14 Mayıs’a doğru günbegün ilerlerken memlekete dair seçimlerin ötesinde bir şey düşünmek giderek zorlaşıyor, hatta anlamsızlaşıyor. Muhalif kesim olarak önceliğimiz belli, tercihen ilk turda iktidarı değiştirmeyi diliyoruz. Adını adalet ve kalkınma üzerine koyan bir partinin iktidardaki yirminci yılında milleti adaletten ve refahtan mahrum bırakmasının sandıkta karşılığı olacak gibi gözüküyor. Akabinde de iktidarın değiştiğini görmeyi diliyoruz. Kendi adıma değişimin ötesine dair beklentim ise öncelikle adaletin yeniden tesis edildiğini görmek. Anadolu ve Trakya coğrafyalarında beraber yaşayan insanlar olarak hep beraber özgür olacağımız ilk günü sabırsızlıkla bekliyorum.
İstiklal Savaşı sonrasın bağımsızlığımızı kazandık ve Lozan Antlaşması’yla dünya sahnesinde ortaya çıktık. Arkasından Atatürk ve Türkiye Büyük Millet Meclisi memlekete Cumhuriyet’i armağan etti. Bağımsızlığımızı millet olarak canlarımız pahasına istedik ve aldık; özgürlük ise kıymetini bildiğimizden hala şüphe ettiğim bir hediye oldu. Halkımızın hatırı sayılır bir kısmı bugün hala hakim güç karşısında bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasından rahatsız olmuyor. Onun için oyunun değişmesi ancak ekonominin krize girmesiyle mümkün oluyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan neresinden tutarsanız tutun elinizde kalacak karnesine rağmen hala yüzde 40 civarında oyu rahat alabiliyorsa halkın devlete olan bağlılığına şükran duymalı. Her şekilde, askeri darbe dönemlerini hatırlatan hukuksuzluğun mimarı bir partiyi ve liderini hala gönül rahatlığıyla göndereceğimizden emin olamadığımız bir haldeyiz.
Fethullahçı savcıların kurguladığı davalardan Ergenekon kapsamında polis, 15 Nisan 2009 sabahı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) yöneticilerinin kapısına dayanmıştı. Gözaltına alınanlar arasında bir holdingin üst düzey yöneticisi de vardı. Polisin daveti üzerine gidip gönüllü olarak ifade verecek bir kişinin evine sabahın erken saatlerinde yapılan bu baskın, özellikle İstanbul’un üst sınıflarında şok etkisi yaratmıştı. 15 Nisan o tarihe kadar özgürlüklerini tehdit altında hissetmemiş ve devletin fikrinden ve eyleminden hazzetmediği kişilere davranışını deneyimlememiş şanslı bir sosyolojik kitle için dönüm noktası oldu. Siyasi olarak angaje olan askerler, akademisyenler ve bürokratlardan sonra, memleketin ayrıcalıklı kesimi de belki doğal olarak varsaydığı özgürlüklerinin bir anda tehdit altında olabileceğine uyanmıştı.
AK Parti iktidara gelirken ülkeye adalet ve özgürlük sözü verdi. Hakkını verebileceğimiz bir şey varsa, o da dindar yurttaşların hak ve özgürlüklerini hem yasal olarak hem uygulamada koruma altına alması oldu. Bu aslında anaakım laik partilerin çoktan yapması gereken ama özellikle askerler olmak üzere memleketin radikal laik olarak adlandıracağımız statükosunun geçit vermediği bir özgürleşmeydi. Buna ek olarak, AK Parti Türkiye’de siyasetin ve eğitimin sivilleşmesi yönünde de önemli adımlar attı. 2012’de zorunlu eğitimi 4+4+4 olarak yapılandıran eğitim kanununun içeriğine dair eleştirileri fazlasıyla yapan biri olarak her şekilde sürecin meşru olduğuna sürekli vurgu yapmıştım. 1960 sonrasında eğitimin vesayetini askere bırakmış bir ülke olarak sivil ve meşru bir iktidarın kendi iradesiyle eğitimde kanun çıkarabilmesi demokrasimiz için önemli bir eşikti. Giderayak AK Parti’ye hala güzelleme mi yapıyorsun demeyin; özgürlük mücadelemizde geride bırakılan bir sosyal gruba haklarını teslim etmesini önemli buluyorum.
2009 sonrasında Alevi ve Kürt açılımları da bir ihtimal özgürlüklerin daha geniş kesimlere yayılmasını hedeflemişti. Arkasından yaşadıklarımız bu ve benzeri girişimlerde Meclis’in aktif olarak sürecin içinde olması gerektiğini gösterdi. Aksi takdirde masaların kısa vadeli siyasi çıkarlar için ne kadar kolay devrilebildiğini gördük. Her şekilde, AK Parti’nin özünde herkes için özgürlüğü savunan ve bunu iktidarda samimiyetle sağlamaya gayret eden bir fikriyatı ve hali olmadığı malum. Zaten 2013 Gezi Parkı isyanı, 2015 Haziran’da AK Parti’nin iktidardan düşmesi gereken seçimler ve 2016 darbe girişimi sonrasında hukukun üstünlüğünün ortadan kalkması ve şiddete rahatlıkla ve orantısız başvuran polis devleti uygulamalarının artması AK Parti’nin geriye kalan kadrolarının otokratlığını açıkça ortaya koyuyor. Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Kasım 2016, sivil toplumun aktif destekçisi ve üyesi Osman Kavala Kasım 2017, Boğaziçili öğrenciler 2021 ve Fethullahçı savcıların tahayyül sınırlarını zorlayarak kurguladıkları Gezi Parkı davası sanıkları bir yıldır cezaevlerindeler. Cezaevleri devletin fikrini ve eylemini beğenmediği için mahpusluğu uygun gördüğü binlerce yurttaşımızla dolu.
Bu noktada, bir asırlık tarihimizde devletin zulmünü çekmeyen halk ya da sosyal kesim kalmadığını tahmin ediyorum. Bunu yazarken ne zulmü ne de zulme uğrayanları bir şekilde eşitlemediğimin altını çizeyim. Özellikle Kürt halkı ve LGBTİ+ bireyler kendi kimlikleri, hakları ve özgürlükleri üzerinde hala orantısız bir şekilde süregelen baskı yaşıyorlar. Her şekilde, ülkede bugün Millet ve Emek ve Özgürlük ittifaklarının temsil ettiği milyonlarca insan artık Türkiye’ye özgürlük talep ediyorlar. Bu talebin benim hayal ettiğim kadar kapsayıcı olmadığının farkındayım ama asgari olarak ülkede adaletin sağlanması için önemli olduğunu düşünüyorum.
Onun için, 14 Mayıs seçimlerini bir asırlık özgürlük mücadelemizde bir sonraki cephe olarak görüyorum. Bu mücadeleyi hak ve özgürlükler mücadelesinde devletin canına kıydığı yurttaşlarımızın mirası üzerinde yaptığımızın farkındayım; hele ki Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın asıldığı bir 6 Mayıs günü bunu yazarken. Bu mücadele sırasında özgürlüklerinden olma veya şiddete maruz kalma pahasına yoldan vazgeçmeyenlerin yeri de ayrı. Bu mücadele sırasında tarihimizde pek görmediğimiz siyasi mutabakatların kıymetini görüyorum ve gerçekleşmesi için iradesini ortaya koyan siyasetçilerin adalet ve özgürlüğe sahip çıkmalarını takdir ediyorum. Tüm bunların yanında, 14 Mayıs’ta sandığa giderek oyunu herkes için adalet ve özgürlükler adına atacak tüm yurttaşlarımızın yeri ayrı.
Yurttaşlarımızın her bir oyunu kutsal buluyorum. Türkiye’de muhaliflerin arka arkaya gelen seçim kayıpları ve memlekete hakim baskı rejimine rağmen oylarına sonuna kadar sahip çıkmalarını olağanüstü bir özgürlük mücadelesinin kitleselleşmiş hali olarak tanımlıyorum. Bu hal, demokratik tutum ve özgürlük talebi geleceğimize dair en kıymetli kazanımlarımızdan biri. Otoriter ve güçlü rejimlerinin hakimiyetinde yüzyıllardır var olan Anadolu ve Trakya coğrafyalarının dökülen onca kan, çekilen eziyet, yaşanan haksızlıklardan bir demokrasi hikayesi yazması beni heyecanlandırıyor, duygulandırıyor, umutlandırıyor. Seçimin sonucu ne olursa olsun demokrasi mücadelemizin devam edeceğini biliyorum. Sevgili Hakan dostumun ifade ettiği gibi, o yolculukta muhtaç olduğumuz kudret yanımızda oturuyor. Hem de milyonlarca …
e-mail: baydagul@gmail.com
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.