İsmailağa Cemaati’nin söylemlerine, mensuplarının yaşam şekillerine, giydikleri kıyafetlere ve mensuplarına verdikleri direktiflere baktığınızda, İsmailağa’nın “bu çağa en ait olmayan dinî yapı” olduğu hissine kapılıyorsunuz. Peki, gerçekten öyle mi? AK Parti ve Erdoğan döneminde tarikat ve cemaatlerde yaşanan siyasî ve sosyal dönüşümleri ele aldığım yazı dizisinin bu bölümünde, İsmailağa Cemaati’nin toplumla ilişkisini ve genç kuşaklara ne kadar hitap edebildiğini ele aldım.
Yıllarca merdiven altında varlığını sürdürmeyi başaran İsmailağa Cemaati, AK Parti iktidarında günden güne özgürleşti, şu an İsmailağa’nın faaliyetleri hem herkesin bilgisi dahilinde hem de yasak. Peki, İsmailağa kendisine verilen bu özgürlüğü ne kadar “iyi” değerlendirebildi?
Bu sorunun cevabını verebilmek için İsmailağa tarafından yürütülen faaliyetlere hızlıca göz atmak gerekiyor. Bugün, cemaatin faaliyetlerini dört temel kategoride incelememiz mümkün. Bunlardan ilki, camilerde, vakıflarda ve evlerde düzenlenen vaazlar/sohbetler. İkincisi, eğitim-öğretim faaliyetleri. Üçüncüsü ise tarikat faaliyetleri. Bir de elbette cemaate ait vakıf ve derneklerin sivil toplum faaliyetleri var ancak cemaatin içindeki sosyal kırılmaları anlamak için önemli olanlar ilk üçü.
İsmailağa Cemaati’nin kurucusu Mahmut Efendi aynı zamanda resmî görevli bir vaiz olduğundan hem Türkiye’nin hem de dünyanın dört bir yanında vaaz düzenlemeye oldukça önem veren bir isim. Kendisinin yetiştirdiği talebeler de onun yolundan gidiyorlar. Bugün İsmailağa mensubu birçok hoca, gerek camilerde, gerek külliyelerde, gerekse vakıf ve dernek binalarında birçok sohbet/vaaz düzenliyor. Bunların hemen hemen hepsine dileyen herkes katılabiliyor, tarikat mensubu olma şartı aranmıyor. Ayrıca, cemaatin yoğun olduğu mahallelerde, özellikle kadınlar arasında haftalık sohbetler de düzenleniyor.
İsmailağa’nın yürüttüğü eğitim-öğretim faaliyetleri ise oldukça karmaşık, bünyesindeki kursların çoğu bir hiyerarşik yapı içerisinde değil. Cemaatin binlerce kursundan sadece birkaçı İsmailağa Camii Vakfı’nın oluşturduğu ve hocalarını vakt-i zamanında Mahmut Efendi’nin belirlediği yapılar. Birçoğu ise İsmailağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı’nın bilgisi dahilinde olsa da yönetiminden ve işleyişinden vakıf sorumlu değil. Öyle ki, mahallesinde, çevresinde etkili olan her hoca, bir apartman dairesi tutarak yatılı bir kurs açmış durumda.
Bu kurslara gelen küçük yaştaki çocuklara çoğunlukla hafızlık, Arapça, temel dinî eğitimler verilirken, yaşı ilerleyenler “tekâmül” adı verilen daha üst düzey bir eğitim alıyorlar. Tekâmül eğitimi genellikle beş yıl sürüyor ve bu eğitimi tamamlayanlar İsmailağa’nın kurslarında hocalık yapmaya başlıyorlar. Ancak bu oturmuş bir sistem değil, daha kısa veya daha uzun eğitimler alan veya tekâmül eğitimi almamış olsa da kurslarda hocalık yapanlar mevcut.
En sınırlı faaliyet alanıysa tarikat faaliyetleri. İsmailağa’nın medreselerinde eğitim gören veya sohbetlerine katılan hiç kimseye tarikat dersi almak zorunlu tutulmuyor. Hatta, tarikat dersi almak isteyen herkese de ders verilmiyor. Önce ders almak isteyen ve verecek olan kişi istihareye yatıyor, eğer istiharede hayırlı bir sonuç çıkarsa kişiye tarikat dersi veriliyor. Tarikat dersi alanlar, her gün belirli zikirleri söylüyorlar. Kendilerine verilen zikri bir sene çektikten sonra da ders aldıkları hocalarına giderek yeni zikirlerini öğreniyorlar.
Toplumda bu faaliyetlere ilgi ne düzeyde?
İsmailağa’nın sohbetlerinin birçoğu herkese açık olarak yapılsa da genellikle bu sohbetlere yalnızca İsmailağa mensupları gidiyor. Örneğin, ilerleyen yazılarda izlenimlerime yer vereceğim İstanbul-Fatih’teki Yavuz Sultan Selim Camisi’nde her pazartesi kadınlar için düzenlenen vaaza cemaat mensupları dışında pek giden olmuyor.
Ancak Cübbeli Ahmet gibi teknolojiyi etkin bir şekilde kullanan İsmailağa hocaları, cemaat haricinde de geniş bir kitleye ulaşabiliyor. Başta Cübbeli Ahmet televizyona çıktığı için cemaatin hocaları tarafından oldukça sert bir şekilde eleştirilse de zamanla diğer hocaların da kendisinin yolunu takip ederek, yaptıkları sohbetleri sosyal medya hesaplarından yayınladıkları dikkat çekiyor. Ancak elbette ki cemaatin en medyatik kişisi hâlâ Cübbeli Ahmet.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Cübbeli Ahmet’in sohbetlerini televizyondan, YouTube’dan vb. izleyenlerin yanında HAYDER’in İstanbul’daki ve Bursa’daki binalarına giden de pek çok kişi var. Ayrıca Cübbeli Ahmet, bir zamanlar kanlı bıçaklı olduğu Marifet Derneği’yle arasını düzelttiğinden beri İstanbul-Beykoz’daki külliyede de sohbetler düzenliyor. Bir tanesine benim de gittiğim bu sohbetlere, İsmailağa’yla hiçbir ilişkisi olmayan, sohbeti eşinden dostundan duyarak gelen genç-yaşlı pek çok kişi oluyor.
Bu yönüyle, İsmailağa’nın geleneksel yapısı yeni toplum kesimlerine hitap etmekte zorlansa da çağa adapte olabilen hocalar ilgi çekmeyi başarabiliyorlar. Ancak televizyondan veya sosyal medyadan İsmailağa hocalarını izleyen ve zaman zaman sohbetlere giden insanların büyük bir kısmının İsmailağa’ya ilgisi cemaat mensubu olmalarıyla sonuçlanmıyor. Bu kesim için sohbet dinlemek, yalnızca sıradan bir dinî aktiviteye katılmaktan ibaret.
İsmailağa kurslarına kim gidiyor?
İsmailağa’nın kurucusu Mahmut Efendi, çocukların resmî eğitim-öğretim kurumlarına gönderilmesine son derece karşı. Kendisinin bu karşıtlığının iki sebebi var: Resmî eğitim-öğretim kurumlarında karma eğitim veriliyor olması ve derslerde Allah’ın öğretilmiyor oluşu.
Mahmut Efendi aslında hem erkek çocuklarının hem de kız çocuklarının okula değil de medreseye gönderilmesini tavsiye ediyor. Ancak elbette ki hem Mahmut Efendi’nin hem de cemaat mensuplarının kız çocuklarının okula gönderilmesine karşı bakış açısı daha olumsuz. Cemaat mensubu bazı aileler, erkek çocuklarını haramdan sakınmalarını öğütleyerek, “rızık sahibi olsun” diye okula gönderirken, kız çocuklarını zaten böyle bir misyona sahip olduklarını düşünmediklerinden medreseye gönderiyorlar.
Ancak ortaokul düzeyinde, imam-hatiplerin açılması ve bu eğitim kurumlarında karma olmayan eğitimin de verilmeye başlanması, cemaat mensuplarından bazılarının çocuklarını okula göndermesine neden olmuş durumda. Cemaat mensubu aileler, imam hatiplerde verilen eğitimi yeterince iyi bulmasa da yine bilhassa erkek çocuklarını, “Resmî bir diploması olsun” diyerek imam-hatiplere gönderebiliyor. Kız çocuklarını ise imam-hatipe göndermek konusunda da pek istekli değiller. Ancak okumak konusunda dirençli olan kız çocuklarından bazıları ailelerini ikna ederek kendilerini imam-hatiplere yazdırabiliyor.
Ayrıca, 15 Temmuz sonrası Türkiye’de yaşananlar da bazı cemaat mensuplarının gözünü korkutmuşa benziyor. Normalde çocuklarını medreselere gönderen bazı isimler, 15 Temmuz’dan sonra başlarına bela almamak için bu tutumlarından vazgeçebiliyorlar. Cemaatte yaşanan bu dönüşüm, İsmailağa’nın yapısında da bazı değişimlere neden olmuş gözüküyor. Örneğin, cemaatin geçmişte tüm medreseleri, kursları yatılıyken, artık çocukların yalnızca okul çıkışı gidebilecekleri kurslar da açılmaya başlanmış durumda.
Bu noktada pek çok kişinin aklına medyaya yansıyan tarikat yurtlarında taciz ve şiddet haberlerinin cemaat mensuplarını nasıl etkilediği sorusu geliyor. Cemaate mensup pek çok kişi medyaya tarikatlarıyla ilgili yansıyan haberlerin gerçekleri yansıtmadığını söyleyerek, “adaletin tecelli etmesi” için dua ediyor. Örneğin, cemaat mensubu pek çok isim Hiranur Vakfı olayının gerçek olmadığını düşünüyor. Olaya ilişkin iddianameyi okuyan, medyadan haberleri takip eden azınlık bir kesim ise yaşananların münferit olaylar olduğunu, tüm cemaate mâl edilmemesi gerektiğini savunuyor. Fakat bu haberler nedeniyle çocuğunu medreseye/kursa göndermekten vazgeçen yok gibi görünüyor.
İlkokul ve ortaokul seviyesinde cemaatin kurslarına gönderilen çocuklar elbette ki cemaat mensubu ailelerin çocukları oluyor. Cemaat mensuplarından bazıları çocuklarını “okuma yazma öğrensin” diyerek yalnızca ilkokula gönderdikten sonra, bazıları da okula dahi kaydettirmeden bu kurslara gönderiyor.
AK Parti iktidarının ilk yıllarında, henüz bu yapılara bu kadar alan açılmamışken çocuklarını okula göndermemeleri kendilerine problem yaratmasın diye tanıdık okul müdürleriyle yapılan anlaşmalara ise artık pek gerek kalmamış gibi görünüyor. İlkokulu bitirdikten sonra bu medreselere gönderilen bir genç kız, “Yıllarca ortaokulda kaydım vardı ama kimse sen neden gelmiyorsun diye sormadı” diyor.
Üniversiteyi bırakıp İsmailağa medreselerine giden gençler
Ancak iş lise-üniversite seviyesine geldiğinde biraz değişiyor. İsmailağa’nın verdiği ileri düzey İslamî eğitimlere karşı farklı toplum kesimlerinin ilgisi çok yüksek. Çocukluklarını İsmailağa kurslarında geçiren kesimin yanında, hayatının hiçbir döneminde İsmailağa’yla ilgisi olmamış birçok genç de İsmailağa’nın yatılı medreselerine gidebiliyor. İsmailağa medreselerine gelenlerin bir kısmı daha sonra cemaat mensubu olurken, bazıları ise bu yurtlarda kalmakla birlikte, İsmailağa’yla olan ilişkilerini yalnızca eğitim faaliyetleri üzerinden kuruyor.
Ailesi İsmailağa mensubu olmamakla birlikte, İsmailağa’nın medreselerine giden gençlerin, buralara gitme nedenlerini incelediğimde çok farklı hikâyelerle karşılaşıyorum. Ancak bu gençleri üç temel kategoriye ayırabilirim:
1- Kursa ailesi cemaat mensubu olmadığı halde gelen gençlerin bir kısmı, örgün eğitime dahil olmayan, eğitim hayatları ya sonlanmış ya da açık öğretimde devam eden kişiler. Bu gençlerin bazılarının örgün eğitimden kopması 28 Şubat nedeniyle olurken; bazılarının parlak bir öğrenci olmaması veya ailevi sorunları nedeniyle olmuş. Örgün eğitime devam edemeyen gençler, eğitim-öğretim ihtiyaçlarını İsmailağa’nın kurslarında karşılamaya karar vermişler.
2- Bazıları da lise eğitimini tamamlamış, üniversite eğitimine devam eden, ailesinin meslek sahibi olmasını beklediği kişiler. Kimileri hemşirelik, kimileri bilgisayar mühendisliği okuyor. Bu kişiler, üniversitede İsmailağa Cemaati’yle tanışıp çarşaf giymeye ve medreselerde İslamî eğitim almaya başlıyorlar. Bu gençlerin pek çoğu, çarşaf giymeyi hep istediklerini, çarşaf giyenlere hep özendiklerini dile getiriyorlar. Aileleri, çocuklarının bu tercihlerine şiddetle karşı çıkıyor ancak onları vazgeçiremiyor.
3- Sonuncusu ise İslamî eğitim almak isteyen ancak ilahiyat fakültelerini bu konuda yetersiz bulan kesim. Bu kesim, lise eğitimini imam-hatipte veya başka eğitim kurumunda tamamlayan ve İslamî ilimler konusunda ihtisas yapmak isteyen gençlerden oluşuyor. Ancak ilahiyat fakültelerinde verilen eğitimi yeterli bulmadıklarından İsmailağa medreseleri onlar için bir tercih sebebi olabiliyor.
Cemaat mensubu ailelerin çocukları, cemaatle ilişkilerini devam ettiriyor mu?
Cemaatin kurslarında erken yaşta giden çocuklardan bazıları, ailelerini bir şekilde ikna ederek buralardan ayrılabiliyorlar. Ancak ailelerinden bunu talep eden çocukların sayısı çok fazla değil. Çoğu ilkokula dahi gitmeyen bu çocuklar, İsmailağa dışında bir dünyadan haberdar değiller. Teknolojinin gelişmesi ve sosyal medyanın yaygınlaşması onların dış dünyayla iletişimini bir nebze arttırsa da hayatlarında hiçbir zaman bulunmadıkları ve hocaları tarafından sürekli şeytanlaştırılan eğitim kurumlarına gitmeyi, iş yerlerinde çalışmayı hedeflemeleri pek mümkün değil.
Zaten kurslardan ayrılan çocukların çoğu da eğitim hayatlarına devam etmeyi amaçlayarak değil; kurslardaki disipline, katılığa ve bazen şiddete katlanamadıkları için ayrılıyor. Bu çocuklar açık öğretimden eğitim hayatlarına devam etseler de üniversite okumaları -özellikle kız çocuklarının- pek mümkün olmuyor. Çünkü üniversitelerde karma eğitim veriliyor ve ailelerinin kendilerine bu konuda müsaade etmeleri çok zor. Yalnızca azınlık bir kesim, ilahiyat fakültelerinde eğitimlerine devam edebiliyor.
Daha ileri yaşlardaki gençler için de çocuklarla benzer bir durum söz konusu. Gençlerde de cemaatten ayrılma konusunda büyük bir talep yok. Yıllarca cemaatin yurtlarından başka bir dünyayla karşılaşmayan gençlerin hedefleri, genellikle cemaatin medreselerinde hocalık yapmak ve evlenmek oluyor.
Ancak özellikle başörtüsü yasağının kalkması, imam-hatiplerin açılması bazı gençlerde dışarıdaki hayatın da kendileri için bir ihtimal olabileceği hissini uyandırıyor. Hocalarının tüm düşmanlaştırmasına rağmen eğitim almak ve çalışmak istiyorlar. Bu gençler, aileleriyle bağlarını koparabildikleri ölçüde hayatlarına yön verebiliyorlar. Ancak ellerinde hiçbir resmî diploma olmayan bu gençlerin hayatlarını tek başlarına idame ettirerek aileleriyle bağlarını koparmaları oldukça zor.
Bu nedenle özellikle genç kızlar için cemaatten ayrılmanın tek yolu evlilik olabiliyor. Pek çok genç kız, cemaat mensubu olmayan bir erkekle evlenerek İsmailağa’dan ayrılmayı umuyor. Örneğin konuştuğum kadınlardan biri, babasının kendisini cemaat mensubu biriyle evlendirmesine yıllarca direndiğini, sonunda cemaat mensubu olmayan biriyle evlenerek çarşafını çıkardığını anlatıyor.
Gelecekte İsmailağa’yı ne bekliyor?
Başta İsmailağa için “bu çağa en ait olmayan dini grup” tabirini kullanmıştım. İsmailağa’nın dışarıdan böyle gözükmesi, onları genç kuşaklara en az hitap edebilen cemaat yapmamış gibi görünüyor. İsmailağa sınırlı da olsa hâlen gençlerin ilgisini çekebiliyor, onlara hitap edebiliyor. Ayrıca İsmailağa’dan daha “modern” cemaatler, sosyal hayatla içli dışlı olmaları nedeniyle gençleri ellerinde tutamazlarken; İsmailağa’nın toplumdan bir o kadar soyutlanmış yapısı, gençlerini kendilerine mahkûm bir hâle getirmelerine neden olabiliyor.
Ancak kurslarına baskınlar yapıldığı, mensuplarının tutuklandığı bir konjonktürden, ülkenin cumhurbaşkanına telefonla ulaşabildikleri, faaliyetlerine herkesin göz yumduğu bir konjonktüre geçtiklerini düşündüğümüzde, İsmailağa’nın kendisine tanınan imtiyazlardan yeterince faydalan(a)madığını da söylemek gerekiyor. Yani, başlıkta sorduğum, “Erdoğan, İsmailağa Cemaati’nin cenazesini mi kıldı?” sorusunu ne “evet” ne de “hayır” diye cevaplamak mümkün.