14 Mayıs seçimlerine Yeşil Sol Parti çatısı altında giren Halkların Demokratik Partisi (HDP), parlamento seçiminde umduğu oy oranı ve milletvekili sayısını yakalayamadı.
Neden böyle oldu?
Ruşen Çakır ve araştırmacı Reha Ruhavioğlu tartışıyor.
Yayına hazırlayan: Cenk Narin
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Araştırmacı Reha Ruhavioğlu’yla Kürt siyâsî hareketinin seçimlerden nasıl çıktığını konuşacağız. Reha, merhaba.
Reha Ruhavioğlu: Merhaba Ruşen Bey, iyi günler!
Çakır: Şimdi, Perspektif’te çok önemli bir yazı kaleme aldın, “Kürt siyâseti için hasar tespit raporu” diye. Biz de bu yayının başlığına aynen olduğu gibi aldık, gerçekten çok önemli. İzleyicilerimiz için bunun üzerinden bir geçelim. En önemli husus tabiî ki rakamlar. Rakamlara baktığımız zaman, HDP’nin son aldığı oylara göre bir gerileme var –ki aradan onca zaman geçti, seçmen sayısı arttı vs.–; HDP hem oran olarak hem rakam olarak geriledi, değil mi? Bunu nasıl özetlersin? Daha sonra nedenlerine gelelim.
Ruhavioğlu: Yani söylediğiniz gibi geçen seçim örneğin HDP 5 milyon 800 bin oy almış. Oy oranlarını bir kenara bıraksak bile, bu seçim ittifâkın toplamı 5 milyon 700 bin oy almış. Şimdi, TİP’in iddiası, HDP havzası dışından da oy alabildiği. Dolayısıyla onu dâhil etsek de, yani TİP’in aldığı bütün oyu 2018’deki HDP’den gelen oy olarak kabul etsek bile, arada 100 binden fazla bir fark var. Şimdi Türkiye’de bir de şöyle bir manzara var: İlk kez oy kullananlarda ciddî bir artış var. Ölenler, yeni gelenlerle birlikte net artış yaklaşık 5 milyon. Bu 5 milyonun içinde 1 milyon 250 bin ilâ 1,5 milyon Kürt genç olduğunu varsayıyoruz. Kürt gençlerde bir oy verme eğilimi var. Dolayısıyla bu rakamlara göre HDP’nin yerinden kıpırdamasa bile 6,5 milyon oy gibi bir oy alması gerekiyordu. Ancak HDP’nin kendi aldığı oy dörtte bir oranında azalmış görünüyor. Dolayısıyla ortada Kürt siyâseti açısından, önceki bütün performansları bir kenara koyarak, yani devletin baskısı, HDP’nin kapatılması gibi bütün meseleler ayn’ı kalmakla birlikte, Kürt siyâseti açısından bir başarısızlık durumu söz konusu. Yani genel başkanlar bunu, “Ortada bir başarı vardır diyemeyiz” diye açıklıyorlar; ama biz dışarıdan bağımsız gözler bunu bir başarısızlık olarak açıklayabiliriz.
Çakır: Peki bu kimin başarısı, yani seçmen kime gitti? Meselâ daha önce birtakım araştırmalarda, bölgede CHPnin ikinci parti, daha doğrusu seçmenin ikinci partisi çıktığı söyleniyordu. Bölgede Kürtler’de CHP çok büyük bir çıkış yakalayabildi mi?
Ruhavioğlu: CHP bölgede tam beklenen çıkışı yakaladı aslında. Çünkü biz CHP’nin oylarını 2018’e kıyasla yaklaşık 3,5-4 kat buluyorduk ve böyle aldı. Ve örneğin Diyarbakır’da milletvekilliği çıkarmaması artık sürpriz olur diyorduk, çıkardı. Çıkarmadığı illere baktığımızda, örneğin Van’da, CHP milletvekilliğini yaklaşık 300 oyla kaybetmiş. Yani kamuoyu araştırmalarındaki “CHP orada bir vekil çıkarıyor” bulgusunu aslında çok da yanlışlayan bir şey değil bu. Yurtdışı oyları vs., 200-300 oyla bir kayıp var. Diğer taraftan biz seçim öncesi zâten HDP’de bir kayıp olduğunu bulguluyorduk. Bunu kamuoyuna açıklamasak da, ilgili aktörler bizim araştırmalara erişip görebiliyorlardı. Şimdi Türkiye’de özellikle Kürt illeri için konuşacak olursak, 7 Haziran 2015’ten bu yana düzenli bir düşüş var HDP oylarında. Yani işler nasıl değişirse değişsin HDP’nin oyu bölgede düşegelmiş 7 Haziran’dan bu yana. Zaman zaman baraj riski sebebiyle Türkiye’nin batısından bir stratejik oy desteği gelmiş. Örneğin 2018’de HDP bölgede oyunu düşürürken, Türkiye genelinde oyunu 1 Kasım’a göre artırmıştı. Sandık bazlı analizlere bakıyoruz, nereden gelmiş bu oylar? Örneğin bu oylar Ardahan-Damal gibi, yani CHP’li Alevî demografinin güçlü olduğu yerlerde artmış. Diğer taraftan Türkiye’nin batısında Kadıköy, Beşiktaş gibi CHP’nin daha yüksek olduğu yerlerden gelmiş. Yani bir baraj desteği olduğunu görüyoruz. Onu işin içinden çıkardığımızda, sürekli azalan bir oy dinamiği var. Bunu tek bir faktörle açıklamak zor. Ama son tahlilde şöyle bir ironik sonuca varmak mümkün: Kürt siyâseti dediğimiz ve Kürtler dediğimiz şeyin bir direniş geleneğinden ve çarpışa çarpışa var olma geleneğinden geldiğini kabul ediyoruz. Ama diğer taraftan da şöyle bir hakîkat var: Kürt siyâsî hareketi, Türkiye’de çatışmanın çarpıtmanın değil; uzlaşının, demokratik ortamın en geniş olduğu zamanda aslında sıçrama yapabilmiş. Dolayısıyla “Çarpışa çarpışa yürüdüğünüzde Kürt gelir partinin etrafında kümelenir” görüşü aslında bir çeşit yanlışlanmış oluyor. Kürt, daha demokratik, daha geniş, daha Kürtlüğün Türkiye’de devlet eliyle de meşrû kabul edildiği ve kriminalize edilmediği bir ortamda aslında Kürt partisine daha rahat kanalize olabiliyor. Onun dışında devlet baskıladığında o da biraz geri çekiliyor. Tabiî burada sâdece devletin sorumluluğu değil, ben bütün bu faktörleri iki kümede topluyorum Ruşen Bey. Birincisi daha yapısal diyebileceğimiz ve diyelim ki 10 yıla yayılan faktörler. Bunların bir tânesi az önce aslında bahsetmeye çalıştığım, barış ortamının kaybolmuş olması. Barış ortamı varken HDP güçlü bir sıçrama yaptı, barış ortamı kaybolduğunda bir yandan hak aramanın mâliyeti yükseldi, sokağa çıkmanın mâliyeti yükseldi, HDP’nin etrâfında kenetlenmenin mâliyeti yükseldi ve bir yandan da sürekli HDP bir siyâsî baskı altında, il ve ilçe başkanlıklarına kadar sürekli törpülenen bir hareket var. Kayyumlar atanıyor, belediyeyle kitle arasındaki bağ zayıflıyor, bugün Türkiye’de herhalde biz HDP’yle kitlesi arasındaki bağın en zayıf olduğu dönemi yaşıyoruz. Faktörlerden bir tânesi bu.
Çakır: “Silâhın geç kalmış jübilesi” diye bir tespitin var, bu çok önemli. Ben de aynı düşüncedeyim; artık Kürt hareketinde merkezin yasal parti olması gerekirken hâlâ bir Kandil, hattâ tecrit altında olsa bile bir İmralı gölgesi var ve bundan kolay kolay sıyrılamıyor, bu da bayağı bir sorun yaratıyor. Burada tabiî bir Selahattin Demirtaş istisnâsı var. O da tabiî ki tutuklu olduğu için belli bir yere kadar işleri değiştiriyor. Bu ilişkilere baktığımız zaman, buradan yasal siyâsetin önünün açılabilme imkânını bu seçim sonuçlarına baktığında görebiliyor musun?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruhavioğlu: Yani önce o “silâhların geç kalmış jübilesi”ni biraz açalım isterseniz. Belki yazıyı okumamış olanlar ne dediğinizi daha iyi anlasın diye. Özellikle şöyle bir şey var, 2013 Çözüm Süreci’nde Kürt kamuoyu içinde bir tartışma vardı: “Silâh mı, siyâset mi? Biz kazanımları neye borçluyuz?” Bir yandan örgütle müzâkereler, Kandil’e, İmralı’ya gidiş-gelişler sürdüğü için, bu tartışmanın her iki tarafında da argümanlar güçlüydü. Yani “Silâha borçluyuz” diyenlerin de argümanları güçlüydü. Fakat 2015’te ne oldu? Çözüm Süreci bitti ve çatışma yaşıyoruz. O günden beri Türkiye’deki Kürt kamuoyu için silâh, aslında Kürtler’in Türkiye’deki kazanımlarının önünde bir engel, kazanımların elden alınması için bir bahâneye dönüşmüş. Dolayısıyla bu noktada artık Kürt kamuoyu, son çatışmanın da tecrübesiyle şöyle bir kanaate sâhip: Türkiye’de HDP gibi yükselen bir güç var, Demirtaş gibi popüler bir lider var, diğer taraftan da silâh işin içine girdiğinde işler bozuluyor. İşte bugün iki ittifak, HDP’yle ilişkileri aslında örgüt üzerinden kriminalize ediyorlar. Yani HDP’yle ilgili bir şey yok ortada; HDP’nin örgütle ilişkisi olduğu, yani terörle ilişkisi üzerinden kriminalizasyonu söz konusu. Geldiğimiz noktada Türkiye’de bu sorunun cevâbı bulunmuş ve bu soru anlamını yitirmiş oluyor. Artık Türkiye’deki Kürtler silâhın devreden çıkması, en azından Türkiye sathında bir kenara bırakılması ve bütün hikâyenin de sivil ve legal aktörler üzerinden yürümesi gerektiğini düşünüyorlar. Bugün öyle bir eşikte miyiz? Çok emin değilim. Yani Kürt sivil partisinin aldığı oy, gösterdiği performans, bize onun elinin güçlendiğini göstermiyor; silâhlı aktörlere karşı: “Siz bir kenara çekilin, ben devam edeceğim” deme avantajının pek elinde olmadığını söylüyor. Fakat tam da bu noktada veriler, bir tartışmaya ihtiyaç olduğunu gösteriyor bize. Bir yandan Kürtler Türkiye’de devlet eliyle yapısal bir şiddet görüyorken, bir yandan da sivil parti Kürtler’in hak ve hürriyetlerini gayet temsil edebilir bir parti iken, neden bir türlü beklenen sıçramayı yapamıyor? Çünkü Türkiye kamuoyu da Kürt kamuoyunun bir kısmı da sürekli silâhı bir şekilde siyâsetin içinde görüyor ve bu bir güven erozyonuna sebep oluyor. Silâhın herhangi bir çevrede olmadığından emin olsalar, belki sivil siyâsetin kendi karnesini daha rahat eleştirecekler. Bu sebeple ben bu tartışmayı yapmak için uygun bir zeminde olduğumuzu düşünüyorum. Kürt sivil siyâsetinin silâha karşı sözünün daha güçlü olduğu bir eşikte olmayabiliriz. Ama bugünkü karnenin silâhın siyâsetin içinde olmuş olmasından kaynaklı olduğu için de iyi bir tartışma eşiğinde olduğumuzu düşünüyorum. Dolayısıyla burada Kürt kamuoyuna, Kürt entelijensiyasına ve Kürt siyâsetine şöyle bir ödev var masada: “Bizim bu konuyu konuşmamız gerekiyor” gibi bir ödev var, önceki seçimlerde bu yoktu. Seçim öncesi araştırmalar –en azından benim mutfağında olduğum araştırmalar– aşağı yukarı bu tabloyu resmediyorlardı ve bunu biz ilgili aktörlerle paylaştık, paylaşmadık değil. Şimdi sâhada, örneğin Diyarbakır’da siz, “Biz 11’e 1 yapıyoruz” gibi bir kampanya yürütebilirsiniz. Fakat hem Medyascope’ta hem başka kanallarda yaptığımız tartışmalarda, “Bugün AK Parti’nin 2 vekilliğin altına düşmesi çok zor. HÜDA-PAR ve Ensarioğlu âilesinden gelecek destekle kendi 3’ünü konsolide etme, koruma ihtimâli de çok yüksek” diyorduk. “CHP’nin artık Diyarbakır’dan vekil çıkarmama ihtimâli çok düşük” diyorduk, o halde bu vekil nereden gidecek? Yani AK Parti kendi vekilini koruyacaksa nereden gidecek? HDP’den gidecek. Biz HDP’nin Diyarbakır’da 9. sırasının riskli olduğunu, Şanlıurfa’da 5’in riskli olduğunu, Batman’da 4’ün riskli olduğunu zâten aktörlerle ya da kamuoyu önünde konuşuyorduk. Fakat bir yandan örneğin Türkiye’de bir baraj riskinin ortadan kalkmış olması, yani yüzde 7 barajının ortadan kalkmış olması ve Demirtaş gibi popüler bir aktörün de sâhada olmayışı, insanların biraz sandık motivasyonunu düşürdü ve karar değiştirmelerini kolaylaştırdı. Ama örneğin onun karşısında, HDP yerel stratejiler geliştirmekte başarısız kaldı bana sorarsanız. Neydi o yöresel stratejiler? Şuydu: Meselâ Diyarbakır’da, “Biz 11’e-1 yapıyoruz” demek yerine, sanki bir baraj varmış gibi, “Arkadaşlar, Diyarbakır’da dokuzumuz elden gidiyor” gibi, biraz Diyarbakır’da bir seçmen barajı inşâ ederek sandığa motive etme ihtimâli daha güçlüydü. Ama bunu tercih etmedi. Bunun yerine “11’e-1 yapıyoruz” gibi bir strateji çalıştırmaya çalıştılar ve bunun başarılı olmadığını görüyoruz.
Çakır: Burada bir adaysızlıktan bahsediyorsun. Bu seçim sonuçlarından sonra –özellikle cumhurbaşkanlığı seçimindeki ilk tur sonuçlarından sonra– HDP tabanında “Keşke aday çıkarsaymışız”diyenler olduğunu görüyorum, duyuyorum. Bu hakîkaten bir seçenek miydi? Burada sâdece Yeşil Sol Parti değil bütün ittifak bunu yaptı; önce aday çıkarmadı, ardından Kılıçdaroğlu’na açık destek verdi. Bu sence de bir sorun muydu?
Ruhavioğlu: HDP’nin ve genel olarak ittifâkın cumhurbaşkanlığı adaylığında yürüttüğü süreç kendi adayını çıkarmayı gereksiz bir hâle getirmişti zâten. Yani bir yıl öncesinden, Kılıçdaroğlu gibi ya da İmamoğlu gibi bir figürün desteklenebileceğini îlân ediyorsunuz. Süreç giderek Kılıçdaroğlu lehine işliyor. Kılıçdaroğlu’nu bir yandan takdir ediyorsunuz. Dolayısıyla Kürt seçmen Kılıçdaroğlu lehine zâten siz daha bir karar vermeden iyi kanaatini beyan etmeye başlıyor. Bütün bu sürecin sonunda HDP aday gösterseydi ne olurdu? HDP yüzde 9 alıyorsa adayı da belki 5 alırdı. Ama baştan HDP, “Hayır, biz herhangi bir adayı desteklemiyoruz” deyip, örneğin Kılıçdaroğlu’nu da eleştirseydi ve kendi adayını gösterseydi, o aday, muhtemelen hem parti etrâfında kitleyi konsolide etmek hem de ikinci turda kilit rol üstlenmek açısından daha avantajlı bir pozisyona gelirdi. Yani böyle bir durumda ne olabilirdi, iyi bir aday bulunabilseydi? HDP kendi başına yüzde 10, belki ittifak yüzde 12-13, adayı da diyelim ki yüzde 8-9 oy alacaktı. En azından şöyle bir faydası olacaktı Türkiye toplumuna: İkinci tura giderken Sinan Oğan’a mecbur kalmayacaktı siyâseti. Kılıçdaroğlu’nun kampanyasına bakın, ikinci turda Sinan Oğan’a oy vermiş seçmeni çekmek için biraz mülteci karşıtlığını, biraz da milliyetçiliği yükselten bir tona dönüştü. Bu ton berâberinde şöyle bir risk getiriyor: Zâten Kürt seçmenin gitme motivasyonu zayıfmış, Diyarbakır’da Türkiye ortalamasının 8 puan falan gerisinde sandığa katılım. İkinci turda sizin seçmeni motive etmeniz için daha güçlü bir söyleme ihtiyâcınız var; fakat siz bilâkis onu sandıktan uzaklaştıracak bir kampanyaya yöneliyorsunuz, belki mecbur olduğunuz için bunu yapıyorsunuz. Bugün Kürtler’in, yani HDP’nin adayı dördüncü bir aday olarak ikinci tura kalanlar arasında gücü belirleyecek bir aday olsaydı, Kılıçdaroğlu muhtemelen daha dengeli bir pozisyonda durmak zorunda kalabilirdi. Ya da örneğin Sinan Oğan’ın adaylığı söz konusu olmayabilirdi. Yani toparlarsak şunu söylemeye çalışıyorum: HDP aylarca yürüttüğü süreçle, kendisinin aday çıkarmayacağını, çıkarsa da seçmeninin büyük ölçüde muhâlefetin adayına yöneleceğini göstererek zâten böyle bir ortam oluşturmuştu. Ama bunu yapmadan, kendi adayını gayet kararlı bir şekilde çıkaracağını kamuoyuna gösterseydi, muhtemelen bugün Kürt oyları kilit rol oynamaya devam edecekti. HDP’nin bu karârı ancak Kılıçdaroğlu’nun daha yüksek bir oyla ikinci tura kalması ya da birinci turda kazanmasında güçlü bir anlam ifâde edebilirdi; ancak o başarılamadı.
Çakır: Peki şimdi ne olacak? Şunu söylüyorsun: Türkiye’de seçime katılım oranı yükselirken Kürtler’de azaldığını söylüyorsun ve Sinan Oğan tabanını kazanmak için daha milliyetçi bir dile başvurulduğunu söylüyorsun. İkinci tur var: İkinci turda HDP ya da Emek ve Özgürlük İttifâkı bileşenleri yine ikinci tur için kampanya yapıyorlar ama, burada ilk turda oy kullanmamış seçmeni de sandığa getirmek gibi bir hedef var. Ama ilk turda oy kullanmış olanların bir kısmının ikinci tura gitmemesi gibi bir de ihtimal var.
Ruhavioğlu: Burada artık daha rasyonel ve soğukkanlı konuşmak için uygun bir zemindeyiz. Kürt illerinde sandığa gitmemiş oran içinde HDP oyunun çok yüksek olduğunu tahmin ediyorum; çünkü AK Parti neredeyse optimum verimi almış bu seçimden. HÜDA PAR ile Yeniden Refah ile vs. ittifaklarını hesap ettiğimizde, seçmenini sandığa götürebilmiş görünüyor. Dolayısıyla sandığa gitmeyen seçmen içinde Türkiye genelinde muhâlefetin, bölgede de HDP’nin oyunun daha yüksek olduğu bir vâkıa. Eğer bu farkı kapatamazsa, hattâ üzerine çıkaramazsa HDP, diyelim ki Diyarbakır’da katılımı yüzde 90’a çıkaramazsa ve genel olarak Kürt seçmenin sandığa gidişini Türkiye ortalamasına yakınlaştıramazsa, durumun muhâlefet açısından pek iç açıcı olmadığını düşünüyorum. Sokağa bakıyorum bir yandan. Böyle bir kampanyanın emâreleri de yok. Kürt seçmen sandığa Türkiye ortalamasından düşük gideceği için Kılıçdaroğlu son derece dezavantajlı bir vaziyette görünüyor. Ancak Kürt seçmenin Türkiye ortalamasının üstüne çıktığı bir senaryoda Kılıçdaroğlu’nun sahneye kazanacak eşikte dönmesini konuşabiliriz. Önümüzde 4-5 gün var. Böyle bir performans görünmüyor sâhada. Böyle bir performans oluşmadığı için de bu konuda Kılıçdaroğlu lehine konuşmak çok zor. Dolayısıyla iş biraz sürprizlere kalmış görünüyor; fakat partinin, ilçelerden başlayan ve insanları sandığa götüren bir kampanyaya ihtiyâcı var. Bunun için HDP’nin yeterince argümanı var. Nasıl? Örneğin HDP’nin, “Biz 2018’deki vaziyete döndük. Vekillerimizin performansının daha güçlü olması, Kürt siyâsetinin daha can alıcı sonuçlar elde etmesi ya da Selahattin Demirtaş’ın hukuk kurallarına uygun bir şekilde tahliye edilmesini istiyorsak, ikinci turda daha güçlü bir şekilde Kılıçdaroğlu’na oy vermeliyiz” gibi bir kampanya yapması lâzım. Sokak sokak, ev ev, köy köy, ilçe ilçe; ama ben böyle bir kampanyayı henüz görmüyorum. Eh böyle bir kampanya ortaya çıkmazsa da muhâlefet için işler çok iyi olmayacak.
Çakır: Burada zâten şunu söylüyorsun. Meclis siyâseti HDP açısından çok parlak değil. Çünkü Sancar ile yaptığım yayında, kendilerinin kilit parti olacağını söylüyordu; ama Cumhur İttifâkı Meclis’te net bir şekilde çoğunluğu elde etti. Dolayısıyla bütün muhâlefet, bir önceki Meclis’teki gibi çok işlevli olmayacak. Dolayısıyla senin de söylediğin gibi cumhurbaşkanlığını Kılıçdaroğlu’nun kazanması çok ciddî bir şekilde HDP için elzem, ama sâhada bu motivasyonu, bu hareketliliği görmek şu aşamada mümkün değil. Bundan sonra olabilir mi?
Ruhavioğlu: Örneğin dünden beri ben HDP’nin il başkanlıklarından açıklamalar yapıldığını görüyorum. Seçilen milletvekilleri birkaç gün bir nefes alma molasına girmişlerdi. Sâhaya daha güçlü bir şekilde döndüklerini görüyorum. Elbette, hepsi birden sâhadan çekilmiş değillerdi. Teşkîlâtlar çalışıyor bir yandan; ama önümüzdeki 4 gün, söylediğim gibi hem muhâlefet açısından –yani bu DEVA, Gelecek, Saadet gibi muhâlefetin yeni aktörleri de–, HDP açısından da bu seçim, cumhurbaşkanlığı kazanılmadığında kendileri için büyük bir risk. HDP için şöyle bir risk de var. Diyelim ki, cumhurbaşkanlığını Erdoğan kazandı ve Meclis performansınız beklediğiniz sonuçları tekrar üretemez oldu. Yani 2018-2023 arasındaki pozisyona döndü; fakat Kürt illerinde yeni bir aktör sahneye çıkıyor: HÜDA PAR. HÜDA PAR, iktidar destekli bir hareket olarak Kürt siyâsetinin içine dâhil olacak ve sâdece öyle, kamuoyunda tartışıldığı gibi kadınlarla ilgili ne düşünüyor, ne kadar muhâfazakâr olduğu değil, Kürt meselesi üzerinden de, Kürt mahallesinde daha görünür ve daha aktif bir aktöre dönüşecek. Dolayısıyla HDP’nin performansı zayıflarken, HÜDA PAR’ın diğer yandan rekabette güçlenen bir aktöre dönüşme ihtimâli var. Bu da iki aktör arasında HDP için dezavantajlı bir süreç yaşanacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla HDP’nin biraz bu sebeple de toparlanmaya ihtiyâcı var. Sâdece “Kılıçdaroğlu kazansın” değil. Dolayısıyla toparlayarak şunu söyleyebilirim: Birinci turda HDP Kılıçdaroğlu’na kazandırmak üzere bir siyâset izlerken, ikinci turda HDP Kılıçdaroğlu’nun kazanmasına mecbur. Mecbur olduğu için de daha güçlü bir şekilde seçime asılması gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun kazanmadığı bir senaryoda HDP’nin geçmiş beş yıla göre daha güçlü bir siyâset ortaya koyması ve daha güçlü sonuçlar alması çok çok zor görünüyor. Dolayısıyla bütün bu denklemi ortaya koyduğumuzda, Kürt siyâseti için sâhanın fazlasıyla dinamik, tartışmaların fazlasıyla canlı ve tâbir-i câizse kartların yeniden karılması sürecinin de bizim gibi izleyenler için heyecan verici olacağını öngörüyorum. Ama seçime giderken sorunuzun cevâbı önümüzdeki 4-5 günde mümkün mü? Önümüzdeki 4-5 günde gerçekçi olmak gerekirse çok mümkün değil. Ama mümkün olan bütün araç ve gereçlerle yüklenmek gerekiyor. Böyle bir zarûret var en azından
Çakır: HÜDA PAR konusunda söylediklerin çok önemli. Demin bahsettiğin husus genellikle atlanan bir husus. HÜDA PAR genellikle geçmişteki Hizbullah faaliyetleri ve kadına bakışı üzerinden kurgulanıyor; ama aynı zamanda Kürt hareketinin içerisinde bir iddiayı seslendirebilir. Fakat şöyle de bir sorun yok mu? İktidarda Bahçeli var, Sinan Oğan da eklendi, başkaları da var; Erdoğan’ın da dili bayağı bir milliyetçi. HÜDA PAR, bu iktidârın içerisinde bunu nasıl yapabilecek? Ona böyle bir alan mı açacaklar? “Sen yeter ki HDP’nin ya da Kürt hareketinin belini kır. Sana her şey serbest” mi diyecekler?
Ruhavioğlu: Yok, şöyle olacağını öngörüyorum. Elbette çok tâze bu süreçler. Yanılma payı yüksek bir öngörüde bulunuyorum. Benim kanaatim, zâten seçimden sonra HÜDA PAR’lı 4 milletvekili partilerine dönecekler ve AK Parti’nin desteğe ihtiyaç duyduğu durumlarda, Meclis’te bâzı kanunların geçmesi vs. gibi konularda AK Parti’ye destekleri sürecek. Ama onun dışında ben HÜDA PAR’ın, kendi özgün siyâsetine döneceğini düşünüyorum
ve HÜDA PAR’ın esas Kürt meselesiyle ilgili talepleri, beklentileri ve programının Türkiye’de daha fazla tartışma konusu olacağını düşünüyorum. Çünkü kadın hareketiyle ilgili HÜDA PAR’ın muhâfazakâr talepleri, fark ederseniz HÜDA PAR tarafından dillendirilmiyor. HÜDA PAR böyle bir parti olması üzerinden eleştiriliyor. Dolayısıyla HÜDA PAR kalkıp, buna “Biz öyle değiliz” demiyor. Örneğin HÜDA PAR’a, “Siz anadilde eğitim istiyorsunuz” denilecek. “Hayır istemiyoruz” demeyecek. Türkiye’deki seküler ve milliyetçi muhâlefet partileri tarafından HÜDA PAR buradan eleştirildikçe, Kürt mahallesinde HÜDA PAR’ı tanımayanların tanıma ihtimâli yükselecek. Kürt mahallesinde HÜDA PAR, muhâfazakârlığı üzerinden değil, ya Hizbullah’la ilişkisi ya da Kürt meselesindeki talepleri üzerinden konuşuluyor. Şimdi Hizbullah ile ilişkisi zayıflayıp Kürt meselesindeki talepleri daha görünür olduğunda, HÜDA PAR Kürt mahallesinde daha anaakım bir aktöre dönüşme potansiyeli taşıyor. Ben önümüzdeki sürecin, Meclis performansının biraz HÜDAPAR’ı Kürt siyâsetinin İslâmî ayağı gibi Meclis’te konumlandıracağını ve HÜDAPAR’ın da muhtemelen böyle bir pozisyonu taşımak için bir siyâset benimseyeceğini öngörüyorum.
Dolayısıyla AK Parti’yle, MHP’yle çatışacak ve çelişecek çok fazla. Ama diyelim ki, Müslümanlar’ın ortak kazanımları gibi bâzı önemli meselelerde AK Parti’ye destekleri sürecek. Bir yandan çekişmeli ve çatışmalı, bir yandan da ihtiyaç olduğunda defansa gelen bir ittifak ve muhâlefet ilişkisi olacağını tahmin ediyorum.
Çakır: Reha, son olarak sana şunu sormak istiyorum. Biliyorsun ben seçim öncesi Kılıçdaroğlu’nun önde gideceğini, hattâ ilk turda bile kazanma ihtimâli olduğunu söylemiştim ve burada gördüğüm en önemli nokta, Kürtler’in desteğini almış olmasıydı. Çünkü benim yıllardır söylediğim “Kürtleri kazanan Türkiye’yi kazanır” diye bir önermem var, olmadı. Yani Kürtler’in desteğini almasına rağmen, bir bakıyoruz: Ülkenin bir batısı bir de güneydoğusu “Kılıçdaroğlu” demiş, özellikle Güneydoğu’da açık ara demiş, ama yetmedi. Hattâ tam tersine, Kürtler’in Kılıçdaroğlu’na destek veriyor olması Erdoğan’a umduğundan da fazla oy getirmişe benziyor. Türkiye bu sorunu nasıl aşacak? “Erdoğan referandumu olacak” diye bekleniyordu, ama ilk tur sonuçları bana sanki “Kürt sorunu referandumu” gibi geldi. Ne dersin?
Ruhavioğlu: Hâlihazırda ortaya çıkan sonuç sebebiyle Kürt oyları maalesef anahtar rolü oynamaktan uzağa düşmüş duruyor. Bunun da yine en önemli faktörünün seçime katılım, dolayısıyla HDP’nin performansı olduğunu düşünüyorum ben. Şöyle bir hesap yapmak lâzım: Bu illerde 10 puan daha seçime katılım olsaydı ve oranlar yine bu şekilde gerçekleşiyor olsaydı ne olurdu? Her üç oydan ikisinin muhâlefete, birinin iktidâra yazacağını tahmin etsek bile, Kılıçdaroğlu’nun ihtimâli çok daha güçlenirdi. Dolayısıyla birincisi, Kürt siyâsetinin performansı mevcut tabloda önemli bir faktör. O sebeple de Kürt siyâsetinin bir muhâsebeye ihtiyâcı var. Ben seçmenimi güçlü bir şekilde konsolide edemiyorsam, kaybetme ihtimâli çok güçlü. Kaybetme ihtimâli çok güçlüyken aday çıkarmıyorum. Dolayısıyla bütün eleştiri oklarının bana dönme ihtimâli çok güçlü. O halde bu riski niye alıyorum? Almasaydım ne olurdu gibi bir istişâreye ihtiyâcı var, birincisi bu. İkincisi, DEVA, Gelecek Saadet partilerinin CHP’yle bu kadar erken ve bu kadar içeriden bir angajmana girmiş olmalarının sorun yarattığını görüyoruz. Üçüncüsü de Erdoğan’ın siyâset etme biçiminin başarısı. Erdoğan, kendi oyunu korumak pahasına AK Parti’nin oylarının erimesini göze alıp Cumhur İttifâkı’nın tarlasının sınırlarını netleştirecek bazı ittifaklar koymuş. Cumhur İttifâkı’nın sınırlarını korumuş. HÜDA PAR ile korumuş, Yeniden Refah ile korumuş; fakat o oy AK Parti’den gitmiş MHP’ye, oradan gitmiş Yeniden Refah’a; fakat Erdoğan’da kalmaya devam etmiş. Bu önemli bir faktör. Bir de Türk milliyetçileri, dediğimiz gibi biraz Kürtler destekliyor diye biraz da İYİ Parti’nin aslında seçime yüklenmemiş olması sebebiyle, Kılıçdaroğlu’ndansa Erdoğan’a doğru bir yönelmeye gitmiş görünüyorlar. Aslında seçimin bence katıksız en başarısız partilerinden bir tânesi İYİ Parti. Bunu belki seçim sonucu sonrası daha iyi konuşmak lâzım. Çünkü Türkiye’de ne oldu da anketlerde yüzde 20’lere kadar bulgulanan bir parti, 2018 oyuna göre neredeyse milim kıpırdamamış. Neredeyse milim kıpırdamayan parti, ne oldu da siyâsette bu kadar güçlü bir belirleyen olmak için masaları dağıtmayı göze alıyordu ve sonuç olarak da kaybettiren parti. Yani kazanacak aday sorunu yokmuş ortada. Kaybettiren bir parti varmış aslında. Seçmenini tam daha konsolide edemeyen, belki de etmek istemeyen… çünkü Meral Akşener’in Babacan kadar, İmamoğlu kadar, Yavaş kadar, Kılıçdaroğlu kadar çalıştığını görmedik — bırakın onu, Demirtaş kadar çalıştığını görmedik biz İYİ Parti’nin. Fakat konumuz o değil, başka bir sohbetin konusu; ama şöyle bir yere bağlamak istiyorum ben Ruşen Bey: Türkiye’de iki bloğu da bugün milliyetçi söylem domine ediyor. Fakat ben bunun uzun vâdeli sürdürülebilir bir şey olduğunu düşünmüyorum; çünkü siz bunu böyle sürdürdüğünüzde, HDP Kürt siyâsetine daha güçlü bir şekilde dönecek ve CHP’yle HDP arasında bir rekabet ilişkisi tekrar canlandığında CHP’ye kaptırılan Kürt oylarının HDP’ye yeniden dönme ihtimâli yükselecek. Ortada “Kürtler ve diğerleri” diye bir rekabet olmadığı için, biraz da sandığa katılım zayıf oluyor. “Kürtler CHP’ye de oy verebilir, zâten adayı yok Kürtlerin” gibi bir manzara oluştuğu için biraz konsolidasyon düştü. HDP diğerleriyle kavga etmeye başladığında, HDP’nin konsolidasyonu tekrar güçlenebilir. Dolayısıyla ortada böyle bir manzaranın, Kürt meselesini hiç konuşmadan sürdürülebilir olacağını düşünmüyorum; fakat tonlamanın düşük kalacağı da bir vâkıa. Ama yine önümüzdeki sürecin iki temel belirleyeni olacak. Bir tânesi ekonomi; diyelim ki seçimi Erdoğan kazandı ve seçime 2018’deki kurgudaymış gibi gitti. Mevcut ekonomik düzen, yeniden ana muhâlefet partisinin yerini alacak. Yani ekonomik performans esas belirleyen olacak. Erdoğan bunu sürdürebilir mi? Çünkü seçim ekonomisini büyük bir cömertlikle, cüretle kullandı. Onun dışında Erdoğan bunu sürdürebilirse, Türkiye’nin demokratik hakları ve Kürt meselesi ikinci önemli başlığı kaplayacak. Eğer muhâfazakâr partiler, DEVA, Gelecek, Saadet bloğu ve CHP arasındaki ilişki, İYİ Parti arasındaki ilişki sürdürülebilirse, Türkiye’de daha güçlü bir dönüşüm, belki bir sonraki seçimde mümkün. Çünkü Perspektif’te benim yazı yazdığım gün, “Nursemalar neden CHP’ye oy vermediler?” gibi çok güzel bir yazı da vardı. Orada da kabaca şunu söylüyor. Muhâfazakâr kadınlar, rahatsız olanlar, Kılıçdaroğlu’nun dönüşümüne bir güven duysalar bile CHP organizmasının dönüşemediğini düşünüyorlar. Dolayısıyla bunun bir aktörle olması mümkün değil. Bu da şu demek: CHP’ye, dönüşmek için bir beş yıl kadar zaman lâzım. Dolayısıyla CHP’nin son bir haftaki performansını bir kenara bırakarak, CHP’nin son bir yıllık, iki yıllık dönüşümünü beş yıl boyunca daha samîmî, daha güçlü bir şekilde sürdürmesi, diğer aktörlerle işbirliğini koruması, ancak önümüzdeki seçimde yeni bir kazanma umûdunu berâberinde getirecek gibi görünüyor. Elbette farazî konuşuyoruz; ama 2018-2023 arası siyâsî denklemde birkaç yıl yaşayacağımız da bir vâkıa. Ekonomi ve güçlü bir baskı olmadıkça yeni bir seçimin bizi beklediğini söylemek biraz zor açıkçası.
Çakır: Evet Reha, çok teşekkürler. Çok güzel bir yayın oldu. Çok sağ ol. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Reha Ruhavioğlu ile Kürt siyâsetinin hasar tespit raporunu çıkardık. Kendisine teşekkür ediyoruz. Sizlere de teşekkürler, iyi günler.