Erdoğan iktidarında tarikat ve cemaatlerin serüveni (10) | Yavuz Sultan Selim ve İsmailağa camilerindeki vaazdan izlenimler: Dışarı çıkmayın, alışverişe gitmeyin, roman okumayın

İsmailağa Cemaati, her pazartesi sabahı Yavuz Sultan Selim Camisi’nde kadınlar için sohbet düzenliyor. Sohbet, İsmailağa Camisi’nden de canlı olarak dinlenebiliyor. Bir pazartesi sabahı ben de İsmailağa kadınları gibi simsiyah giyinerek sohbete gittim. “Erdoğan iktidarında tarikat ve cemaatlerin serüveni” başlıklı yazı dizimizin bu bölümünde, sohbetten izlenimlerimizi aktardık.

İsmailağa Cemaati’ne mensup kaynaklarımdan her pazartesi sabahı Yavuz Sultan Camisi’nde kadınlar için sohbet yapıldığını öğrendim. Bunun üzerine bir pazartesi günü ikindi saatlerinde Fatih-Çarşamba’ya gidip biraz etrafı turladım, Yavuz Sultan Selim Camisi’ne girdim. Ancak namazı saati olmadığından içeride çok kimse yoktu. Ben de oradan ayrılıp 5-10 dakika uzaklıktaki İsmailağa Camisi’ne gittim. Kaynaklarım, Yavuz Sultan Selim Camisi’nde yapılan dersin, İsmailağa Camisi’nden de dinlenebildiğini söylemişlerdi. Ancak sohbet çoktan bittiğinden orası da sakindi.

Ertesi hafta pazartesi sabahı sohbeti dinlemek için Yavuz Sultan Selim Camisi’ne gitmeye karar verdim. İsmailağa Cemaati’nde kadınlar siyah çarşaf giydikleri ve beni tam olarak nasıl bir ortamın beklediğini bilmediğim için, baştan aşağı siyah giyinip, siyah başörtüsü taktım. Camiye vardığımda saat 09:30’u geçiyordu. Kadınlar camiyi çoktan doldurmaya başlamıştı. Bazıları -özellikle de genç olanlar- camiinin avlusunda oturup sohbet ediyorlardı. Bense, içeri geçip arka sıralarda bir yere oturdum.

Cami dolmaya devam ediyordu. Gelen kadınların birçoğu siyah çarşaflıydı, çarşaf giymeyen kadınlar ise genellikle siyah pardösü giymiş ve siyah başörtüsü takmışlardı. Camide siyah renk dışında giyinen en fazla bir-iki tane kadın vardı. Kadınlar çarşaf giymiş olsalar da yüzlerinin görünen kısımlarından yaşlarını tahmin edebiliyordum. Sohbetteki çoğunluğun ileri yaşlı kişiler olmasını beklesem de hemen hemen her yaştan kadın vardı, hatta “Genç yaştakiler çoğunluktaydı” demek yanlış olmaz.

Camide sohbete anneleriyle beraber gelen pek çok çocuk da mevcuttu. Çok küçük yaştaki çocuklar, 6-7 yaşlarına kadar olanlar diyebiliriz, genelde bandana takarken 11-12 yaşlarındaki çocuklarsa başörtüsü takıp uzun elbiseler giymişlerdi. Yaklaşık 15 yaşlarını geçtiklerini tahmin ettiğim genç kızlar ise çarşaf veya siyah pardösüler giymişlerdi. Camide çok küçük yaşlardaki erkek çocuklar da mevcuttu, içlerinden bazılarına şalvar giydirilip, fes takılmıştı.

Saat 10:00 olduğunda sohbeti veren hoca Salih Topçu camiye geldi ve minbere çıkarak sohbete başladı. Kadınlarsa camiye gelmeye devam ediyordu. Camiye girdiğimde en arka sıralara oturmuş olsam da caminin dolmasıyla beraber, onlarca kadınların ortasında kaldım.

Salih Topçu sohbete Ramazan’a dair bazı tavsiyeler vererek başladı. Çünkü camide Ramazan ayının ilk pazartesi sohbeti yapılıyordu. Ardından Allah yoluna baş koymanın önemi, tarikata ve tarikat şeyhine bağlılığın gerekliği gibi konularda konuşmaya başladı. Sohbette, Mahmut Ustaosmanoğlu’nun tercüme ettiği “Risale-i Kudsiye” isimli kitap okunuyordu. Topçu bir veya birkaç beyit okuduktan sonra o beytin açıklamasını yapıyor, hadis ve ayetlerden örnekler vererek kadınlara öğütlerde bulunuyordu.

Etrafımdaki kadınların bazıları sohbeti ellerindeki defterlere not alarak dinliyorlardı. Ben sohbette not almanın garip kaçabileceğini düşünerek yanıma kâğıt-kalem almamıştım. Bu yüzden pişman olsam da Topçu’nun söylediklerini zihnime not etmeye çalıştım. Bir müddet sohbeti dinledikten sonra fotoğraf çekebilmek için oturduğum yerden kalkarak, sağ arka tarafa, cam kenarının yanına geçtim.

Biraz önümde pardösülü, pantolon giymiş, siyah bir şal takmış genç bir kadın oturuyordu. Yanında 7-8 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kız çocuğu vardı. Kız, bir not defterine resimler çizerek annesine gösteriyor, annesi de kıza sıradaki resminin ne olması gerektiğini söylüyordu.

Kadına yaklaşıp, “Bugün İsmailağa Camisi’nde de ders yapılıyor mu?” diye sordum. Kadın bilmediğini söyledi. Biraz zaman geçince telefonundan, bir çevrimiçi alışveriş sitesine ait linkleri arkadaşına göndermeye başladı. “Sanırım cemaatte çok eski biri değil” diye düşündüm. Çünkü diğer kadınlar ders sırasında telefonlarını asla ellerine almıyorlar, ben aldığım zaman da bana tuhaf bakışlar atıyorlardı. Kadına başka sorular sormak istesem de benimle konuşmaya çok istekli gözükmediği için vazgeçtim.

Karşımda 15 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim çarşaflı bir genç kız uyukluyordu. Bu sırada Topçu, Allah’a iman-tarikata bağlılık gibi meselelerden günlük hayata ilişkin konulara geçmişti. Dinde aşırılığa gitmenin öneminden, yalnızca farzları yerine getirmenin yetersiz olduğundan bahsediyordu. Bunu tesettüre bağlıyor, kadınlara tesettürlerinde aşırıya gitmeleri gerektiğini öğütleyerek, “Dinde aşırılığa kaçmak doğru olmasaydı, şehitlik diye bir mertebe olmazdı” minvalinde cümleler kuruyordu.

Zaman zaman kadınları “Uyumuyorsunuz değil mi?” diye uyaran Topçu, kadınlara genellikle “çocuklar”, bazen de “hanımlar” olarak hitap ediyordu. O sırada dışarı çıkarak avludan görüntü almaya karar verdim. Dışarı çıkarken, caminin kapısında telefonuma kaydettiğim cümleler şunlardı: “Eskiden hak ve hakikatin düşmanı tesettürsüz kadınlardı, şimdi dindar-tesettürlü kadınlar bunu yapıyor. O tesettürü lanetliyorum.”

Avluda daha çok bebekli kadınlar dolaşıyor, sohbeti avludan dinliyorlardı. Camiye girerken gördüğüm genç kızlar içeriye girmemişlerdi, bazıları aralarında sohbet etmeye devam ediyordu. Ben de bir köşeye geçip biraz video çektikten sonra başka bir genç kadınla konuşmaya başladım. Ona da sohbete girmek için aynı soruyu sordum: “İsmailağa Camisi’nde de sohbet var mı, biliyor musunuz?” Kadın, bana “İlk defa mı geliyorsunuz?” diye sordu. “Evet” deyince ise, “Evet, orada da sohbet yapılıyor, gidip dinleyebilirsiniz” dedi, ardından yanımdan uzaklaştı.

İsmailağa Camiisi’ne yürüdüm. Küçük bir cami olsa da oldukça doluydu. Hatta bazı kadınlar merdivenlere oturarak dersi dinliyorlardı. Ben üst kata geçerek bir kenara oturdum. Topçu, kültürlü olmak için okunan kitapların zararından, onların medreselere -evlere de medrese diyor- sokulmaması gerektiğinden bahsediyordu. Benzer şekilde, “moda” denilen şeyin “gâvur icadı” olduğunu anlatıyor, “Para verip gavurun paçavrasını alıyorsun. Neymiş, iç giyinmiş, dış giyimmiş” gibi ifadeler kullanıyordu.

Daha sonra da hevaya (nefis) uymanın kötülüğünden bahsetmeye başladı. Kadınlara dışarı çıkıp çarşı-pazar gezmenin ve hatta parka-bahçeye gitmenin sakıncalarından bahsediyordu: “Dışarıda çıkıp oturmayın. Otobüste de oturuyoruz demeyin, o bir zaruret. Neymiş, parka gidip hava alalım, havanı alırsın! Ben gidiyorum parka oturuyorum, başkasının hanımı da oturuyor, olur mu öyle? Bizim de parkta işimiz yok, sizin de yok. Sizin hiç yok. Evlerinizde oturun, medreselerinizi (ev) sevin.”

Yanımda genç bir kız oturuyor, dersi dinlerken neredeyse duyduğu her şeyi elindeki not defterine yazıyordu. Kendisine sohbeti verenin kim olduğunu sordum. Pazartesi günleri istisnalar dışında Salih Topçu’nun sohbet verdiğini söyleyip, sohbete ilk gelişim mi olduğunu sordu. İlk defa geldiğimi söyleyince, kendisinin de cemaate sonradan katıldığını söyledi. Ben de ona kendi hikayesini sormaya başladım.

Genç kızın telefonuma not ettiğim hikayesi şöyle: “Anadolu’da bir şehirde* hemşirelik okuyordum. O zaman İsmailağa Cemaati’yle tanıştım. Hep çarşaf giyenlere özenirdim zaten. Medreseye gitmek istedim. Burada Salih Hoca’nın sohbetleri bana çok iyi geldi, çok sevdim. İlk başlarda ailem çok karşı çıktı ama onları ikna ettim. Buradaki (Fatih) İsmailağa Medresesi’nde okuyorum. Ailem ilk başlarda karşı çıksa da şimdi annem ‘10 çocuğum olsa, hepsini de medreseye veririm’ diyor.”

Beni meraklı görünce, o da bana sormaya başladı. Galatasaray Üniversitesi’nde okuduğumu, sohbeti bir arkadaşımdan duyarak camiye geldiğimi söyledim. Bana “umarım kurtulursun” gibi bir bakış atarak, “İstersen medreseye de gelebilirsin, ben de aynı yolardan geçtim” dedi ve telefon numaramı istedi. Bir süre yalnızca sohbetlere gelmek istediğimi söyleyerek bu talebini geçiştirdim.

Ben sormaya devam ettikçe o da anlatmaya devam etti. “Genelde ailesi cemaat mensubu olan kişiler mi medreseye geliyor?” diye sordum. “Hayır” dedi ve ailesi ve hatta kendisi cemaat mensubu olmayan pek çok kişinin de medreseye gelerek eğitim aldığını, eğitim almak için cemaate katılmanın bir zorunluluk olmadığını söyledi. Üniversiteyi bırakarak medreseye gelen başkalarının olup olmadığını sorunca ise, çok fazla olduğunu belirterek, “Benim gibi başka hemşireler, hatta mühendisler bile var” dedi.

O sırada ders devam ediyordu. Yavuz Sultan Selim’e göre daha rahat bir ortam olduğu için telefonumu çıkararak dersle ilgili notlar almaya başladım. Topçu, kinin ve hasetin zararlarından bahsederek, Hazreti Adem’in oğulları Habil ile Kabil arasında yaşananlara ilişkin bir kıssa anlattı. Daha sonra ise sohbetin başında olduğu gibi yine dinde aşırılığa kaçmanın neden iyi bir şey olduğunu vurgulayarak, konuyu bu sefer tesettür üzerinden değil de “gâvurlar” üzerinden örneklendirdi:

Kafirler batıllarına körü körüne bağlı. Biz de son derece bağnaz, tutucu ve dar kafalı olacağız. Kafir ne diyor? Biz ilkelerimizi sonuna kadar yaşatacağız diyor. Batıllarına ne kadar bağlılar. Biz de hak ve hakikatimize çok bağlı olacağız. Bağnaz o demek. Gâvurdan ders alın!”

Sohbet gâvurlar üzerinden devam etti. Müslüman toplumlardaki gâvurların, kafirlerden daha tehlikeli olduğundan bahseden Topçu, “Bu ezanın altında, bu kubbelerin altında yaşayıp da nasıl bu kadar gâvur olabiliyorsun?” diye sordu ve ardından sohbetin sonuna gelindiğini söyledi.

Ancak sohbeti bitirmeden namazlardan sonra okudukları bir duadan bahsetti ve duanın kaynağının ne olduğunu soranları eleştirerek, “Bize meşayihten öyle geldi. Kaynak soruyorlar. Kaynak Hoca Efendi (Mahmut Ustaosmanoğlu) işte. Bizi şüpheye düşürmek için bunlar soruluyor. Kitapta yazınca kaynak oluyor da efendi hazretleri söyleyince neden olmuyor?” dedi.

Bu sözlerden sonra sohbet sona erdi. Yanımdaki genç kız “Tanıştığıma memnun oldum, umarım yeniden görüşürüz” derken, ben de gülümseyerek kafamı salladım ve camiden ayrıldım.

*Editör notu: Güvenlik gerekçesiyle şehrin ismi yazılmamıştır.

Yarın: Mahmut Efendi Camisi’nde düzenlenen Cübbeli Ahmet sohbetinden izlenimler

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.