Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

PKK kayıtsız şartsız silah bırakmalı

14 Mayıs’taki parlamento seçimlerine Yeşil Sol Parti listelerinden giren Halkların Demokratik Partisi (HDP), siyasi gözlemcilerin ve kamuoyunun beklentisinin aksine oylarında düşüş yaşadı ve umduğu milletvekili sayısına ve oy oranına ulaşamadı. Bu sonuçla birlikte, seçim sonrası için beklenen anahtar ya da kilit parti olma durumu da gerçekleşmedi.

Öte yandan Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecindeki kampanyasında, muhalefetin PKK ile ilişkili olduğu yönündeki iddialarını sürdürdü. Kandil’den gelen bazı açıklamaların da buna zemin hazırladığı düşünülüyor.

Uzun zamandır Türkiye’de silahlı eylemde bulunmayan PKK’nın silah bırakmasının vakti geldi mi? Neden?

Ruşen Çakır yorumluyor.

Ruşen Çakır’ın yayında bahsettiği yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

PKK’nın silah bırakması üzerine 7 soru: http://rusencakir.com/PKKnin-silah-birakmasi-uzerine-7-soru/1773

PKK kayıtsız şartsız silah bırakmanın hâlâ çok uzağında PKK sorununda yeni bir eşikte miyiz?/2: http://rusencakir.com/PKK-kayitsiz-sartsiz-silah-birakmanin-hala-cok-uzaginda-PKK-sorununda-yeni-bir-esikte-miyiz2/1137

PKK çevrelerinden gelen itirazlar ve cevaplarım: http://rusencakir.com/PKK-cevrelerinden-gelen-itirazlar-ve-cevaplarim/1035

Neden ilk olarak PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakması şart?: http://rusencakir.com/Neden-ilk-olarak-PKKnin-kayitsiz-sartsiz-silah-birakmasi-sart/1034

Murat Karayılan’a cevabımdır: http://rusencakir.com/Murat-Karayilana-cevabimdir/1145


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir


Merhaba, iyi günler. Birçok kesimin tepki göstereceğini tahmin ettiğim bir başlıkla bir yayın yapıyorum. PKK’nın kayıtsız şartsız silâh bırakması gerektiğini söylüyorum. Birçok çevre derken kastettiğim, tabiî ki kendisini PKK’ya yakın hisseden kesimler çok îtiraz edeceklerdir buna. Böyle bir şeyin olamayacağını söyleyeceklerdir. Öte yandan PKK karşıtı, PKK’yı düşman, terörist örgütü olarak görenler de devletin böyle bir şeye ihtiyâcı olmadığını, zâten PKK’nın yok edilmekte olduğunu, çok az kaldığını vs. söyleyeceklerdir. Fakat bence her iki tarafın da îtirazlarını bir kenara bırakıp, bu konuyu ciddî bir şekilde önümüze koyup düşünmemiz gerektiği kanısındayım. Bu benim ilk kez dile getirdiğim bir konu değil. Çok daha önceden, tam 15 yıl önce Vatan gazetesinde bu konuyu ısrarlı bir şekilde dile getirmiştim. Sâdece Vatan gazetesinde değil, o târihlerde yorumculuk yaptığım NTV‘de de tekrarlamıştım. Meselâ önümde, “Neden ilk olarak PKK’nın kayıtsız şartsız silâh bırakması şart?” diye, 11 Ekim 2008 târihli bir yazı var. Bu yazıyı yazdıktan sonra, o târihte sosyal medya çok güçlü değildi ama e-postalar çok işliyordu, çok sayıda e-posta almıştım. Büyük bir kısmı PKK’ya yakın olduğunu düşündüğüm kişilerdendi. Ama bir kısmı da PKK’dan nefret eden kesimlerdendi. Kendi çapımda bir tartışma başlattığımı düşünüyorum. Bayağı bir gelişti. Onun ardından, “PKK çevrelerinden gelen îtirazlar ve cevaplarım” diye bir yazı kaleme aldım. Bütün bu yazıları –başka yazılar da var–, bunların linklerini YouTube’a ve Medyascope sayfasına bu yayının paylaşıldığı yerlere koyacağım.
İsteyen bu eski yazıları da bulabilir. Aslında yazılar eski, ama söylediklerimin hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum, birçok konuda. Tabiî ki 15 yıl önceki konjonktür yok. Çok değişik, AKP’nin ilk yıllarıydı diyelim o zaman ve bambaşka bir Türkiye vardı. AKP, Erdoğan tek başına iktidardı. Şimdi büyük bir koalisyon var ve bu koalisyonun önemli bir ayağını da MHP ve Devlet Bahçeli oluşturuyor. Dolayısıyla şu hâliyle bakıldığı zaman, çok şâhin bir iktidar, Kürt meselesinde, PKK konusunda çok şâhin bir iktidar olduğunu görüyoruz 2008’e kıyasla. Fakat bâzı durumlarda bu tür sorunların çözümünde en olmadık iktidarlar döneminde işlerin daha kolay olduğunu, dünyada ve Türkiye’de değişik dönemlerde gördük. Hiç beklenmedik bir şekilde böyle zor dönemlerde pekâlâ birtakım önemli adımlar atılabilir. Şu günden bakıldığı zaman böyle bir zemin hiçbir şekilde yok. Bunu kabul etmek lâzım. Fakat Türkiye’nin buna ihtiyâcı var. 
Şimdi neden ihtiyâcı var? Öncelikle son seçime bakalım. Son seçimde Kürtlerin seçimin kaderine belirleyeceğini iddia ettik, ben dâhil birçok kişi ve tabiî ki kendileri. Hiç de öyle olmadı. Onların tercih ettiği aday kazanamadı, yani Kemal Kılıçdaroğlu kazanamadı. Buna karşılık tam tersine çok ciddî bir şekilde, Kürt meselesinde çok ciddî, çok sert mesajlar veren bir iktidar kazandı. Ve bunu yaparken de PKK meselesini alabildiğine kullandılar. Bugün Kemal Kılıçdaroğlu, yenilgisinin esas nedeni olarak montaj videolardan bahsediyor. Bu montaj videolarda kim vardı? Murat Karayılan vardı, diğer PKK’lılar vardı. Montajdı videolar. Ama iktidârın, “Kılıçdaroğlu PKK ile işbirliği yapıyor, anlaşıyor” söyleminin belli bir etkisi olduğunu artık kabul etmek durumundayız. Şaşırtıcı bir şey bence; ama bu bize bir kere daha gösterdi ki Türkiye’nin yarıdan fazlası hâlâ bu konuyu böyle düşünüyor, böyle bakıyor. Birçok olayı, ekonomiyi şunu bunu geri plana itebiliyor. Bu konu her şeyin önüne çıkabiliyor. Yani şu hâliyle son dönemde PKK’nın silâhlı eylemleri durmuş gibi olsa da, özellikle büyükşehirlerde bir zamanlar yaşadığımız türden kör terör eylemleri olmasa da, PKK deyince akla büyük ölçüde Suriye ve Suriye’de ABD’yle işbirliği yapan YPG gelse de, birtakım operasyonlarla, özellikle MİT’in düzenlediği birtakım operasyonlarla arada sırada hatırlasak da, PKK’nın silâhlı varlığı sürüyor. Ülke içerisinde ve ülke dışında, özellikle Irak’ta, Kandil’de PKK’nın varlığı sürüyor. Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik bir tehdit olarak sürüyor. Onun da ötesinde Suriye’de PKK’ya, PKK’nın bir uzantısı olarak bildiğimiz YPG/PYD de çok ciddî –birçoğu Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin yaptığı operasyonlarla elinden alındı– birçok bölgeyi de kontrol ediyor. Dolayısıyla eskisi kadar konuşulmasa da bir silâh olgusu var. Zâten ilginç olan, terörün Türkiye’nin gündeminde bu kadar olmadığı bir dönemde, PKK’nın seçimin kaderinin belirlenmesinde bu kadar etkili olması çok garip bir şekilde karşımıza çıktı. Ve bu sâdece Türkiye’de Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesi değil, ama onun ötesinde Kürt hareketinin çok ciddî bir yenilgi yaşamasına da neden oldu. Yeşil Sol Parti adı altında seçimlere giren HDP’nin yaşadığı hayal kırıklığında PKK muhakkak bir faktör olarak etkili oldu. Tabiî ki HDP’nin aleyhine etkili oldu. Selahattin Demirtaş’ın, “Aktif siyâsetten çekiliyorum” açıklamalarını yaptığı röportajında söylediği şeylerin bir kısmının doğrudan Kandil’e ya da Kandil adına hareket ediyormuş gibi davranan kişilere yönelik olduğunu da biliyoruz. Şu hâliyle bakıldığı zaman, silâhların mevcûdiyeti, Kandil’in mevcûdiyeti, aslında Kürt hareketinin gerçek merkezi olan, olması gereken yasal siyâsal hareketin, yani şu hâliyle HDP ya da Yeşil Sol Parti –yarın öbür gün adı ne olur bilemiyoruz, çünkü mahkeme sürüyor– bu hareketin artık işi çoktan ele almış olması gerekiyordu. Benim 15 sene önce yazdığım yazılardaki temel önermem de buydu.
15 sene önce yazdığımda bu kadar sivrilmiş, öne çıkmış bir Selahattin Demirtaş figürü bile yoktu. Ama partinin kendisi, o târihteki partinin kendisi bayağı önemli bir rol oynuyordu ve artık hareketin merkezi hâline gelmişti. Fakat Kandil bunu kabul etmedi. Kendisini merkez olarak dayatmayı sürdürdü ve hâlâ sürdürüyor. Artık bunun bir son bulması gerekiyor. Bunun son bulmasından en çok istifâde edecek olanların başında da bence Kürtlerin kendileri geliyor. Dolayısıyla Kandil ve silâh, bir yerden sonra uzun zamandır Kürtlerin önünü kesen bir olay oldu. Bunu kabullenmek, bununla böyle bir yüzleşme yapmak gerçekten bu hareket içerisinde çok zor; ama bir yerden sonra artık kaçınılmaz. 15 yıl önce bunu söylediğimde çok eleştiri aldım. Birtakım toplantılarda söyledim. Hattâ Ankara’da, hatırlıyorum, Barış Meclisi’nin toplantısında söylediğimde çok ilginç bir şey olmuştu. Bir paneldi. Benden başkaları da vardı. Ve sorular panele yazılı olarak geliyordu. Benim bu konuda aynı şekilde, kayıtsız şartsız silâh bırakılması gerektiği çıkışımın ardından bana onlarca kâğıt geldi ve bunların büyük bir kısmı bana çok sert eleştiriler yöneltiyordu. Bunların neler olduğunu birazdan söyleyeceğim. Ama ilginçtir, toplantı bittikten sonra çıkarken –acele İstanbul’a dönmem gerekiyordu, toplantı Ankara’daydı–, orada ayaküstü sohbet ettiğim insanların büyük bir kısmı da bana teşekkür etmişti. Çok ilginç bir olaydı, hiç unutmayacağım. Hattâ ardından, o toplantı sırasında toplantıyı izleyen o dönemin partisi, yanılmıyorsam DEP idi ya da DBP –artık adları o kadar çok değişti ki hangisiydi diye hatırlayamıyorum– onun yöneticileri benim ardımdan, benim söylediklerimin ne kadar gerçek dışı olduğunu vs. arkamdan söylemişler. Onu da duymuştum.
Şimdi bu yazılarda yazdığım şeylere bakarak tekrar söylüyorum. Çünkü 15 yılda aslında
çok da fazla bir şey değişmedi. Konjonktür değişti, ama çok da fazla bir şey değişmedi. Burada meselâ ilk sorulan soru şu: Neden böyle bir şey, kayıtsız şartsız silâh bırakma? Şimdi burada üç tâne seçenek var. Birisi: “Bu nasıl olabilir?” Bir tâne seçenek: Devletten bir adım gelir, devlet PKK’ya yönelik operasyonlarını hafifletir vs. ve buna PKK cevap verir. Bunun olabilme imkânı yok. Böyle bir şey devlet aklında söz konusu olamaz. Devletle PKK’nın aynı anda silâh bırakması olayı çok uzun çalışmalar sonucunda olabilir. Çözüm Süreci’nde bir anlamda bu denenmişti, ama yürümemişti. Bunun da çok fazla geçerli olacağı kanısında değilim. Dolayısıyla bence tek seçenek, PKK’nın şart koşmadan silâh bırakma kararı alması ve devletin de bunun ciddîyetini, doğruluğunu gördükten sonra, buna uygun adımlar atması. Şimdi burada, “Neden kayıtsız şartsız?” diye bir îtiraz oluyor, olacak. Çünkü bu önemli bir şey. PKK’nın silâh bırakması lâfı tek başına çok fazla bir anlam ifâde etmiyor. Kayıtsız şartsız demek önemli. Çünkü daha önce defalarca îlân edilmiş ateşkesler var PKK tarafından, ama bir süre sonra bunların hepsi bozuldu. Dolayısıyla çok da fazla anlam ifâde etmiyor; böyle bir ateşkes, yani silâh bırakma çıkışı. Şart ileri sürmesi pazarlık anlamına gelecek ve pazarlığı Türkiye’de, hele bugünün Türkiye’sinde hiçbir ülke yönetimi kabul etmez, etmeyecektir. Bunun, hani bir şart öne sürseniz dahi anlamı olmayacaktır. Ve bir diğer husus da şu tabiî ki: PKK’nın artık bir şart öne sürmeye bir hakkı yok. Bakın bunu 15 yıl önce de söyledim; şimdi çok daha güçlü bir şekilde söylüyorum. Öncelikle adımları PKK’nın atması lâzım, eğer gerçekten bu olayın çözülmesini istiyorlarsa. İsteyip istemedikleri tabiî ki ayrı bir husus. O konuda çok kişi aslında böyle bir şeye niyetleri olmadığını söylüyor. Çok kişi son seçim öncesi Kandil’den gelen açıklamaların da kasıtlı olarak yapıldığını söylüyorlar. Erdoğan’ın iktidarda kalmasını PKK’nın istediğini ileri sürenler var. Ben bu tür spekülasyonlara çok fazla îtibar eden birisi değilim.
Şimdi çok sayıda îtiraz daha önce de gelmişti, bundan sonra da gelecektir. En çok söylenen şey: “PKK’lılar kurbanlık koyun mu? Niye böyle bir şey yapsın? Boynunu niye kasabın bıçağına uzatsın?” şeklinde. Olayın bu şekilde dile getirilmesiyle, tartışmanın böyle bir boyuta çekilmesiyle tartışmadan çok fazla bir şey çıkması mümkün değil. Meselâ ne demişti, Murat Karayılan’ın galiba bir sözü: “PKK silâhı bıraksın sözü, söylemi havaya, yani boşa sıkılmış bir kurşundur” lâfı var. Bu lâfını daha sonra da doğrudan, evet benim bu yazıp söylediklerimden bir yıl sonra olan bir olaydan bahsediyorum, biraz yazılar karıştı, bir yıl sonra Hasan Cemal Milliyet’te Murat Karayılan’la bir röportaj yapmıştı. Orada Murat Karayılan böyle söylemişti ve ben de bunun yanlış olduğunu, bu yaklaşımın yanlış olduğunu söyledim. İlginçtir, ardından Fırat Haber Ajansı’ndan bir kişiye, Halit Ermiş’e verdiği bir röportajda –bunlar 2009 Mayıs ayında oluyor– Murat Karayılan benim adımı vererek, bizim yaptığımızın, benim gibilerin yaptığının çözüm değil çözümsüzlükte ısrar etmek olduğunu söyledi, Mayıs 2009 yılında. “PKK kayıtsız şartsız silâh bıraksın” dendiğinde, buna çözümsüzlükte ısrar etmek dendi. Ve o günden bugüne –aradan geçen 14 yıl ya da 15 yıl, her neyse, hattâ olayın kendisi çok daha eski ama– bu tartışmalara baktığımız zaman görüyoruz ki bir adım bile ileri gidilememiş; hattâ geri gidilmiş. Çözümsüzlükte kimin ısrar ettiği ortada. Bu tür şartlarla yapılan, alınan pozisyonlardan çatışmanın sürmesi çıkıyor. Çatışma şu anda çok düşük yoğunluklu seyrediyor. Daha çok Türkiye Cumhuriyeti toprakları dışında yaşanıyor, ama bir şekilde bu çatışma potansiyeli hep var. Ve Türkiye’de siyâsî hayâta ve tabiî ki ekonomiye, kültürel hayâta, her şeye damgasını vuruyor bu çatışma potansiyeli. Ve bu çatışmanın târihi, yarattığı travmalar… Türkiye’nin bunlardan kolay kolay sıyrılabilmesi mümkün gözükmüyor.
Dolayısıyla bugün Türkiye’nin önünün açılabilmesi için öncelikle bu konuyu gündemimize almamız gerekiyor. Tabiî ki Erdoğan otoriter bir rejim ve giderek otoriterliği daha da artacak vs.. Bütün bunların hepsi doğru. Ama bir diğer husus da şu: Bu otoriterliğin meşrûiyet kanallarının en başında da PKK’nın silâhlı varlığı geliyor. Otoriterliğe karşı mücâdele etmenin önemli bir ayağının da PKK’nın bu silâhlı varlığına îtiraz etmek olduğu kanısındayım ve bunu özellikle Kürtlerin çok daha güçlü bir şekilde dile getirmesi gerektiğini savunuyorum. Ama bunu yapmak çok da kolay bir şey değil; hele bugünün Türkiye’sinde, hele bu seçim sonuçlarının ardından. Ama zarârın neresinden dönülse kârdır. 15 yıl önce dile getirdiğim hususu bugün tekrar dile getiriyorum ve bundan sonra da her vesîleyle –gündeme bağlı olarak tabiî– bu
konuyu tekrar elimden geldiğince gündeme getirmeye çalışacağım. Çünkü PKK’nın varlığı sürdükçe, öncelikle Kürtler olmak üzere tüm Türkiye kaybediyor, kaybetmeye devam ediyor. Bu olayın artık bir yerde sonlanması lâzım. Kimileri bunu devletin yapacağını düşünüyor, yapmakta olduğunu düşünüyor. Ben buna inanmıyorum. Bu bitecek bir şey, devlet eliyle bitirilecek bir şey değil. Ancak ve ancak kendi irâdeleriyle, kendilerinin râzı olmasıyla bitecek bir şey. Çok târîhî bir olaydan bahsediyoruz. Çok ciddî toplumsal temeli olan, kültürel temeli olan bir
olaydan bahsediyoruz. Bu olayın noktalanabilmesi için olayın doğrudan aktörlerinin, tabiî bu arada bir şekilde Abdullah Öcalan’ın da dâhil olacağı bir şekilde, olayın aktörlerinin bu konuda, silâhlara vedâ etme konusunda çok ciddî, inandırıcı birtakım pozisyonlar almaları ve adımlar atmaları gerekiyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.