Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Engel de biziz, çözüm de

Bir türlü kurala, kerterize bağlanamayan konulardan birisi önemli ile acil ilişkisi. Acil tanımı gereği önemlinin önüne geçer, ama sadece acil ile ilgilenirseniz önemliyi fazla ihmal etmiş olursunuz. Aristo’nun “Hiçbir konudan onun imkan verdiğinden daha fazla kesinlik talep edemezsiniz” derken aklında olan türden bir mesele galiba bu da. Bu iki kutup arasında hepimiz çoğu zaman el yordamıyla biraz vicdan, biraz da akıl yardımıyla yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Hepimize kolay gelsin.

6 Şubat depremlerinin üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Zamanla yarışılan arama kurtarma ve acil gıda, barınma ve tıbbi destek dönemi arkamızda kalmış olmalı. Belki ne oldu, niye oldu meselelerini konuşmaya başlayabiliriz. Elli bine yakın insan hayatını kaybetti, biz kalanlar elli bin canımızı kaybettik. İlişkiselliğe önem veren düşünürler bizim birbirimizi hayatta tuttuğumuzu söyler; eğer haklılarsa, biz 50 bin canımızı hayatta tutamadık. Belki de o yüzden 6 Şubat’tan beri ülkedeki yaygın ruh hali çaresizlik, utanç ve bunun merhemi olarak şimdi bir işin ucundan tutma çabası. Bu ruh hali ileride nereye evrilir yaşayıp göreceğiz.

Kurtuluş Savaşı’ndaki kayıplarımızla karşılaştırılabilecek kadar büyük kayıplardan kimler sorumlu sorusu önemli ve önemli olduğu kadar kifayetlice cevaplanması zor. Bir uçta hemen ortaya çıkan “hırsız müteahhitler” cevabı var. Ehil ve ahlaklı olmadıkları için 50 bin kişi öldü anlatısı kendisine birçok kanıt ve taraftar bulabiliyor… “fırsat olsa da birkaçını sallandırsak” yüreğimiz soğuyacak. Daha ikincil sorumlular da böyle cazip bir günah keçisi bulmaktan gocunmuyordur herhalde. Diğer uçta “hepimiz suçluyuz” tezi var ve onu da destekleyen veriler, anlatılar bulmak mümkün. Dünyada her karmaşık soru(n) için en az bir tane basit ama yanlış cevap/çözüm vardır derler. 2023 depremi de böyle galiba.

Kifayetli bir sorumluluk dağıtımı için yüzümüzü dönebileceğimiz üç muhakeme izleği, adresi geliyor benim aklıma. Yetkin, medeni bir ülkede mahkemelerin tüm kanıtları, tanıklıkları, uzman görüşlerini ve tezleri değerlendirerek herkesin saygı duyacağı bir hüküm vermesi makul, gerçekçi bir beklentidir. 2023 Türkiye’sinde, yargının en yetkili isimleri dahil, böyle bir beklentisi ya da iddiası olan kimsenin olabileceğini sanmıyorum. Yargıdaki sorunları azımsamak mümkün ama abartmak mümkün değil. Bir örnekle iddiamı temellendirmeye çalışayım: Medyada sık sık telefon dolandırıcılığına kurban giden bir ünlünün hikayesi ile karşılaşıyoruz. Meseleye genellikle kandırılan insana biraz acıma, biraz da alay etme açısından yaklaşılıyor. Peki ya normalde ilgi, saygı duyduğumuz insanların bu garip hareketleri, yolları yargıya düşse dertlerini hiçbir şekilde anlatamayacaklarına dair inançlarının sonucuysa? Ya Türk Milleti adına hüküm verdiği iddiasındaki mekanizma, insanlarda yollarının oraya düşmemesi karşılığında tüm birikimlerini verme çaresizliği üretmişse? Bu mekanizmadan deprem kayıpları konusunda herkesin saygı duyacağı yetkinlik ve bilgelikte bir hüküm versin diye bekleyen tek bir kişi olmamasından normal ne olabilir?

Mahkemelerden imrenilecek bir muhakeme bekleyemeyeceksek belki akil insanlarımız vardır ve onların demlenmiş, süzülmüş görüşleri derdimize derman olur. Eskiden Yaşar Kemal, Şerif Mardin gibi zor zamanlarda sağduyusuna, irfanına, muhakemesine güvenebileceğimiz isimlerimiz vardı. Bugünse Boğaziçi Üniversitesi’nin bilge rektörü Üstün Ergüder’e bile dil uzatmaya cüret edilen şirret bir ortamımız var. Niye böyle oldu? Bu karmaşık sorun için de çok sayıda teşhis mümkün. Bana açıklayıcı gelen teşhis, her toplumun nasibini aldığı kutuplaşma dinamiklerinden Türkiye’nin de payını aldığı ama buna ek olarak kötücül bir grubun kutuplaşma dinamiklerini siyasi çıkar için körüklediği, Türkiye’nin bilinçli tercihler sonucu ayrıştığı, bölündüğü. Kör kinin egemen olduğu ortam olgunlaşırken çeşitli destekleyici sesler ve sessizlikler vardı. Hintli yazar Amitav Ghosh romanındaki şirret bir karakter için “hayatı boyunca ya korktu ya da korkuttu” der… bizde de büyürken yeterince güvende, değerli, sevilmiş hissetmeyenleri korkutma, nefret etme, eziyet etme seferberliğine gönüllü yazmak zor olmadı. Kamusal tahayyül ve muhabbet alanı nefret tuzuyla çoraklaşırken, bazılarımız sessizliği seçti: Ebu Suud ekolü Yunus Emre irfanını boğarken, Ali Bardakoğlu, İsmail Kara gibi saygın isimler sessizliği seçti. Deniz Baykal da Yaşar Büyükanıt’ı, Erdoğan Teziç Sabih Kanadoğlu’nu ayıplayıp, eleştirememişti. Sonuçta, ayıplamasından hepimizin çekindiği otoriteleri, akilleri olmayan, Murathan Mungan’ın leziz tarifiyle herkesin her şey olabildiği ama kimsenin bir türlü rezil olamadığı bir ülkeyi yarattık.

Nasıl başka bir dünya mümkünse, başka bir kamuoyu da mümkün. Benim favori akil insan modelim 2004’te kurulan Bağımsız Türkiye Komisyonu. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, dışişleri bakanlığı yapmış; Avrupa’nın üç ana siyasi akımı olan Hıristiyan Demokrat, Liberal Demokrat ve Sosyal Demokrat çizgiden gelen dokuz kişi 2000’lerin başındaki Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği tartışmasının kalitesizliğinden kendilerine görev çıkartıp, konuyu AB kamuoyu adına değerlendirmeye karar verdi. Ben de hasbelkader o sürecin, çalışmaların şahidi oldum. Komisyonun işlerine yaklaşımındaki ciddiyet, birbirlerine yönelik nezaketleri, kamuoylarına duydukları sorumluluk duyguları imrenilecek düzeydeydi. Öncelikle konu hakkında kendilerinden önce yazılan her şeyi okudular; Türkiye’yi defalarca ziyaret edip, sadece İstanbul ve Ankara’da değil, Kars, Kayseri gibi yerlerde gözlemler yaptılar. İlki 2004’te olmak üzere üç rapor yazdılar; raporlarını altı Avrupa dilinde yayınlatıp, onlarca Avrupa başkentinde bulgularını karar vericilere ve kamuoylarına sundular. Kendilerine yöneltilen her soruya cevap verdiler ve bence amaçlarına da ulaştılar ve Avrupa’nın Türkiye’nin üyeliği konusundaki görüşünün olgunlaşmasına önemli bir katkı yaptılar. Belki bir merak eden olur, bu işleri yapmak için kimseden beş kuruş para da almadılar… Üyesi oldukları (ve Türkiye’nin de parçası olduğuna inandıkları) Avrupa kamuoyuna borçları, sorumlulukları olduğuna inandılar. Bugün bu insanların nerede olduklarını merak edebilirsiniz: Dokuz üyeden üçü yaşamını yitirdi. Zamanında devlet töreniyle ve kırmızı halıyla karşılanan Komisyon’un Nobel ödüllü başkanının mektuplarına artık Ankara tarafından cevap verilmiyor. Güzel memleketimiz bu konuda ayrımcılık yapmıyor; sadece kendi evlatlarına değil dünyadaki iyi dostlarına da olağanüstü hoyrat davranıyor.

Konuya geri dönecek olursak, aklımdaki muhakeme adreslerinden üçüncüsü Frenklerin deliberative democracy dediği bir uygulama. Bu tanım Türkçe’ye müzakereci demokrasi diye çevrildi ama ben bu çeviriyi itici, yanıltıcı buluyorum ve demleyen demokrasi (DD) demeyi seçeceğim. DD uygulamaları biraz demlenmesinde yarar olabilecek, fark yaratacak konularda yapılıyor. Amerika’da idam cezasının yararı, zararı böyle bir konu mesela. DD uygulamalarında önce genel nüfusu temsil yeterliliğine sahip 100+ kişilik bir grup rastlantısal örneklemle oluşturuluyor. Grup ilk bir araya geldiğinde başlangıç görüşlerini, eğilimlerini tespit edebilmek için hızlı bir anket yapılıyor. Ertesinde, farklı tercihleri temsil eden paydaşlar (ör. siyasi partiler, dernekler, sendikalar) sunum yapıyor; uzmanlarla interaktif soru-cevap seansları oluyor. Ana grup küçük küçük gruplara ayrılıp konuları kendi aralarında tartışıyor. Tipik bir DD etkinliği bir hafta sonu boyunca devam ettiği için konuları kendi başlarına düşünme, üzerine yatıp uyuma fırsatı oluyor. Etkinliğin sonunda bir anket daha yapılıyor ve başlangıç pozisyonları ile farklılaşan tercihleri tüm katılımcılar rahatça görüyor. İdam cezası konusunda yapılan DD etkinliklerinde bu cezaya desteğin 20 puan düşmesi sıkça rastlanan bir sonuç. Avrupa’nın geleceğine dair bir DD uygulaması 400 AB vatandaşı ile Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleştirildi. Bu etkinlikte Türkiye’nin AB üyeliğine desteğin azaldığı görüldü. Verilere yakından bakınca düşüşün kaynağının AB’ye 2004 ve 2007’de katılan ülke vatandaşları olduğu ortaya çıktı. Türkiye üye olduğunda göreceli fakir ülkelerin AB gelir düzeyini yakalama sürecini desteklemek ve hızlandırmak için kullanılan yapısal fonlardan aslan payını alacağını ve kendi paylarının azalacağını keşfeden yeni üye ülke vatandaşları Türkiye’nin üyeliğini desteklemekten vazgeçmişti. DD uygulamalarında bütün etkinliklerin uzaktan izlenmesine imkan sağlanıyor. Dolayısıyla rastlantısal örneklemin parçası değilseniz ama konu ile ilgileniyorsanız, tüm demleme süreçlerini izleme imkanına sahip oluyorsunuz.

Ülke olarak bağımsızlığımız, egemenliğimiz konusunda son derece kıskancız. Müşterek muhakeme kapasitemiz konusunda ise aynı derece özenli, talepkâr değiliz. Bu kapasiteyi geliştirme çabası için 2023 depremlerindeki kayıpların sorumlularını belirlemek kifayetli bir ülkü olmaz mı? Muhakeme yetkinliği yavaş yavaş gelişen, bir ekosistem olarak çok sayıda geribildirim patikaları içeren karmaşık bir alan olduğu için sebatkâr bir çaba gerektiriyor. Biz ise biraz fevriyiz, galiba. Ben her şeye rağmen öncelikle yargıda acil ve dramatik iyileşmeler konusunda ısrarcı olmamız gerektiğine inanıyorum. Şu anki durum tam bir fiyasko. Buna ek olarak toplumsal ayıplama ve takdir etme mekanizmalarımızı önemsememiz, bunun sorumluluğunu hissetmemiz gerekiyor. Deliberative ya da demleyen demokrasi uygulamalarını deneyerek, beğenirsek toplumsal külliyatımıza eklemeyi seçersek, ne âlâ. Daha evvel de bu sonuca birkaç kez vardık: Neyse ki engel de biziz, çözüm de. 

e-mail: haltinay@globalcivics.net 

Mektup adresi:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.