Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Batuhan Aydagül yazdı: Sahi özgürce bilim yapabilecek miyiz?

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Aralık başında gerçekleştirdiği İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması Türkiye’nin kaygan siyasi gündeminden hızla düşmüş gibi duruyor. Öte yandan, İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması memleketin geleceğine dair üzerinde tartışabileceğimiz, kıymetli Üstün (Ergüder) Hocam’ın deyişiyle “tekmeleyebileceğimiz” bir içerik sunması açısından benim için önemini koruyor. Kendi adıma, buluşmada dile getirilen bazı kilit kavramlarının altının nasıl doldurulacağını merak ediyorum. Bunlardan biri de “özgür üniversite.”

CHP’nin buluşmasında kürsüde olduğuna heyecanlandığım isimlerden biri CHP Milletvekili ve Genel Sekreteri Selin Sayek Böke idi. Konuşmasında özellikle kamunun önemine ve rolüne yaptığı vurguyu değerli buluyorum. Böke’nin bilim ve siyaset arasında olması gereken köprüyü kuranlara ve sahiplenenlere selamı dikkatimi çekti; söz konusu köprüyü kuracaklar arasında sadece iktisatçıların olmaması gerektiğini daha önce Medyascope’ta yazmıştım. Böke 3 Aralık’ta kürsüden şu önemli vaatlerde bulunmuştu: 

“Bilginin bilime dönüşmesi, bilimin teknolojiye dönüşmesi ama en önemlisi o teknolojinin herkesin kullanabileceği bir hayat gerçeğine dönüşmesini sağlamamız gerekiyor. Ürettiği bilimle teknolojinin sınırlarını iten bilim insanlarının üniversitelerde daha çok bilim üretebilmesi için, buna vakit ayırmaları için ders yüklerini hafifleteceğiz. Yani onların bilim zamanlarını biz fonluyor olacağız. Ve işte büyük coğrafyamızın yetenek havuzu olmak için bütün adımları atacağız. Her şeyden önce, laboratuvarında araştırma yapmak, sınıfında ders vermek, okulunda bilim yapmak isteyen tüm bilim insanlarımız özgür üniversitelere kavuşacaklar. YÖK’ü kaldıracağız. Ve Boğaziçi’ni ve tüm üniversiteleri hep birlikte özgürleştireceğiz. Ve barış imzacısı akademisyenleri yeniden öğrencileriyle yeniden üniversitelerle buluşturacağız.”

Sondan başlarsam, özgür üniversite ve Barış Akademisyenleri dahil tüm akademik mağdurları yeniden üniversitelerle buluşturma sözünü ben de ayakta alkışlıyorum. YÖK’ü kaldırma sözünü kamuoyu daha önce sosyal demokratlar dahil siyasetin tüm kesimlerinden duydu ama ne hikmetse iktidara gelenlerin tercihleri hep farklı yönde oldu. Ayrıca, YÖK’ü kaldırmak bir başka altını doldurmak gereken kilit kavram; yerine ne geleceğini konuşmamız gerekiyor. Her şekilde, Böke’nin bu vaadine de alkış. Öte yandan; bilim, teknoloji, yetenek ve laboratuvar kilit kelimelerini Buluşma’ya davetli iktisatçıların eğitime yaklaşımı bağlamında düşündüğümde ise bana göre üniversitenin işlevinin fazlasıyla faydacılığa indirgendiğinden endişe ediyorum. 

Üniversite fikri ya da üniversitenin misyonu üzerine tartışmalar on dokuzuncu yüzyıldan bu yana devam ediyor. Tarihsel olarak baktığımızda karşımıza bir ikilem çıkıyor. Bir tarafta üniversitenin sadece kendi hikmeti için hakikati araması ve bu süreçte öğrencilerin dini ya da ulusal değerlerle örülmüş bir şekilde ahlaki ve karakter gelişimini sağlaması var. Diğer tarafta ise üniversitenin kurucu ve fonlayan iradenin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde bilim ve öğretim yapması var. Üniversitelerin öncelikle asker, doktor ve mühendis daha sonraları da yerel ekonominin ihtiyacı olan işgücünü yetiştirmesi bu bağlamda düşünülebilir. Bu ikilemin İngiltere ve Kıta Avrupası’nda nasıl şekillendiği; Prusya’da Berlin Üniversitesi’nin kurulmasının modern üniversitenin işlevi, ilkeleri ve modeli için önemi ve Amerika’nın Avrupalı fikirleri kendi siyasi ve ekonomik koşullarında geliştirerek özgün araştırma üniversitesi modelini geliştirmesi ayrı ve uzunca bir yazının konusu olabilir.

Amerikan araştırma üniversitesi yirminci yüzyıl yüksek öğretimine damgasını vurmakla kalmadı. Kaliforniya Üniversitesi Sistemi’nin başkanı Clark Kerr’in 1960’larda literatüre armağan ettiği multiversity (çok amaçlı üniversite) kavramı yukarıda sadeleştirerek özetlediğim ikilemin üniversite içerisinde sindirilmesini de beraberinde getirdi. Ancak, Amerikalı tarihçi Ethan Schrum’un araçsal üniversite olarak tanımladığı üniversite giderek ağırlıklı olarak kamunun ve özel sektörün bilimsel ve teknolojik ihtiyaçlarına yönelik bilim ve ekonominin ihtiyaç duyduğu işgücünü yetiştirmeye yönelik eğitim yapan bir modele evrildi. 1980’lerden itibaren devletin kamusal fayda üreten alanlardan hızla çekilmesi sonucu üniversiteler insanlık bilimleri ve sosyal bilimler alanlarındaki eğitim programlarını ve araştırma fonlarını kıt kanaat yönetmek ve çoğu zaman küçültmek durumunda kaldılar. 

Tabii ki insanlık bilimleri ve sosyal bilimler üniversitelerde var olmaya, öğrenciler bu alanlarda öğrenmeye ve akademisyenler araştırma yapmaya devam ediyorlar. Ama kabul edelim ki hakim ekonomik ideoloji bağlamında bu alanlar kamu, öğrenciler ve aileler için öncelik oluşturmayabiliyor. Selin Sayek Böke’nin konuşmasını referans alacak olursak CHP’nin bilimle teknolojinin sınırlarını itecek olan akademisyenlere açık olarak desteğini fark edebiliriz. Peki, sadece entelektüel meraka dayanan araştırma yaparak örneğin bizi Rengeyiği Türkleri’nin Orta Asya’daki kültürüne taşıyan, “biz kimiz sorusuna” alışılmamış bir cevap vererek hayvan-insan ilişkileri üzerinden bizi düşünmeye davet eden ya da İstanbul’da çoğumuzun gözlerinden uzakta gençler arasında var olan “Apaçi” altkültür gruplarını anlatan akademisyenler ve akranları da CHP’nin bu vaadinden yararlanabilecek mı? (*) TÜBİTAK’ın geleceği düşünülürken insanlık bilimleri ve sosyal bilimlerin de tartışmada önemli bir yeri olabilecek mi? 

Türkiye’nin ikinci yüzyılında sadece hikmeti için hakikat peşinde araştırma yapmaya gönüllü akademisyenler gerçekten özgür bir üniversite bulabilecek mi? Akademik özgürlüklerin iki boyutu var; biri üniversitenin kurumsal olarak sunduğu güvence, diğeri ise kanunlarla garantiye alınabilecek ve yurttaşların temel insan hakkı olan ifade özgürlüğü. Bu bağlamda, 2023 sonrası Türkiye’de özgür üniversite ne anlama gelecek? Buna sadece CHP’nin değil Altılı Masa’da oturan tüm partilerin vereceği cevap bizim için çok önemli. 

Altılı Masa’da oturan liderlerin hafta içinde altına imza attıkları bildiri “iki yüzyıllık modernleşme, 150 yıllık Meclis, 100 yıllık Cumhuriyet ve 75 yıllık demokrasi” tarihimizin altını çiziyor. Üzerinde beraber yaşadığımız topraklarda tarihin 1919 ya da 1923’te başlamadığı bir geçmiş bana daha köklü geliyor. Bir yandan da köklü geçmişimizden sadece siyaseten söz etmeyi ya da kahramanlık hikayelerimizle anmayı da bir o kadar yetersiz buluyorum. Peki, tarihimizde devletin adına yapılan kötülükleri ve adaletsizlikleri merak eden, bir yandan da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söyleminin tarihsel zeminine katkı yapacak akademisyenler ne derece özgür bir üniversite bulabilecekler? Ya da, üniversitelerimizde Kürt ya da Alevi Araştırmaları merkezleri kurulabilecek ve üniversitelerin özgür ortamı ve kanunların korumasında araştırma yapabilecekler mi? Mutlaka ki toplumda fikir önderlerinden olsun, medyadan olsun, hatta seçilmiş vekillerden birileri çıkıp onlara göre toplumun kırmızı çizgilerini aşan araştırma yapacak akademisyenlere Cemil Çicek’i anarak “Bu yaptığınız Türk milletini arkadan hançerlemektir” diyecektir. Altılı Masa öyle bir durumda akademisyenlerin, kanunların ve özgür üniversitenin korumasında güvenle araştırma yapmalarını garanti edecek bir düzeni kurabilecek mi?

Akademik özgürlükleri devlet ve üniversite sağlarsa, memleketin meraklı akademisyenleri de kendilerini daha güvenle ifade etme fırsatı bulabilirler. Toplumsal olarak ise şu farkındalığa sahip olmamızı çok dilerim: Üzerinde beraber yaşadığımız ve iyisiyle kötüsüyle geçmişini paylaştığımız topraklara bağlılığımızın güçlü olduğuna inanıyorum. Ama bu bağlılık tarihte ve günümüzde devlete eleştirel gözle bakmaya engel değil. Bazıları için vatanseverlik o vatanın üstünde geçmişte ya da günümüzde yaşanan adaletsizlikleri araştırmayı, sorgulamayı ve anlamlandırmayı içerebiliyor. Niyet burada bağcıyı dövmek değil, toplumsal adalet ve barışı tesis etmeye katkı yapmak. Umarım özgür üniversite anlayışı bu önemli nüansları da içerir.

(*) Rengeyiği Türkleri Dukhalar (Selcen Küçüküstel, 2020, Kalem Kitap). Türkiye’nin Yakın Tarihinde Hayvanlar: Sosyal Bilimleri İnsan Olmayanlara Açmak (Sezai Ozan Zeybek, 2020, NotaBene). Apaçi Gençlik: Gençlerin Toplumsal Davranışları ve Yönelimleri: İstanbul’da “Apaçi” Altkültür Grupları Üzerine Nitel Bir Çalışma (Ömer Miraç Yaman, 2016, Bir Yayıncılık)

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.