Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Batuhan Aydagül yazdı: Özlemle beklediğimiz değişim için ihtiyacımız daha fazla akıl mı?

14 Mayıs 2023 seçimlerinin muhalifler açısından beklenmeyen ve hayal kırıklığı yaratan sonuçları sonrasında sosyal medyada izlediğim hızlı dönüşüm şaşırtıcıydı. Önce, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) başta olmak üzere gerek Millet gerekse Emek ve Özgürlük ittifaklarına yönelik yoğun ve sert bir eleştiri ve Cumhur İttifakı’na oy verenlere yönelik üstten bakan yorumlar göze çarpıyordu. İlk şok geçtikten sonra ve önümüzde hala ikinci turun olduğunu hatırlayınca CHP’ye dönük tepki, kampanya ve seçim güvenliği odağında partinin ve keza Millet İttifakı’nın neleri daha iyi yapabileceğine yönelik önerilere dönüştü. Öyle ki bir örnekte dünyanın en iyi üniversitelerinden mezun bir yurttaş lisans ve doktora diplomalarını Twitter’da paylaşarak pazarlama iletişimine yönelik bilgisiyle ikinci tur öncesinde her tür desteğe hazır olduğunu paylaştı. Bu yurttaşımızın memlekete olan sevdasını, demokrasi yönünde değişim için sabırsızlığını ve buna yönelik gayret gösterme gönüllüğünü takdir ediyorum. Bir yandan da bu ve benzeri birçok örnekten yola çıkarak, siyasette çoktandır hasret kaldığımız değişime giden yolda daha fazla ihtiyacımız olan akıl mı yoksa başka bir şey mi diye sormadan edemiyorum.

Haziran 2015 seçimleri öncesinde siyasette yeniyi arayan bir grup yurttaşla bir araya geldik ve halihazırda var olan partilere alternatif bir siyasi örgütlenme üzerine düşünmeye başladık. AK Parti’nin 2010 anayasa referandumu ve 2011 seçimleri sonrasında daha belirgin hale gelen anti-demokratik uygulamaları ve İslamcı politikaları hepimizi rahatsız ediyor ve yaklaşan seçimlerde bir iktidar değişiminin önemini görüyorduk. Birlikteliğimizin mayasında daha demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu bir ülkemiz olması vardı. Bunun için de önce partilerin bu ilkeleri benimsemesi ve uygulaması önemliydi. Bu bağlamda tartıştığımız değişim teorisinde Türkiye’de siyasetin örgütlenmesinin ve finansmanının daha şeffaf, demokratik ve katılımcı olmasıyla siyasi rekabete yeni bir soluk gelebileceğini, bunun da zaman içinde en azından bazı kesimlerden oy alabileceğini konuşuyorduk. 

Beni o gruba getiren de eğitim politikaları üzerine deneyimim ve oradan hareket ederek sosyal değişim için verdiğim emeği doğrudan siyasetin için taşıma dürtüsü olmuştu. Özellikle 2012’de zorunlu eğitimin yapısında ve süresinde kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen değişiklik sonrası eğitim politikalarında asgari bir istikrar sağlanabilmesi için Meclis’in önemini görmüştüm. O zamanki düşüncelerimi son aylarda yazdığım ve Türkiye’de sivil ve çoğulcu bir eğitim kanunu için çağrı yapan yazılarımda tekrarlıyorum. 2015’e geri dönecek olursam, değişim teorimizi seçimlerde test etmek ve siyasette saha deneyimi edinmek amacıyla aramızdan bir bağımsız aday göstermeye karar verdik. Hem konu olarak eğitimin güncelliği, hem de eğitim davasına inancım dolayısıyla benim gönüllü adaylık teklifimi arkadaşlar da uygun görünce, yola çıktık. 

İstanbul 2. Bölge’de gerçekleştirdiğimiz bağımsız aday kampanyası boyunca girişimimize ilgi gösteren ve etkileşime geçenler arasında maddi katkısıyla ve saha çalışmalarına katılımıyla yoldaşlık yapanlarla kıymetli bir deneyim paylaştık. Halkların Demokratik Partisi’nin parti olarak ilk girdiği seçimler ve barajı geçmesinin önemi nedeniyle “o seçim bu seçim değil” demeden oy verenlere de gönül borcum daimdir. Bu tabii bir başka “o seçim bu seçim değil” ortamında Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) oy verenlere olan saygımı da besliyor. Öte yandan, kampanya sürecinde aklımda kalan ve 14 Mayıs 2023 seçimleri sonrasında tekrar canlanan önemli bir izlenim çevremizde ne kadar çok bize akıl vermeye hazır ve ne kadar az sahaya gelip oy istemeye çekinen ya da üşenen kişi olduğuydu.

Başta sorduğum soruya dönecek olursam, siyasette çoktandır hasret kaldığımız değişime giden yolda daha fazla ihtiyacımız olan akıl mı? Sosyolojik olarak eğitimli ve orta-üst sınıf olarak tanımlayabileceğim endişeli yurttaşların bilgi, beceri ve görüşlerinin ülkemiz için çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Maraş depremi sonrasında yazdığım biz aslında birbirimize yeteriz temalı yazıda çok açık ifade etmesem de ortak aklımızın gerçekten bizi ele muhtaç etmeyecek kadar kapsamlı, derin ve zengin olduğunun farkındayım. Ancak, özellikle siyaset söz konusu olduğunda burada vurgu yaptığım sosyolojik grubun siyasetle sadece akıl vermek düzeyinde ilişki kurmaya çalışmasını da yetersiz buluyorum. 

Diyeceksiniz ki Türkiye’nin katılımcı demokrasi alanındaki başarı hikayelerinden biri olan Oy ve Ötesi böyle bir aklın uygulamaya geçmesi değil mi ve oraya gönüllü olarak katkı yapan on binlerce insan elini taşın altına sokmuyor mu? Haklısınız, kesinlikle öyle. Bir yandan da Oy ve Ötesi bağlamında gönüllü olan insanların seçimler arasında ve sonrasında kalan dönemlerde siyasetle olan ilişkilerini merak ediyorum. Bunu sorarken parti üyeliği ve onun eylemsel boyutunu siyasete dahil ediyorum ancak o şekilde sınırlandırmıyorum. Ülkenin dertleri ve bu dertlere dair farklı görüşleri olan insanlarla etkileşim kurmak; günlük olarak yaptığımız iş neyse onu savunduğumuz siyasi ilkeler bağlamında düşünmek; çocuklarımızın eğitimi üzerine özenirken tüm çocukların aldığı eğitime dair de sorunları da sahiplenmek; sivil toplum kuruluşlarına daha uzun süreli katkı yapmak, vb. gerisini sizin de dilediğinizi gibi getirebileceğiniz farklı var olma ve eylem şekillerini siyasi olmaya dahil ediyorum. Yani, memlekette hasret kaldığımız değişim için oy vermemiz ve ona sahip çıkmamız yeterli mi?

Bu gerçekten bir soru ve keşke sizlerle karşılıklı tartışabilsem. Ben de doğrudan cevap vermektense, cevabın, evet, yeterli olması için siyasi partilerin değişim ihtiyacına değineceğim. Türkiye’de parti içi demokrasi eksikliği ya da belediyelerden elde edilecek rantın siyasetin finansmanı için önemi çoğunlukla bildiğimiz sorunlar. Ama ya bu sorunları hiç konuşmaya gönüllü değiliz, özellikle de sorunun öznesi partiler oralı olmadığı için, ya da önce ülkeyi kurtaralım sonra bunlara da geliriz diye erteliyoruz. Partilerin aslında aklıyla ve emeğiyle daha doğrudan siyasetin içinde olmak isteyenler için katılımı kolay ve çekici hale getirmesi gerekiyor. Belki İslamcı ve etnik siyasetin köklenmiş davalarını sahiplenen partilerde bu katılımı sağlamak davaya olan inanç nedeniyle mümkün olabiliyor. Ama, seküler, özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı değerler henüz böyle bir davaya dönüşebilmekten uzaklar. O zaman, bu değerlere yakın partileri arayan ve oy veren seçmenleri daha aktif siyasete çekebilmek için parti örgütlerini söz konusu değerler temelinde yeniden hayal etmek gerekiyor.

CHP’nin ya da Millet İttifakı’nın iki seçim arasında dışarıdan alacağı bir katkıya çok da ihtiyacı olmadığını ya da böyle bir aklın kısa zamanda yararının olmayacağını düşünüyorum. Son yazımda özgürlük mücadelemizin zaten uzun erimli olacağını düşündüğüme vurgu yapmıştım. Umuyorum 28 Mayıs seçimlerinde seçmenin tercihi sandığa demokrasi ve özgürlükler lehine yansıyacak. Her şekilde, Meclis’in yeni profili bile özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokraside yaşamak isteyenler için yolun uzun ve zor olduğunu gösterdi. Bu yolda daha çoğumuzun seçimden seçime oy vermek ve buna sahip çıkmak gibi çok ama çok kıymetli bir yurttaşlık görevinin ötesinde siyasi olmamız ve siyaset yapmamız gerekiyor. TİP’in yarattığı henüz küçük ama umut veren dalga ve oradaki siyaset-dava-katılım ilişkisi üzerinde düşünmemizi öneriyorum. Önce ülkeyi değiştireceğiz diye ertelediğimiz meseleleri önümüze koyalım, değişimin tabandan başlayanı ve emekle örüleni daha makbul ve etkili olabilir. Ne dersiniz?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.