Hafta sonu Kahire’de tarihi bir görüşme vardı. 10 yılın ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Mısır’a gitti, mevkidaşı Semih Şükri ile görüştü. Kulislerde 2013 yılından bu yana maslahatgüzar seviyesindeki ilişkileri büyükelçi düzeyine çıkarmak için sürecin başladığı konuşuluyor. Peki Türkiye-Mısır ilişkileri ne aşamada? Yakında Erdoğan-Sisi görüşmesi olur mu?
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve beraberindeki heyet, resmi temaslarda bulunmak için Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti. Bu ziyaretin anlamı ne?
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Ukrayna işgalinin başlamasından sonra ilk kez Rusya’yı ziyaret ediyor. Şi’nin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi, diğer tüm konulardan çok Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline nasıl yansıyabileceği üzerinden değerlendiriliyor. Peki Ukrayna savaşının gidişatı ne? Yeni bir dünya düzeni mi oluşuyor?
Ruşen Çakır ve Gönül Tol, Transatlantik’te değerlendiriyor.
Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Bu hafta Ömer Taşpınar yok, Gönül Tol ile birlikte dünyayı konuşacağız — ve tabiî ki Türkiye’yi. Gönül, merhaba.
Gönül Tol: Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Şu anda Türkiye çok ilgilenmiyor, ama herhalde ABD’nin ve dünyanın genellikle strateji anlamında en önemli gündemi Moskova ile Pekin arasındaki ilişkiler — “iyi” ilişkiler diyelim. Çünkü ABD ve Batı dünyasının bu iki güçle ilişkilerinde genel olarak sorunlar var ve bu sorunları ayrı ayrı çözmeye çalışıyor; ama karşısında bir Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin birlikte davranma ihtimâli de korkutuyor. En son yapılan Rusya-Çin zirvesi ne gibi sonuçlara yol açtı ya da açması bekleniyor? Ve tabiî ki Washington buna nasıl bakıyor, kaygıyla mı bakıyor?
Gönül Tol: Tabiî sondan başlayayım Ruşen. Yani Washington için bu gerçekten endîşe verici bir şey. Şimdi nedenlerinden bahsetmeden önce, bu görüşme, yani Şi Cinping’in Moskova’ya gitmesi ve bu ziyâretin zamanlaması neden önemli? Farklı taraflar için farklı önem arz ediyor. Putin açısından bakıldığında; biliyorsun Uluslararası Cezâ Mahkemesi Putin hakkında savaş suçları işlediği gerekçesiyle tutuklama kararı vermişti, bu ziyâret bunun ardından geldi ve bir anlamda Putin’in meşrûiyetini tâzelemek için verdiği bir fotoğraftı — o anlamda önemliydi. Putin için bunun önemli olmasının ikinci sebebi: Çünkü aslında sâhada son dört aydır bir belirsizlik var; her iki taraf da, yani ne Ukrayna ne Rusya çok askerî sınırları değiştirebilmiş değil. Fakat yine de 2022’ye kıyasla, Rusya’nın askerî operasyonunda bir yavaşlama olduğu görülüyor. Yani 2022 yılında özellikle sonbaharda, dron kullanarak, füze kullanarak pek çok saldırı gerçekleştirmişti Rusya. Fakat 2023 yılına girildiğinden bu yana, bu dron ve füze saldırılarında bir azalma görüldüğü gözleniyor ve Batılı analistler, bunun nedenini Rusya’nın elindeki füze ve dronların azalmasına bağlıyor. O anlamda da Rusya’nın askerî gücünün zayıfladığı algısı var — özellikle batıda. Yani Rusya’nın sâhada ilerleme kaydetmeye çalıştığı birkaç bölge var; bunlardan bir tânesi doğudaki bu Bakhmut bölgesi. Orada da aslında operasyon çok istediği gibi gitmiyor. Meselâ Ukrayna o bölgeden çekilmeme karârı aldı. Dolayısıyla böyle bir zamanda geliyor bu Putin için — bu önemli. Üçüncü nedeni de, aslında hem Çin için hem Putin için neden önemli olduğunu gösteren faktörlerden bir tânesi, bu ziyâret sırasında her iki taraf da ekonomik ve ticârî ilişkileri geliştirme taahhüdünde bulundu. Şimdi bu tabiî Putin açısından çok önemli; çünkü yaptırımlarla özellikle köşeye sıkıştırılmış durumda. Bu bir anlamda bir can simidi atma oldu Putin’e Çin tarafından. Bu fotoğrafa Çin tarafından bakıldığında, Çin için neden önemli? Tabiî bunun ticârî boyutu Çin için de önemli. Yani Çin’in Rusya’dan alacağı doğalgazın artırılması taahhüdü verildi ve yeni bir boru hattı inşâ edilmesi planlanıyor. Ve bu yeni inşâ edilecek boru hattıyla Çin’e yıllık neredeyse elli milyar kübik metrelik bir Rus gazı gidecek — bu tabiî çok önemli. Diğer ticârî alanlarda da ilişkilerin yakınlaştırılması sözü var. Bir taraftan da, Çinli teknoloji firmaları Rusya’da çok aktifler. Yani Çin’in ciddî bir ekonomik güç olarak Rusya’daki etkisini artırdığını görüyoruz. Fakat bunun ötesinde Çin için bunun anlamı şu: Geçen hafta konuşmuştuk, İran ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşmenin arabuluculuğunu Çin yapmıştı. Yani aslında Çin bir süredir sâdece ekonomik bir güç olmadığını, aynı zamanda askerî ve diplomatik bir güç olduğunu, dünya sahnesinde Amerika’nın yerini alacak ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika liderliğinde kurulan o dünya düzenini değiştirecek bir güç olarak kendisini lanse ediyor. Geçen yıl meselâ bir global güvenlik inisiyatifinden bahsetmişti Şi Cinping ve bu aslında çok muğlak olmasına rağmen –yani tam olarak ne dediği anlaşılmıyor onda–, fakat Çin’i yakından izleyen insanlar şunu söylüyorlardı: Dünya düzenini değiştirmek istiyor. Çin farklı bir global partnerlik örneği öneriyor. Yani Amerika’nın kurduğu uluslararası kurumlardan, ittifaklardan bağımsız, onun ötesinde Çin’in liderliğinde böyle bir düzen kurma arayışı var. Ve bu tür şeylerle de alan yokluyor; yani İran ve Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yaptı meselâ. Şimdiye kadar Rusya ve Ukrayna arasında bir arabuluculuk niyeti yok. Yani “Biz burada tarafsızız” diyor ve o işe de çok girmedi. Ukrayna meselesi de çok açılmadı zâten bu ziyârette; ama yani Çin şu mesajı vermeye çalışıyor: “Ben sâdece altyapı yatırımlarımla, ekonomik gücümle değil, aynı zamanda çatışmalarda arabuluculuk yapan ve alternatif bir düzen öneren bir diplomatik devim” mesajı vermeye çalışıyor — bu da tabiî Amerika açısından çok endîşe verici bir durum.
Ruşen Çakır: Peki, bu çatışmalar vs. derken, demin bahsettin: Çin, meselâ Suudi Arabistan’la İran’ı bir şekilde buluşturabildi. Şimdi kimi buluşturduğunun da çok fazla önemi yok; ama Beşar Esad Arap dünyası tarafından tekrar kabul ediliyor, hattâ bayağı kırmızı halılarla kabul ediliyor diyelim. En son örneğini Birleşik Arap Emirlikleri ziyâretinde gördük — ki Birleşik Arap Emirlikleri de zamânında, ilk başta, iç savaş zamanlarında Esad rejiminin yıkılmasına yatırım yapmış ülkelerden birisiydi. Şimdi burada, Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye’de birçok izleyiciye küçük bir ülke olarak gelebilir, ama stratejik olarak bayağı önemli bir ülke. Bir yandan Türkiye ile olan ilişkilerini düzeltti Birleşik Arap Emirlikleri, şimdi de Esad’la. Ama bu benim gördüğüm kadarı; tabiî sen daha vâkıfsın konuya: Tek başına Birleşik Arap Emirlikleri’ne gittiği zaman aslında tüm bölgeye gitmiş oluyor, öyle değil mi?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Gönül Tol: Evet, evet. Aslında kısa bir zaman önceye kadar şu söylenirdi: “Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan bölgesel politikalarda birbirinin izinden giderler” denirdi; ama aslında o tam olarak doğru değil. Fakat şimdi bu kontekstte bahsedersek, bu Birleşik Arap Emirlikleri ile Suriye yakınlaşması, normalleşmesi, aslında 2018’de başlamıştı biliyorsun. Yani 2018’de Birleşik Arap Emirlikleri yeniden elçiliğini açmıştı Şam’da. Fakat çok ağır gelişme kaydediliyordu o cephede. Yani Birleşik Arap Emirlikleri çok ağırdan alıyordu aslında. Fakat geçen yıl ilk kez Beşar Esad ziyâret etti Birleşik Arap Emirlikleri’ni ve karşılıklı ziyâretler oldu. Bu yılın başında da oldu. Dolayısıyla bir ivme kazanmış gibi görünüyor. Bence o ivme kazanmasının altında ve bundan sonrasında, bu sürecin daha da hızlandığını göreceğiz. Bunun altında yatan sebeplerden bir tânesi yine o Suudi Arabistan ve İran meselesi. Suudi Arabistan ve İran’ın arasındaki normalleşme bu süreci hızlandıracak bence. Şimdi Beşar Esad’ın perspektifinden baktığımızda, Esad için depremden sonra uluslararası arenada kendi lehine pozitif bir hava oluştu ve onu hızlandırmak istiyor. Meselâ Suudi Arabistan bile yardım gönderdi, Birleşik Arap Emirlikleri depremden sonra oraya yardım göndermişti, Suudi Arabistan da gönderdi — ki Suudi Arabistan Esad’la normalleşme konusunda Birleşik Arap Emirlikleri’nin gerisinde, hız olarak. O nedenle şimdi Beşar Esad mümkün olduğunca o ivmeyi kaçırmamak ve o süreçten faydalanarak normalleşme adımlarının hızlandırılmasını istiyor. Bence buradaki temel motivasyonu da tabiî hem diplomatik olarak kendine buradan bir meşrûiyet devşirmek; ama onun ötesinde, bence temel motivasyonlarından bir tânesi de yeniden inşâ sürecini başlatmak. Yani bunun için bir finansman arayışı içinde, aslında uzun zamandır bunu arıyor. Fakat 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bir karar alınmıştı ve o karâra göre, ancak eğer Suriye’de bir barış olursa, çatışmanın sona erdirilmesi durumu olursa bu finansmanın önünün açılacağına dâir sözler vardı. Meselâ Amerika ve Avrupa Birliği diyordu ki: “Eğer Esad o 2015 karârını uygularsa, o zaman ülkenin yeniden inşâsı için bu finansmanı düşünebiliriz”. Tabiî oradan yeşil ışık alamayınca, şimdi Körfez süreciyle bu finansmanı onlardan sağlamaya çalışıyor ve Suudi Arabistan’ın daha temkinli olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu süreci mümkün olduğunca Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden yapmak istiyor Esad. Böyle bir arayış içinde. O anlamda da buna bir ivme kazandırmak istiyor. Birleşik Arap Emirlikleri için de, dediğim gibi bu Suudi Arabistan-İran normalleşmesinin altında aslında… hani söyledik: Bu çok sembolik bir şey, gerçekten dengeleri değiştirecek bir şey değil; ama sembolik olması açısından da şu nedenle önemli bence: Yani İran’ı çerçeveleme politikasından vazgeçilmiş değil; aslında sâdece yöntemi değiştiriyorlar. Yani önceden mümkün olduğunca İran’dan uzak durarak bunu yapmaya çalışıyorlardı; şimdi İran’ı angaje ederek İran’la bunu yapmaya çalışıyorlar. İran’la böyle bir süreç yürütülürken, Suriye’yle ilişkilerin normalleştirmenin hızını artırmamak zâten birbiriyle çelişirdi. O nedenle Birleşik Arap Emirlikleri de onu paralel bir şekilde yürütmeye çalışıyor ve İran’ı çerçeveleme politikasının bir uzantısı bu bence.
Ruşen Çakır: Burada Esad’dan bahsetmişken, onun Putin’in arabuluculuğuna rağmen Türkiye ile, Erdoğan’la görüşmeyi kabul etmemesi ya da şarta bağlaması hep şöyle yorumlanıyor: Türkiye’de seçime Erdoğan lehine müdâhil olmamak için. Yani böyle bir görüşmenin Erdoğan’ın lehine olacağı düşünülüyor diye yorumlanıyor. Sen de katılıyor musun buna?
Gönül Tol: Evet, hem ona katılıyorum hem de bence başka bir hesâbı daha var Esad’ın. Şimdi Erdoğan’ın ona muhtaç olduğunu düşünüyor — bence haklı da. Meselâ bu deprem olmasaydı, bence Suriye’nin içerisine bir müdâhale konusunda Erdoğan mümkün olduğunca elini zorlayacaktı. Bunu da içeride ne olarak satıyordu? “İşte, biz mülteci meselesini çözeceğiz, o nedenle Suriye’ye müdâhale ediyoruz” diyecekti. Şimdi Esad tabiî bunu şöyle görüyor: “Seçimlerden önce böyle bir şeye muhtaç, bana da muhtaç. O nedenle benim dayatacağım şartları kabul etmek zorunda”. Şartı da: Türkiye Suriye topraklarından çekilsin. Yani Erdoğan’ın zayıf konumunu kullanarak kendi siyâsetini dayatmayı amaçlıyordu bence Esad. Fakat tabiî Suriye içerisine bir müdâhale olmayacağı artık anlaşılıyor; dolayısıyla o rafa kalkmış durumda. Evet, seçim sonuçlarını bekliyor. Yani aslında hani Mısır için –birazdan onu da konuşacağız– bir taraftan normalleşme adımları atılmaya çalışılıyor. Türkiye bu ülkelerle diplomatik ilişkilerini yeniden rayına koymak istiyor, ama aslında eli zayıf. Yani ilişkileri düzeltmeyi Türkiye bu ülkelerden çok daha fazla istiyor. Esad da aynı şekilde, seçim sonuçlarını bekleyecek ve sonuca göre karar verecek.
Ruşen Çakır: Bu anlamda Mısır’ın herhalde böyle bir seçimi beklemek gibi bir şeyi yok; çünkü Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerdeki normalleşme bayağı bir ilerliyor anladığım kadarıyla. En son Mevlüt Çavuşoğlu’nun yaptığı açıklamalar da bunu gösteriyor. O da Türkiye’nin Esad’la ilişki tabiî önemli de, Mısır meselesi bir zamanlar Râbia işaretleriyle iç politikanın da çok malzemesiydi; ama iktidar bunu tam anlamıyla iç politika dışına itti, unutturdu; onu öyle söyleyebiliriz ve tekrar Türkiye ile Mısır’ın normal ilişkiye doğru evrildiğini görüyoruz — ki bu, bölgedeki iki önemli ülkenin aslında olması gereken duruma gelmeleri. Öyle değil mi?
Gönül Tol: Yani birincisi, ben bu kadar pürüzsüz olduğunu düşünmüyorum bu normalleşme meselesinin. Bir de hep söylediğim gibi, karşılıklı büyükelçi göndermek mesele değil; Suudi Arabistan ve İran dahi bunu yapabilir. Önemli olan, asıl bölgesel konulardaki durum; yani bölgesel siyâsetleri birbiriyle çelişiyor. O noktalarda bir tutum değişikliğine, siyâset değişikline gidecekler mi? Asıl bunu yapabilirlerse çok anlamlı bir değişiklik olur. Onun dışında karşılıklı olarak büyükelçilerinin gönderilmesini ben çok dramatik bir şey olarak görmüyorum. Bence Mısır konusunda hani Râbia’dan bahsettin. Râbia’dan daha sonra, aslında daha yakın bir zamanda, hatırlarsın 2019 yerel seçimlerden önce Erdoğan, “Bir Yıldırım’ı mı seçeceksiniz, Sisi’yi mi seçeceksiniz?” demişti. Yani çok yakın bir zamana kadar, aslında bu tür söylemler kullanıyordu Erdoğan. Tabiî bunlar da ikili ilişkilerin normalleşmesi önünde engel; fakat Mısır’la özellikle normalleşmenin önündeki en büyük engel ne Râbia, ne İhvan. İhvan meselesi artık bu bölgedeki rejimler tarafından çok ciddî bir tehdit olarak görülmüyor. Meselâ Mısır için en önemli problem, Türkiye’yle ilişkilerde ve normalleşmenin önündeki en büyük engel Libya meselesi. Libya Mısır için gerçekten millî güvenliğini tehdit eden bir durum. Ve Türkiye’nin oradaki askerî varlığı çok büyük bir problem ve Türkiye’nin Libya politikası çok büyük bir problem. O yüzden bir öncelik sıralamasına koyduğumuzda, mesela geçenlerde bir gazetecinin tweet’ini gördüm; Türkiye-Mısır görüşmelerinin ardından Mısır’ın Türkiye’yle normalleşme için üç şart öne sürdüğünü söyledi. Bunlardan bir tânesi, Mısır mahkemelerince suçlu bulunan İhvan üyelerinin ve Türkiye’de yaşayan İhvan üyelerinin Mısır’a iâdesi. İkincisi, Türkiye’nin Libya’dan askerî olarak çekilmesi; üçüncüsü de Yunanistan’la ve Kıbrıs’la tansiyonun, sorunların giderilmesi. Tabiî bu şartlar Türkiye açısından çok ağır şartlar. Zâten Çavuşoğlu’nun Mısırlı mevkidaşıyla yaptığı basın toplantısına baktığınızda, hangi tarafın normalleşme konusunda daha istekli olduğunu görüyorsunuz. Meselâ Mevlüt Çavuşoğlu diyor ki: “Bundan sonra da sorunlarımız olur, ama bundan sonra ilişkilerin bir daha bu şekilde kopmaması için biz elimizden geleni yapacağız” diyor. Mısır Dışişleri Bakanı da diyor ki: “Bakacağız, eğer normalleşmeyi gerçekten faydalı görürsek normalleşebiliriz” diyor. Yani aslında çok daha çekingen bir dil kullanıyor. Bu da Türkiye’nin Mısır’la normalleşmeye ne kadar ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Geçen yıl bu normalleşme süreci hızlandığında Erdoğan’ın söylediği bir şey vardı: “Bizim Mısır’dan tek istediğimiz şey Doğu Akdeniz’de yanımızda durması” dedi. Yani Mısır’la normalleşmeden Türkiye’nin temel beklentisi, Doğu Akdeniz’deki dengelerin Türkiye lehine değiştirmek. Şimdi bu olur mu? Yani siz büyükelçi gönderseniz bu olabilecek bir şey mi? Bence çok zor; çünkü bu gerginliğin yaşandığı, Türkiye’yle ilişkilerin koptuğu dönemde Mısır Yunanistan’la ve Kıbrıs’la ilişkilerini çok daha fazla geliştirdi ve bir enerji forumuna liderlik etti. Biz birkaç yıl evvel Mısır’a gitmiştik ve konuştuğumuz her Mısırlı yetkili şunu söylüyordu: “Yunanistan’la ve Kıbrıs’la geliştirdiğimiz ilişkileri Türkiye lehine değiştirmemiz söz konusu değil, bu ilişki bizim için çok önemli”. Özellikle Yunanistan’la bir savunma ilişkisi de geliştirmeye çalışıyorlar. “Bu ilişki bizim için çok önemli” diyorlardı. Dolayısıyla eğer Türkiye’nin normalleşmeden beklediği şey Mısır’ın radikal olarak Yunanistan ve Kıbrıs’la ilişkilerini değiştirmesiyse, bu olacak bir şey değil. İkincisi de Libya konusu; yani hep ilk belirtikleri şey şu: “Libya bizim için çok önemli, Türkiye’nin Libya’da izlediği siyâseti biz çok problemli buluyoruz. Özellikle iç, kendi güvenliğimiz açısından problemli buluyoruz”. Hattâ yakın bir zamanda da Mısır bunu tekrar dillendirdi; geçen yılın Ekim ayında Türkiye Trablusgarp’taki Dibeybe hükûmetiyle bir hidrokarbon anlaşması imzalamıştı ve böylece Libya’nın kıta sahanlığında hidrokarbon çıkarmak için hak sâhibi olmuştu. Şimdi, bu anlaşmaya Mısır çok negatif bir tepki verdi, kuvvetli bir tepki verdi. Onun yanında Avrupa ve Yunanistan da tepki verdi. “Bu kabul edilemez” dendi. O yüzden Libya meselesi çok önemli ve orada bir şey sağlanmadan, Türkiye’nin de Libya’da politikasını değiştirmesini, yani en azından ülkenin başında bu hükûmet olduğu sürece değiştirmesi mümkün görünmüyor. Bence o yüzden Türkiye-Mısır normalleşmesi, düşünüldüğünden de söylendiğinden çok daha sorunlu görünüyor.
Ruşen Çakır: Peki, son olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerine de bir değinelim — geçen hafta da konuştuk, daha çok konuşacağız. Orada nasıl? İlgi artıyor mu? Kılıçdaroğlu’nun adaylığından sonra bir Muharrem İnce olayı çıktı; herhalde henüz Amerikan basını bunun çok farkında değildir, ama önümüzdeki günlerde herhalde o da gündeme gelecektir. Ne düşünülüyor? HDP’nin tavrı yeni şekillendi, ama ne olacağı belliydi, Kılıçdaroğlu lehine aday göstermeme vs., olay bayağı bir hareketlendi. Zâten çok daha fazla bir zaman kalmadı. Nasıl, neler konuşuluyor? Nasıl bir ilgi var, ya da ilgi var mı?
Gönül Tol: Aslında bence Avrupa’dakinden çok daha az ilgi var Washington’da. Tabiî bu bence ilginç bir gelişme. Yani Avrupa başkentleri çok daha yakından ilgileniyor günlük gelişmelerle. Meselâ HDP’nin kendi adayını çıkarmama meselesi Avrupa’da çok daha yankı buldu, burada o kadar değil. Burada deprem sebebiyle, deprem çerçevesinde seçimlerden çok bahsedilmişti. Yani depremin hemen ardından, “Deprem Erdoğan’ın seçimlerini nasıl etkileyecek?” tartışması çok harâretli bir şekilde yapılmıştı. Fakat onun dışında, böyle günlük gelişmelerle, meselâ Muharrem İnce’yle ilgili çıkan bir yazı görmedim ben ya da Türkiye seçimleri üzerine yapılan toplantılarda da bu mesele çok konuşulmuyor, yani günlük şeyler çok konuşulmuyor. Çünkü bunun çeşitli sebepleri var. Birincisi, gerçekten Biden yönetimi –daha önce konuşmuştuk bunu–, seçimleri Erdoğan lehine ya da aleyhine etkilememek için mümkün olduğu kadar tarafsız, sessiz kalmaya çalışıyor ve bu konuda özellikle Amerikan Dışişleri’nin bence çok tutuk bir tavrı var. Onun dışında belki Türkiye ve seçimler tartışması yeniden alevlenebilir; çünkü Rusya ve Çin arasında yapılan zirvenin ardından yeniden burada önemli düşünce kuruluşları demokrasi ve otokrasi tartışmasını gündeme getirmeye başladı. Yani: “Demokrasiler birleşmeli. Otokrasiler birbirlerine yardım ediyor, demokrasiler yeterince demokratik aktörleri güçlendirmek için adım atmıyor, o yüzden bir şey yapmalıyız” tartışması başladı ve ikinci Biden yönetiminin ikinci Demokrasi Zirvesi toplanacak gelecek hafta, bu çerçevede Türkiye seçimleri yeniden resme girebilir. Çünkü meselâ bu sabah Kongre’den bir şey duydum: Kongre’de, “Türk demokrasisini desteklemeliyiz” tartışmaları yapılıyor. O da işte bu Çin ve Rusya ve genel olarak demokratikleşme karşısında otokratikleşme tartışması çerçevesinde yapılıyor. Yani yeniden bence resme girecek Türkiye; fakat şu anda Türkiye’deki günlük gelişmeler bence yeterince yakından tâkip edilmiyor.
Ruşen Çakır: Evet Gönül, burada noktayı koyalım. Ömer’e buradan selâm yollayalım. Rahatsız galiba, üşüttü herhalde, değil mi? Geçmiş olsun diyelim Ömer’e. İzleyicilerimize teşekkür edelim, haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.