Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (114): Kâğıt üzerinde imza, yer üstünde enkaz

Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıktıklarını açıklayarak, bir yıldır birlikte mesâi yapan ve kısa bir süre önce de “genişletilmiş” Millet İttifâkı’na dönüşen Altılı Masa’yı devirmesi, siyâsette bir sarsıntıya neden oldu. Benim burada dikkâtimi çeken en önemli noktalardan biri, Akşener’in “İmzamızın arkasındayız” ifâdesi oldu. Bu açıklamadan daha bir gün önceki toplantıda, altı siyâsî partinin genel başkanları, kamuoyuna bir açıklama yapmışlardı. Açıklamadaki ifâde aynen şöyle: “28. Dönem TBMM ve 13. Cumhurbaşkanı seçimlerinde ortak cumhurbaşkanı adayımız ve geçiş süreci yol haritası konusunda ortak bir anlayışa ulaşmış bulunuyoruz.”

Bunun devâmında da genel başkanların kendi partilerinin yetkili organlarını “bilgilendirecekleri” belirtiliyor ve nihâî açıklamanın 6 Mart Pazartesi günü yapılacağı duyuruluyordu. Açıklamanın sonunda, diğer genel başkanlarla birlikte Meral Akşener’in de İYİP Genel Başkanı olarak imzâsı mevcuttu. Akşener’in bir gün -evet, sâdece bir gün!- sonraki açıklamaları ise altında imzâsı bulunan bu metnin tam aksini söylüyor. Ortak bir anlayış söz konusu değilmiş, İYİ Parti’ye dayatmalar yapılmış, ölümle sıtma arasında tercih yapmaya zorlanmış vs. O zaman, arkasında olduğu ileri sürülen imzânın açıklanması da gerekmez mi? Dahası, hayli uzun bir süredir, İYİ Parti’nin bâzı yetkililerinin Kılıçdaroğlu’nu eleştirmelerine karşı Akşener’in tavrı, bu kişilerin yalanlanması ve hattâ görevden el çektirilmelerinin sağlanması yönünde olmuştu. Ayrıca, kamusal alanda dile getirilen, İYİ Parti’nin İmamoğlu’nu veyâ Yavaş’ı aday olarak tercih ettiği yolundaki sözler de yalanlanmış ve adaylığın masada konuşulmadığı, asıl meselelerin bugünkü “ucûbe sistem”den kurtulma ve parlâmentarizme geçiş yolu üzerinde yoğunlaştığı belirtilmişti. Netîce olarak benim anladığım; bütün o yazılı açıklamaların, yol haritası niyetine ortaya konulan çalışmaların “kâğıt”tan ibâret oldukları ve bu kâğıt üzerindeki imzâların da, dilimizdeki deyimle, “kâğıt üzerinde” olmaktan ibâret oldukları. Ve netîce, muhalefetin seçimlerde en iddialı kanadı olan Millet İttifâkı’nın sona ermesi oldu.

Buradaki önemli bir diğer konu da, imzâyı kâğıt üstünde bırakan bu dönüşün gerekçesi. Kamuoyu olarak bildiğimiz birkaç husus var. Birincisi, Kılıçdaroğlu’nun İYİP tarafından “kazanacak aday” kavramı içinde görülmediği, bunun da dayanağı anketler. İkincisi, Altılı Masa’nın bir “noter masası”na, yâni Kılıçdaroğlu’nun adaylığını onaylama merci hâline geldiği. Bunun dışında kaydadeğer bir gerekçe söylenmedi. Alternatif adaylar, yâni anketlere göre kazanacak aday profiline uygun isimler olarak da Kılıçdaroğlu’nun genel başkanı olduğu CHP’nin iki büyükşehirdeki belediye başkanları ileri sürülüyor ki bu da mantıken tutarlı bir yaklaşım değil, siyâsî açıdan da pek çok sakıncaları var. Peki, bilmediğimiz, yâni alenîleştirilmeyen başka sebepler olabilir mi? Bilemiyoruz ama yok da diyemiyoruz çünkü, böyle bir “imzâdan vazgeçme” olayının hemen öncesinde bir dizi çoklu ve ikili görüşme yapıldı ve hiçbirinden bu denli radikal bir dönüşün işâreti olacak bir açıklama yapılmadı. Kamuoyuna doğru söylenmediği veya doğrunun tamamının söylenmediği düşünülürse yanlış olmaz sanırım.

Gelelim asıl mes’eleye: Böyle bir kamusal açıklığı olmayan siyâset tarzına son verilmedikçe Türkiye’de demokratik hukuk devleti yönünde ileri adımlar atılması da mümkün olmayacak. Bu, şimdi daha net ortaya çıkmış olmalı ve bu açıdan Akşener’in imzâdan dönmesi veyâ imzâsını kâğıt üstünde bırakması iyi oldu da diyebiliriz. Çünkü memleketimizin bir devlet ve yönetim tarzının içine işlemiş bir alışkanlık var. Kâğıt üzerinde yazanla yeryüzünde, yâni gerçek hayatta yaşanan çoğu zaman birbirini tutmaz. Bu, son dönemde iyice yaygınlaşan ve yoğunlaşan bir durum. Trafikteki yaya veyâ sürücü farketmeksizin sergilenen davranışlardan tutun da en tepe noktadaki devlet yöneticisine kadar her alandan pek çok örnek verebiliriz. Daha bir ay bile olmadı, yaşadığımız depremin yıkıcı sonuçları ortada. Deprem bir tabiî olay ve insanlık henüz depremi önlemenin bir yolunu bulmuş değil. Ama depremin yeri ve şiddeti bilinebiliyor, sâdece ne zaman olacağı bilinmiyor. Kâğıt üzerinde baktığımızda, bilimsel çalışmalar, özel veyâ kamusal kurumların, uzmanların raporları, bugün ağır sonuçlarını toplumca en ağır şekilde yaşamakta olduğumuz Kahramanmaraş depreminin yerini, yöresini, yaklaşık büyüklüğünü ve yıkıcılık etkisini öngörmüş. Yazılı belgeler var, kurumlar ve kişiler tarafından imzâlı. Bu imzalar kâğıt üzerinde kalmayıp, yıllar içinde bu depremin yıkıcı etkilerini en az düzeye indirebilmek için yapılması gerekenler yapılmış olsaydı, bugün yaşadığımız acıları ve maddî ve manevî kayıpları bu düzeyde yaşamayacaktık. Ama o kâğıtlar “kâğıt”, o imzâlar da “kâğıt üzerinde imzâ” olarak kaldıkları için, bugün bir maddî ve manevî enkaz ile cebelleşiyoruz.

Geçelim devleti devlet yapan en temel değer olan adâlet konusuna. Adâletin en temel gereklerinden biri, hukukun gereği gibi uygulanmasıdır. Burada, “gereği gibi” derken kastedilen, öncelikle “kâğıtta yazıldığı gibi uygulama” yapılması demektir. Kâğıtta yazan Anayasa veyâ kanun hükmü, kâğıt üzerinde kalıyor, yeryüzüne, gerçek hayata yansımıyorsa, hukuktan ve dolayısıyla adâletten söz etmek mümkün değildir. Uzağa gitmeye gerek yok, Anayasa’nın uygulanmayan hükümlerini veyâ Anayasa ve kanunlarda yeri olmadığı hâlde yapılanları sıralamaya kalksak ciltler dolusu kitap yazmamız gerekir.

Millet İttifâkı, seçimlerde gâlip gelerek, Türkiye’yi yeniden inşâ etmeyi hedefliyordu. Bu yeniden inşânın en net ifâde edilen hedefi, güçlü bir parlâmenter hükûmet sistemi kurmaktı ama bir diğer önemli hedeften de söz edilmekteydi. Bu önemli hedef, Kılıçdaroğlu’nun da zaman zaman dile getirdiği gibi, bir “zihniyet değişimi” yapmaktı. Benim anladığım, sistem değişikliğinin gereken olumlu netîceleri verebilmesi için kişilerin kaprislerinin değil, objektif kuralların hâkim kılınmasının sağlanması vurgulanıyordu. Kurallar ve kurumlar güçlü, kişiler ise kuralların ve kurumların yürütücüleri olacaklardı. Bu dönüşüm, yazılanların ve atılan imzâların “kâğıt üzerinde” kalmayıp, yeryüzünde etkili olacağı, gerçek hayatın işleyişini belirleyeceği yönünde bir dönüşüm olacaktı.

Bu önemli bir vaaddir aslında. Çünkü Türkiye, uzun bir zamandır, hukuka uygun işleyen bir devlet düzenini yerleştirmenin arayışı içindedir ama bunu tam olarak becerememekte, hukuka uygun işleyen kısmının yanında, sık sık hukukun dışına çıkan, keyfî, yöneticinin kişisel kaprislerine göre işleyen bir devlet niteliğine de kavuşmaktadır. Rejim değişikliği, bu ikinci tip devletin aslında yok edilmesini hedeflemesi anlamında büyük değer taşımaktadır.

Akşener, imzâsının “kâğıt üzerinde imzâ”dan ibâret olduğunu gösteren bu çıkışıyla, böyle bir dönüşümün siyâsî aktörü olamayacağını göstermiş bulunuyor. Bu açıdan yaptığı çıkışta bir hayır vardır. İYİ Parti’nin imzâsının kâğıt üstünde kalmış olması, siyâseti sarsmış görünüyor ama bu sarsıntı, yeryüzünde yaşadığımız gerçek sarsıntıların yarattığı yıkımın yanında koca bir hiç mesâbesindedir. Belki diğer kişiler ve kurumlar kendi imzâlarına böyle “kâğıt üzerinde imzâ” muamelesi yapmazlar ve bir değişim süreci yine de başlayıp devam edebilir. Kamuoyu bundan emin olabilir mi? Bence hayır ve asıl mes’ele de bu “emin olamama” hâli ve onun gerisindeki dürüstlük ve aleniyet gibi ilkelerin siyâsî aktörlerce kolaylıkla yok sayılması!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.