, değil mi? Öyle gözüküyor.
Hatem Ete: İki takvim üzerinde çok düşünülüyor. Biz aslında seninle programda daha önce konuştuk. Yaklaşık bir 3-4 aydır 14 Mayıs günü telâffuz ediliyor. Şimdi son dönemlerde bu 14 Mayıs’ı ikinci turun târihi olarak belirleyip, Nisan’ın sonunda ilk turu yapma seçeneği de konuşuluyor. Ama varsayalım ki 14 Mayıs belirlendi. Yani sonraki târihi düşünelim. Bu durumda bile Parlamento’da bu kararın çıkmayacağı anlaşıldı. Muhâlefet partileri 6 Nisan’dan önceki bir târih için destek vereceklerini, 6 Nisan’dan sonraki bir târih için destek vermeyeceklerini söylediler. Yeni seçim kanununun devreye girip girmemesiyle ilgili bir karar bu. Öyle olunca, eğer Cumhurbaşkanı’nın talebiyle gerçekleşecekse, 14 Mayıs’tan 2 ay önce, 60 gün önce bu netleştirilecek demektir. Yani Mart’ın 10’u ya da 12’si gibi Cumhurbaşkanı erken seçim târihini açıklayabilir. Bu da demektir ki, yani 14 Mart târihini yine baz alalım, hattâ 13 Mart târihini baz alalım, 60 günden bir gün önceyi baz alalım; muhâlefetin önünde 2 ay var. Yani bu 2 ay içerisinde yapılacak birçok iş var. Seçim kampanyasının ortaklaştırılması, seçim ittifaklarının netleştirilmesi, ortak milletvekili listelerinin belirlenmesi, ortak cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi, hangi partinin nerede tek başına ortak seçim listesine gireceğinin netleştirilmesi. Yani dolayısıyla aslında Altılı Masa bu gündemine aldığı meselelerde biraz gecikti. Yani geçiş programı ve hükûmet programı bugünkü toplantıda netleştirilecek diye bekleniyor. Diyelim ki 10-15 gün sonra da bunlar îlân edilecek olsun. Geriye kalan 1-1,5 aylık süreçte de oturup harıl harıl seçim stratejilerinin çalışılması lâzım ve bütün bunların hepsi de adaya bağlı. Yani siyâsî partilerin nasıl bir seçim listesi, ittifâkı yapacakları da aslında doğrudan ortak cumhurbaşkanı adayının kim olup olmadığıyla ilişkili. Yani o anlamda bence önümüzdeki iki ay hem çok hayâtî hem çok zor geçecek Altılı Masa açısından. Bütün bu süreyi eğer iktidar, bütün bu İmamoğlu meselesinde olduğu gibi Temmuz ayından bu yana olan bu hamlelerde gerçekleştiği gibi yüksek bir performansla gösterirse, seçimlerin son iki ayına girildiğinde muhâlefet seçim sürecine dezavantajlı olarak girecek demektir. Bu da işi biraz daha zorlaştırır.
Ruşen Çakır: Şimdi burada tabiî ortak aday meselesinde şu da iyice netleşiyor herhalde, bilmiyorum katılır mısın? HDP, adayın açıklanmasını bekliyor bizim gibi. Yani onlar da adaya göre, kendileri aday çıkarıp çıkarmamaya karar verecekler. Öyle anlaşılıyor. Selahattin Demirtaş çok düzenli bir şekilde ve sık olarak hep bir tema üzerinden, ortak aday meselesi üzerinden, en azından cumhurbaşkanlığı seçimi anlamında birlikte seçime girmeyi çok ciddî bir şekilde dile getiriyor ve partisi de belli ki onunla aynı dalga boyunda ve böylece de olayın bir başka boyutu ekleniyor. Çünkü sizin rakamlarda da başka rakamlarda da hep o çıkıyor: Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP’nin ve onun tabanının tavrı ne olacaksa o bayağı bir etkili, hattâ belki de belirleyici olacak.
Hatem Ete: Çok doğru. Yani HDP’nin %10 gibi bir oy oranı var. Bunun seçimlerde 1-2 puanla yukarı çıkma ihtimâli de var ve Altılı Masa kendi başına %50’ye varamıyor. Hattâ son dönemlerdeki oy değişiklikleri üzerinden bakıldığında 40’lara düştü. Yani 41, 42 civârında bir oy oranı var gözüküyor ve bu yönüyle bakıldığı zaman da aslında Cumhur İttifâkı’yla neredeyse denk bir yere geldi. Öyle olunca da HDP’nin tutumunun ne olacağı çok belirleyici. Eğer HDP kendi adayını çıkarırsa şunu net olarak söylemek mümkün: Seçimler ikinci turda sonuçlanacak demektir. Yani diğer adayların da var olduğunu düşünelim, ama onları hesâba katmasak bile, Cumhur İttifâkı’nın adayıyla Altılı Masa’nın adayı %50’ye varamayacak ilk turda. Bu nedenle de seçimlerin ilk turda mı ikinci turda mı netîceleneceği biraz HDP’nin aday çıkarıp çıkarmayışıyla ilişkili. İkincisi, şu da artık neredeyse net: İkinci turda seçimi kazanacak aday HDP seçmeninin çoğunluğunun oyunu alan aday olacak. Yani HDP’nin desteğini, HDP seçmeninin desteğini almayan bir adayın ikinci turu da kazanma ihtimâli çok zayıf. Bu nedenle de bence HDP aslında muhâlefetin kendisine uzatmadığı ele rağmen bir olgunluk gösterip, Altılı Masa’nın seçimleri kazanması için sabırla onların kendi adaylarını belirlemesini bekliyor. Yani o anlamda HDP’nin önümüzdeki dönemde tutumu çok belirleyici, o çok açık.
Ruşen Çakır: Şimdi sizin son aylarda istikrarlı bir şekilde belirttiğiniz ᅳhattâ ilk yayını yaptığımızda bâzı muhâlif izleyiciler çok kızmıştı biliyorsunᅳ, iktidârın toparlandığı ve muhâlefetin de özellikle Altılı Masa’nın da yerinde saydığı, hattâ az da olsa oy kaybettiği tespitleri var. Bunu da büyük ölçüde, kararsız seçmenin içerisindeki AKP ve MHP’li seçmenin bir kısmının tekrar Cumhur İttifâkı’na yönelmesiyle açıklıyorsunuz. Bu, Aralık ayında da sürdü değil mi? Yani çok olağanüstü büyük rakamlar yok, ama küçük küçük de olsa bu sistemli bir şekilde gelişiyor. Öyle değil mi? Bunu neyle açıklıyorsun esas olarak?
Hatem Ete: Şimdi şu ikisi arasında bir fark var: Hükûmet bir adım atar, o adımı attıktan sonra ilk bir ay içerisinde %2-3’lük oy oranı artar, sonraki aylarda yavaş yavaş eski hâline döner ya da ilk hamlede %2-3 oranı azalır, sonra yavaş yavaş bunu bir sonraki 3-4 ay içerisinde geri toparlamaya çalışır. Bunlar geçici yükseliş ve inişler. Bunlar bir trende dönüşmüyor. O yüzden biz kamuoyu araştırmalarında bu ânî yükselmelere çok ciddî anlamlar yüklemiyoruz. Bu ânî yükseliş ve düşüşlerle ilgili olarak ciddî yorumlar yapmıyoruz. Şimdi değişen bir şey var. Temmuz ayından bu yana düzenli bir şekilde her ay yarım puan, bir puan, bir buçuk puanlık oy değişimleri oluyor ve bunlar gelip giden değişimler değil, istikrar kazanmış değişimler. Son 6 ay içerisinde iktidârın 5 puanlık bir artışı yaşandı. 6 aylık bir süre içerisinde muhâlefette de 6-7 puanlık bir düşüş yaşandı. Bu bize kalıcı, istikrarlı bir trendin olduğunu gösterir ve bunun sâdece belli bir olaya yönelik, bir gelişmeye yönelik değil; genel bir algı değişiminden kaynaklandığını gösteriyor. Çünkü seçmenin Türkiye’nin gidişâtına yönelik kanaatlerinde de bunun izlerine rastlayabiliyorsunuz, Cumhurbaşkanı’nın performansının değerlendirilmesinde de bunun izine rastlayabiliyorsunuz. Yani totalde toplumun hem iktidarla ilgili algısında hem muhâlefetle ilgili algısında istikrarlı bir değişim oluyor ve bu değişim iktidar lehine yaşanıyor. Şimdi bu tespiti yapmak, iktidârın artık seçimleri kazanmayı garantilediğini söylemek anlamına gelmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bütün bu değişime rağmen kararsızlar dağıtıldıktan sonra geldiği yer hâlâ %40’lar. Kararsızları dağıtmadığımız zaman da %35’ler. Dolayısıyla kararsızlar dağıtıldığında bile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimleri kazanmak için en az %10’a ihtiyacı var. %10’luk bir desteğe ihtiyacı var. Muhâlefetin ise, birlik ve bütünlüğünü muhâfaza edip HDP’nin de desteğini kazandığında bütün bu düşüşe rağmen cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanma ihtimâli var. Fakat bu trend değişmiyor ve önümüzdeki bu 3-4 aylık süre içerisinde de bu trend eğer değiştirilmezse, iktidar adım adım ilerliyor. Dediğin gibi bunun ilk kaynağı, kararsızlardan iktidâra yönelen oylar. Çünkü uzunca bir süredir kararsız bloku sabit duruyordu. %16-17’lerde, hattâ 20’lerde sâbit bir blok görüyorduk. Bunun yaklaşık yarısı seçimlere gitmeyecek seçmen olsa bile, diğer bir yarısı aslında tercihte bulunmak isteyen ama henüz tercihini netleştirmemiş olan seçmendi. Muhâlefet o seçmeni alamadı, iktidâra yöneldi bir kısmı. Bir kısmında da muhâlefetten Zafer Partisi’ne ya da diğer küçük partilere yönelişler şeklinde yaşandı ya da muhâlefetten kararsızlara dönüş yaşandı. Yani dolayısıyla son dönemin aslında iki tâne boyutu var. Bir; muhâlefetin güven zedelemesi, muhâlefetin seçmen nezdinde güvenini azaltması. İkincisi de iktidârın kendine yakın seçmen nezdinde güvenini yeniden inşâ etmesi. Bu ikisi bir araya gelince son 6 aylık trend oluştu diyebiliriz.
Ruşen Çakır: Şimdi burada, bu trendde seçim ekonomisi olarak tanımlayabileceğimiz bâzı ekonomik hamlelerin önemi olduğunu daha önceki yayınlarda dile getirmiştik. Meselâ öğrenci kredi borçlarının silinmesi, şimdi bu aya ᅳsiz onu henüz ölçemediniz amaᅳ EYT meselesi gibi olaylar var. Şimdi bunların her birinin bir şekilde seçmen davranışını etkileme potansiyeli var. Bâzıları ölçülebiliyor, bâzıları ölçülemiyor. Şimdi bu son araştırmadan hareketle bir şey sormak istiyorum: Siz asgarî ücret belirlenmeden önce Aralık araştırmasını yapıyorsunuz ve insanlara asgarî ücret beklentilerini soruyorsunuz; 9500 üstü gibi bir ortalama çıkıyor anladığım kadarıyla, ama Erdoğan’ın verdiği 8550 TL yanılmıyorsam, öyle olması lâzım. Sonuçta 1000 liralık negatif bir durum var. Meselâ bu olumsuz etkiler mi? Ben de açıkçası asgarî ücreti biraz daha fazla verebileceğini; seçim ekonomisi perspektifinden, yani pek isteye isteye değil de seçimleri kazanmak için verebileceğini düşünüyordum. 8500 bana şey geldi, yani Erdoğan yapamadı, ekonomik durum nedeniyle bu kadarına cesâret edemedi diye düşündüm açıkçası. Tam bir seçim ekonomisi asgarî ücreti olmadığı kanısındayım. Ne dersin?
Hatem Ete: Yani bir kere ana veri olarak şunu kabul etmek lâzım: Böyle zorlu bir seçime giderken iktidar seçmen taleplerini, toplumun genelindeki talepleri karşılayacaktır. Bunu bir veri olarak görmek lâzım. Yani seçim ekonomisi için nasıl bir talep oluşursa oluşsun, Erdoğan mümkün mertebe bu talepleri yerine getirmeye çalışacaktır. İşte, uzunca bir süre EYT meselesinde direndi. Kabul ettiği zaman bile önüne çıkan rakamlar dolayısıyla 1-2 aylık bir yeniden düşünme sürecinden geçti. Ama en nihâyetinde başta verdiği söz doğrultusunda EYT’yi çözüme kavuşturdu. Asgarî ücret meselesinde de yıl içerisinde iki defâ zam yaptı ve bunun ortalaması %90’ları geçti, en sondakinde %40’lar düzeyinde olsa bile. Memur maaşlarında da buna benzer bir şey yaşandı. Sonra revize etti, %30’lara çıkardı. Bunun da düşük olduğu söyleniyor. Şimdi ben şu iki duygunun birbiriyle çatıştığını düşünüyorum. Yani bir yönüyle Erdoğan seçimleri kazanmaya uzak olduğunu hissettiğinde, yani kendi ana duygusu tedirginlik olduğu ölçüde mümkün mertebe en yüksek artışı yapmak istiyor. Fakat, “İşleri toparladık, iktidârı alacağız” deyip bu sefer ülkeyi yönetme kaygısı ön plana çıktığında, bunu biraz daha düşürmek istiyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemdeki bu 4-5 aylık kararlarda ben bu iki duygunun berâber ilerleyeceğini düşünüyorum. Eğer Erdoğan, Temmuz ayından bu yana bir yükseliş trendine girmemiş olsaydı ve seçimleri kazanmayı çok daha riskli görmüş olsaydı, bence de asgarî ücretlere de memur maaşlarına da yaptığı zam çok daha yüksek olacaktı. Fakat son 6 aylık süre içerisinde oluşan, “İktidârı kazanıyoruz. Yöneteceğimiz bir ülke bekliyor bizi” duygusu biraz daha az vermesine yol açıyor. Çünkü burada bir yönetme sorumluluğu da devreye giriyor. Fakat bir genel ilke olarak önümüzdeki dönemde, ben bu seçim ekonomisi bağlamına sokulacak meselelerin sürdürülmesinden yana bir öngörüde bulunmak daha doğru diye düşünüyorum. Bunun üzerinden de bakıldığında, yani asgarî ücreti ben ekonomistlerden filan dinlediğimde, evet bizim kamuoyu araştırmamıza göre biraz daha düşük çıktı; ama kamuoyu araştırması çok âfâkî bir şey ölçüyor aslında.
Ruşen Çakır: Ama meselâ emekli maaşı için aynı şey söylenemez herhalde.
Hatem Ete: Düşük çıktı, evet, düşük verildi.
Ruşen Çakır: İlk başta %25 açıklanıp, sonra dün Erdoğan 5 puan daha artırıp %30’a çıkardı – ki bu Türkiye’deki enflasyon gerçeği düşünülürse çok geri bir şey. Sâdece emekli değil, memurlar için de geçerli bir şey ve milyonlarca insanı doğrudan ilgilendiren bir olaydan bahsediyoruz.
Hatem Ete: Seçimlerden önce bir şeyler de yapılabilir. Yani onun ipucunu da verdiler zâten. Şimdi bir kere bir oran açıklandı. Oran açıklandıktan iki gün sonra bir 5 puan daha eklendi. Üstüne de Mart ayında duruma bakılıp yeniden revize edilebileceği söyleniyor. Şimdi bu tam da dediğimiz o iki gerilim arasında bir karar verme sürecinin yaşanacağını gösteriyor. Meselâ seçimlerin riske gireceği düşünülürse, muhtemelen Mart’ta bir zam daha yapılabilir. Bunun önünü açtılar çünkü.
Ruşen Çakır: O zaman şunu söylüyorsun — ki şaşırtıcı değil: Seçime çok az bir süre kala birçok musluk ᅳne kadar su akıtıyorsa artıkᅳ akıtılıp, oradan memura, emekliye, seçimi garantileyebilmek için… yani esas ölçü bu zam değil, hattâ asgarî ücrete bile belki yine arada bir şeyler yapılabilir diyoruz. Öyle mi?
Hatem Ete: Evet. Yani burada seçimi kazanma marjı ve toplumda bir talebin oluşup oluşmadığı, bu talebin nasıl yönetileceği meselesi belirleyici olacak diye düşünüyorum. Yani eğer seçimlerin riskli olduğu duygusu değişmezse, bu konut kredilerinin yeniden düzenlenmesi, yeni bir hamlenin başlaması, önümüzdeki dönemlerde başka şeylere de rastlayabiliriz. Yani bir seçim kampanyası unsuru olarak seçim ekonomisi başladı. Bu böyle devam edecek bence seçimlere kadar.
Ruşen Çakır: Peki, bitirirken toparlayalım. Burada, bu ay… Çünkü birçok soru soruyorsunuz, birçok konuyu ele alıyorsunuz. Ben daha çok işin sandıkla doğrudan alâkalı kısmını sordum; ama ekonomiyle ilgili, dış politikayla ilgili şeyler de konuşuyorsunuz. Bu ay sence en önemli olan hususlar nelerdir o başlıklarda? Sandığa doğrudan etkisi olsun olmasın.
Hatem Ete: Birincisi, bu trendin devam edip etmeyeceğiydi. Çünkü biz her ay aslında en fazla dikkat ettiğimiz şey, iktidar lehine muhâlefet aleyhine ilerleyen bu trend duracak mı devam mı edecek meselesi. Yani bir durağanlık bile yaşanmıyor. Bu trend iktidar lehine devam ediyor, muhâlefet aleyhine dönüşüyor. Meselâ bizim Ocak ayı araştırmasında en fazla dikkat edeceğimiz husus, İmamoğlu dâvâ sonucunun bu trende nasıl bir etkide bulunduğu olacak. Yani bu trendi bir yerde durdurmuş mu olacak ya da geriye mi almış olacak, yoksa trend olduğu gibi devam mı etmiş olacak? İkincisi de, yine Ocak ayında gözeteceğimiz şey, asgarî ücret ve memur maaşlarına yapılan zammın ne kadar memnûniyet ürettiği ve bunun iktidar oylarına nasıl yansıdığı olacak. Bir diğeri de, bizim neredeyse her ay dikkat ettiğimiz şey, bu muhâlefete yönelik güvenin nasıl şekillendiği, nereye doğru gittiği. Çünkü bu sorular ancak önümüzdeki 2-3 ay daha sorulabilir. Yani toplumun muhâlefete yönelik ekonomiyi yönetme kapasitesine, güvenlik sorunlarını çözme kapasitesine, belirleyeceği adaya yönelik milletin teveccühünün ne olacağına yönelik varsayımsal soruları sorabileceğimiz önümüzde 1-2 aylık bir süre var. O şeylere çok dikkat ediyoruz biz. Yani bu ay burada, trendde bir değişim oluyor mu olmuyor mu, nasıl bir yöne evrilecek meselesi. Orada da muhâlefet lehine bir durum oluşmadı Aralık ayında da. Şimdi, Ocak ayında bu İmamoğlu mağdûriyeti bunu değiştirir mi değiştirmez mi? Bakacağımız şeylerden bir tânesi o. Ya da Altılı Masa’nın açıklayacağı kararlar toplumda bu duyguyu pozitife çevirir mi çevirmez mi ona bakacağız. Üçüncüsü; genel olarak bu seçimlerin hâricinde toplumun yarına, bugüne, iktidârın performansına bakışına odaklanıyoruz biz. Yani toplum genel olarak iktidârın ülkeyi çekip çevirmesine nasıl bakıyor? Bir memnûniyet duygusu mu gelişiyor memnûniyetsizlik duygusu mu gelişiyor? Ve bu ikisinin oy verme oranıyla nasıl bir ilişkisi var? Ona bakıyoruz. Bu ay tabloda gördüğümüz, geleceğe yönelik perspektiflerde hiçbir düzelme yok neredeyse. Yani bir yıl sonra Türkiye projeksiyonlarında toplumda hâkim duygu bir umutsuzluk. Neredeyse bütün başlıklarda. Yani insan haklarında, ekonomide, hayat pahalılığında, ekonomik koşullarda geleceğe yönelik müthiş bir karamsarlık var. Ama iktidârın ülke yönetme performansında yine %20’lerin üstüne çıkmayan, yani kendi içinde %3-5’lik bir düzelme olsa bile, iyi bulma oranı %25’lerin üzerine çıkmıyor. Yani sâdece toplumun dörtte biri iktidârın ülkeyi doğru ve iyi yönettiği kanaatini taşıyor. Geriye kalan dörtte üçlük oran, “Ben AK Parti’ye ya da Erdoğan’a oy versem bile aslında ülkeyi iyi yönetmediklerini düşünüyorum” duygusunu gösteriyor. Temelde bu başlıkları söyleyebilirim.
Ruşen Çakır: O zaman kapatmadan bir şeyi sorayım. Dış politika konuşmadık; ama en önemli gelişme Ankara-Şam arasındaki diyaloğun en üst düzeyde yürüyor olması. Henüz cumhurbaşkanları düzeyinde olmadı, ama Moskova’da çok önemli bir buluşma oldu biliyorsun — Hakan Fidan ve Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar’la. Şimdi Ocak ayı ortasında dışişleri bakanları görüşecekmiş. Erdoğan Esad’la görüşmek istiyor, biliyoruz; ama Esad sanki çok istemiyor gibi bir hava var. Ama görüşmelerin de geliştiği söyleniyor. Şimdi bunların seçime bir etkisi olacaktır, çok olmasa bile olacaktır diye düşünüyorum. Esad’la Erdoğan seçimden önce birlikte fotoğraf verirse, bu Erdoğan’ın hakîkaten elini güçlendirir mi sandıkta?
Hatem Ete: Şöyle: Sâdece resmin kendisi Erdoğan’a kazandıracağı kadar Erdoğan’ı götürür de. Yani toplumun genelinde bu buluşmaya yönelik pozitif tutum daha fazla. Yani millet, komşularla iyi ilişkilerin geliştirilmesi, Esad’la da… Biraz muhâlefetin de propagandası, kampanyası bunda etkili oldu, toplum buna sıcak bakıyor. Fakat AK Partili seçmenin bir kısmı, Erdoğan-Esad görüşmesinden memnun olmayabilir. Dolayısıyla bunun netîcesinde buradan çok büyük ihtimalle ᅳöngörüde bulunuyorum sâdeceᅳ Yeniden Refah’ın oylarına bir yöneliş olabilir ya da diyelim ki Gelecek Partisi’nin oylarına bir yöneliş olabilir. Esad meselesinin tepki çekeceği bir AK Parti seçmen grubu var. Fakat fotoğraftan öte, esas bu fotoğrafın netîcesinde seçimlerden önce göçmenlerle ilgili bir gelişme yaşanırsa ya da Türkiye’nin Suriye’deki varlığıyla ilgili bir somut politik çıktı gelişirse, asıl bunun seçime yansıması olur gerçekten. O politikanın ne olacağını, yani o somut çıktının ne olduğunu görmek lâzım. Eğer seçimden önce yetiştirebilirse Erdoğan, kamuoyu nezdinde kendisini rahatlatacak böyle bir adım atabilirse, bunun Erdoğan’a faydası olur. Ama sâdece Esad-Erdoğan görüşme fotoğrafı, Erdoğan’a kazandıracağı kadar kaybettirecek bir boyuta da sâhip diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Hatem, burada noktayı koyalım. Bu ayı da, yani PanoramaTR’nin Aralık ayı seçim çalışmasını değerlendirdik. Çok teşekkürler. Önümüzdeki ay tekrar devam edeceğiz, ama herhalde önümüzdeki ay bayağı yüklü bir gündem olacak artık. Çünkü muhâlefet istese de istemese de siyâseti ciddî bir şekilde yapmak zorunda kalacak. Çünkü çok fazla bir vakit kalmadı. Konuşacak çok daha fazla şey olacak. Çok teşekkürler sana.
Hatem Ete: Ben teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: İzleyicilerimize de teşekkür ediyoruz. İyi günler.