Amerikan sağının 1960’lar’da başlayan dönüşümü ve sonrasındaki yükselişinde Cumhuriyetçiler, Amerikalı tarihçi Jamie Cowie’nin Müthiş İstisna olarak nitelendirdiği 1930’lar ve 1960’lar arasındaki dönemde sosyal devlet ve medeni haklar lehine elde edilen kazanımları geri almaya gayret ettiler. Bu gayrete tarihi bir ivme veren ise Yüksek Mahkeme’ye üç muhafazakâr eğilimli hakim atayarak mahkemenin dengesini ideolojik olarak iyice sağa çeken eski ABD Başkanı Donald Trump oldu. Geçtiğimiz günlerde ABD Yüksek Mahkemesi yükseköğrenimi ilgilendiren iki önemli karar aldı: İlkinde üniversitelerin öğrenci seçerken ırk temelli olumlu ayrımcılık yapmasını, ikincisinde de Başkan Joe Biden’in üniversite mezunlarının kredi borçlarına getirdiği sınırlı affı anayasaya ve kanunlara aykırı buldu. Irklar ve sınıflar arasında derin ve yerleşik eşitsizliklerin var olduğu ülkede her iki karar da tartışma yarattı. Muhafazakârlar ve Cumhuriyetçiler memnuniyetlerini dile getirirken, hak örgütleri, elit üniversiteler ve Demokratlar tepkilerini paylaştılar. Yüksek Mahkeme geçen yıl kadınların kürtaj hakkı üstündeki elli yıllık anayasal korumayı kaldırdıktan sonra benzer bir geçmişe sahip olumlu ayrımcılığı da kaldırarak medeni (sivil) haklar mücadelesinin önemli kazanımlarından birini daha şimdilik tarihe gömdü.
Olumlu ayrımcılık (affirmative action) tarihsel olarak marjinalleştirilmiş gruplar arasında eşit fırsatları teşvik etmek amacıyla yükseköğretim kurumlarında uygulanan politikaları ifade ediyor. Bu politikalar, 1960’lardan itibaren yürürlüğe konulmuş olup, geçmişteki ayrımcılıklardan dolayı oluşan eşitsizlikleri telafi etmek için ırk, etnik köken veya cinsiyet gibi faktörleri üniversite kabul sürecinde dikkate almayı hedeflemektedir. Olumlu ayrımcılık politikaları, Amerika’da Medeni Haklar Hareketi’nin ardından ilk olarak 1961 yılında Başkan John F. Kennedy tarafından imzalanan yönetmelik ile gündeme geldi. 1978 yılında alınan bir Yüksek Mahkeme kararı, üniversite kabul sürecinde ırksal kotaların anayasaya aykırı olduğunu ancak çeşitliliği teşvik etmek amacıyla ırkın hâlâ bir faktör olarak dikkate alınabileceğini belirtti. Karar, olumlu ayrımcılığı desteklemekle birlikte, yükseköğretimde çeşitlilik sağlama konusunda kullanılan belirli yöntemlere sınırlamalar getirdi.
Bu politikalar sayesinde, Amerika’da azınlık öğrencilerin özellikle seçkin yüksek öğrenim kurumlarına kaydı ve temsil oranı arttı. Bunun yanı sıra, çeşitlilik ve kültürel zenginlik açısından daha kapsayıcı bir öğrenci topluluğu oluşmasına katkı sağladı. Ayrıca, olumlu ayrımcılık, eğitimde fırsat eşitliğini destekleyerek toplumsal adaleti teşvik etti. Bu bağlamda, üniversitelerin çeşitlilik, hakkaniyet ve kapsayıcılık programları ve uygulamaları da benzer amaçlara hizmet ediyor ve olumlu ayrımcılık politikalarının bir sonucu olarak üniversiteye gelebilen öğrencilerin deneyimini farklılıklar adına korumaya ve zenginleştirmeye gayret ediyor. Bu programların da Cumhuriyetçiler’in hedefinde olduğunu geçen yazımda gündeme getirmiştim.
Yüksek Mahkeme’nin üniversiteye öğrenci seçiminde olumlu ayrımcılığı anayasaya aykırı bulduğu kararında çoğunluğa sahip hakimler özetle ırkı bir faktör olarak dikkate almanın adaylar arasında adaletsizlik oluşturduğunu (özellikle Asyalı-Amerikalılar için) savunuyorlar. Baş yargıç John Roberts bu kararın üniversitelerin öğrencilerin ırklarından dolayı yaşadıkları olumsuzlukları, bunlarla ilgili deneyimlerini ve nasıl başa çıktıklarını dikkate almasını engellemediğini ancak bir öğrencinin sadece ten renginden dolayı ayrıcalık sahibi olamayacağını ifade etti. Kararın açıklanmasından sonra Yüksek Mahkeme’nin uygulamalarında nadir görülen bir şekilde karara muhalif hakimler de görüşlerini sözlü olarak paylaştılar. Mahkemenin ilk siyah kadın üyesi Ketanji Brown Jackson kararı oldukça sert bir şekilde eleştirerek, çoğunluk kararı alan akranlarının ülkenin geçmiş ve güncel deneyimlerinden kopuk olarak üniversitelerin Amerika’nın önemli sorunlarını çözmek için yaptıkları önemli çalışmalara müdahale ettiğini öne sürdü. Hakim Jackson daha da ileri giderek “bırakın pasta-yesinler umursamazlığındaki” çoğunluğun ırkı hukuken önemsiz olarak kurgulamasının ırkın gerçek hayattaki önemini yok etmediğini de ifade etti.
Yüksek Mahkeme’nin bu kararının seçkin üniversitelerdeki çeşitliliği olumsuz etkileyeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Davaya taraf olan Harvard Üniversitesi’nin 2019 yılını referans alarak yaptığı modelleme çalışması üniversitenin ırkı dikkate almaktan vazgeçmesi durumunda kabul edilen öğrenciler içinde siyah ve Afrika kökenli öğrenci oranı %14’ten %6’ya ve Latin kökenli öğrenci oranının %14’ten %9’a düşeceğini öne sürüyor. Asyalı-Amerikalı öğrenci oranı ise %24’ten %27’ye yükseliyor. Amerika’nın seçkin üniversiteleri arka arkaya yaptıkları açıklamalarda karara tepkilerini açıklarken bir yandan da öğrenci seçiminde toplumsal çeşitliliği koruyabilmek adına gayretli olmaya devam edeceklerini ve bunu hukuka saygılı yöntemlerle sürdüreceklerini paylaştılar. Ancak bu mücadelenin özellikle Cumhuriyetçiler’in çoğunluğa sahip olduğu kırmızı eyaletlerdeki kamu üniversiteleri için daha zor olacağını öngörebiliriz.
Olumlu ayrımcılığın yarım asır sonra sonlanması öncelikle siyasi bir karar olarak değerlendirilebilir. Keza, Başkan Trump’ın şekillendirdiği Yüksek Mahkeme profilinin toplumsal cinsiyet, ırk ve din konularında arka arkaya aldığı kararlar bütününde benzer bir duruşu görmek mümkün. Bu durum Amerika’yı Türkiye’de uzaktan izleyenler için şaşırtıcı gelebilir. Kuvvetler ayrılığından söz ederken Amerika’nın sık sık olumlu bir örnek olarak okutulduğunu ya da referans verildiğini biliyoruz. Ancak icranın ve yasamanın aynı partide toplandığı ve zamanlama olarak da mahkeme üyeliklerine atamaların bu döneme denk geldiği bir ortamda Yüksek Mahkeme’de uzun süredir devam eden göreceli dengenin bir anda sağa ya da sola kayması da mümkün. Cumhuriyetçiler’in yerleşik normlara aykırı olarak Başkan Barrack Obama’nın son aylarında mahkemeye üye atamasını engellemesi ve arkasından Başkan Trump’ın tam da böyle bir döneme denk gelmesiyle Yüksek Mahkeme’nin siyaseten yönü de gözle görülür şekilde sağa kaydı. Sonuç olarak muhafazakar eğilimli hakimler bir yıl içinde Medeni Haklar Hareketi’nin yarım asırlık iki önemli kazanımını geri çevirdiler.
Öte yandan Yüksek Mahkeme’nin kararında çoğunluğun yaptığı olumlu ayrımcılığın süreli bir uygulama olması gerektiği vurgusu da önemli. Bunu biraz açarsam, olumlu ayrımcılık, geçmişten gelen toplumsal eşitsizliklerin olduğu bir ortamda bunların güncel etkilerini telafi etmeyi amaçlar. Bununla beraber, sürelerinin de söz konusu eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla sınırlı olması beklenir, en azından retorik olarak. Bir nevi toplumsal hastalığın tedavisi sırasında geçici bir tedavidir. Nitekim, Yüksek Mahkeme’nin 2003’te aynı konuda gördüğü ve reddettiği bir davada Hakim Sanda Day O’Connor ırkı dikkate alan olumlu ayrımcılığın süreli olması gerektiğine vurgu yapmış ve mahkemenin 25 yıl sonra ırkın önemli bir faktör olmayacağına dair öngörüsünü paylaşmıştı. Ancak Amerika’yı yakında izleyenler, ülkedeki derin ve yerleşik ırk temelli ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin farkında olacağından Amerika’nın renk körü sosyal politikalar uygulamatan ne kadar uzakta olduğunu da bileceklerdir.
Gerek kırmızı eyaletlerdeki Cumhuriyetçiler’in üniversiteler üzerinde ırk ve toplumsal cinsiyet odaklı kurmaya çalıştıkları baskı rejimi, gerekse Yüksek Mahkeme’nin arka arkaya verdiği kararlar, beyaz, dindar ve kapitalist Amerika’nın azınlıklarla ve farklılıklarla kültür savaşı olarak okunabilir. Bu aslında sağın ideolojik olarak küresel dönüşümüyle paralel. Burada şimdilik Amerika adına iyi haber ise yine geçen hafta Yüksek Mahkeme’den geldi. Yargıçlar Cumhuriyetçiler’in seçimlerin kontrolünün eyaletlere bırakılması için yaptıkları talebe hayır diyerek Amerika’da halkın iradesi üzerindeki önemli bir tehdide biraz olsun dur dediler. Şu haliyle Amerikan siyasetinin kurumları, ki buna Başkan Trump’a hayır diyebilen Başkan yardımcısı Mike Pence’i de dahil etmek gerekir, demokrasiye asgari düzeyde seçimleri koruyarak sahip çıkıyorlar. Bu bağlamda Demokratlar’ın da yapabileceği yine icra ve yasamada iktidarı kazanmaya çalışmak olacak. Böylelikle mahkemelerin siyasi okunabilecek kararlarını tekrar yargı yoluyla değiştirmeye giden yolu da tutabilecek. Sosyal konularda adaletin terazisinde topuzu siyaset belirliyor sonuçta…