Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (160): Kılıçdaroğlu’nun “Ben Alevi’yim” çıkışı | Seçim kampanyaları nasıl gidiyor?

Seçime sadece üç hafta kaldı. Adayların kampanyaları nasıl ilerliyor? Kimler başarılı, kimler tökezliyor? Seçim ikinci tura kalır mı? Muharrem İnce düşüşe mi geçti? Kılıçdaroğlu’nun “Ben Alevi’yim” çıkışı ne getirir, ne götürür?

Ruşen Çakır ve Kemal Can, geride bıraktığımız haftanın öne çıkan siyasi ve toplumsal gelişmelerini yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi bayramlar. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Bayramın ilk gününe denk geldik ve Kemal Can’la birlikte stüdyodayız. Kemal merhaba, iyi bayramlar.

Kemal Can: Merhaba Ruşen. Herkese iyi bayramlar.

Ruşen Çakır: Öncelikle Kılıçdaroğlu’nu konuşalım derim. Ben Kılıçdaroğlu’nun yaptığı “Alevî” videosunun ekmeğini bayağı yedim. Ama gerçekten çok şaşırdım, bunu beklemiyordum ve çok başarılı buldum. Şu âna kadar yaptığı videoların içerisinde en başarılısı olduğunu düşünüyorum. Bunu sosyal medyada yazınca da çok yoğun bir etkileşim geldi. Zâten videonun kendisi milyonlarca izleyici almış. Ama benim videoyu başarılı bulduğumu söylememe de çok etkileşim geldi; özellikle iktidar yanlısı olduğunu anladığımız kişilerden çok reaksiyon geldi — rahatsız olduklarını anlıyorsun; Kılıçdaroğlu altlarından halıyı çekmiş galiba. Kılıçdaroğlu’nun Alevîliğini kullanacaklarından emindim, zâten kullanıyorlardı da. Onun Alevîlik konusunu hiç dile getirmiyor olması da onlar için daha elverişli bir silâh hâline geliyordu. Kılıçdaroğlu’nun gayet sâkin bir şekilde gençlere seslenerek başladığı videoda, “Ben Alevî’yim. Hâkk-Muhammed-Ali inancı ile yetişmiş samîmî bir Müslümanım” deyince birdenbire kalakaldılar. Bunun bayağı etkili olduğunu düşünüyorum. Bunu birazdan ayrıca konuşuruz. 

Meselâ bugün Kılıçdaroğlu Adıyaman’da depremde hayatını kaybedenlerin mezarlarını ziyâret ederken, dua okunduğu sırada birisinin kalkıp ona yönelik, “O Fatiha bilmez ki” demesinde de kesin Alevîliğine gönderme var. Seccâde olayı da öyleydi. Kılıçdaroğlu’nun Alevîlikle ilgili yaptığı çıkış… aslında bir çıkış da değil bu; gayet sâkin bir şekilde seslenerek yaptığı bu 3 dakikalık video, bütün oyunlarını bozdu ve gündemi belirledi. Ne dersin?

Kemal Can: Evet katılıyorum, kesinlikle öyle. Aslında “Kürtler” videosu ile bu, çok benzer, akraba şeyler. Senin dediğin çok önemli, bu bir çıkış değil aslında. Bu, Kürtler’e ya da Alevîler’e bir şey söylemiyor aslında. “Size şöyle bir şey yapacağız, sizi tanıyoruz, görüyoruz” değil. Bunu zâten bir realite olarak koyuyor… Bahçeli’nin yaptığı gibi ya da birilerinin iddia ettiği gibi bunun kimlik siyâsetiyle hiçbir alâkasının olmaması bu yüzden. Çünkü kimlik üzerinden bir şey yapmıyor; tam tersine, her iki videoda da kimlik üzerinden yapılan siyâsete çok net bir baraj koyuyor ve bağlamı tamâmen değiştiriyor. Dolayısıyla, aslında kimlik siyâsetinin kenarından onun alanına girerek konuşmak değil; tam tersine, bu alanı boşaltarak, bu alanı herkes için kullanılmaz hâle getiriyor.

Ruşen Çakır: Burada özellikle şunu vurgulayalım: Bence Ümit Özdağ da ters köşe oldu. Bu videoya yönelik Kılıçdaroğlu’na, “Türkiye’yi Lübnanlaştırmayın” dedi — ki hiç alâkası yok. Onun bile kalkıp böyle bir şey söylemesi… Yani pekâlâ görmezden gelebilirdi, destek vermese bile sessiz kalabilirdi. Bu da, gündeme hâkim olduğunu gösteriyor bence.

Kemal Can: Çünkü aslında Kılıçdaroğlu’nun Alevî videosunun sonunda söylediği, “ ‘Alevî olmaz’ diyen bu sisteme, ‘Doğru olan, dürüst olan, ahlâklı olan olur’ diyecek misin?” sözü, sâdece iktidâra yönelik bir gönderme değil aslında. Bunu çok açık bir biçimde biliyoruz ki muhâlefet cephesinde, “kazanacak aday – kazanmayacak aday” tartışması da, çeşitli zeminlerde Kılıçdaroğlu alerjisi konusu da, Kılıçdaroğlu’na neden muhâfazakâr seçmenin oy vermeyeceği iddiaları da, açık ya da örtülü, kimileri bunu fütursuzca söyledi, kimileri îmâ etti, kimileri örtük biçimde söyledi, ama bunu sadece iktidar yapmadı. Dolayısıyla “Alevî olmaz” meselesi daha genel bir şey. O göndermeden herkes nasîbini alıyor. Sâdece Ümit Özdağ ya da iktidar yandaşlarının düştüğü zorlu pozisyon değil, bir zamanlar dolaylı bir argüman olarak kullanmış herkese verilmiş bir cevap var burada. 

Ruşen Çakır: İYİ Partililer de var bunun içinde.

Kemal Can: Liste bayağı kabarık aslında, hiç öyle kısa bir liste değil. Bir de şöyle bir şey var: Bunu kullananlar, argüman olarak çeşitli tartışmaların parçası hâline getirenler var. Bundan samîmî olarak endîşe eden bir grup seçmen, bu tartışmaları bir biçimde ciddîye alıyordu. “İktidar sâhiden böyle bir şeyi istismar ederse, bu muhtemel bir seçim galibiyetini engelleyecek bir durum yaratır mı?” endîşesi. Bu tür istismarlar aslında şu varsayıma dayanıyordu: Bundan endîşe eden… bunu mesele eden değil, bundan rahatsız olan da değil; “Benim onun Alevîliğiyle ilgili bir endîşem yok. Ama birileri bunu kullanır, birileri öyle yapar” söylemini zâten çok duyuyorduk. Bu daha önce HDP ile, Kürtler’le ilişki meselesinde de yapıldı. Şimdi, hem verilen cevap hem verilen cevâbın etkileşimi ve yarattığı hava, bu iddiaların ve bu iddiaların köpürtmeye çalıştığı samîmî endîşelerin yersizliğini bize gösterdi. Muhâlefetin krizi sırasında bunu yaşamıştık bir kez: “Biz bir grup seçmenin ya da tabanın hassasiyetlerine göre davranıyoruz. Bizim bütün derdimiz seçmen” diyenlerin, seçmenden nasıl cevap aldığını gördük. Şimdi bu Alevî meselesini örtük biçimde konuşanların da, yarattıkları endîşenin, kendilerinin iddiaları kadar boş olduğunu gördük. Çünkü seçmen, tıpkı “Kürtler” videosunda olduğu gibi, hiç de endîşe ettiği bir şey olarak reaksiyon vermedi. Bu sadece Alevîler’in memnun oldukları için buna çok sarılmalarından değil. Ben etkileşimde, Alevî olmayan kesimden, çok daha güçlü biçimde bunun pozitif tarafına vurgu yapıldığını gördüm. 

Burada çok kritik bir şey var: Bu kavramın, bilinçli olarak sürekli yanlış kullanılan, yanlış kullanılmaya çalışılan, bir kısım insanın da bunu böyle kabul etmeye yatkın olduğu bir problemi de açığa çıkartmış olduğunu düşünüyorum. “Kimlik siyâseti” meselesi kavram olarak çok yanlış kullanılıyor. Kimliklerden bahsetmek, kimliklerin varlığını kabul etmek kimlik siyâseti değil.  Kimlik siyâseti, bu kimlikler üzerinden siyâseti yapmak, bunu bir siyâsî nesne hâline getirmek. Tıpkı “Amerika’daki siyahlar vardır” gibi. Ya da “Türkiye’de Kürtler vardır, Alevîler vardır” demek gibi. Bunu söylemenin kimlik siyâsetiyle bir alâkası yok; hattâ kimlik siyâsetinin tam karşısındaki bir pozisyon bu. Çünkü onları kendisiyle eşit bir kimlik olarak kabul etme hâli var. Bu bir kimlik siyâseti olarak etiketlenecek bir şey değil. Kimlik üzerinden negatif ya da pozitif ayrımcılık üreten ve o kimliklere göre insanların politik pozisyonlarını târif etmek kimlik siyâseti. Tam tersine, o uyduruk mahalle baskısıyla, “Ben buranın hâkim değerlerini temsil ediyorum. Benim değerlerime uymanız gerekir” diyenler kimlik siyâseti yapıyorlar. Hattâ çoğunluk olduğu iddiasıyla şunlar kimlik siyâseti yapıyorlar: “Bu kimliklerden bahsedilmesin. Eskiden Biz Alevî mi duyuyorduk? Eskiden biz Kürt mü biliyorduk?” demenin, sanki kimlik siyâsetinden uzaklaşma olduğunu iddia ediyorlar. Duymuyordun, çünkü o kimlik siyâseti yüzünden onlar kendilerinden bahsedemiyorlardı. 

Ruşen Çakır: Bir de, “Erdoğan’a dua etsin, onun sâyesinde Alevî olduğunu söyleyebiliyor” diyenler var.

Kemal Can: Bu aslında durumun ne kadar çarpıcı olduğunu gösteriyor.  İşin böyle bir tarafı var. Ben bunu birtakım televizyon yorumlarında da görüyorum. Hiç de iktidar yanlısı olmayan…

Ruşen Çakır: Televizyon seyrediyor musun?

Kemal Can: Televizyon, gazete, YouTube, neyse işte. Birtakım gazeteciler, hattâ araştırmacılar ve ne yazık ki bazı akademisyenler bile bu kimlik siyâseti meselesini, bu yaratılan çarpıtmadan çıkartarak ayakları üstüne oturtmak konusunda biraz sorunlu davranıyorlar. Dolayısıyla bu çok önemli bir şey. O istismar alanlarını ortadan kaldıran bir hamle olarak, Kılıçdaroğlu’nun, sâdece iktidârın elinden bir istismar enstrümanını almak değil, tam tersine bu zemini bu hâlinden çıkartmak… Bu, Kürtler konusunda, Alevîler konusunda da, yarın öbür gün kadınlar konusunda, belki başka çeşitli temsil grupları konusunda da aynı şeyi ortaya koyabiliriz. Bu kimliklerin varlığından bahsetmek, bu kimliklerin haklarından bahsetmek kimlik siyâseti değildir. Bunu mesele ederek, bunlar üzerinden politika kurmak kimlik siyâsetidir. Bunu istismar etmek ise, kutuplaştırma ve ötekileştirmenin en tehlikeli versiyonudur. 

Ruşen Çakır: Benim öğrendiğim, Kılıçdaroğlu ve kurmayları da bunun yarattığı etkiye bayağı şaşırmışlar. Belli ki bir şey hesaplayarak yapmışlar, ama onlar da bu etkiden çok mutluydular o anlamda. Bu konuyla ilgili yaptığım yayında “Bence Kılıçdaroğlu bunu çok daha önce yapmalıydı, ama şimdi yapınca da çok fonksiyonel oldu” dedim. Bir yıl önce bir vesîleyle “Ben Alevî’yim” demiş olsaydı, bu kampanyanın böyle bir silâhı olmayacaktı. Şimdi bu, aynı zamanda kampanyanın silâhı hâline geldi. Nitekim bugün Adıyaman’da yaşanan o olay, o kişinin “Bu Fatiha bilmez” diye provokatif söylemi, aslında tam da “Ben Alevî’yim” sözlerinin yarattığı etkiden rahatsızlığı gösteriyor. Kılıçdaroğlu’nun verdiği bir cevap var onu gördün mü bilmiyorum: Gayet sâkin bir şekilde, “Mezarlıkta acılı insan her şeyi söyleyebilir, yapabilir; acısına vermek gerekir. Benim hakkım varsa, ben helâl ediyorum” demesi de zâten olayı daha da katlıyor. Ben şöyle görüyorum: Gündemi belirliyor olmasını ve bunları yaparken de çok büyük lâflar etmeden, sâkin sâkin yapıyor olmasının verdiği büyük bir telâş var karşısındakilerde.

Meselâ Muharrem İnce bu konuda bir şey söyledi mi? Ben görmedim. Ümit Özdağ’ın Lübnanlaştırma meselesini söylemesi rahatsızlığı gösteriyor. Erdoğan henüz bir şey söylemedi; ama bugün Sultanahmet Camii’nde muhâlefeti yuhalatıp, “Bunları gömün” demesi bence ne kadar rahatsız olduğunu gösteriyor.

Kemal Can: Kılıçdaroğlu’nun bu iki videoda temas ettiği konular dışında senin söylediğin şey çok önemli: Üslûp meselesi. Kılıçdaroğlu bu videolarla ve yürüttüğü kampanyayla, aslında daha önceki dönemde de, çok belirleyici bir farkın altını her adımda çiziyor. O da çok temel bir yaklaşım, üslûp ve dolayısıyla da pozisyon farkı. Adım adım yürüyen bu şey bu videolarla birlikte iyice netleşti. Aslında, Kılıçdaroğlu’nun zaafı, eksiği diye düşünülen her şeyin –yumuşak başlılığı, yumruk vurarak konuşmaması, bağırıp kimseye tehditler savurmaması, en iddialı şeyleri bile, gerek kendiyle ilgili gerek ortaya koyduğu meselâ hesaplaşma iddiasından helâlleşme iddiasına kadar hepsinde bu üslûbu yerleştirmeye başlaması ve bu üslûbun kabul görmeye başlaması–, bunun bir yetersizlik değil, önemli bir fark olarak algılanmaya başladığı bir durum görüyoruz.

Bunun karşısında Babacan’a “Bebecan” diyen, muhâlefeti “gömmek”ten, sandıkları “patlatmak”tan bahseden, saldırganlık dozunu ve o saldırganlık dilinin tonunu iyice koyulaştıran Erdoğan karşısında, fark iyice açılıyor.

Ruşen Çakır: Halbuki Erdoğan’a kampanya için buldukları, meselâ “Doğru zaman, doğru adam, doğru adım” sloganları daha sâkin. 

Kemal Can: Ama tutamıyor kendini.

Ruşen Çakır: Zâten sorun da orada. Birileri pozitif kampanya yapmak isterken, Erdoğan olayı hâlâ negatiflik üzerinden koyuyor. Aslında sâdece Erdoğan değil, meselâ Muharrem İnce de bunu yapıyor. Muharrem İnce’nin şu anda doğrudan topluma söylediği ne var Kemal? Kılıçdaroğlu’nu eleştirmek, yok Sadullah Ergin olayı, yok Davutoğlu, yok “Seçim gecesi beni yalnız bıraktılar” meselesi… Aklına gelecek her şey var, ama doğrudan topluma seslendiği bir şey yok. Başkalarıyla kavga ederek bir şeyler yapıyor. Meselâ dün Sinan Oğan’la da bir yayın yaptım. Sinan Oğan da, “Birisi HDP ile, öteki HÜDA PAR ile ittifak yapıyor. Biz gerçek Türk milliyetçisiyiz” diyor sâdece. Yani kendilerini tanımlamaktan ziyâde, diğerlerini tanımlayarak gidiyorlar. Kılıçdaroğlu o farkı koyuyor.

Buradan Muharrem İnce meselesine de girmek lâzım biraz. Kılıçdaroğlu Muharrem İnce konusuna hiç girmiyor meselâ. Ekrem İmamoğlu ya da başkaları giriyor, ama o girmiyor. Mustafa Sarıgül bile adını vermeden Muharrem İnce’ye lâf ediyor. Ama Kılıçdaroğlu hiçbir şekilde onu karşısına alarak rahatsız edecek bir çıkış yapmıyor. Muharrem İnce’nin de sanki artık lâfları tükeniyor — karşılık almadığı için. Muhâlefeti, ama daha çok Kılıçdaroğlu ve CHP’yi eleştiren bir Muharrem İnce var. CHP’den ona bir reaksiyon gelmeyince, söylediği lâfların hepsiyle baş başa kalıyor sanki.

Kemal Can: Zâten, Erdoğan’ın, kendine kurulmaya çalışılan, sâdece pozitif değil ama pozitif öğeler de kullanan, böyle karma bir şey yürütemeyip, biraz durum da parlak olmayınca eski usûl bildiği yoldan yürüme gayreti bize şunu gösteriyor: Hep olduğu gibi, “Erdoğan alana çıktığında birdenbire dengeyi değiştirir ve böyle her hafta, son düzlükte yarım puan, bir puan ekleye ekleye toparlar” diye düşünenler var. Hani bir ara sessizliğine kerâmet atfedenler vardı. Şimdi de alanda oluşuna kerâmet atfedenlerin çok sonuç almadığını görüyoruz. Tam tersine çok önemli bir tablo ortaya çıktı. Evet, büyük oy hareketleri olmuyor, muhâlefet birdenbire böyle açık ara bir fark tablosu yaratmamış olabilir. Ama önceye göre çok önemli bir fark var: Artık neredeyse bütün araştırmalarda, iktidârın ve Erdoğan’ın bir üst sınırını görüyoruz. Eskiden, Erdoğan’ın üst sınırı hep açıktı. Yani uygulayacağı politikalarla, bâzen sertleşerek, bâzen ortalığı provoke ederek, bâzen vaatlerle, o üst sınır her zaman kapakları açık geniş bir alandaydı. Şimdi artık bir üst sınırı var ve üst o sınırı da neredeyse her araştırmada görüyoruz; onun üstüne çıkamıyor. Onun için de mümkün olduğu kadar öbür taraftaki problemlerle uğraşıyor, kendisinden bir şey koyamıyor. 

Söylediğin gibi diğer aktörlerin durumu da aynı şey. Bunu birkaç hafta önce de konuşmuştuk burada. Kılıçdaroğlu ve Erdoğan dışındaki adayların, Sinan Oğan ve Muharrem İnce’nin oluşturduğu köpüğün, seçime giderken yavaş yavaş düşmesi ihtimâlinden söz etmiştik. Hattâ ben, “Ne olacak da oyu artacak?” diye sorduğumu hatırlıyorum. Muharrem İnce’nin şu anda ölçülen oyu şu, bundan 3 hafta sonra niye daha fazlası olacak? Ne söyleyecek de daha fazla artacak?

Ruşen Çakır: Kılıçdaroğlu’nun çok büyük hatâ yapması olabilir.

Kemal Can: Şimdi bu olmadı. Tam tersine, biraz önce konuştuğumuz başlıklarda olduğu gibi, büyük patlamalar yaratmasa bile, en azından ne Kürtler’le temas ettiğinde büyük bir infial patladı, ne Alevî olduğunu söylediğinde büyük bir kıyâmet koptu. Tam tersine, sayısal karşılığını bilmiyoruz ama pozitif karşılıklar aldı.

Ruşen Çakır: Bu arada bir parantez açalım: Alevîlik meselesinde, İnce’ye atfedilen birtakım şeyler var biliyorsun. Her ne kadar bunları tevil etse de, CHP’ye, Kılıçdaroğlu’na yönelik birtakım lâfları var. 

Kemal Can: Genel başkanlık yarışı sırasında bunu açıktan kullandığı bir argüman bu. Kılıçdaroğlu’nun kimliği üzerinden değil de teşkilatta mezhepsel dengeler îmâsını kullandı.

Ruşen Çakır: Şimdi çok sayıda insan da, bunu son Alevî videosunun ardından yapıyorlar. CHP’deki Alevî varlığını abartma konusunda bir yarış var. Nihâyetinde insanları tanıyoruz; kimin ne olduğunu da az buçuk biliyoruz. Rakamlar filan söyleniyor, ama çoğu asparagas. 

Kemal Can: Evet. Şimdi bu durum bence birkaç nedenle, bu üslûp farkı ve bu üslûp farkının iki tarafının da kendi üslûplarındaki kararlılığı, sonuca giderken belirleyici faktörlerden biri hâline geliyor. Ben bunu hissediyorum ve “Kılıçdaroğlu’nun zaafı” diye görülen şeyin, onun avantajına dönüşmeye başladığında görüyorum. Bu sâkin, daha kendinden emin ve yüksek iddialar içeren, ama söylediği lâfı heyecanlı bir üslûba kurban etmeyen, söylediği lâfın ağırlığına bir ekstra ton eklemeden, lâfın ağırlığını taşıyarak konuşmaya çalıştığını ve tam da Erdoğan’ın kendini tutamayıp fıtratına uygun davranması gibi, Kılıçdaroğlu’nun da giderek kendi samîmî üslûbuyla bunu daha inandırıcı kıldığını görüyoruz. Hem Alevî videosundaki etkinin bu kadar büyük olmasında, evet, söylenen sözün, bağlamın, iyi seçilmiş cümlelerin etkisi var, ama geçen ve hissedilen bir samîmîyetin etkisi de var. 

Ruşen Çakır: Muharrem İnce meselesini biraz daha konuşalım. Geçenlerde Babala TV‘ye çıktı biliyorsun. 7 saatlik bir çekim olmuş. Kaydın fragmanı yayınlanınca kıyâmet koptu. İnce ile seyirciler arasında yaşanan gergin anlar gösterilmiş fragmanda. Hep agresif bir Muharrem İnce vardı. Daha sonra o 7 saatlik çekimin belli bir bölümünü yayınladılar, ama hiç kimse konuşmadı. Bu çok ilginç. Hani belki fragman bütün ilgiyi tüketmiş olabilir. Ama fragmanı izledikten sonra yayının bütününü izlemek herhalde kolay katlanılacak bir şey değildi. Bütün söylemini, tartışma, ayar verme, ârıza çıkartma üzerine kurgulamış bir siyâsetçi profili var. Kendini anlatmak yerine, diğerini anlatmak üzerine kurgulanmış bir şey. Belki onun da alıcısı vardır; ama sanki belli bir aşamadan sonra insanlar, “Çok güzel îtiraz ediyorsun da sen ne yapacaksın?” diyebilir, bunu bekliyor olabilirler. Tabiî çok kurgusal bir şeyden bahsediyorum. Çünkü ilk başta, tamam, çok güzel asıyor, kesiyor. İktidâra da, ama en çok muhâlefete yaptığı îtirazlar, “Helâl olsun” gibi bir karşılık buluyor. Ama sonra, seçilirse bu işi kiminle yapacağını hâlâ bilmiyoruz. Hâlâ ekibi yok. Daha önceki seçimde, ikinci turda açıklayacaktı ekibini. İkinci tur olmadığı için açıklayamadı. Şu hâliyle baktığımız zaman, bir ekip yok, varsa bile gizliyor; yine tek tabanca çıkıyor.

Kemal Can: Bence gizliyor. Teşkilâtları istifâ etmeye başladı. Partinin adayları bile istifâ etmeye başladı.

Ruşen Çakır: Onların çok önemli olduğunu sanmıyorum. 

Kemal Can: Önemli ya da önemsiz. Sonuçta, kendi başına, sâdece o performanstan ibâret bir siyâsî şey. Üzerine bir şey koyma iddiası yok ki sorgulanabilsin.

Ruşen Çakır: Ama insanlar bekliyor.

Kemal Can: Ben çok emin değilim. Aslında reaksiyonları yaratan biri değil Muharrem İnce. Oluşmuş, oluşması muhtemel reaksiyonların önüne geçerek bayrak kaldırmış biri. Yani kalabalığı denk getiriyorsunuz, kalabalığın önüne geçiyorsunuz. Bu, toplumsal hareketlerde böyle kontrolsüz kitle eylemlerinde çok görülür. Meselâ Fransa bunun örneklerinden biridir. Eğer uygun bir kalabalığı uygun bir yerde görür ve onların peşine takılabileceği iki sloganınız ve sözünüz varsa, birdenbire arkanızda bir kalabalıkla…

Ruşen Çakır: “Beni seven arkamdan gelsin” değil de, “Onları sevmeyen arkamdan gelsin” gibi.

Kemal Can: Evet öyle. Aslında o kalabalığın îtirâzının sözcüsüymüş gibi onların önüne geçen… Herkes, ağzının lâf yaptığı iddiasında; ama o lâfın da ne olduğu biraz tartışmalı. Dolayısıyla kendine bir alan târif etmiyor. Çeşitli rahatsızlıkları söylüyor. Arada bir “HÜDA PAR” diyor, ondan sonra “teröristlerle işbirliği” diyor, sonra başka bir şey diyor, “parti içi demokrasi” diyor. Peki, tamam, “Hangi önseçimle, nasıl bir demokrasiyle geldin o pozisyona?” sorusunun cevâbı yok. Ya da kendi partisinin teşkilâtı nedir? Ondan haberimiz yok. Bütün bunlar bir arada olduktan sonra, “Muharrem İnce bizi bize bir şey söylesin de biz de onun söylediklerine bakıp karar verelim” diyen bir seçmen olduğunu düşünmüyorum. Bir reaktif seçmenin önüne yerleşmiş ve o reaktif seçmeni taşıyabildiği ölçüde de o köpüğü kaç hafta götürebilirse götürebilecek bir aktörden bahsediyoruz.

Mesela 2002’deki Cem Uzan hâdisesiyle çok benzerlik kuruluyor. 

Ruşen Çakır: Genç Parti. 

Kemal Can: Evet. Ama orada şöyle bir fark vardı: 2002’de bu reaksiyonu oluşturan seçmen, önünde hiçbir seçenek olmayan ve herhangi bir biçimde bir kazanacak aktör… Yani bir tek, AKP kazanacak aktör olarak öne çıkartılıyordu, iktidar için hazırlanan bir unsurdu. Onun dışındaki herkes havluyu atmıştı. Zâten Erdoğan’ın %34’le kazanmasını sağlayan da buydu.

Ruşen Çakır: Ama şimdi Kılıçdaroğlu var.

Kemal Can: Evet, burada kazanabilme olasılığı olan bir aday var. Dolayısıyla, İnce ne kadar kızarsa kızsın, ne kadar tepki duyarsa duysun, buradaki inatçı kızgın kitlenin o kadar da büyük olduğunu düşünmüyorum. Ama anketlerde bu daha yüksek çıkabilir; çünkü reaksiyon belirten tercihler, sandığa göre anketlerde her zaman daha yüksektir.

Ruşen Çakır: İhtimal azalıyor ama ben, hâlâ İnce’nin adaylıkta çekilme ihtimâlinin olduğunu düşünüyorum. Eğer bir erimeyi çok net bir şekilde görür ve bunu geri çeviremeyeceği duygusu hâkim olursa, son dakika bir şey yapabilir diye düşünüyorum.  

Kemal Can: Bunun tek ölçüsü, kendisi için bir politik gelecek beklentisi varsa hâlâ, böyle bir hesâbı varsa, meselâ Mehmet Ali Çelebi ya da Metin Feyzioğlu gibi değilse, o zaman böyle bir şey yapmasının akıl kârı olduğunu düşünebiliriz. Çünkü hakîkaten artık nasıl sonuç alırsa alsın, isterse %15 oy alsın, de ki ikinci tura bıraktı seçimi, ne olacak politik olarak?

Ruşen Çakır: Seçimi ikinci tura bırakmış kişi olarak târihe geçecek.

Kemal Can: Bunun tam olarak politik zemini nedir? Ve üstelik bu, şahsî olarak yapabileceği bir şey. Partisinin, barajı aşıp Meclis’e milletvekili sokma olasılığını şimdiye kadar hiçbir araştırmada görmedim. Muharrem İnce’nin oyunu yüksek gösteren araştırmalar gördüm; ama Memleket Partisi’nin…

Ruşen Çakır: Bir ara onun da %7 civârında dolaştığını söyleyenler vardı. Bu oran da herhalde zamanla azalıyordur. Burada noktayı koyalım Kemal. Bayağı da konuştuk. 

Kemal Can: Evet. Bayram bayram bu kadar politika fazla zâten.

Ruşen Çakır: Evet, bu kadarı fazla oluyor. İzleyicilerimize çok teşekkür ederiz. Tekrar iyi bayramlar. Haftaya tekrar görüşmek üzere. 

Kemal Can: İyi bayramlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.