Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (165): Demirtaş’ın kararı | CHP ne yapacak? | Kabine nasıl şekillenir?

Eski Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Twitter’dan yaptığı açıklama ile aktif siyaseti bıraktığını duyurdu. Bu karar ne anlama geliyor ve HDP’yi nasıl etkileyecek?

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Merkez Yönetim Kurulu (MYK) dün (1 Haziran), parti genel merkezinde Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında toplandı. Yaklaşık beş saat süren toplantıda tüm üyeler istifasını sundu. Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesinin ardından partisinden istifası polemiği gündeme geldi. CHP’de neler oluyor?

AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan üçüncü kez cumhurbaşkanı seçildi. Göreve başlamak için TBMM’de ant içecek ve ilk icraat olarak yeni cumhurbaşkanı yardımcısı ve kabine üyelerini belirleyecek. Kabinede bilindik isimlerin yanında sürprizler de olabileceği konuşuluyor.

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Haftanın öne çıkan olaylarını Kemal Can’la yorumlayacağız. Kemal, merhaba. 

Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Bu hafta ben buradayım, sen evdesin. Geçen hafta tersiydi. Artık seçim bitti ve sanki aylar önce bitmiş gibi bir his var üzerimde. Belki de uzun zamandır hep bunu konuştuğumuz için olsa gerek. Zâten Çarşamba günü de “Adını Koyalım”da seçimi bayağı yorumladık. Onun için daha çok seçim sonrası yaşananlar üzerinden gidelim biraz. Tabiî ki en önemli olay Selahattin Demirtaş’ın aktif siyâseti bıraktığını söylemesi. Önce Artı Gerçek’te bir yazı yazdı. Çok sert bir eleştiri ve özeleştiriydi yazısı. Sonra yine Artı Gerçek’te İrfan Aktan’a bir söyleşi verdi. Orada da bayağı önemli sözler söyleyerek aktif siyâseti bıraktığını açıkladı. HDP’den gelen cevaplar daha temkinli. Selahattin Demirtaş’ın söylediklerinde çok başlık var. Her şeyden önce, “Sonuçta kaybettik. Yanlış yaptık. Çok şeyde yanlış yapıyoruz ve bunlarla yüzleşmek gerekir” diyor ve HDP’nin bunu yapamadığını söylüyor. Hem seçimi yapamadığını hem de aslında özeleştiri yapamadığını söylüyor. Ben bunu “Güne Bakış”ta uzun uzun yorumladığım için çok fazla uzatmak istemiyorum Bir de Pazar günkü yazımda bunu yazmayı düşünüyorum. Onun için sözü sana bırakayım. Selahattin Demirtaş olayı çok boyutlu bir olay. Bir de tabiî olayın kişisel bir yönü de var. Selahattin Demirtaş’ın kendi öyküsü var başlı başına. Ne dersin? 

Kemal Can: Zâten aslında sonradan yayınlanan söyleşi çok kapsamlı, oldukça uzun; pek çok konuya değiniyor. Dolayısıyla aslında ilk yazısı, sonraki paylaşımları ve son olarak söyleşisi, hattâ daha önceki bâzı paylaşımları da berâber düşünüldüğünde, süreklilik arz eden bir yönü var. Ama tabiî net bir seçim sonucu üzerine söyledikleri, o sonucu nasıl yorumladığının çok dikkat çekici tarafları olan uzunca bir değerlendirme yazısı aslında. Senin de söylediğin gibi üç tâne boyutu var. Birincisi kişisel bir boyutu var — kendisiyle ilgili, önemli. Başta, aktif siyâsetten çekileceğini açıklaması — ki aslında bu açıklaması da yeni değil. Daha önce benzer bir şeyi doğrudan HDP’ye ilettiğini söylüyor. Ama kişisel yönü gayet belirleyici. Çünkü ilk yazısından sonra yaptığı paylaşım, öncelikli olarak bunun görünmesini ve bunun bilinmesini isteyen bir tutum aldı. Söyleşiden sonra da yapılacak yorumların da kendi niyetini ezecek bir yöne doğru gitmemesi için bâzı noktalara işâret etti. Dolayısıyla kendisiyle ilgili çok kuvvetli bir pozisyon açıklaması var.

İkincisi, HDP ve HDP çizgisinin, onun örgütlenme anlayışının, Kürt siyâsî hareketinin, onun Türkiyelileşme misyonunun ve örgütlenme geleneğinin, kendisine dâir eksiklerine, zaaflarına, bâzı yapısal ve konjonktürel problemlerine işâret eden önemli eleştiriler içeren, daha önce de bâzı taraflarını işâret ettiği yönler var. Üçüncü yönü ise genel olarak hem seçime ilişkin, hem muhâlefetin bütününe ilişkin, hem Türkiye’nin genel siyâsî tablosuna ilişkin birtakım yorumlar var. Dolayısıyla biraz katmanlı bir söyleşi ve açıklama. 

Şimdi ilk intibâ olarak, ilk dikkate gelen şey, söyleşiden hemen önce siyâsetten çekilme vurgusu öne çıktığı için, herkes orasından tutarak, “sevinenler” de buna çok üzülenler de meseleyi orasından ele aldılar. Demirtaş’ın bu çıkışıyla bir tepki mi gösterdiği, yoksa bir süreci mi tetiklemek istediği ya da bir silkinme, kalkınma hamlesi için bir açılış mı yaptığı tartışıldı. Biraz da “dervişin fikri-zikri” meselesi gibi, kendi meşreplerince yaptıkları birtakım değerlendirmelere, bu açıklamalardan birtakım kanıtlar bulmaya kalktılar. Meselâ adaylık tartışmasını yürütenler, Demirtaş’ın, “Ben aday olmayı istedim, ama bana doğru dürüst cevap verilmedi” sözünden, bütün söyleşinin anlamını buradan kurmaya ve Kılıçdaroğlu’na îtirâzı olduğu gibi sonuçlar çıkartmaya yöneldiler. HDP, senin söylediğin gibi, kendilerine dönük bâzı iddialara daha somut cevaplar verirken, genel olarak ortaya konan çerçeveye fazla bir yorum getirmedi şimdilik; bunların kıymetli olacağını düşündü. 

Bütün bunları berâber düşündüğümüzde, ben Demirtaş’ın siyâseti bırakma, aktif siyâsetten çekilme karârının iki boyutu olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar Demirtaş’ın yürüttüğü çabanın özelliklerinden ve onu bir bütün olarak düşündüğümüzde iki yönü var: Birincisi, hakîkaten bireysel olarak gündelik siyâsî denklemlerin içerisinde, hattâ bâzen HDP’ye yön verme ya da HDP’yi eleştirme vesîlesi olarak kendisinin kullanılması. Hattâ HDP içindeki tartışmalarda da, kendisinin kişisel olarak yıpratılmasına yarayacak ve söylediklerinin değerini azaltacak, onu sanki kişisel bir meselenin peşindeymiş gibi gösterecek bir tutumun dışına çıkmak istiyor. Söylediklerinin kıymet kazanması için bunun gerekli olduğunu düşünüyor. Kendisi açısından, bu sürecin çeşitli açılardan yıpratıcı olduğunu da düşünmüş ve buna göre davranmış olabilir. Ama çıkışlarının, daha önceki çıkışlarının ve bu çıkışının bireysel bir ön alma, bireysel bir pozisyon alma gibi algılanmaması, yaptığı eleştirilerin kendi kişisel tutumuyla bağdaştırılarak içeriğinden kopartılmasını istemiyor. Bu yüzden de, bunların aktif siyâset hamlesinin bir sonucu olarak yapıldığının düşünülmemesi gerektiğini söylüyor. Hattâ HDP’yi yıpratmamak için de, “Bunu sakın kimse kullanmaya kalkmasın” diye bir açıklama yapma gereği de duydu. Ama partiyle ilgili yaptığı, özellikle örgütlenme mantığıyla ilgili değerlendirmeler, bunun seçime yansıma biçimiyle ilgili değerlendirmeler, sâdece bu seçime ilişkin değilmiş gibi de duruyor açıkçası. Kendisi 6,5 yıldır hapiste ve süreci pek çok insan gibi, doğrudan müdâhalesi olmadan dışarıdan izliyor ve daha önceki deneyimlerle buluşan gözlemlerinin çok önemli tarafları var. Orada, sayısal olarak ve niteliksel olarak, zâten görünen birtakım problemleri, nedenleriyle tekrar gündeme getiriyor. Asıl önemlisi, bunun mesele edilerek öne konması ve çözülmesiyle ilgili bir çabanın, üstelik bu çabanın da, biraz aşağıdan yukarıya doğru gelişmesinin mecbûriyetine işâret ediyor.

Son olarak da, bütün muhâlefete ve siyâset yapma tarzına ilişkin, yine daha önce pek çok kez gündeme getirdiği, işâret ettiği çok temel bir meseleyi ortaya koyuyor. Yani, basit taktik hamlelerle çözüm üretmenin sonuç alamayacağını, dolayısıyla siyâseti yeniden târif etmek, bütün özneleriyle ona katılan unsurların siyâset üzerindeki etkisiyle, oradaki bütün aktörlerin, kendilerinin ve ilişki kurdukları tabanla temaslarının da yeniden ele alınması, örgütlenme mantığından, siyâsetin algılanması biçimine kadar her şeyin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine işâret ediyor. Bu sâdece HDP ile ya da kendi pozisyonuyla sınırlı değil, muhâlefetin tamamıyla da ilgili bir şey. Bu açıdan önemli birkaç noktaya da işâret ediyor: Önümüzdeki dönem için bu iktidârın ve şu anda bu sonucu üretmiş ve bundan bir galibiyet çıkartanların neye niyet ettikleri ve nasıl bir sürece karşı hazırlanılması gerektiği konusunda da bence önemli mesajlar içeriyor.

Bunlar şöyle bir sonuç doğuracak olabilir: Bu eleştiriler, kişisel olarak HDP tabanında etkili bir isim olan Selahattin Demirtaş’ın, isâbetli ya da dikkate değer değerlendirmeleri olmanın dışında, aslında pek çok aktörü, dinamiği daha aktif olmaya ve harekete geçmeye itecek bir sonuç doğurabilir. Ama bunun olup olmayacağını, tıpkı, biraz sonra konuşacağımız CHP ve diğer muhâlefet aktörleri ya da muhâlefetin geneli için olan sorunların, burada da bâkî olduğunu söyleyebiliriz.

Ruşen Çakır: Tam da bu noktada, CHP’de yaprak kımıldar gibi oluyor, ama kımıldamıyor gördüğün gibi. Bir MYK toplantısı oldu, insanlar istifâlarını verdiler. Yarın Parti Meclisi toplanacak. Orada yeni MYK şekillenecek. Ama sonuçta gidenler ve gelenler arasında çok fark olacağını sanmıyorum. Bir Kurultay süreci başlayacak, ama Kurultay’ın ne zaman yapılacağı hâlâ belli değil. Yerel seçim sonrasına bırakılması eğiliminin çok güçlü olduğu söyleniyor; ama normalde, yıl sonuna kadar yapılacakmış gibi düşünülebilir. Orası da belli olmaz. Şu hâliyle bir tek Ekrem İmamoğlu meselesi var. Kılıçdaroğlu İmamoğlu’nu çağırdı, konuştu. Herhalde ona da bir ölçüde, “Sen belediyeciliğini yap, yerel seçimleri kaybetmeyelim, ona ağırlık ver” dediğini tahmin ediyorum.  Sonuçta CHP, bir şeyler olmuş ama hiçbir şey olmamış gibi yapacağa benziyor. 

Diğer partilere baktığımız zaman, İYİ Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz’ın yaptığı, “Millet İttifâkı seçim ittifâkıydı, artık bitmiştir” açıklaması, aslında önemli bir açıklama. Çünkü CHP yerel seçimi tekrar kazanmak istiyorsa –tabiî ki istiyor; özellikle İstanbul’u, Ankara’yı, ama Adana, Mersin ve Antalya’yı da kazanmak istiyor. Orada yine, birincisi İYİ Parti’nin desteğine, bir de bir şekilde HDP ya da Yeşil Sol Parti’nin desteğine ihtiyâcı olacak. CHP’nin kendi başına kazanabileceği İzmir ve Aydın dışında yer var mı çok emin değilim. Yani alabilir, tamam. Meselâ Mansur Yavaş da bu başkanlığıyla… Zâten önceki seçimlerde de hep kıl payı ya da hîleyle kaybetmişti. Mansur Yavaş tekrar aday olursa kazanabilir. Ama meselâ İstanbul’da, Ekrem İmamoğlu ne kadar başarılı olursa olsun –ki son seçim sonuçları da onu gösteriyor–, ancak hepsi birleştiği zaman Kılıçdaroğlu %50’yi aşabildi. Sonuçta “Millet İttifâkı” dediğin şey –adı bu mu olur, şu mu olur bilemem ama– yerel seçim için CHP’nin sâdece İYİ Parti’ye değil, bütün muhâlefet partilerine ihtiyâcı var. 

Bu arada, diğer dört partinin durumu da bir acayip. Şu anda en çok konuşulan, 38 milletvekilinin birlikte bir çatı partisi altında bir grup oluşturup oluşturmayacakları. Neyi nasıl yapacakları konusuyla ilgili çok bir şey yok, açıkçası bir merak da yok. Gelecek Partisi ya da DEVA Partisi ne yapacak? Meselâ Saadet Partisi, Yeniden Refah Partisi’nin aldığı sonucun yanında çok ciddî bir şekilde gölgede kaldı. Demokrat Parti kezâ öyle. Zâten kimsenin çok da üzerine soru sorduğu bir parti değil. Böyle garip bir durum var. 

HDP’yi konuştuk. HDP’nin de bir sorunu var: Meclis’te Yeşil Sol Partisi olarak devam edeceğe benziyor Ama eş başkanlar kalacak gibi duruyor. Orada da birtakım karışıklıklar var. Millet İttifâkı denen yer artık fiilen yok, ama olmak zorunda. Meclis’te muhâlefet yürütme anlamında olmasa bile, bir sonraki hedef olan yerel seçimler için onu bir şekilde diri tutmak zorunda. Duyduğum kadarıyla, Kılıçdaroğlu yeni dönemde Meral Akşener’le ve İYİ Parti’yle daha fazla yan yana durmanın yollarını arayacakmış. Ama İYİ Parti buna yanaşacak mı çok da emin değilim. 

Kemal Can: Çarşamba günü Adını Koyalım’da da konuştuk bu meseleyi. Yerel seçimin bu kadar yakında olması, normal şartlarda, muhâlefetin eksiğini gediğini tamamlayıp, aslında gücünü tekrar, üstelik birazcık daha güçlü olduğu kentlerde… Çünkü bu seçim sonuçları îtibâriyle, büyükşehirlerde iktidar blokunun üzerinde oy aldı. Diğer yerlere göre oyunu biraz daha artırdığı şehirler de var. Ama şöyle bir sorun var: Yerel seçimin bu kadar yakında olması, o moral bozukluğuna ya da motivasyon düşmesine kapılmadan, hemen bir toparlanmanın vesîlesi olması mümkündü. 2009’a da baksak, 2019’a da baksak, muhâlefetin her zaman avantajlı olduğu seçimler oluyor yerel seçimler. Çünkü o temel belirleyicilik ve kutuplaştırma siyâseti yerel zeminde o kadar etkili olmayabiliyor. Ve orada başka tür bir politik dinamizm sonuç alabiliyor. 

Fakat şimdi, muhâlefet ittifâkının kendi iç problemleri ve muhâlefet ittifâkındaki neredeyse bütün partilerin iç problemleri ya da rota sorunları, bu şeyi zorlaştırıyor. Futbol tâbiriyle söylersek, “Önümüzdeki maçlara bakalım” havasına girip, hemen tekrar toparlanıp, bir sonraki seçimi daha güçlü biçimde alma enerjisini zorlaştırıyor. Bir kere şöyle bir sorun var: Çok bâriz bir biçimde, iktidar muhâlefetin bu sıkıntısını genel seçimde kullandı, 2023 seçiminde kullandı ve bu sıkıntının yarattığı sorunla muhâlefet çok ciddî bir motivasyon krizi yaşadı. Şimdi üstüne yeni durum ortaya çıkmış durumda. Meselâ İYİ Parti örneğinden yola çıkalım: Bir kez daha yerel seçimde kendi adayını, kendi varlığını gösteremediği, üstelik bu seçimde de, milletvekili sayısı ve oy yüzdesi olarak beklediği atağı yaşamamış olan, 2019’da da CHP’yi destekleyerek bir tür pas geçmiş olan İYİ Parti’nin, parti varlığını göstermek ve orada gücünü tekrar toparlamak gibi bir ihtiyâcı var. Ama yine CHP adayını desteklemek gibi bir “kazandıran aktör” konumuna çekilirse, parti içindeki sorunlar ve özellikle Akşener’in problemleri büyüyebilir. 

Diğer taraftan baktığımızda, genel seçimde CHP ile CHP adayını destekliyor olması dolayısıyla, HDP’nin anahtar değil sorun teşkil ettiği konusundaki genel inanış, hattâ neredeyse seçimin kaybedilmesinin müsebbibi olarak HDP’nin görülüyor olması, birtakım çevrelerin bunu çok fazla dile getiriyor olması, HDP ile 2019’daki veya 2023’teki gibi bir işbirliğinin önünde ciddî problemler yaratmaya aday. Çünkü birbirinden tamâmen zıt kesimler; yani “Ben demiştim” ekibi öyle belirli bir ekip değil. En uçtaki, CHP’nin Baykal dönemine dönmesini isteyenler de “Biz demiştik” diyor; İYİ Parti ile ittifâkın belirleyici olması, 2019 şartlarının belirleyici olmasını isteyenler de “Biz demiştik” diyor. Daha geniş ve cesur bir açılım yapması gerektiğini ve siyâset tarzını iktidârın sınırlarından çıkartması gerektiğini söyleyenler de aynı şeyi söylüyor. Bunların birbiriyle uyuşması imkânsız. Ama herkes sonuçtan yola çıkarak bunu söyleyebiliyor. Ama bu kaçınılmaz olarak yeni bir ittifâkın zeminini de zorlaştırıyor aslında. 

Şimdi burada birtakım aktörler mi öne çıkarak bu sorunları aşacaklar, yoksa partiler bir araya gelerek bu sonucun, genel seçimdeki başarısızlığın etkisini silmek için çok lüzumlu olduğunu ve kendileri için de lâzım olduğunu düşündükleri için yeni bir formül mü geliştirecekler? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü biraz önce konuştuğumuz gibi, bütün partilerin kendi içinde, ortaya çıkan tablo ile ilgili kanaatler ve bu kanaatlerin oluşturacağı yeni rota hakkında belirsizlikler mevcut. Meselâ CHP’de kongrenin ne olacağı belirsiz. İYİ Parti’de ise kongre olmayacak. Dolayısıyla ikisi de aslında kendi iç dinamikleri açısından nasıl sonuçlar çıkartacak ve nasıl bir yola doğru girecekler belirsiz. Diğer partiler ise çok milletvekili aldıkları için, lüzumsuz kârlılıkta bir sonuç almış gibi görünüyorlar 2023 seçimlerinde. Ama şu anda da politik olarak ellerindeki milletvekilliklerinden başka bir şeyleri de yok. Bu tür bir hesapta, yerel seçim ittifâkında neyi kullanarak etkinlik kazanacaklar ya da muhâlefet ittifâkına ne katacaklar son derece belirsiz.

HDP için de, dediğim gibi, HDP’nin ne yapacağı ile ilgili… Çünkü HDP, bölgedeki oy kaybı ve katılım sorununu çözmek için, üstelik kayyum siyâsetine güçlü bir karşılık vermek için, yerel seçimlerde çok güçlü bir çıkış yaratmak isteyecek. Ama hâlâ iki meseleyle baş etmek zorunda. Birincisi, kapatma dâvâsı ve benzeri sorunlar hâlâ devam ediyor. İkincisi, muhâlefet blokunda toksik bir unsur gibi muamele edilmeye ve iktidârın kışkırtmaları ile biraz denklem dışına itilmeye doğru zorlanan bir durumla baş etmek zorundalar. Dolayısıyla şimdi muhâlefetin, seçim imkânını kullanarak sorunlarını atlaması… Çünkü 2023 seçiminin en önemli problemlerinden biri, “Hele bu seçimi alalım, öbür problemlere sonra bakarız” tezinin çok işlemediğini gördük. Çünkü öbür problemler, aslında seçimin sonucunu almakla ilgili tarafta da etkili oldu. Çünkü iktidar tam da burayı kullandı. Ve şunu biliyoruz ki, bu kısa sürede birtakım Kabine revizyonları yapacak, ama muhâlefete karşı stratejisini değiştireceğine ilişkin bir işâretimiz yok. Hattâ ilk balkon konuşmasından aldığımız işâret, yerel seçim kampanyasının da üç aşağı beş yukarı bu 2023 kampanyasının bir benzeri olacağını gösteriyor. 

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla, önümüzde, yerel seçimi konuşmaktan başka bir şey pek gözükmüyor. Ama bu süreçte, muhâlefetten ziyâde iktidârı daha çok konuşacağız ve konuşmak zorundayız gibi geliyor bana. Çünkü muhâlefeti, hep bir araya gelmesi üzerinden konuşuyorduk. Şimdi bir araya gelecek bir tutkal kalmadı. Çıkış yapabilecek, yani üzerinden konuşabileceğimiz bir isim de yok. Meselâ bugün Meclis’te milletvekillerinin yemin töreni var. Cumhur İttifâkı çoğunlukta. Yarın Erdoğan yemin edecek ve yine yarın Erdoğan’ın Kabine’yi açıklaması bekleniyor. Yeni Kabine öncekilerden daha önemli olacak gibi geliyor bana. Çünkü Erdoğan’ın son dönemi ve adı geçen isimlere baktığımız zaman, bir önceki Kabine’ye göre daha güçlü, daha ağırlığı olan isimler telaffuz ediliyor. Ama tabiî Erdoğan’ın ne yapacağı belli olmaz. 

Kabine konusunda şöyle bir husus var: Erdoğan eski kabinedeki bütün bakanları milletvekili yaptı biliyorsun ve onların bir daha bakan olamayacakları söylendi. Ama şimdi Meclis çoğunluğunu bayağı kuvvetli bir şekilde almış olduğu için, bir iki tânesini bakan yapmakta sorun yaşamaz.  Kıl payı bir çoğunluk olsaydı, onları bakan yapmak istemezdi. Meselâ ilk akla gelen, en kritik isimler Süleyman Soylu ve Hulusi Akar. Onların tekrar bakan olma ihtimâli olabilir ve çok da önemli olacak diye düşünüyorum. Erdoğan onları tekrar bakan yapacak mı yapmayacak mı? Özellikle Süleyman Soylu’yu. Bu birçok açıdan çok önemli olacak.

Onun dışında, Erdoğan’ın ekibinde olup, bu sefer bakan olarak değerlendirileceği söylenen İbrahim Kalın ve Hakan Fidan gibi isimler var. Eski Meclis Başkanı –çünkü artık fiilen milletvekili değil– Mustafa Şentop’un adı geçiyor. Başka birtakım isimler de var. Yani üzerinde konuşacağımız bayağı bir şey var. Tabiî ki en önemli hususlar, İçişleri, Dışişleri, Millî Savunma ve Adâlet Bakanlığı. Bir de tabiî en önemlisi ekonomi. Anladığım kadarıyla Mehmet Şimşek olayı kesinleşiyor gibi. Çünkü kendisinden de, olmayacağına dâir bir işâret yok. Bu konuda en çok tartışılan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı mı olacak, yoksa doğrudan bakan mı olacak? Galiba Cumhurbaşkanı Yardımcılığı olup, ayrıca ona bağlı bir bakanın görevlendirilmesi söz konusu olabilir. Burada önemli bir konu: Erdoğan, Mehmet Şimşek’e ne kadar bir alan açacak? Yani gerçekten şu âna kadar uyguladığı politikaları bırakacak mı? Yoksa Mehmet Şimşek şu noktaya gelmiş de olabilir: “Pekâlâ, tamam. Ben bildiğimi yapayım, ama sizin söylediklerinizi de dikkate alayım” gibi bir orta yoldan da gidecek olabilir. Ama sonuç îtibâriyle Mehmet Şimşek gibi bir ismin ekonomiden sorumlu olması, ilgili iç ve dış çevreler için zâten başka seçenekleri yok, ama en azından, “İyi işte, durum düzeliyor, normalleşiyor. Rasyonelleşecek” diyerek, iktidâra verdikleri krediyi en azından gerekçelendirecekler. Böyle bir Kabine gerçekten bayağı önemli olacak. Tekrar sıralayalım: Ekonomi, İçişleri, Dışişleri, Millî Savunma ve Adâlet bakanlıkları başta olmak üzere, meselâ “Sinan Oğan’a bakanlık verecek mi?” gibi sorular da var. Kadın konusunda ne yapacak? Çünkü Yeniden Refah ve HÜDA PAR’ın bu konuda çok atak olacağını tahmin ediyoruz. Ama en önemli husus, eski bakanlardan kalacaklar var mı ve yeni gelecekler nasıl bir profil çizecekler?

Kemal Can: Senin söylediğin gibi, birtakım kritik bakanlıklar, Kabine’nin genel görüntüsü, ekonomi, dış politika, içişleri ve adâlet gibi meselelerde izlenecek rotayı kestirebilmek için bir veri teşkil edecek belki. Bunlar herkesin bakacağı şeyler; ama ben ilk intibâ olarak, yani seçim gecesinin hemen sonrasındaki konuşma, sonra verilen reaksiyonlar, hem Batı merkezlerinin hem ekonomi elitlerinin, güç merkezlerinin tutumuna baktığımda şöyle bir şey görüyorum: İktidârın, Erdoğan’ın zaman zaman uyguladığı içeriye sert, dışarıya gevşek, içeriye biraz daha belirsizlik, dışarıya daha öngörülebilirlik çizen…

Ruşen Çakır: “İçeriye sopa, dışarıya havuç” mu diyorsun?

Kemal Can: Evet, bunu böyle de basitleştirebiliriz, doğru söylüyorsun. Zâten hemen seçimden sonra, “Bakın, dize getirdik hepsini. Hepsi sıraya girdiler, kutluyorlar. Bak kazanınca nasıl da geldiler kapımıza” havası verilse de, aslında şöyle bir tarafı var: Özellikle ekonomik kriz meselesinde, bâzı ekonomi uzmanlarının önceki öngörüleri bizim gibi siyâset yorumcuları kadar sapmış olsa da, nedense onlar hiç sopa yemiyorlar, sopayı biz yiyoruz. “Bu ekonomi taşımaz. Bu sene gitmez, bu kışı çıkartmaz, bu yazı çıkartmaz” diyenleri dikkate alırsak, ekonomi hâlâ iyi durumda değil. Ekonominin iyi durumda olmamasının zorunlu sonucu olarak, Türkiye’nin birtakım dış kaynaklara ihtiyâcı var. Tamam, Körfez’den, şuradan buradan birtakım fonlar bulunuyor; ama dışarıyla para ilişkisinde hâlâ bazı şeylere ihtiyaç var. Aslında iç siyâsette işine yarasa da, Erdoğan için şu anda oralarla itişip kakışmanın çok ihtiyaç olduğunu sanmıyorum. O yüzden, dışarıya karşı başka bir hava verebilecek Mehmet Şimşek gibi, belki İbrahim Kalın gibi isimleri –yani Süleyman Soylu gibi, “Amerika şunu yapıyor, bunu yapıyor” demeyecek birilerini– Kabine’de göstermek, daha istediği bir şey olabilir. Ama dışarıya karşı kurduğu bu tür bir vitrinin içeride de bir yumuşama, kucaklama anlamına gelmeyeceğini, hattâ bu tür meselelerin, daha önce de olmadığı gibi, şimdi de dışarının hiç umurunda olmadığı kanaatindeyim. O yüzden ben, Kabine’nin görüntüsünün içeriye dönük mü dışarıya dönük mü olacağını, burada yer alacak isimlerin özellikleri îtibâriyle belirleyici bir faktör olarak görüyorum. Büyük ihtimalle de, dediğin türden önemli, kritik bakanlıklarda, özellikle ekonomi yönetiminde ve dış politika hamlelerinde bunun gözetileceğini düşünüyorum. 

Şimdi işin diğer tarafına gelirsek: Bu Kabine revizyonunun yanı sıra, iktidârın, Erdoğan’ın hedef olarak koyduğu yerel seçimi de alarak, aslında kendi iktidârını ve bu son seçimde kendince sağladığı başarıyı, %50’nin üstünde tutunma hamlesini sağlamlaştıracak ve uzunca süre muhâlefetin umudunu yeşerten “Yerel seçimleri nasıl kazandık” duygusunu da kırarak, muhâlefeti iyice düşürme hamlesine çok önem verdiğini düşünüyorum. O yüzden de bu kısa dönemde, yerel seçime kadar, özellikle ekonomide çok radikal değişiklikler ya da kendisi için riskli değişiklikler yapmaya niyet etmediğini düşünüyorum. Mehmet Şimşek ile yapılan pazarlığın içerisinde, “Senin dediklerini yaparız, yapmayız; sen dediğin gibi yap, yapma” meselesindeki takvimin daha belirleyici bir tartışma konusu olduğunu düşünüyorum bu yüzden. Yani: “Yerel seçime kadar ekonominin gereklerini değil, bizim alacağımız sonucun gereklerini düşünelim. Bu payı yarat, ondan sonra biz bunu tescil ettirelim, büyükşehirleri, özellikle İstanbul’u geri alalım, ondan sonra bakarız”. Bence pazarlığın, “Ne yaparsın, ne yapamazsın” kısmından daha çok, burada olduğunu düşünüyorum. 

Türkiye’nin neredeyse 10 yıldır tepesinden eksik olmayan ve aslında iktidârıyla muhâlefetiyle bütün siyâsî aktörleri kendine mahkûm eden tuhaf bir türbülans yaşanıyor. Sürekli bir zaman baskısı var. Her yıl bir referandum, bir seçim, bir geçilecek eşik, bir kritik dönemeç hiç bitmiyor. Bunun hep muhâlefetin aleyhine işlediğini gördük. Meselâ bu kampanya sırasında da Erdoğan’ın sürekli muhâlefeti konuşmasını, gündemi muhâlefetin ele geçirmesi gibi yorumladık, böyle sonuç doğurabileceğini söyledik. Hattâ bunun taktik olarak pek de doğru olmayacağını düşündük. Ama öyle işlemedi. İktidar muhâlefeti konuşturmayı başararak, muhâlefet çok konuşuldu. Hattâ muhâlefet bu konuşulmadan da memnun kaldı aslında: “Hep bizden bahsediyor, geliyor gelmekte olan”ın bir işâreti olarak algılandı. Şimdi Erdoğan bence bir süre daha bunu yapacak. Yani bu yerel seçimi alma stratejisi de benzer biçimde yürüyecek. O yüzden kabinesini ve rota değişikliklerini çok önemli bir başlık hâline getirmeyecek, dışarıya ve birtakım ekonomi elitlerine biraz vâdeli bir işâret verecek. Bir tür, kredilerini devam ettirmeleri, seslerini yükseltmemeleri, şimdiye kadar davrandıkları gibi mızıkçılık yapmamaları konusunda onları bir hizâya sokacak. Ondan sonra da bildiğini yapacak. Ben işleyecek sürecin böyle olduğunu düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Anlaşılan yarın akşam Kabine açıklanacak, artık önümüzdeki hafta bol miktarda bu konuyu konuşuruz. “Haftaya Bakış”a burada noktayı koyalım. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.