Batuhan Aydagül yazdı: Biz aslında birbirimize yeteriz

“Hayatımın bir bölümü yok artık. Ailemin bir kısmı yok artık. O bölgedeki herkes için aynı şey geçerli.” (Karsu)

Memleketimizde ölenle ölünmez derler. Belki biz de öldük bu sefer. Nefes alıyoruz almasına ama Anadolu ve Trakya’nın vicdanlı insanlarının ruhu da depremde kumdan kaleler gibi dağılan betonarme binaların altında kaldı. Yoksa niye yaşadığından utansın bu toprakların insanları?

6 Şubat’tan bu yana tarifi zor bir acıya tanıklık ediyoruz ve paylaşıyoruz. Geçtiğimiz iki hafta boyunca bu acının saf halini fotoğraflarda ve görüntülerde gördük. En yakınında bir ölüm yaşamayanların ise bu acıyı en içten şekilde paylaştığını ve hissettiğini. Ortak acımıza kelime seçmek haddimi aşar. Hele bunu sözüyle ve sanatıyla hepimiz için ifade eden onlarca güzel insan varken. Anadolu’nun halk ozanı Neşet Ertaş’ın “Neredesin Sen” türküsünü adını Hatay’da ailesinin köyünden alan Karsu’dan dinlediniz mi? Depremde köyü yerle bir olan ve ailesinden on altı kişi ölen Karsu hepimiz için haykırıyor gibi hissetmediniz mi?[i]

Memleketimizin bir başka atasözü de öfkeyle kalkanın zararla oturacağı; ama yasla yoğrulan öfkemiz dönüştürücü de olabilir. Depremin doğal bir felaket olduğunu bilmeyenimiz yok. Keza Kuzey Anadolu, Doğu Anadolu ve Ege’de aktif fay hatlarının olduğunu en azından yaşanan depremlerden biliyoruz. Hatta, Prof. Dr. Naci Görür’ün yakın zamanda Doğu Anadolu fayındaki riske dikkat çektiğini de çoğumuz depremden sonra öğrendik. Görür Hoca’nın bu uyarısına yakın bir zamanda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Türkiye’de afetlerden sonra artık yurttaşların “devlet nerede” diye sormadıklarıyla övünmüş. Bakan Soylu’ya göre, devlet deprem ve diğer olası afetlerde köylere helikopterlerle jeneratör götürecek detayda bir hazırlık yapmış. Buna karşın, 7 Şubat Salı sabahı depremden yaklaşık 27 saat sonra çekilen ve sosyal medyada paylaşılan bir videoda Antakya’da iki tarafından enkazların olduğu işlek bir caddede insanı dehşete düşüren bir ıssızlık vardı. Neredeydi o hazırlıklı devlet gerçekten? Tıpkı yaşadığımız acı gibi halklarımızın çoğunluğunun içinden taşan öfkeyi de yazmak zor. Hele sosyal medyada depremzedelerin içlerindeki öfkeyi hiç çekinmeden kameralara haykırışına tanık olduktan sonra ben ne ekleyebilirim ki?

Türkiye’de “suçlu ve güçlü” olmanın sadece siyasette değil sosyal hayatın birçok yerinde nasıl norm haline geldiğini beraber yaşadık. Bize ait olmayan o normalin içinde devletin altlarından toprağın ve yaşamların kaydığı insanlarımıza yetişemediğini gördük. İktidarın betona dayalı ekonomik kalkınma modeliyle, hukuka aldırmazlığıyla ve kurduğu çıkar ağlarını sürdürme gayesiyle göz yumduğu kumdan rant kuleleri enkaza dönüştü. Bunun peşi sıra da AK Partili siyasetçilerin bize kızmasına, sesini çıkaranları not ediyoruz demesine şaşırmıyoruz. Suçlu ve güçlünün karşısında öfkemizden vazgeçmiyoruz.

Yaşadığımız tarihi bir felaket ve onu izleyen trajedi. Tarifi zor bir acı ve öfkeyi paylaşıyoruz. Aynı zamanda, bu yaşadığımız hayata tutunanlarla ve felaketten sonra hala nefes alanlarla dayanışma hikayesi. Tıpkı acı ve öfkede olduğu gibi depremin arkasından parçası ve tanık olduğumuz dayanışmanın kapsamını, derinliğini ve anlamını hakkıyla ifade etmek çok zor. Deprem bölgesinde aktif olarak arama, kurtarma, ilkyardım ve rehabilitasyon çalışmalarına katkı veren 150’den fazla kurum olduğuna dair halen taslak olan bir haritalama çalışması var. Sahada, komşu illerde ya da depremzedelerin ulaşabildiği diğer yerlerde gönüllü olarak katkı veren yurttaşların sayısını on binlerle düşünebiliriz. Kumbarasındaki parayı gönderen kız çocuğundan yurtdışında bağış toplayarak memlekete aktaran göçmen insanlarımıza kadar toplanan paranın tam miktarı hesaplamak da zor. Komşumuz Yunanistan’dan Güney Amerika ülkelerine arama-kurtarma çalışmaları için yardıma koşan ve maddi olarak destek veren dünyalı insanlar da cabası.

Yine de, yaşadığımız dayanışmanın görkemi nitel göstergelerde değil, barındırdığı değerlerde, hatırlattığı müştereklerimizde, hissettirdiği şefkatte ve tazelediği umutta saklı. Bu kazanımların sihrini ve toplum olarak “dayanışma kasımızın önemini” dostum Hakan’ın (Altınay) geçen haftaki yazısında ya da Murat Sevinç’ten okuyabilirsiniz. Benim tanık olduğum dayanışmadan çıkarımım ise “biz aslında birbirimize yeteriz” duygusu ve inancı oldu. Medyascope’daki ilk yazımda zihnin ve iradenin iyimserliğiyle ortak geleceğimizi düşünelim diye önermiştim. Dayanışma ve felaket geldiğinde birbirimize ve diğer canlılara sahip çıkmak gibi erdemleri paylaşan çoğunluk olmamız ortak geleceğimizin her depreme dayanabilecek kadar güçlü toplumsal zemini aslında.

Medyascope’daki paylaştığım görüşlerin ana eksenlerinden biri de Türkiye siyasetine hakim “büyük devlet” söylemine olan eleştirim. Özellikle de yurttaşların haysiyetine gölge etmesine ve baskı unsuru oluşturmasına. Depremden sonra hızla oluşan muazzam dayanışma ağı, sivil toplum kuruluşlarının kapasitesi, gönüllülerin örgütlenmesi, yerel yönetimlerin gücü ve peşinden gelen “biz birbirimize yeteriz” inancı ortak geleceğimiz için güçlü ve kolaylaştırıcı bir devlete ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Gücünü sosyal ve hukuk devleti olmasından, kolaylaştırıcılığını da memleketin devlet kurumları dışında sahip olduğu hazineyi gören, takdir eden, saygı duyan, destekleyen ve olağanüstü durumlarda nasıl koordine edebileceğine özen gösteren bir yaklaşımdan alabilir.

Böyle alternatif bir yaklaşımı geliştirmenin ilk adımı devlet – yurttaş ilişkisine eleştirel olarak bakmak olmalı. En başta, devletin yurttaşına üstünlük taslayacak bir hali olmadığını, zaten bir üstünlük iddiası olmasının garipliğini, eğer saygı istiyorsa da bunu kazanması gerektiğini kabul etmemiz gerekecek. Toplumsal olarak dayanışma ve birbirimize sahip çıkma refleksimizi hayata geçirmemizi örgütü, deneyimi, yetkinliği ve vergilerimizden oluşturduğu kaynakları ile kolaylaştıran bir devlet zaten yurttaşlarından saygı ve takdir kazanacaktır.

Acımızı yaşamaya devam edeceğiz, öfkemizi de insanlarımız ve ülkemiz için iyi işler yapmaya yönlendirerek. Ölenlerle beraber ölmediysek aldığımız her nefesin bir sorumluluğu olmalı. En azından bu topraklarda bir daha böyle bir trajedi olmaması ortak gayemiz olmalı. Bu da yine birçok derdimiz gibi sadece bir iktidar değişimi ile gerçekleşmeyecek. Ama yaşadığımız felaket bize yıllarca sürecek bir mücadele için dayanışma ve birbirimize sahip çıkmak gibi ortak erdemlerimizin oluşturduğu bir toplumsal zeminimiz olduğunu da gösterdi. Bunu unutmayalım, tıpkı ölen on binlerce insanımızın hatırasını unutmayacağımız gibi.


[i] Karsu’nun haykırışına ve sanatın gücüne dikkat çeken Fazıl Say’a teşekkür ediyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.