Neden Millet İttifakı, neden ortak liste? | Ruşen Çakır sordu, Temel Karamollaoğlu cevapladı

Türkiye’nin kader seçimine 33 gün kaldı. Seçmenler 33 gün sonra sandığa gidip ya “Erdoğan ile beş yıl daha” diyecekler ya da “Bu ucube cumhurbaşkanlığı sistemini değiştireceğiz” şiarıyla yola çıkan Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu seçecekler. Bugün Ruşen Çakır’ın konuğu Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu. Seçimleri kim kazanır? Neden Millet İttifakı’na katıldılar? Neden ortak liste yaptılar? İttifak içinde ittifak formülü neden tutmadı? Ruşen Çakır soruyor, Temel Karamollaoğlu yanıtlıyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu stüdyo konuğumuz. Hoş geldiniz.

Temel Karamollaoğlu: Hoş bulduk. Teşekkür ediyorum.

Ruşen Çakır: İstanbul’un yağmuru sizi de vurdu.

Temel Karamollaoğlu: Öyle oldu maalesef. Hakîkaten çok yoğun bir trafik var.

Ruşen Çakır: Siz eskortlu olmanıza rağmen.

Temel Karamollaoğlu: Ona rağmen. Ama yani özellikle seyircilerimizi, tâkip edenleri beklettiysek özür dileriz, sizlerden de. Gecikmememiz icâp ederdi. Elde olmayan sebeplerden biraz.

Ruşen Çakır: Bunu biz çok daha önce yapacaktık, o sefer de rahatsızlanmıştınız. Ama her işte bir hayır varmış; çünkü şu anda birçok şey netleşti. Cumhurbaşkanı adayı netleşti, listeler netleşti…

Temel Karamollaoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Şu hâliyle artık “Saadet Partisi Genel Başkanı olarak rahatladım diyebiliyor musunuz? 

Temel Karamollaoğlu: Yok, diyemedim. Bundan sonra daha çok çalışmak mecbûriyetindeyiz. Tabiî attığımız bâzı adımlar, aldığımız kararlar bâzı çevreler tarafından garipsenebiliyor; ama şunu mutlaka göz önünde bulundurmak lâzım: Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Olağanüstü dönemlerde de olağanüstü adımlar atılmak mecbûriyetinde. Normal yolunuzda gidiyormuş gibi davranamazsınız. Olağanüstü demek: Hem dünya hızla değişiyor –en çok da dünyanın dikkati Ortadoğu üzerinde– hem de Türkiye değişiyor. İşte, bir cumhurbaşkanlığı sistemi önce millet tarafından onaylandı. Onun arkasından da buna göre yeniden bir seçim yapıldı. Sayın Tayyip Erdoğan da cumhurbaşkanı seçildi. Yaklaşık 5 yıldır tek başına Türkiye’yi idâre ediyor, ama murâkabesiz, lâyüs’el bir yönetimin ne mânâya geldiğini çok daha iyi anlamış olduk. Hakîkaten zor bir dönem. Meselelere, problemlere çözüm üretmek o kadar kolay değil. Dışarısı– özellikle dış güçler diye ifâde edersek eğer–, Türkiye’nin bulunduğu konum îtibâriyle böyle otoriter bir rejime geçmesinin kendileri yönünden daha faydalı olacağını düşündüler. Yani tam demokratik bir ülke düşünün; cumhurbaşkanı veya başbakan bir karar verdi, bu karârı hemen uygulamaya koyamaz ki. Önce kendi kabinesi var, sonra Parlamento var.

Ruşen Çakır: Yargı var.

Temel Karamollaoğlu: Tabiî, yargı var. Bütün bu kademelerden geçmesi îcap ediyor bir karârın tatbik edilebilmesi için. Şimdi bunların hepsi kalktı. Yani biz milletimizi îkaz ediyorduk: “Ya, böyle bir sistem otoriter bir sistem olur. Kimse bulunduğu yerde emin olamaz. Ne memurlar, ne hâkimler…” Yargı darmadağın oldu. En çok etkilenen ve bizleri etkileyen husus yargıda meydana gelen tahrîbattır. Kimse yargıya güvenemiyor artık. Yani benim yarın herhangi bir kişiyle bir problemim çıkarsa veya devlet yetkililerinden birisiyle bir problemim ortaya çıkarsa ve ben haklı olduğum halde mağdur duruma düşürülürsem başvuracağım tek bir yer var: Yargı. Eh şimdi artık yargı bütünüyle yönetimin etkisi ve güdümü altında. Evet, arada sırada farklı sesler çıkıyor, onu da kabul ederim. Yani işte Yüksek Yargı’da, Anayasa Mahkemesi’nde… Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın görevden, başkanlıktan ayrılması isteniyordu, yargıçlar –evet, kıl payı oldu ama– “Yok” dediler. Bu güzel bir şey. Birazcık ümit verdi. Demek ki hâlâ yargıçların içinde vicdan sâhibi, kendilerine yapılan baskıları kabul etmeden, o baskılar altında kalmadan karar verecek dirâyeti gösterebiliyorlar. Bu çok önemli; ama çok zayıf. Yani âdeta belli noktalarda bunu sağlamak mümkün. Başka noktalara girdiğinizde, geldiğinizde; daha aşağılara, farklı problemlere muhâtap olduğunuzda, maalesef yargı sanki iktidârın bir organıymış gibi davranabiliyor.

Ruşen Çakır: Peki bu değişecek mi?

Temel Karamollaoğlu: Mutlaka değişecek. İlk değişmesi îcap eden husus bu. Bu da nedir yani? Bu sâdece mevzûat değişikliğiyle olacak bir iş değil, onu belirteyim. Bu bir tavırdır, bu bir inançtır. Siz geldiniz, “Ben âdil olacağım” dediniz; aslında iş orada biter — bu, inançlı olmak. Yalnız, âdil olmak ne demek? Bunun da târif edilmesi îcap eder. Eğer bir ülkede devleti yönetenler yargı karşısında hesap verme durumunu benimsiyorlar, kabul ediyorlarsa, o zaman bu problem çözülür.

Ruşen Çakır: Peki, şunu söyleyeyim: Şu anda siz diğer partilerle birlikte Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığında birleştiniz.

Temel Karamollaoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Biraz sorunlu oldu ama…

Temel Karamollaoğlu: Tabiî, oldu, ama anlaştık en sonunda.

Ruşen Çakır: Biz gazetecilerde şöyle bir hava var, ben de öyle düşünüyorum: Bu olayda iki büyük parti, CHP ve İYİ Parti olarak öne çıkıyor; ama aslında bu ittifak konseptinin, kavramının arkasında sizinle Kemal Kılıçdaroğlu’nun birbirine güveni yatıyor diye bir yorum var. Abartılı mı?

Temel Karamollaoğlu: Yani ben şahsen Sayın Kılıçdaroğlu’nun çıkışlarını müspet görüyorum ve Türkiye’de siyâsî ortamı bütünüyle değiştirdi, değiştireceğine de inanıyor. Nedir o? Cumhuriyet Halk Partisi 1950’den sonra seçimi bir kaybetti, bir daha da kazanamadı. Hep %25’ler civârında kaldı. Bir defâsında biraz %30’lar oldu –Ecevit zamânında, 1977 seçimlerinde–; ama ondan sonra hiçbir zaman halkın bütününü kucaklayamadı. Kemal Bey bunu elbette düşündü, sebebini aradı. Sonra dedi ki: “Ya, biz aslında milletin belli bir kesimiyle kavgalıyız. Helâlleşmemiz îcap eder”. Benim için bir siyâsînin, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanı olan bir kişinin kalkıp, “Geçmişle helâlleşelim, yanlışlarımız olmuştur” –karşılıklı olur bu, ille de tek taraflı değil– ve “Biz hazırız helâlleşmeye” demesi, bu noktada atılan en önemli adımdı ve ben bunun samîmî olduğuna inandım.

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım: Samîmî olduğuna inandınız.

Temel Karamollaoğlu: Tabiî. 

Ruşen Çakır: Çünkü bunun seçimi kazanmak için yapıldığını söyleyenler de var.

Temel Karamollaoğlu: Tabiî, bu aynı zamanda seçimi kazanmaya mâtuf bir girişimdir. Çünkü vatandaşa diyorsunuz ki: “Ben size karşı geçmişte birtakım yanlışlar yapmışım. Helâllik diliyorum. Yapmayacağım bundan sonra”. Bunun üzerine biz de: “Yani Kemal Bey, tamam, bu iş bitti” demedik ki. Söz gelimi, Erbakan Hoca’mızı anma toplantılarına dâvet ettik. Orada yapmış olduğu konuşmalar bir devrim mâhiyetinde — Cumhuriyet Halk Partisi yönünden baktığınız zaman. Muazzam bir konuşma yaptı. Eh biz işte Kudüs’ü anma toplantısı yaptık; büyük bir miting İstanbul’da. Sayın Kılıçdaroğlu’nu dâvet ettik. Ve bunu her yerde de söylüyorum; ben biraz daha mülâyim bir konuşma yaptım, Kemal Bey çok daha cesurca çıktı ve arkadaşlar aynen şunu söylediler: “Kemal Bey’in yaptığı konuşmayı sen yapmadın” dediler.

Ruşen Çakır: Peki sizin bu liderler arasındaki güven meselesi, samîmîyete inanma meselesi tabanda nasıl yaşanıyor? İYİ Parti dışındaki tüm partiler tek listeden giriyorsunuz, hâlâ şunu diyenler var: “Altı Ok’a Millî Görüşçüler basmaz”. 

Temel Karamollaoğlu: Başta şunu söyledim ben: Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz; olağanüstü dönemlerde siz de olağanüstü adımlar atmak mecbûriyetindesiniz. Bu, atılan olağanüstü adımlardan bir tânesi. Doğru, biz geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi ile koalisyonlar kurduk; ama hiçbir zaman bu noktaya gelmemiştik. Erbakan Hoca’mızın 1974’te kurduğu koalisyon da aynı tepkiyle karşılanmıştı: “Bu ne biçim iş ya! Biz bunları Müslüman zannediyorduk”. İfâdeler aynen buydu. “Ya, bir de baktık ki dışı yeşil, içi kıpkırmızı bunların” — bunu söyleyenler oldu. Onun için de o hükûmet uzun ömürlü olmadı maalesef; ama destansı adımlar atıldı. Erbakan Hoca’mız da hayâtını kaybetti, Ecevit de rahmetli oldu; onlar için özellikle Ecevit’in kullandığı ifâde bizimle koalisyon kurarken çok önemliydi, târihî önem taşıyordu: Aynen Kılıçdaroğlu’nun bugün “Helâlleşelim” demesi gibi, “Biz bunlarla hiçbir zaman bir araya gelemeyiz, oturup konuşamayız bile zannediyorduk; meğer bu doğru değilmiş. Biz bunlarla her konuyu görüşebiliyormuşuz” — bu çok önemli bir ifâde. O zaman Erbakan Hoca yeni çıkmış, kendisine karşı belli kesimlerde ciddî bir tepki var; ama koalisyon ortağının –ki hiçbir zaman da, dediğim gibi 1950’den beri seçimlerde, ihtilâlden sonra bile büyük bir varlık gösterememişler– kalkıp böyle bir ifâde kullanması aslında, tâbir-i câizse rejimin bize açılmasına vesîle oldu. Hem siyâsiler nezdinde, hem hukuk elemanları nezdinde, hem de toplum nezdinde. Meşrûiyet kazandırdı bu bize. Onun için ben Sayın Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme mefhûmunu çok ama çok önemsiyorum. Ve ben burada onun samîmî olduğuna inanıyorum, bundan dolayı da ben kendisine yaklaşırken samîmîyetle, güvenerek yaklaşıyorum. 

Ruşen Çakır: Peki burada şöyle bir şey var: Millî Görüş Hareketi’ni bir gazeteci olarak az buçuk bildiğimi sanıyorum, bayağı bir bâdireler atlattı; özellikle Fazilet Partisi’nin kapatılmasından sonra, Saadet Partisi ve AK Parti ayrımından sonra işler bayağı bir değişti.

Temel Karamollaoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Şimdi aslında bu ilk defâ olmuyor; daha önce CHP ile birlikte 5 yıl önce de hareket ettiniz ve o zamandan bu zamâna sürekli olarak bunu engellemeye çalışanlar var ve bu engellemeye çalışanlar da aslında yabancılar değil. Belki de aynı âilenin fertleri, öyle değil mi? 

Temel Karamollaoğlu: Doğru.

Ruşen Çakır: Hattâ şu anda bir başka parti de var: Yeniden Refah Partisi. Bir ara, merhum Oğuzhan Asiltürk partinin içerisindeyken, daha iktidâra yakın bir çizgiyi dillendirdi; ama başarılı olamadı vs.. Bütün bu şeylere bakınca, sağlı sollu bir –sert kaçabilir ama– “saldırı” altındasınız diye görüyorum. Yanlış mı?

Temel Karamollaoğlu: Şimdi, dediğim gibi bunu biraz da AK Parti yönlendiriyor. Çünkü bu birliktelik kendisine zarar veriyor. Oğuzhan Bey’le ilgili olarak da şunu ifâde edeyim: Biz Oğuzhan Bey’le berâber ilk defâ olmadık ki, biz yıllardır berâberiz. Yani bu siyâsî hareketin ortaya çıkmasından îtibâren biz Oğuzhan Bey’le hem tanıştık hem de her zaman birlikte hareket ettik. Oğuzhan Bey’in o dönemde yaklaşımı biraz farklıydı. Ondan önceki seçimlerde de aynı yaklaşım söz konusu olmuştu. Ben de yönetim kurulu üyesiydim o zaman, genel başkan değildim. Hattâ bizim o girişimde bulunduğumuz dönemde Sayın Davutoğlu başbakandı, biz önce Davutoğlu ile görüştük. O çok memnun oldu; “Elbette böyle bir şey yapalım” dedi. Ama maalesef Tayyip Bey getirdi, getirdi, getirdi, seçime birkaç gün kala bütün telefonlar kitlendi ve bir daha kimseyle görüşemez olduk. Biz Allah’tan hazırlığımızı yapmıştık. Yani 81 ilde –o zaman herhalde 81 ya da 84 ildi– seçimlere girdik ve istediğimiz netîceyi alamadık; ama seçime girdik. Yoksa o zaman da bir görüşme olduğunu ben biliyorum. Fakat bu doğrudan doğruya Tayyip Bey’in meseleye yaklaşımıyla da alâkalı bir konu. Yani sizi eritmek istiyor. Biz hiçbir siyâsî partinin içinde erimeyiz, erimeye de rızâ göstermeyiz. Siyâsî partilerin politikaları birbirinden farklı. Bizim eğer parti programımızı açar okursanız, CHP’ninkini de okursanız, AK Parti’ninkini de okursanız, bunların birbirlerinden çok farklı olduğunu görürsünüz. Ama yeri geldiği zaman, özellikle bugün içinde bulunduğumuz şartlarda bir araya gelmek biraz daha önem arz ediyor. İşte dediğim gibi; biz temelde ilk defâ gelmiyoruz Cumhuriyet Halk Partisi’yle ve İYİ Parti’yle bir araya. Bir defâ referanduma giderken bir araya geldik. “Bu doğru bir sistem olmaz. Türkiye’ye yakışmaz. Türkiye’yi, ülkeyi zora sokar” dedik, dinletemedik. Onun arkasından kabul edildi referandum. Arkasından, “Artık Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne göre bir seçim yapılacak” dediler. Yine seçime girdik. O zaman kendiliğinden zâten bu oluşumlar ortaya çıkmıştı; Cumhur İttifâkı, Millet İttifâkı gibi. O zamân da biz yine 4 parti bir aradaydık; Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Demokrat Parti ve Saadet Partisi. Sonra ne oldu? Artık Tayyip Bey kendi partisini daha uzun bir süre birlikte tutamadı. Kendisine bakanlık yapmış, başbakanlık yapmış olan kişiler dediler ki: “Bu iş burada biter. Biz sâdece sizin dikte ettirdiğiniz konular üzerinde politika oluşturamayız. Müzâkere etmemiz îcap eder, tartışmamız îcap eder”. Ondan sonra da yolları ayrıldı, koptular. İki tâne ayrı parti çıktı. Şimdi o zamanki Dörtlü Masa, bugün Altılı Masa hâline gelmiş oldu. Yine arkadaşlarımızın farklı politikaları var, evet. Şunu da söylemek lâzım: bu Altılı Masa’nın içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi diğer bütün partilerden oldukça farklı — tâbir-i câizse eskiden sağcı denilen kesimden. Ben bu sağcılık-solculuk târifini isâbetli bulmuyorum.

Ruşen Çakır: Ama 5 sağcı, 1 solcu.

Temel Karamollaoğlu: Evet, 5 tânesi sağcı, 1 tâne de sol görüşlü parti oldu öyle târif edilirse. Ama bana göre sol görüş denildiği zaman da bunun târifine ihtiyaç var. Solda bir tâne parti yok ki.

Ruşen Çakır: İsterseniz sola girmeyelim, ama ben şeyi sormak istiyorum: Şu anda sizin partiniz seçime ayrı olarak girmiyorsunuz.

Temel Karamollaoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Hattâ bir ara üçlü bir ittifak yapmayı düşündünüz.

Temel Karamollaoğlu: Evet, en çok onun üzerinde durdum ben. Bir buçuk sene çabaladık, olmadı. Onun daha faydalı olacağına inanıyorum.

Ruşen Çakır: Hâlâ mı?

Temel Karamollaoğlu: Hâlâ. Eğer biz üçlü ittifâkı kurmuş olabilseydik, seçimlerde daha etkili olur, daha da fazla milletvekili çıkarırdık.

Ruşen Çakır: Ve Millet İttifâkı’nın oyunu da…

Temel Karamollaoğlu: Artırırdık, kesinlikle.

Ruşen Çakır: Peki şu hâliyle kaç parti üyeniz CHP listelerinde?

Temel Karamollaoğlu: Yani rakam o kadar şey değil: 20 küsur. Şimdi diğer partiler de benzer miktarda aday oldular. Yani buradaki mesele Meclis’e girebilmek ve mümkünse Meclis’te bir grup oluşturabilmek. Biz normalde kendi amblemimizin altında seçime girmeyi arzu ederdik; ama yapılan anketlere de bakıyoruz, seçime kendi amblemimiz altında girdiğimiz takdirde bugün ümit etttiğimiz netîceyi alamayacağımız kanaatine geldik. Bundan dolayı bu bir ara dönem. Bu geçiş dönemi kritik yalnız; yani ben cumhurbaşkanlığının kazanılacağına inanıyorum, ama Meclis’te de çoğunluk olursa arzu ettiğimiz değişiklikleri daha kısa bir zamanda gerçekleştirebiliriz kanaatindeyim. Biz yine burada topluma güven verebilmek için, bizim seçmenimize de güven verebilmek için bir karar aldık. Evet, bir cumhurbaşkanı olacak; ama bu cumhurbaşkanı diğer genel başkanlarla birlikte çalışacak. Genel başkanlar da cumhurbaşkanlığı yardımcısı sıfatını kazanacaklar. Önceden deklare ettik biz bunu. Yekvücut giriyoruz; ama netîcede her siyâsî partinin genel başkanı icraatta söz sâhibi olacak. Baştan taahhüt edildi bu millete. Ondan sonra da diğer politikalar vs. bildiğiniz gibi hazırlandı. Bir buçuk senelik bir çalışma bu, kolay değil. Arkasından milletvekili seçimleri söz konusu olunca Meclis’te bizim milletvekili adedimizin Cumhur İttifâkı’nın milletvekillerinden daha fazla olması gerekir — eğer bu değişiklikleri yapmak istiyorsak. O zaman da burada bir ittifâka ihtiyaç var kanaati doğdu. Biz de bu sebeple Cumhuriyet Halk Partisi listelerinde kendi milletvekili adaylarımızı gösterdik. Ümit ediyorum ki beklediğimiz netîceyi elde ederiz. Doğru, bâzı arkadaşlarımız, “Ya, nasıl olacak? Biz bu şartlarda Cumhuriyet Halk Partisi’ne nasıl oy vereceğiz?” diyorlar. Bu sâdece Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy verme değil; bu Millet İttifâkı’nın başında bulunan insan bizlerle birlikte hareket edeceğini taahhüt ettikten sonra güçlü olarak Meclis’e girmenin yolu. Biz bunu böyle görüyoruz.

Ruşen Çakır: Peki; “Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacağımıza eminim” dediniz. 

Temel Karamollaoğlu: %90 diyorum. Yani eminim deyince, bir %10 pay da bırakalım.

Ruşen Çakır: Peki ilk turda mı?

Temel Karamollaoğlu: İşte şu anda seçime –“korsan olarak” diyorum ben– giren arkadaşlar vesîlesiyle, “Acaba?” sorusunu gündeme geliyor. 

Ruşen Çakır: Muharrem İnce’yi diyorsunuz.

Temel Karamolaoğlu: Yani ben Muharrem Bey’in son anda bu işten vazgeçeceğini ümit ediyorum, inşallah. Çünkü bu bir tereddüt doğurabilir, bir şüphe doğurabilir. Yani ikinci tura kalmak pek isâbetli olmaz. Ama kalınırsa da ben yine Muharrem Bey’e ve diğer adaylara kayan oyun, o seçmenlerin, Millet İttifâkı adayına oy vereceklerini düşünüyorum, o kanaatteyim.

Ruşen Çakır: Peki kampanya nasıl olacak? Meselâ bildiğim kadarıyla yarın Adıyaman’da siz bir iftar veriyorsunuz, bütün liderler geliyor.

Temel Karamollaoğlu: Evet. 

Ruşen Çakır: Onun dışında da mitingler vs.. Kemal Kılıçdaroğlu ile berâber…

Temel Karamollaoğlu: Şimdi, bir ekip oluşturuldu. Herkes farklı yerlerde çalışıyor. Meselâ şu anda –Allah râzı olsun– Ankara ve İstanbul belediye başkanları Türkiye’nin her tarafında mitingler tertip ediyorlar ve ciddî kalabalıklar oluşuyor. Bu çok önemli bir şey. Biz her zaman her yere birlikte gidemeyiz; ama birlikte olduğumuzun bir nişânesi olarak bâzı yerlerde birlikte bir fotoğraf vermeye ihtiyaç var diye düşünürüz. İşte, yarın Adıyaman’da vereceğimiz iftar bunlardan bir tânesi. Bir araya geleceğiz ve inşallah hem orada depremzedelerle bir iftar açmış olacağız, hem de berâber bir fotoğraf vereceğiz. Tabiî Adıyaman en çok zarar gören illerimizin belki de başında. Hatay’da da çok zarar var, ama ben Adıyaman’da verilecek bu fotoğrafın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani şunu da hemen ifâde edelim: Bu, nihâyetinde bir iftar vesîlesiyle bir araya gelmek, ama başka vesîlelerle de elbette bir araya geleceğiz. Mutlaka bâzı mitinglerde birlikte olacağız. Ama hepimiz farklı yerlerde çalışırsak daha etkili olacağımızı düşünüyoruz — ben de şahsen öyle düşünüyorum. Farklı çalışmaların yapılmasına ihtiyaç var. Böyle bir komisyonumuz var bizim. Yani biz geçmişte de birçok komisyonlar kurduk; işte, politikaları belirleyen komisyonumuz oldu, anayasa değişikliğini yapan komisyon oldu, tanıtımda komisyonlarımız var. Bundan dolayı ümit ediyorum ki biz bu komisyonların çizeceği doğrultuda çalışmalarımızı yürütürüz.

Ruşen Çakır: Şimdi, bir kadın meselesi var. Sizin partiniz hakkında; o konuda Altılı Masa’da ve Millet İttifâkı’nda sorun çıkardığınız söyleniyor. İstanbul Sözleşmesi ve diğer konu…

Temel Karamollaoğlu: Şimdi bakın; bunlar neyin ne olduğunu bilmeden söylenen sözler. Biz şuna inanıyoruz: Âile toplumun temelidir. Âile bir erkek, bir kadın ve çocuklardan meydana gelir. Âilede kadının yeri özellikle bizim açımızdan çok müstesnâdır. Peygamber Efendimiz; “Cennet annelerin ayağının altındadır” demiş, “babaların” dememiş. Onun için bizim kadına verdiğimiz değeri hiç kimse tahmin bile edemez. Kadına karşı şiddete gelince; belki bâzıları garipsediler, ama bunun önlenmesi şart. Şimdiye kadar önlenemedi, arttı ve artmaya da devam ediyor. Bir adam düşüneceksiniz siz, gidecek kendi çocuklarını, hanımını katledecek; ondan sonra da diyeceksiniz ki: “Vay canına ya. Sen büyük bir vahşet işledin. Attım seni hapse”. 10 sene sonra da diyeceksiniz ki: “Bu adam çok iyi halli. Hadi seni bıraktık”. Adam gidip bir daha işleyecek. Onun için istisnâî de kabul edilebilir. Ben kadına bu şiddeti gösterenlerin îdam edilmesinin bile gerekli olduğuna inanıyorum. Bu vahşeti sergileyen bir insanın yaşama hakkı yoktur bana göre. Ama benimle ilgili ne derlerse desinler hiç umurumda bile değil. Onun için kadına bizim gösterdiğimiz ilgiyi hiçbir siyâsî parti bizim kadar derinden hissederek göstermez.

Ruşen Çakır: Soru geliyor. Bir izleyicimiz; yakın zamâna kadar sizinle siyâset yapmış bir kadın izleyicimiz: “Nerede Saadet Partisi’nin kadın adayları?” diyor.

Temel Karamollaoğlu: Şimdi, burada haklılar. Yalnız bu da dediğim gibi olağanüstü bir durumda olağanüstü adımlar atılırken, biz burada bir ihmal yaptık, kabul ediyorum ben. Yani olmalıydı; ama biraz da iki ayağımız bir pabuca girdi son güne kadar. Biz normal olarak Türkiye sathında tek başına seçime girmiş olsaydık, en az 80-90 tâne kadın adayımız vardı. Ama biz bunu çok kısa zamanda telâfî edeceğiz. En azından seçimlerden sonra hükûmeti kuracağımıza inandığımız için; hükûmette cumhurbaşkanlığı yardımcılığı sıfatı veriliyor genel başkanlara, aynı zamanda görevleri de sahaları îtibâriyle kısmen târif edilecek belki. Şimdiden kestirmek mümkün değil; ama en az 20-22 bakanlık olacak, birçok kurum olacak, 2000 civârında makam boşalıyor — vâliler başta olmak üzere. Buralara insanlar tâyin edilecek. Buralarda elbette bizim hanım kardeşlerimiz de görev alacaklar; bundan emin olsunlar. 

Ruşen Çakır: O günü bekliyorlar.

Temel Karamollaoğlu: Ama seçimde de seçimi bekleyeceklerdi. Seçimde biz aday gösterdik diye bütün aday olan arkadaşlarımız seçilecek mânâsına gelmez.

Ruşen Çakır: Peki bu şeyi nasıl yapacaksınız? Bu çok tartışıldı; şimdi “Tek Adam Rejimi” için inşâ edilmiş bir sisteme –tamam, bir başkan, cumhurbaşkanı seçilecek ama–, siz 5 tâne yardımcı ve bir de artı olarak Ekrem İmamoğlu’nu ve Mansur Yavaş’ı ekliyorsunuz. 

Temel Karamollaoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Bir de ayrıca kabine olacak. Bu nasıl olacak? Zor olmayacak mı?

Temel Karamollaoğlu: Nasıl olacak? Dediğiniz gibi olacak, bu o kadar basit. Burada bizim 5 genel başkanın cumhurbaşkanı yardımcısı olarak şimdiden deklare edilmesi, imzâ altına alınması, topluma verilen bir sözdür. Hukuken seçilen insan diyebilir ki: “Tamam, ben seçildim. Ben dediğim gibi çalışacağım”. Ama karakterli hiçbir insan bunu yapmaz. Ben seçimden sonra hakîkaten Başkanlık Sistemi’nin bizim târif ettiğimiz gibi rahat yürüyeceğine inanıyorum. Kritik kararlar 6 genel başkan tarafından, elbette cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan, cumhurbaşkanı kabinesi diyelim ona, orada karara bağlanacak. Ama bir de 20 küsur bakanlık olacak. Bu bakanlıklar belli cumhurbaşkanı yardımcılıklarıyla ilişkilendirilecek. Orada Türkiye’nin bütün devlet kurumları var, bütün devlet kurumları. Onun için ben bu sistemin iyi işleyeceğine inanıyorum; ancak anayasa değişikliği gerektiği için Meclis’te en az 360 milletvekilliğini bizim bulmamız lâzım, bu değişikliği re’sen yapabilmemiz için. 360 en az, 400 olursa daha kolay; referanduma gitmeden bu değişiklik yapılabilir. Ancak ben şu ihtimâli de düşünüyorum: Biz 359’da kaldık, 350’de kaldık diyelim; zaman içinde bugün AK Parti’nin içinde bulunan, Cumhur İttifâkı’nın içinde bulunan milletvekillerinden bir kısmının, “Tamam, bu değişikliğe biz râzıyız” diyeceklerini — çünkü cumhurbaşkanlığı kendilerinden gitmiş olacak. 

Ruşen Çakır: Belki Erdoğan’ın kendisi bile, belki…

Temel Karamollaoğlu: Kendisi bile belki buna “Evet” diyecektir diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Peki, şu soru çok karşınıza çıkıyordur herhalde: Kabaca “rövanşizm” deniyor, hesap sorma. Şimdi siz dediniz ki: “Kılıçdaroğlu’nun helâlleşmesi çok önemli”.

Temel Karamollaoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Ama Kılıçdaroğlu aynı zamanda hesaplaşmadan da bahsediyor. 

Temel Karamollaoğlu: Şimdi bunu başlangıçta biraz daha fazla söylüyordu. Hesaplaşma noktasını biz geride bıraktık, onu söyleyeyim. Bir hesaplaşma değil; devleti rayına oturtma çalışması olacak. Ha, geçmişte çok ciddî hatalar yapmış, yolsuzluklar yapmış, tescil edilmiş durumlar varsa ve onun da hesâbının hükûmet tarafından değil mahkemeler tarafından sorulması îcap eder.  

Ruşen Çakır: Ama burada bir siyâsî irâde herhalde gerekecek. 

Temel Karamollaoğlu: Şimdi, siyâsî irade, ben tekrar söylüyorum, bu tabiî nasıl işleyecek? Şu anda bunu tek tek, adım adım anlatmak mümkün değil; ama siyâsî irâde: “Ben adâletin tecellî etmesini arzu ediyorum ve kâmil mânâda adâlet istiyorum” diyecek. Eğer bunun önünde birtakım engeller varsa onları da ortadan kaldıracak, adâlete müdâhale etmeyecek. Bâzı yerlerde öyle kararlar alınıyor ki bunun adâletle alâkası yok ya. Ama başlangıçta da söyledim: Anayasa Mahkemesi’nde bir değişiklik olacaktı, Anayasa Mahkemesi Başkanı değişecekti; değişmedi, değiştirmediler. Bu ne mânâya geliyor? Demek ki hâkimler yeri geldiği zaman kendi vicdanlarına göre davranabiliyorlar. Ben hâkimlerin büyük çoğunluğunun böyle olduğuna inanıyorum. Ha, içlerinde azınlık vardır, onlar da tamâmen emir-komuta içinde hareket ederler; onlar da o zaman elimine edilir, ama o kendi içindeki bir prosedürle. Aslında Türkiye’deki adâlet mekanizması düzgün kurulmuş bir mekanizma. Geçmişte bu mekanizma birtakım önyargılarla beslenmiş, bize karşı bir tavır sergiliyordu. Anayasa Mahkemesi hiçbir suçumuz yokken bizi kapattı. Yani nasıl kapatırsınız bizi? Hangi suçu işledik? Şimdi bâzıları diyor ki: “Efendim, işte o tam öyle değildi, doğru değildi”. Doğru değildi ne demek ya? Partiyi kapatıyorsunuz siz. Zanla, gazete kupürleriyle… Yani 28 Şubat’ı… Ben üzülüyorum 28 Şubat’ın paşalarının hapishânelerde olmasına. Yani Türk ordusu subaylarının, en üst makama gelmiş olan subayların şu anda hapishânelerde olmasından dolayı üzülüyorum. Ama yapmamalıydınız; Amerika’ya gideceksiniz, dönüşte, “Bin yıl sürecek…” Ne sürecekmiş? Kendi tavırları, politikaları. Ne oldu? Bin yıl değil, 20 yıl bile sürmedi. Şimdi sıkıntıdalar. Ben de üzülüyorum. Bu noktaya gelen generaller niye kendilerini bu noktaya, bu hâle düşürdüler diye üzülüyorum. Doğru bir yaklaşım değil ki.

Ruşen Çakır: Peki Temel Bey, ne kadar bir süre öngörüyorsunuz Türkiye’nin normalleşmesine?

Temel Karamollaoğlu: Dediğim gibi, bu doğrudan doğruya, yani hukuken normalleşme Meclis’teki çoğunlukla alâkalı. Ama zihnen, fikren normalleşme seçimin hemen arkasından başlar. Bu bir tavırdır. Dedim ya: “Ben adâlete müdâhale etmeyeceğim” derseniz, adâlet mekanizması kendi içinde kendi hatâlarını düzeltir. Yolsuzluk yapılıyor… ya, biz yolsuzluğa izin veremeyiz ki. Her yolsuzluk mahkeme tarafından mutlaka çözülecek, ele alınacak. Rüşvet hâdiseleri, israf… İsrafta siz bir insanı kolay kolay cezâlandıramazsınız, çünkü Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir yaklaşımı var: Îtibardan tasarruf olmaz. Ya, böyle şey olur mu? Esas îtibar kazanmak için yapılan harcamanın tamâmı israftır ve isrâfın da daniskasıdır. Çünkü ülkeye bir faydası yok. Birinin îtibar kazanması için yapıyorsunuz. Onun için buralar mutlaka ortadan kalkacak. Arkasından ilk adımlar; şu anda Cumhurbaşkanı ayrıldığı zaman 2000 civârında makam boşalıyor. Ne yapacaksınız siz burada? Tâyinde liyâkata önem göstereceksiniz — en önemli meselelerden bir tânesi. Biz bunu defâlarca söylüyoruz ve Altılı Masa mensûbu bütün siyâsî partiler bunu söylüyor, genel başkanları söylüyor. 

Ruşen Çakır: Ama orada da bir iktidar mücâdelesi olmayacak mı? Bürokraside hangi parti yetkili vs. gibi.

Temel Karamollaoğlu: Ufak tefek çekişmeler olabilir. Bu aynı partinin içinde de olur. Onun için ben onu önemsemiyorum şu anda. Fakat biz, demin dediğim gibi; hukukî değişiklik Meclis’te 360’ın üzerinde milletvekili kazanılırsa yapılabilir. Ama 300’ün altındaki milletvekilliğiyle bile, eğer bu cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanlığı kabinesi, “Biz âdil olacağız” dediği zaman problem biter — ve âdil olurlarsa biter tabiî.

Ruşen Çakır: Şöyle bir senaryo var: “Ekonomi zâten çok kötü. Zâten burada 6 parti var, hattâ dışarıdan destekler de var. Büyük kurumlar çok kötü durumda” vs. –ve çok da vaat var, gelir gelmez yapılacağı söylenen–, “AK Parti ve Erdoğan kenarda duracak, nasıl olsa bunlar bu işi yapamayacaklar ve sonra tekrar insanlar bizi geri çağıracak”.

Temel Karamollaoğlu: Tayyip Bey o zaman çok bekler. Çünkü böyle bir durumun olma ihtimâli yok benim kanaatim. Çözümü zor problemler vardır, çözümü çok kolay problemler vardır. Ama ben her şeye rağmen problemlerin büyük bir kısmının kolay çözüleceğine inanıyorum. Bakın, eğer yolsuzluk, israf ortadan kalksın, Türkiye yüz milyarlarca lira imkâna kavuşur. Bu o kadar büyük ki bunu tahayyül etmek bile zor. 

Ruşen Çakır: Bu kadar büyük bir yıkımdan bahsediyorsunuz. 

Temel Karamollaoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Ve burada söz konusu olan insanlar sizin tanıdığınız insanlar. 

Temel Karamollaoğlu: Kısmen. 

Ruşen Çakır: Ama berâber…

Temel Karamollaoğlu: Diyorum ya işte, kısmen. Çoğu ayrıldı. 

Ruşen Çakır: Nasıl oldu bu? Yani neden oldu?

Temel Karamollaoğlu: Kandırıldılar, aldatıldılar. Geçmişe döndüğümüz zaman, geçmişi yeniden hatırlamaya ihtiyâcımız var. Tayyip Bey, haksız yere, bir şiir okudu diye hapse atıldı ve siyâseten yasaklandı. Sırf bir şiir okudu diye. Bu kadar haksızlığa millet bütün olarak isyan etti. Türkiye isyan etti ya! Böyle şey olur mu? Bunu Tayyip Bey bir fırsat olarak gördü. Yani ben nasıl yaptı bilmem ama; “Benim önce Erbakan Hocamızın etkisinden kurtulmam lâzım. Ne yapacağım? Ben Millî Görüş’ten vazgeçeceğim. Ben Millî Görüş gömleğini çıkardım” dedi, açık ve net. Sonra Amerika’ya gitti. Bugün kendisi muhâlefeti dış güçlerin güdümünde göstermeye çalışıyor. Ama gitti, siyâseten yasaklıyken Beyaz Saray’da Başkan’la fotoğraf verdi. Bu basit bir iş mi? Siyâseten yasaklı bir insan veriyor bu fotoğrafı. Bu kendiliğinden olabilir mi? Eğer Amerikan Başkanı orada kendisinin menfaatine bir şeyler görmezse bunu yapar mı? Sonra ne oldu? Baktılar ki herhalde, bilmiyorum, Amerika’da kış mıydı şartlar?

Ruşen Çakır: O zaman Bush’tu, oğul Bush zamânıydı. 

Temel Karamollaoğlu: Yok, ben mevsim nasıldı diyorum. Baktılar ki Tayyip Bey üşüyecek, dediler ki: “Bizim buna yeni gömlek giydirmemiz lâzım”. Tuttu, Siyonist Kongresi toplandı, Tayyip Bey’e bir cesâret madalyası verdi ve bir hırka giydirdi, cepken giydirdi. Bunlar basit işler mi? İlk defa Amerikan târihinde Yahudi olmayan birisine giydiriliyor, cesâret madalyası veriliyor. Onun arkasından seçimler oldu. Türkiye’de bölünme safhasının teferruatına girmiyorum. Seçimlerin netîcesinde –yani bu da takdir-i ilâhî– %36 oy aldı ama seçim mevzûatından dolayı %70 temsil edildi, çünkü 3 tâne parti baraj altında kaldı. Yani bunlar ona sunulmuş bâzı imkânlar. Arkasından da dedi ki: “İlk iş, Irak’a müdâhale edecek Türkiye”. Bizim ne kavgamız var Irak’la? Hiçbir kavgamız yok. Irak’a Meclis onay vermemesine rağmen, Tayyip Bey Türk hava sâhasını, havalimanlarını, deniz limanlarını Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın ordularına açtı. Bu kabul edilebilir bir şey değil, anlaşılabilir bir şey değil. Meclis onay vermemiş. Halbuki hatırlarsınız, 60 bin Amerikan askeri İskenderun’dan îtibâren sınır kapısına kadar Türkiye’ye yerleşmişti. Ondan sonra bir buçuk ilâ iki milyon insan katledildi. Oradaki vahşeti târif etmek mümkün değil. Ben gözlerimle gördüğüm bir tânesini söyleyeyim — çünkü televizyonlara bunları yasakladılar, Amerikalılar ambargo koydu: İşte o Wikileaks belgeleri olmasaydı, biz Ebu Gureyb’te neler yaşandı görmeyecektik, bilmeyecektik. Benim seyrettiğim film, Amerikan televizyonlarından birisinde miydi bilmiyorum; bir helikopter görev yapıyor, çeşitli şehirler üzerinde dolaşıyor, bir yerde bir minibüs, bir tâne de arabayı görüyor, merkeze haber veriyorlar, diyorlar ki: “Burada bir minibüs var, bir araba var. Arabanın içinden iki çocuk, bir de babaları indi”. Emir geliyor: “Vurun!” Yani bir buçuk iki dakikalık bir film. Diyor ki: “Efendim, bunlar çocuk. Etrafta da herhangi bir tehlike arz eden durum yok”. Yine de: “Vurun!” diyor. Sonunda o iki çocuğu da babalarını da vurup öldürdüler. Şimdi Amerika’da şu anda bir sendrom yaşanıyor — belki duydunuz, belki duymadınız: Irak Harbi’ne giden binlerce asker intihar ediyor. Niye? Söyledikleri şu, bâzıları bunları açıklıyorlar: “Bize, ‘Eğer siz silâhsız bir sivili öldürürseniz 2 gün izinlisiniz. Daha fazlasını öldürürseniz 4 güne kadar izinlisiniz’ dendi.” Bir de bu kadar basit bir iş; 4 güne kadar izin. Bu adamlar o katliamları yaptıktan sonra Amerika’ya dönünce, normal hayâta başlayınca bunalım geçiriyorlar. Tayyip Bey bunların altına imzâ attı. Bir buçukla iki milyon Müslüman katledildi câmilerde. İlk başlangıçta bunları görebiliyorduk: Câmilerin içine o pis ayakkabılarıyla giren Amerikan askerlerini. Sonra birdenbire onlar hep kalktı. Unutturuldu şimdi, yokmuş, olmamış gibi. Ne olmamış ya? Yaptıkları zulmün haddi hesâbı yok. Onun için yani biz Tayyip Bey’in bugünkü hâline bakarak, ne oldu? Ben bunları düşünmek mecbûriyetindeyim. Allah’tan korkar insan. Irak’ta bir buçuk milyon insanın kanına girildi. Bu basit bir iş mi? Ve siz işbirliği yaptınız. Beyaz Saray’da çekilen fotoğraf da, bilmem Siyonist Kongresi’nin verdiği cesâret ödülü de, Irak fâciası da, bütün bunlar… Arkasından da Türkiye’yi harman gibi attınız ya! Yolsuzluk kural hâline geldi Türkiye’de. Böyle bir şey olur mu?

Ruşen Çakır: Peki, şimdi yavaş yavaş toparlayalım. 1 saate yakındır konuşuyoruz.

Temel Karamollaoğlu: Oldu mu o kadar?

Ruşen Çakır: Oluyor.

Temel Karamollaoğlu: Ben tabiî böyle konuşunca farkına varmıyorum.

Ruşen Çakır: Sonuçta diyorsunuz ki: “%90 seçimi alıyoruz”. 

Temel Karamollaoğlu: İnşallah.

Ruşen Çakır: “Meclis’te çoğunluğu da alırsak ne âlâ. Ama alamasak da olayı kontrol edeceğiz. Zor olmayacak” diyorsunuz. Ama bu zamâna gelene kadar birtakım zorluklar oldu. Şu hâliyle de hâlâ birtakım sorunlar yaşıyorsunuz.

Temel Karamollaoğlu: Evet.

Ruşen Çakır: 3-6 Mart tam anlamıyla geride kaldı mı?

Temel Karamollaoğlu: Kaldı, kaldı. Yani onu tekrar gündeme getirmenin faydası yok. Bitti. O ânîden patlak veren bir hâdiseydi. Onun arkasından bitti. Bir arada tekrar açıklamalarımızı yaptık. Bir araya geldik. İftarlarda bir arada buluştuk. Ümit ediyorum ki yarın da Adıyaman’da tekrar bir araya geleceğiz.

Ruşen Çakır: Bu arada tabiî 6 Mart’ta şöyle târîhî bir olay oldu: CHP Lideri’nin cumhurbaşkanı adayı olduğu, sizin tarafınızdan Saadet Partisi Genel Merkezi’nde îlân edildi. Sembolik olarak çok önemli bir şey oldu bu. Hattâ AK Parti yanlıları buradan da sizi vurmaya çalıştı.  

Temel Karamollaoğlu: Şimdi o bir defâ planlanmış bir şey değil. Yani biz tevâfukan böyle bir karar aldık. Bunu da basına açıklamazsak doğru olmaz. Yani bir sürü şâyia olur. O halde buradan çıkmadan basına bu açıklamayı yapalım dedik. O da bizim genel merkezimizde oldu. Yani bizim genel merkezimizi böylece herkes tanıdı. Bâzıları, ‘‘Merkezleri bile yok. Partileri bile yok” diyordu. Bizim bir genel merkezimiz varmış. Bir binâmız varmış ve bu bizim parti olarak mülkümüzmüş. Bizim üyelerimizin âidatlarıyla inşâ edilen bir binâ. Elhamdülillah. Onun için bu da bizim için bir tevâfuk. 

Ruşen Çakır: Çünkü eskisinden çıkartıldınız değil mi?

Temel Karamollaoğlu: Çıkartıldık. Ne yapalım? Şimdi onlar Tayyip Bey’le berâberler, bizi çıkartanlar. 

Ruşen Çakır: Ve parti genel merkezine ziyârete gitti. O konuları pek konuşmak istemediğinizi biliyorum; ama sonuçta eski partinizin adının ve liderinizin soyadının taşındığı bir yapı söz konusu. 

Temel Karamollaoğlu: Orada haksızlıklar var. O haksızlıklar Tayyip Bey’in sâyesinde gerçekleştirildi, benim kanaatim. Yani bir defâ isim olarak siz kapatılan bir partinin ismini yeni kurulan bir partiye veremezsiniz hukuken. Savcılık mütâlaa hazırladı onun için; ama bir netîce alınmadı, durdu orada. Onun için ben bâzı adımların atılırken bu noktada Tayyip Bey’in müdâhalesinin olduğu kanaatindeyim. Yanlış da olabilirim belki. 

Ruşen Çakır: MHP kongresi de öyle olmuştu zamânında, biliyorsunuz.

Temel Karamollaoğlu: Evet. 

Ruşen Çakır: Orada da Meral Akşener ve diğerlerinin kongreyi kaybetmesinde de herhalde bir…

Temel Karamollaoğlu: Yani onu bilmiyorum. Ama yani burada şunu ifâde etmek istiyorum: Biz şu anda Altılı Masa, Millet İttifâkı olarak bir aradayız. Sayın Akşener seçime ayrı giriyor, kendi amblemiyle; diğer siyâsî partiler de Cumhuriyet Halk Partisi amblemi altında seçime giriyorlar. Bu geçici, seçim sürecini ilgilendiren bir ittifaktır. Seçimden sonra aldığımız, çıkardığımız milletvekillerine göre Meclis’te biz yeniden –Allah nasip ederse– kendi gruplarımızı kuracağız ve siyâsete böyle devam edeceğiz. Bunun bizi ileriye taşıması yönünden daha isâbetli bir yaklaşım olduğu kanaatindeyim.

Ruşen Çakır: Ya kazanamazsanız?

Temel Karamollaoğlu: Bu ihtimal her zaman olur; ama Meclis’te yine, mutlaka, her şeye rağmen bir grup oluşturacak kadar milletvekili olur kanaatindeyim. Cumhurbaşkanlığı için bu söyledi”ğiniz olabilir; ama ben onu çok zayıf bir ihtimal olarak görüyorum. Ama Meclis’te her şeye rağmen Cumhur İttifâkı güçlü olmayacak. Yani azınlıkta kalacaklar.

Ruşen Çakır: Bu arada tabiî Emek ve Özgürlük İttifâkı, daha doğrusu…

Temel Karamollaoğlu: Tabiî, başka ittifaklar da var elbette. Netîcede onların da tercihleri rol oynayacak. Onu da kabul etmemiz lâzım. 

Ruşen Çakır: Cumhurbaşkanlığında açıkça olmasa bile destek veriyor olmaları seçimin kaderini herhalde değiştiriyordur.

Temel Karamollaoğlu: Etkiler mutlaka. Yani İstanbul seçimleri tamâmen öyle mi alındı bilmem; ama İstanbul seçimlerinde yanılttılar Tayyip Bey’i. O da bize yüklendi. Biz sanki hîle yapmışız ve Ekrem İmamoğlu’nu desteklemişiz. 13 bin oy ile kazandıkları için. Onun için, “Seçimi iptal edin, bu sefer yapamazlar. Biz bu seçimi alırız” dedi. 800 bin fark yedi. 800 bin! Dile kolay. Kim verdi bu oyları? Daha önceki seçimlerde oy vermeyenler. Ha, şimdi de Meclis aritmetiği belli. Meclis aritmetiğine göre milletvekilleri için gidip oy kullanacaklar. O oyda da ne çıkar ortaya bunu da göreceğiz. Seçmen de elbette bu şekilde oy kullanacak yine seçime giderken. Bundan dolayı bence netîcede Türkiye’nin bu değişikliğe ihtiyâcı var. İlle de ben, kendimizi övmek, kendimizi olduğumuzdan daha fazla göstermek için söylemiyorum; ama hakîkaten Türkiye’nin bir değişime ihtiyâcı var. Türkiye bundan sonra bir 5 yıl daha Tayyip Bey’i taşıyamaz — mümkün değil. Ekonominin geldiği nokta işte ortada: “Ben ekonomistim” diyordu; 500 milyar dolar açık, bu ne demek ya? 500 milyar dolar civârında –ben rakamları öyle küsûratıyla söylemiyorum– bizim açığımız var, borcumuz var. Her ay ithâlat-ihrâcat dengesi aleyhte gerçekleşiyor. Her ay… Ya, bu ne demek? Biz buğday ithal etmeye başladık. Hayvan ithal etmeye başladık. Et ithal etmeye başladık. Şeker ithal etmeye başladık. Yani siz böyle bir ülkeyi, güçlü, ekonomisi süper bir ülke olarak târif edebilir misiniz ya? Ekilmeyen arâzi %10’un üstünde. “Tarıma destek” diyorlar. Ya, tarıma destek verseniz biz bugünkünden çok daha fazla tarım ürünü elde ederiz. Nerede bizim hayvancılığımız? Yok oldu gitti.

Ruşen Çakır: Yani diyorsunuz ki 5 yıl daha…

Temel Karamollaoğlu: …Türkiye bunu kaldıramaz. Mümkün değil. Yani ben samîmî olarak söylüyorum; Türkiye’nin bölünmesinden korkarım. Bu kadar ileri giderek söylüyorum. Allah muhâfaza etsin. Taşıyamazlar.

Ruşen Çakır: Burada noktayı koyalım. 

Temel Karamollaoğlu: Evet. Teşekkür ediyorum.

Ruşen Çakır: Temel Bey çok sağ olun. İzleyicilerimize de çok teşekkür ediyoruz. Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu konuğumuzdu. Her şeyi konuştuk. Güzel bir söyleşi oldu. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Temel Karamollaoğlu: Ben de size teşekkür ediyorum böyle bir imkân verdiğiniz için. Sağ olun.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.