Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta İYİ Parti kurultayında Meral Akşener’in verdiği mesajları ve TELE1 genel yayın yönetmeni Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasını değerlendiriyor.
Ruşen Çakır: “İYİ Partililer’den herkes, Merdan Yanardağ olayının üzerine atladı ve savcıları göreve çağırdı. Bunu ilk yayanın da Mehmet Ali Çelebi oldu. Yanardağ sadece bir gazeteci değil, Türkiye’nin önde gelen muhalif haber kanallarından birinin genel yayın yönetmeni. Bu sadece Yanardağ’ın şahsına değil, kanala yönelik de bir hamle. Biliyoruz ki Yanardağ, süreç boyunca Kılıçdaroğlu’nun adaylığını en çok destekleyenlerden ve Akşener masadan kalktıktan sonra en sert yayınları yapanlardandı. İYİ Parti bir bakıma intikam alıyor.”
Kemal Can: “Merdan Yanardağ ne söyledi meselesi var. Yanardağ ve avukatı montaj dedi. Montaj artık normal bir davranış haline geldi, bizzat Cumhurbaşkanı medyanlarda yaptıktan sonra… Bunu bir kenara bırakalım. Yanardağ ne diyor? Yanardağ, ‘Tecrit diye bir ceza uygulaması yok, tecritte olan biri hakkında siyasi spekülasyon yapıyorsunuz, bundan siyasi çıkar elde etmeye çalışıyorsunuz’… Bunu yaptığınız insanla ilgili çevrenizden insanlar da bu kişinin yani Öcalan’ın özel vasıflarından bahsetti, bir akademisyeni ona gönderdiniz ve mektup aldınız, yayınladınız. Cumhurbaşkanı yetmedi çıktı, başka bir partinin içişleri ile ilgili Öcalan’ı referans verdi. Daha ileri gitti ve Bahçeli bile, Öcalan’ın söylediklerinin isabetli olduğunu ima eden açıklamalar bile yaptı… Hepsini yok sayıyoruz ama buradan bir terör suçu veya suçluyu övme üretip, soruşturma açıp, bir de tutuklama kararı çıkarıyoruz… Merdan Yanardağ’ın söylediklerin suç ortaya çıkmadığı gibi, birinin bu söylediklerinden soruşturmaya uğraması bile saçma sapan bir şey.“
Ruşen Çakır: “Akşener önemli bir konuşma yaptı ama öfkenin dışa vurumunun dışında başka bir şey kalmadı. Kongreye bakarak İYİ Parti için diyebilecek fazla bir malzeme vermediler.”
Kemal Can: “Sen Akşener’in herhangi bir konuda net bir açıklama yaptığına tanık oldun mu? Masaya kalkıp oturması, Kılıçdaroğlu adaylığından, merkez parti olmaktan, başka siyasi tercih meselelerine kadar… Akşener başından itibaren, net olmama siyasetini bir yöntem olarak üstüne giydi ve öyle devam ediyor. En öfkeli anlarında da, en mülayim anlarında da netleşmedi… Bu kongrede de öyle oldu. Bu belirsizlik hali, Akşener’i rakipsiz yapıyor. Partinin tek gücü olarak duruyor ama bu partiye hakim olmak anlamına gelmiyor. Bu kadar oy dalgalanmasını nasıl yaşayabilir bir parti? Bu kadar yeni bir parti böyle bir dalgalanmayı anca böyle bir belirsizlikte yaşar. Akşener şöyle bir lüks kullanmak istiyor, ne olmadıysa başkaları yüzünden… ‘Kılıçdaroğlu adaylığını dayattığı için merkez partisi olamadık’, ‘CHP’yi sevmiyor millet ondan biz de kaybetmiş sayıldık’… Sürekli kendi dışında herkes sorumlu…“
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba iyi bayramlar. Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Her hafta olduğu gibi Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal merhaba, iyi bayramlar.
Kemal Can: Merhaba, iyi bayramlar. Evet, hâlâ bayramın içindeyiz, doğru.
Ruşen Çakır: Geçen haftadan bu yana çok fazla bir şey olmadı; tabiî bayram olduğu için. Ama arife günü, TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ tutuklandı. Aslında çok daha büyük yankı uyandırırdı, ama bayramın etkisiyle daha hafif geçiyor.
Bir diğer konu da, geçtiğimiz hafta sonu, yani bayramdan önce, İYİ Parti Olağan Kongresi’nin yapılmış olması. Geçen haftaki programda İYİ Parti Kongresi’nde neler olabileceğini konuşmuştuk. Kongre yapıldı. Fazla da bir şey olmadı, ama Meral Akşener’in konuşmasını biraz değerlendiririz. Aslında Meral Akşener’i konuşurken İYİ Parti’yi de konuşmak şart. Çünkü ilginç bir şekilde, Merdan Yanardağ’ın, kendisinin montaj olduğunu söylediği yayından parçalar birleştirilip yapılmış bir video var biliyorsun. O video nedeniyle gözaltına alındı ve tutuklandı. Avukatının açıklamasına göre de, yayının tamâmı dosyada yoktu. Belki sonradan yargılama sürecinde eklerler. Merdan Yanardağ bu videonun bir kurgu olduğunu, sözlerinin bağlamından koparıldığını söyledi. İlk baştan îtibâren İYİ Partililer çılgınca saldırdılar fark ettiysen. Daha ilk anda, Meral Akşener dışında partililerin büyük kısmı bu konunun üzerine atlamış, çoğu da daha soruşturma açılmadan savcıları göreve çağırmış. Ama bunu ilk yayanın da AK Parti İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi olduğunu biliyoruz — ki Ergenekon döneminde, Merdan Yanardağ’ın bizzat sâhip çıktığı bir isimdi.
Merdan Yanardağ sâdece bir gazeteci değil, aynı zamanda Türkiye’nin önde gelen muhâlif kanallarından birinin genel yayın yönetmeni. Tam detayını bilemiyorum, ama aynı zamanda sâhiplerinden biri ya da sâhibi sanıyorum. Dolayısıyla, bu yapılan sâdece Merdan Yanardağ’ın şahsına yönelik değil, aynı zamanda TELE1 kanalının kendisine yönelik de bir hamle.
Bir diğer husus da, yakın bir tarihte Kılıçdaroğlu, Sözcü TV’den sonra Ankara’da TELE1 yayınında, Merdan Yanardağ, Zeynel Lüle ve Evren Alankuş’un sorularını yanıtladı. Biliyoruz ki Merdan Yanardağ, adaylık sürecinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığını en net şekilde savunan bir gazeteciydi. TELE 1, özellikle 3 Mart’ta Masa’dan kalktıktan sonra Meral Akşener’e ve İYİ Parti’ye yönelik en sert yayın yapan kanallardan birisiydi. Ve Merdan Yanardağ da en sert eleştirileri yapan gazeteciydi. İYİ Parti bir anlamda intikam alıyor sanki. Zâten bazı sosyal medya paylaşımlarında da, “O süreçte yaptığı yayınlarla bildiğimiz…” diye bunu açık açık söylemişler. Bence bir taşla iki kuş vurmak istiyorlar. Hem bir taraftan intikam, hem de seçim sonuçlarını etkilediği söylenen Kürt meselesi konusunda fabrika ayarlarına dönüyorlar ve orada bir pozisyon belirliyorlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Diğer bir yönü de şu: “Yeni dönemde Erdoğan’ın politikası yumuşayacak mı?” derken, seçimden kısa bir süre sonra, bir gazetecinin, önemli bir ismin başına bu iş geliyor. Bu olay, bundan sonra olabileceklerin çok açık mesajını veriyor.
Kemal Can: Evet. Senin de kısa bir özet hâlinde aktardığın gibi, olayın birkaç katmanı var. Birincisi, Merdan Yanardağ, çok uzun senelerdir şahsen tanıdığım bir isim. Olayın birinci kısmı, “Merdan Yanardağ ne söyledi?” meselesi. Merdan Yanardağ ve avukatı yayınlanan videonun montaj olduğunu söyledi. Zâten montaj dediğimiz şey, olmayan, ya da bağlamından kopartılmış, cımbızlanmış, montajlanmış işler, artık ayıbı suçu geçtik, yapılması isâbetli olmayan bir şey olmaktan bile çıktı. Bunu bizzat Cumhurbaşkanı meydanlarda yaptıktan sonra, başkalarının yapmasında hiçbir sakınca görülmeyen normal bir davranış hâline geldi. Ama montaj ve özellikle o montajlarla ve kurgulanmış biçimde, belirli bir şeyi söyletmiş olmalarını bir kenara bırakalım. Merdan Yanardağ ne diyor? Merdan Yanardağ, hukukî veçhesi açısından çok açık biçimde, “Tecrit diye bir cezâ yok. Tecritte tuttuğunuz biriyle ilgili sürekli siyâsî spekülasyonlar yapıyorsunuz; bu tecrîdi sırf bu yüzden ortadan kaldırmıyorsunuz. Hem hukuk dışı bir işlem yapıyorsunuz, hem de bundan bir siyâsî çıkar elde etmeye çalışıyorsunuz. Üstelik bunu yaptığınız insanla ilgili, sizin çevrenizden, yakınınızdan pek çok insan da” –bunu iktidâra söylüyor– “Öcalan’ın özel vasıflarından bahsetti. Hattâ siz bizzat bir akademisyeni ona gönderdiniz, mektup aldınız, mektubu yayınladınız. Yetmedi, Cumhurbaşkanı çıktı, bir partinin içişleriyle ilgili olarak, doğrudan onu referans vererek, ’Öcalan Demirtaş’tan hesap soracak’ dedi. Hattâ Bahçeli bile, aslında Öcalan’ın söylediklerinin daha isâbetli olduğunu îmâ eden açıklamalar yaptı. Şimdi bütün bunların hepsini yok sayıyoruz ve sâhiden hukukî olarak da tecrit diye bir cezâ müessesesi olmadığını bilmemize rağmen, buradan bir terör suçu ya da bir suçu övme fiili üretip, buradan soruşturma açıp, üstüne bir de tutuklama kararı çıkartılıyor. Üstelik bazı televizyonlarda profesör unvanı taşıyan hukukçular bile, bu saçma hukukî zorlamayı savunacak açıklamalar yapabiliyor.”
İşin bu tarafı hakîkaten tevil götürmez bir hukuksuzluk. Yani Merdan Yanardağ’ın söylediklerinden ortaya suç çıkmadığı gibi, suç olmadığı gibi, bunu söylemiş olduğu için herhangi birinin, değil tutuklanması, gözaltına alınması, soruşturmaya uğramasının bile saçma sapan bir şey olduğunu biliyoruz. Ama bu ülkede artık bu işler o kadar normalleşti ki, suçu bulunmamış ya da fiili üretilmemiş fâillere ömür boyu hapisler verilen bir ülkede yaşıyoruz. Bu, işin bir tarafı. Burada Merdan Yanardağ’ın hukukî mülâhazalarla açıklanabilecek bir işlemle tutuklandığını söylemek imkânsız.
İkincisi, hemen seçimden sonra, birtakım aklıevvellerin, “Rota değişiyor, makas değişiyor. Acaba başka türlü bir hatta mı giriliyor?” “Kucaklama” filan hikâyelerinin üstüne, böyle bir yerden işâret verilip, herkesin linç için sürek avına katıldığı, hedef gösterip… Meselâ bunun, kısa bir süre önce birtakım sanatçıları tek tek hedef gösterip konserlerini yasaklatmak, sonra onlara konser verdiren belediye başkanlarını istifâ ettirmek şeklinde başka versiyonları da var. Ama medyaya ve gazetecilere dönük, sistemli, hedef göstererek, senin söylediğin gibi sâdece gazetecileri değil, bâzı yayın kuruluşlarını da belki çok daha ciddî cezâların zeminini hazırlayacak biçimde hedef göstererek buradan sonuç almaya çalışan bir çabanın ortaya çıktığını görüyoruz.
Burada ilginç bir koalisyon var. Bir başka boyut da bu. Senin de işâret ettiğin gibi, bir tarafında, bir zamanlar Ergenekon soruşturmasında üstelik Merdan Yanardağ ile neredeyse birlikte suçlanmış bir ismin, onu hedef göstererek başlattığı, daha sonra İYİ Partililer’in katıldığı çok ilginç bir koalisyonun hedef göstermesiyle, zâten buna son derece teşne olan iktidârın yargısı tarafından, neredeyse hemen gereği yapılan bir işlem var.
Olayın başka bir katmanı daha var: Buna verilen reaksiyonlar. Evet, senin de söylediğin gibi, olay bayram arifesine denk geldi. Galiba hemen bir CHP heyeti Merdan Yanardağ’ı ziyâret edecekmiş. Şimdi biraz daha reaksiyonlar oluşmaya başladı; ama bu hâdisenin hemen başında çok yüksek bir tepki de ortaya çıkmadı.
Bütün bunları üst üste koyduğumuzda, hem bu seçim vesîlesiyle yaşadığımız tablonun bize neler taşıdığını, hem gazetecilik yapmaya çalışan mecrâların, gazetecilik yapmaya çalışan insanların ya da çok açık biçimde hukukî meselelerde hukuksuzluğu işâret eden herkesin nasıl bir tehdit, damgalanma ve linç operasyonuyla karşı karşıya kalabileceğini gösteren çok önemli bir şey var. Ve bunun arkasındaki koalisyonun biraz daha genişlediğini görmek daha da moral bozucu. Meral Akşener dışında bir sürü İYİ Partili’nin devreye girdiğini sen de söyledin. Akşener, “Ben söylemedim ki” diyerek, partisinden herkesin söylemesinin mümkün olacağı, herkesin herkese en yakası açılmadık iddiaları ortaya atabileceği, bir gün HDP’ye, bir gün CHP’ye, bir gün Kılıçdaroğlu’na, bir gün başka birine, partinin kimi zaman sözcüsü, kimi zaman genel başkan yardımcısı, kimi zaman önemli bir aktörü her şeyi söyleyecek, bunlar da vaziyet almayacak, “Ama ben söylemedim ki” diyerek idâre edecek. Bunda da benzer bir şey görüyoruz.
Burada çok açık bir şey var. Çok sık dile getirilen şöyle cümleler duyuyorum: “Beğenirsiniz beğenmezsiniz, aynı düşünmeyebilirsiniz”. Ama Merdan Yanardağ’ın söylediklerinde ne var? Yani bu beğenip beğenmemekle ilgili bir şey değil ki. Basit bir şey. Bunda hakîkati olmayan bir durum da yok. Çünkü tecrit uygulaması fiilî bir durum zâten. Avukatlarıyla görüştürmediğiniz, âilesiyle görüştürmediğiniz birine yaptığınız uygulamanın adı nedir? Bu çok açık. Bunun adını söylemek niye suçluyu övmek olsun? O insanla ilgili bir şey değil ki. Bu, sizin yaptığınızla ilgili bir şey. Yani o insana dâir bir şey söylemiyor, sizin o insana yaptığınızla ilgili bir şey söylüyor. Meselâ bu hesâba göre şöyle mi diyeceğiz? “Eğer birinin suçlu olduğuna inanıyorsak ve onun işlediği suçun bizim için çok kötü olduğuna inanıyorsak, ona ne yapılırsa yapılsın, bununla ilgili bir îtirazda bulunan herkes aslında onu övmektedir” mi diyeceğiz? Böyle mi çıkacak bu sonuç?
Dolayısıyla bu, hangi katmandan bakılırsa bakılsın; gazetecilik açısından, siyâset açısından, hukuk açısından, toplumsal direnç açısından ya da toplumsal muhâlefet açısından neresinden bakarsak bakalım, pek çok insan için turnusol etkisi yaratacak bir hâdise ve bence pek çok kişi de burada aslında kötü bir sınav verdi. Fabrika ayarlarına dönüldüğü için mi bu yanlış sınav veriliyor? Burada, ne yaptığını bilmezlik mi var? Yoksa tam olarak ne yapıldığı gayet açık olan bir şey mi karşımızdaki? Bu tartışma götürür.
Ruşen Çakır: Meselâ “Bu da olmaz ki. Hakîkaten böyle lâflar edilmez ki. Yargı ne yapsın?” demeye getiren bâzı gazetecilerin yorumlarını gördüm. Düşünce ve ifâde özgürlüğünü, “Bugün bana, yarın sana” meselesi olduğunu görmezden gelip, aslında bunu yaparken düşünce özgürlüğünü, basın özgürlüğünü tartışmıyor insanlar. Şu hâliyle bakıldığı zaman, bugün burada alacağı bir pozisyonun kendi yakın geleceklerini ilgilendirdiğini bildikleri için böyle pozisyon alıyorlar.
Kemal Can: Evet. Zâten “Yargı siyâsallaştı” deniyor ya? Aslında yargının siyâsallaşmış kararlarına verilen tepkiler de siyâsallaştı. Meselâ şimdi Can Atalay’ın serbest bırakılmaması ve Meclis’e gelip yemin edip görevine başlayamıyor olmasını eleştiren biri, bir suçluyu mu övmektedir, yoksa yapılan bir hukuksuzluğa mı işâret etmektedir? Bu kadar saçma sapan bir şey olabilir mi?
Ruşen Çakır: Medyada bu konunun ayaklarının daha çok devam edeceğini anlıyoruz. Meselâ yayınladıkları videoya baktığın zaman, “Bu kadar da yapılmaz” diyen birçok insan gördüm. Onu yapmamaya çalışacaklar. Ama bu çıta sürekli aşağı inecek. Diyelim ki Öcalan’ı övmekle başlayan çıta, birçok yerde alâkasız şeyi övmeye, alâkasız şeyi alkışlamamaya kadar gidebilir.
Kemal Can: Gidiyor da zâten. Sokakta herhangi bir gösteri sırasında polisin şiddetine uğramış, coplanmış, gazlanmış, tartaklanmış insanlara ilişkin reaksiyonlar ortaya çıktığında, “Polisimin yanındayım” diye hashtag’ler açıldığında, altında kimlerin pozisyon aldığını görmüyor muyuz? Çıta meselesi açısından baktığımızda, yapılmış haksızlık, hukuksuzluk, adâletsizlik gibi her türlü şeyle ilgili reaksiyonların hepsi de, asla iddia ettikleri ve bu seçimde bir zafer kazanılırsa kurmayı vaat ettikleri şeyle hiç ilgili değilmiş, bunu anlıyoruz. Herkes saflarını netleştirdi. Burada bir anlaşılmazlık yok aslında. Ambalajları yırtılmış, sırları dökülmüş, çiçekleri dökülmüş siluetler görüyoruz artık. Dolayısıyla dediğin gibi, bu işin çıtası zâten çok açık biçimde hızla irtifâ kaybediyor. Şimdi de sanki şimdiye kadar yapmadıklarının eksiğini tamamlamak için ölçüsünün de arttığını görüyoruz. Sanki şöyle bir şey var: “Şimdiye kadar biz başka bir pozisyon alıyorduk. Dolayısıyla onun mecbûriyetleriyle bu işlerde biraz geride kaldık, şimdi açığı kapatalım” ataklığının daha da beter örneklerini görüyoruz gibi.
Ruşen Çakır: Buradan İYİ Parti’ye geçelim. Bugün Pervin Buldan’ın bir açıklamasını gördüm. “Yerel seçimde her yerde aday çıkaracağız” dedi. Zâten bu HDP/Yeşil Sol Parti –artık ikisini beraber söylüyoruz– bu eğilimi çok ciddî bir şekilde dillendiriyorlar. Bunun bir pazarlık yapmak için söylenmiş olduğunu da sanmıyorum. Anladığım kadarıyla, İstanbul’da, Ankara’da, Mersin’de, Antalya’da çok olağanüstü bir gelişme olmazsa aday çıkaracaklar. Önümüzdeki siyâsî gündem yerel seçim. İYİ Parti kongresinde çok fazla bir şey olmadı. Oktay Vural dışında giren yeni isim de yok zâten. Türkeş’in kızı var. Merkez diye tanımlanabilecek isimler de var, olmayanlar da var. Orada üzerine konuşulacak çok fazla bir şey yoktu. Ama Akşener’in konuşması vardı. O konuşmanın orijinal metnine baktığın zaman, metin çok düz ve “Millet” vurgulu bir metin. Ama Akşener konuşmanın öne çıkan şeylerini irticâlen söyledi. Millet İttifâkı ortaklarına, partisinden ayrılanlara, bir de hâlâ partisinde kalanlara yönelik çok sert konuştu. Yani kalanlar da yırtamadı. O torba meselesini de görmüşsündür.
Akşener’in konuşmasında, “Biz bundan sonra kendi başımıza yola devam edeceğiz, yerel seçimlere de kendi başımıza gireceğiz” demedi; o netliği görmedim. Fakat “ ‘HDP sâyesinde kazandık’ diyenler, size başarılarınızın devâmını diliyorum” lâfını söyledi. Hani “Kendi başınıza kazanın da görelim” îmâsı vardı orada. Ama hâlâ bir belirsizlik var. Akşener, şikâyet etmekten başka, geçmişe yönelik çok net bir şey söylemedi aslında. İleriye yönelik olarak da, “Millete gideceğiz, milletin sözünü değerlendireceğiz” demenin dışında çok da fazla bir şey söylemedi. Önemli bir konuşma oldu, ama öfkenin dışavurumunun dışında, geriye çok fazla bir şey kalmadı. Yani o kongreye bakarak, “İYİ Parti şunu yapacak, bunu yapacak, şundan vazgeçti, buna yöneliyor” diyebilecek çok da fazla bir malzeme vermediler. Bilmiyorum sen başka türlü bir şeyler gördün mü?
Kemal Can: Ben de sana, “Sen daha önce başka türlü bir şey gördün mü?” diye soracağım. Akşener’in herhangi bir konuda net bir açıklama yaptığına tanık oldun mu? Şimdi en net olduğu iddiasındaki şeyler dâhil, Masa’dan kalkması, Masa’ya oturması, Kılıçdaroğlu’nun adaylığından tut da, “merkez parti” olmadan ya da başka bir siyâsî tercih meselesine gidene kadar…
Zâten Akşener, İYİ Parti sürecinin en başından îtibâren, bu “net olmama siyâseti”ni bir yöntem olarak üstüne giydi ve onunla devam ediyor bence. En öfkeli olduğu anlarda da, en mülâyim olduğu anlarda da, hiçbir zaman netleşmedi. Bu kongrede de öyle olmadı. Bu kongrede, kadro açısından, “Şu ekip artık Akşener’in A Takımı” diyebileceğimiz bir değişim olmadı. Daha önceki “Haftaya Bakış”ta da benzer bir şey söylemiştim hatırlıyorsan: “Şimdi değişiklikler olabilir, şu olabilir, bu olabilir; ama kimdir Akşener’in ekibi?” Gelenleri de böyle bir ekip diye târif edemeyebiliriz, gidenleri de. Çünkü ekipte, kendi içinde birtakım birbiriyle anlaşan ya da birbiriyle daha yakın duran birileri olabilir; ama Akşener’in herkesle ilişkisi teke tek ve dolayısıyla aslında “Akşener’in bir ekibi” gibi bir tablo hiçbir zaman oluşmuyor. Herkesin partiyle ilişkisini bağlayan aktör olarak Akşener’in bir önemi var. Bu belirsizlik hâli Akşener’i rakipsiz yapıyor; partinin tek argümanı, tek gücü hâlinde tutuyor. Ama bu, partiye hâkim olmak anlamına gelmiyor. Şu anda da yaşanan şey bu. Yani bağırıp çağırdığı gidenler de, bağırıp çağırdığı kalanlar da, koruyup kolladığı diğerleri de, “Tamam, biz artık onun ekibiyiz ve biz artık partiyi böyle yöneteceğiz” diyebileceği bir netlik ortaya koymuyor.
Bir parti, kurulduğu andan îtibâren %7’den %30’a kadar, yani kendi iddia ettikleri oy potansiyelini bir anda 4 katına çıkartabilecek, sonra onu tekrar yarıya indirebilecek, sonra tekrar iki katına çıkartabilecek, sonra onu tekrar üçte bire kadar düşürebilecek bir dalgalanmayı, 4-5 sene içerisinde nasıl yaşayabilir bir parti? Üstelik bu, muhâlefetteki bir parti. Yani konjonktürel etkiler olmadan. İktidarlar bu tür dalgalanmalar yaşarlar; çünkü attıkları adımların sonuçları vardır. Muhâlefetteki bir parti, çok yeni kurulmuş bir parti, böyle bir dalgalanmayı ancak bu belirsizlik sâyesinde yaşar.
Akşener şöyle bir lüks kullanmak istiyor: Ne olmamışsa, sebep başkaları. Yani: “Kılıçdaroğlu adaylığını dayattı, biz onun için merkez parti olamadık. Millet CHP’yi çok sevmiyor, onun kuyruğuna takıldığımız için biz de kaybetmiş sayıldık”. Dolayısıyla sürekli kendi dışında –hattâ partisini de dâhil ederek söylüyorum–, kendi dışında herkesin sorumlu olduğu, “Ben hesap vereceğim, ama siz de vereceksiniz” derken, kendisi için verdiği hesap ne? Pişmanlıklarını anlatmak… Ona bakarsan, benzer bir pişmanlığı Erdoğan da telaffuz etti: “Allah affetsin beni” dedi. Bu bir pişmanlık ifâdesi ya da bir özeleştiri değil ki. Bu hesap vermek de değil. “Ben yanlış yapmışım. On beş milletvekili alırken yanlış yapmışım, CHP ile ittifak yaparken yanlış yapmışım, ama gene yapabilirim. O zaman da doğru olur” gibi, böyle tuhaf bir şey var.
Ruşen Çakır: Bu kongreye baktığın zaman, meselâ ben İYİ Parti’nin bir muhâlefet partisi olduğuna dâir çok fazla bir işâret görmedim. Ortada iki soru var. Biri, “Türkiye, Rusya gibi muhâlefetsiz bir ülke mi olacak?” sorusu. Diğeri de, “İYİ Parti Cumhur İttifâkı’na mı gidecek?” sorusu. Bu saatten sonra Cumhur İttifâkı’na gitmesi herhalde çok büyük bir şey olur. Yani zamânında, çağırıldığında gitseydi bayağı bir iltifat görebilirdi. Ama şimdi giderse mecbûriyetten gider. Ben açıkçası çok ihtimal vermiyorum, ama tabiî ki bir aralık kapı var.
Ama meselâ buraya baktığımda, muhâlefet olduğuna dâir söylemde bir şey yok. Yani iktidârın parçası olmadığı için muhâlefet olduğunu kabul ediyoruz; ama bugün Akşener’in, İYİ Parti’nin iktidâra yönelik çok ciddî bir şeyler söyleyebileceğine dâir bir işâret yok. Merdan Yanardağ olayında da gördüğümüz gibi, bölücülük, terör vs. meselesi söz konusu olduğunda, hemen, hattâ onlardan daha hızlı bir şekilde ön almaya hazır olan bir parti var.
Kemal Can: Hattâ orada, “Biz bundan hasar görürüz” paniğiyle, onlardan önce vaziyet alma değil, onları geçme yarışının da birtakım etkileri var. Akşener’in meselâ son yerel seçimden bu yana izlediği politikaya bakalım: Bir kere herkese görev tevdî ediyor. Kılıçdaroğlu’na, “Öbürküleri bırak. Senin asıl ortağın benim. Benim dediğime göre aday belirleyelim, benim hattımda yürüyecek bir çizgi oluşturalım. Biz ikimiz halledelim” diyor. Bu “görev”i ona veriyor. HDP’ye de bir görev veriyor: “Siz ortalıkta görünmeyin” diyor. CHP’ye bir görev veriyor: “Siz HDP ile görünmeyin, bizim adımızı bile birlikte anmayın”. Sonra dönüyor akademisyenlere, gazetecilere, aydınlara: “Ben merkez partisi olmak istiyorum. Siz niye bana başka şeyler yakıştırıyorsunuz? Bunun gereğini yapıp yapmadığımı niye sorguluyorsunuz? Bana parmak sallayamazsınız” yasağı koyup, onlara da bir görev veriyor. Sonra diğer partilere, Altılı Masa’ya katılanlara, “Siz bir şeyler almak için ortaklık yapıyorsunuz ve buradaki rolünüzü bence abartıyorsunuz, bundan vazgeçin” diyor. Sonra seçim sath-ı mâiline giriliyor, CHP’li her bir âileden bir oy istiyor. Yani kendi dışındaki herkesin bir görevi var. Herkes bu görevleri yerine getirirse İYİ Parti %30’ları bulacak, Meral Akşener de başbakan olacak. Böyle bir siyâsî vizyon olabilir mi?
İYİ Parti bir imkân partisi olarak doğdu. MHP’nin AKP ile ittifak hattına girmesinden sonra, MHP’li seçmenin önemli bir kısmı, bu seçmenin özellikle 90’larda büyümüş olan, kentli, büyükşehirlerde, kıyılarda daha seküler bir tabana dayalı olan kısmı bundan rahatsız oldu ve kendisine yeni bir adres aradı. Onun dışında, CHP’nin şu ya da bu özelliğinden dolayı orada bulunmaktan çok memnun olmayan ya da oraya hiç yanaşmamış olan birtakım kesimler, sonuçta İYİ Parti’yi, bir mecbûrî kuruluş olarak ortaya çıkmış ama aslında MHP içindeki bir genel başkanlık mücâdelesi yapan isimlerin koalisyonundan ibâret olan bir yapıyı, parti olarak bir imkân gibi gördü. Ama bu imkânın seçmeni kendiliğinden bir %10 blok oluşturdu. Bu da, muhâlefet blokunun kazanma şansını artıran ve büyüme istîdâdı olan bir imkân olarak herkesin kafasına yerleşti. Fakat ondan sonra ne bu partinin kadroları, ne bu partinin izlediği siyâsî çizgi, ne bunu hareket ettirip belirli bir politik yöne göre dönüştürerek sevk eden, ne de buraya yeni bir potansiyel çağırıp kazanabilen bir siyâsî yetenek göstermedi. Başından îtibâren sürekli, İYİ Parti’nin sözcüleri de, İYİ Parti’yi bu imkân açısından çok önemseyen yorumcular, gazeteciler akademisyenler de, “Bunun çok üstüne varmayın. Bu bir imkândır; açın önünü gitsin, o zaman muhâlefet potansiyeli büyüyecek” hikâyesi anlattılar. Ama böyle bir hikâye yok. Yani sâdece rahat bırakılmış bir partinin gelip oraya yerleşeceği bir merkez boşluğu yok. Bu seçim sonuçları da bunu gösterdi.
Senin biraz önce Merdan Yanardağ konusunda konuştuğun gibi, şimdi bu çevrelerin bir hınçla, biraz Akşener’in kongre konuşmasında da izlerini gördüğümüz bu dedikleri şeyi, herkesin rolünü oynaması, görevini yapması sâyesinde kazanabilecekken kazanamamış olmanın faturasını birilerine keserek, onlara öfke yansıtarak, hattâ bâzılarını bayağı hırpalamaya çalışarak sonuç almak derdindeler. Ama bu, şimdiye kadar yürüttükleri siyâsî vizyon olmadığı gibi, bundan sonra gidilecek bir siyâsî rota da değil açıkçası. Tamam, geçici olarak bir seçim sarsıntısı geçirdiler. Akşener’in yeniden ipleri eline alma ihtiyâcı ve partiye hâkim olma ihtiyâcı var. Bunun için de böyle bir öfke çıkışı, bir tür hitâbet sanatı kullanmasının anlaşılır bir tarafı var. Ama ortada Akşener’in tutacağı bir ip var mı ondan emin değilim. Çünkü hâlâ, seçmeni, kadrosu, çizgisi ve lideri birbiriyle birlikte, bir ortak parti yapısı hâline dönüşmüş değil. İYİ Parti’nin bu yapısal sorunu, sâdece onun, “Bu da bir imkândır” iddiasıyla kapatılamıyor ne yazık ki. Bu iddianın gereğini yapmaları gerekiyor.
Ruşen Çakır: Sonuç olarak, bu seçimde sâdece CHP yenilmedi, onlar da çok net bir şekilde yenildi. Bu hâliyle bakıldığı zaman, yenilginin etkisinden sıyrılıp önüne bakan bir parti görüntüsünde değil henüz. Daha önce de değildi belki, ama şimdi daha fazla çaba sarf etmesi gerekiyor. Çünkü bir eşik vardı ve o eşiği aşamadı. Şimdi daha da zor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, bu kongre onun yeri olmadı.
Kemal, burada noktayı koyalım. Merdan Yanardağ’ın bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını temennî edelim.
Kemal Can: Evet, temennîmiz o.
Ruşen Çakır: Tekrar iyi bayramlar dileyelim. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler.