Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Batuhan Aydagül yazdı: “Siyaset üstü bilimin” siyasallığı ve sınırları üzerine

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 3 Aralık’ta İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması’nı düzenledi ve ekonomi vizyonu altında maliye, istihdam, bilim, eğitim ve sosyal politikalara dair önemli öngörüler paylaştı. Alanlarında tanınmış akademisyen iktisatçılar görüşlerini paylaşırken bunların demokrasinin güçlenmesine nasıl katkı yapacağına da değindiler. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanı olarak sunulan Jeremy Rifkin dışında katkı yapan iktisatçıların CHP ile ilişkisi ise açık değildi ve tartışma konusu oldu. Davetli akademisyenlerden biri olan Ufuk Akçiğit konuşmasına, “Bizler burada siyaset üstü kimliğimizle, Türkiye’nin tartışmalarına katkı sunabilmek gayesiyle buluşuyoruz” diyerek başladı. Konuşmalarda bu “siyaset üstü” vurgusunun sık sık dile getirildiğini ve bu vurgunun özellikle Altılı Masa içi siyasi dinamikler açısından anlamlı olduğunu anlıyorum. Ancak Medyascope’taki ilk yazımda da belirttiğim gibi bu kıymetli alanda mümkün olduğu kadar 2023 seçimleri ötesini düşünerek yazıyorum. Dolayısıyla, bu yazıda “siyaset üstü söylem” ve onun araçsallaştırılmasında önemli olan bilimselliği ele alacağım.

Konuya siyaset üstü bilim söyleminin pozitivizmle ilişkisinden gireceğim. Türkiye’de sadece CHP’nin vizyon sunumuyla sınırlı olmayan bir pozitivist bilim anlayışı uzun zamandır kalkınma politikaları söylemine ve tartışmalarına hakim; tabii, bu eğitim için de geçerli. Pozitivist bilim, doğru bilginin ampirik olarak bilimsel yöntemler kullanılarak belirlenebileceğini savunur ve daha önemlisi doğru bilginin herkes için aynı anlama geleceğini kabul eder. Tarihsel, sosyal, kültürel bağlamların etkisini de yine sistematik olarak toplanan verilerle ifade ederek kontrol eden pozitivist bilim metodolojileri bize sosyal olgular arasındaki ilişkilere ve nedenselliğe dair çıkarımlar yapar. Özellikle son yirmi yıldır da bu çıkarımların kamu politikalarını doğrudan bilgilendirmesi bekleniyor.

Bu yazımda pozitivist bilimi akademik çalışmalar kapsamında eleştirmiyorum. Keza, pozitivist bilimin geçerliliğini de tartışmıyorum, akademide siyaseten çok farklı bakış açılarıyla pozitivist bilim yapıldığının farkındayım. Derdim, pozitivizmin ve pozitivist bilim söyleminin kalkınma politikaları üzerindeki hakimiyeti ve bunun bize “siyaset üstü bilim” olarak sunulması. Bu derdimi bize uzak görünen vakaları örnek vererek o uzaklık sayesinde yeni içgörüleri fark edebileceğimizi umarak paylaşacağım. Bilimsel yöntemlerle toplanan kantitatif veri yoluyla belirlenen doğrunun ya da bilginin hangi amaçlarla ve nasıl toplandığına, kimlerin çıkarlarına ve gündemine hizmet ettiğine ve sonuçlarını eleştirel olarak değerlendirmenin önemine işaret edeceğim.

Pozitivizme dayanan ve siyaset üstü gözükmeye çalışan bilimsellik on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ABD’de yükseköğretimin verimlilik temelinde konsolidasyonunda etkili olmuştu. Dönemin zenginlerinden John D. Rockefeller’in kurduğu Board of Education ve Andrew Carnegie’nin kurduğu Carnegie Foundation for the Advancement of Teaching kurumları veriyi, ellerindeki servetin gücünü ve federal kurumlar nezdindeki nüfuzlarını kullanarak eyaletlerin yüksek öğretim politikalarını etkilemişti. Böylece, Amerikan İç Savaşı sonrası var olan yüksek öğretim kurumları çeşitliliği, eyaletlerde merkezinde bir araştırma üniversitesi ve çevresinde onu besleyecek çoğu iki yıllık yüksek okullar olacak şekilde konsolide edilmişti. Bir yandan da bugün üniversitelerde karşımıza çıkan akademik ve idari birimler yapısı oturmuş, verimlilik varoluşsal bir önem kazanmıştı. Bugün verimlilik ya da karlılık eğitimin ve bilginin değerinin belirlenmesinde fazlasıyla belirleyiciyse bu geçmişin de mutlaka bir katkısı var.

Bu süreçte kullanılan veriler, yukarıda sözü geçen iki kurumda çoğu özel sektörün içinde olan uzmanlar tarafından geliştirilen ve tüm üniversitelerin uygulamasının yararlı olacağına inanılan göstergelerden oluşuyordu. Carnegie Vakfı’nın öğretim üyelerine sağladığı emeklilik sigortası programına girmek için üniversitelerin bu göstergeleri benimsemesi ve düzenli olarak raporlaması gerekiyordu. Bir yandan da yeni kurulan Department of Education ile işbirliğinde eyaletlerin yüksek öğretim kurumları hakkında anketlerle veri toplanıyordu. Bu anketlerin verilerine dayanan politika önerileri, ne tesadüfse, eyaletler arasında benzerlik taşıyor ve verimlilik temelinde hem üniversiteleri hem de eyalet sistemlerini yapılandırmayı amaçlıyordu. Vakıfların kaynakları da bu sürecin havucu rolünü oynuyordu.

Nitekim, bu sürecin önemli çıktılarından biri bugün Türkiye’de de örnek alınan Amerikan araştırma üniversitesi modeli oldu. Bu modelin üniversite – devlet – toplum – piyasa ilişkilerinin kapitalizm ve sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesinin bir sonucu olması ideolojik olarak kullanılan bir bilimselliğin sonucuydu. (1) Bu “kullanışlı bilimsellik” Amerika’da teknokratik, modernist ve rasyonel paradigmanın yirminci yüzyıl boyunca kamu politikalarına etkisine zemin hazırladı; üniversiteler ise bu paradigmanın etkili uygulayıcılarından oldu. Örneğin, suç istatistiklerinde Siyahlar’ın Beyazlar’la karşılaştırıldığında nüfuslarına göre daha fazla suç işliyor olduğu “bilgisi”; akademisyenler, uygulayıcılar, ve kamuoyu nezdinde özellikle “Siyah erkekler suç işler” önyargısının oluşmasına katkı yaptı. Sonuçta, kamu politikaları Amerikan toplumunda yerleşik sistemsel ırkçılığın sonuçlarına odaklanmak yerine Siyahlar’ın kültürel zayıflıkları gibi aslında bilimsel verilerle desteklediği çok yanlış bir zeminde yapılandı. (2)

Benzer şekilde, iki dünya savaşı ve Soğuk Savaş sırasında Amerika’nın çok etkili olarak kullandığı bilimsellik, 1960lar’da Yoksullukla Savaş sırasında benzer etki sağlamadı. Ford Vakfı’nın o yıllarda yoksullukla mücadele için destek verdiği iyi niyetli ve veri temelli programların başarısızlığı da uzmanların Siyahlar’ın yoksulluğuna dair bilimsel olarak “doğru” kabul ettiği bilgilerin Siyahlar için anlamlı olmadığını göstermişti. (3) Siyah halkın meseleleriyle liberal elitlerin öngördüğü kalkınma reçetesi arasında bir uçurum vardı ve tercih edilen bilim yaklaşımı ve yöntemleri karar vericilerin bunu fark etmesine izin vermemişti.

Amerika’dan örneklerini verdiğim teknokratik, modernist ve rasyonel kalkınma paradigmasının Türkiye’de 2. Dünya Savaşı sonrasında etkili olduğunu biliyoruz. Siyaset üstü olmak, eğitime ya da ekonomiye siyaseti karıştırmamak, bunların panzehiri olarak bilimi öne sürmeyi 1971 ve 1980 darbelerinin siyaseti ve siyasi olmayı şeytanlaştırmasına borçluyuz. Türkiye’nin ikinci yüzyılını “zihnin ve iradenin iyimserliğiyle” beraber hayal ederken siyasetin “kötü” olmadığıyla barışmamız; daha şeffaf, katılımcı ve hakim ekonomik sisteme dair kabullerimizi sorguladığımız bir sürecin oluşmasına yol açabilir. Arka arkaya eklenmiş grafiklerin verdiği “bilginin” yanına yoksulluğun, istihdamın, sosyal güvencenin, eğitimin, çevrenin; memleketin farklı kitleleri, koşulları, coğrafyaları için farklı anlamlarını araştıran sosyal bilimcilerin “verilerini” eklememizi sağlayabilir. 

İkinci yüzyılın vizyonu gibi görkemli bir başlık altında buluşup konuşacaksak Hacer Foggo deneyimini ve aklını zenginleştirecek sosyal bilimcileri ve neoliberalizm eleştirileri uluslararası literatürde önemli yer tutan Ayşe Buğra gibi iktisatçılarımızı da sahnede görmeyi diliyorum.

(1) Clyde W. Barrow, Universities and the Capitalist State: Corporate Liberalism and the Reconstruction of American Higher Education, 1894-1928, University of Wisconsin Press, 1990.

(2) Khalil Gibran Muhammed, The Condemnation of Blackness: Race, Crime, and the Making of Modern Urban America, Harvard University Press, 2010.

(3) Karen Jane Ferguson, Top down: The Ford Foundation, Black Power, the Reinvention of Racial Liberalism, University of Pennsylvania Press, 2013.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.