Zam yağmurunda sıra akaryakıta geldi, sürücüler isyanda… Medyascope muhabiri Selin Işık’ın İstanbul-Sarıyer’de çektiği bir röportaj sosyal medyada gündem oldu. Vatandaş bu videoda tepkisini şöyle dile getirmişti: “Ben koyu AKP’liyim. Neredeyse pişman olacağım oy verdiğim için. Seçim oldu-bitti, zamlar birbirini kovalıyor. Hani mazot, petrol, doğalgaz bulmuştuk? Sevincimiz kursağımızda kaldı.” Yurttaşın “neredeyse pişmanım” sözlerine çok tepki geldi. Peki “neredeyse pişman” olan bu seçmen bize ne söylüyor? Ruşen Çakır değerlendirdi.
Yayına hazırlayanlar: İrem Yavuz & Cenk Narin
Merhaba, iyi günler. Pazartesi günü muhâbir arkadaşımız Selin Işık, sokakta zamları, vergi artırımlarını vatandaşa sordu ve burada birbirinden ilginç görüşlere tanık olduk. Bir tânesi olağanüstü büyük bir ilgi gördü. Rizeli ve AK Partili olduğunu söyleyen bir vatandaş, zamlardan uzun uzun şikâyet etti ve “AK Parti’ye oy vermiş olduğumdan dolayı neredeyse pişman olacaktım” dedi ve biz bunu Medyascope’tan ve ben ayrıca kendi hesâbımdan paylaştım. Yüz binlerce izlenen –hattâ benim hesâbımda en son baktığımda bir milyonu geçmişti görüntülenme sayısı– bu video çok yoğun tepkiler aldı. İşte bu yayında bunları biraz ele almak istiyorum; ama önce izlemeyenler için ya da izleyenler de hatırlasın diye videoyu tekrar bir izleyelim, ondan sonra konuşalım:
“Yazıklar olsun diyorum sâdece. Ben koyu AK Partili’yim. Kendim de Karadenizli’yim, Rizeli’yim. Ama ben eyvahlar diyorum, yazıklar diyorum. Her şey mazota bağlı ya! Akaryakıta bağlı her şey. Yani böyle bir şey olamaz. Gerçekten yani ben neredeyse pişman olacağım, neredeyse. Vallahi de öyle billâhi de öyle. Ben şimdiye kadar bütün oylarımı Tayyip Cumhurbaşkanıma verdim. Ama bu kadar da olmaz yani. Seçim oldu, seçim bitti, ondan sonra zamlar başladı uçmaya. Birbirini kovalıyor zamlar ya! Bu kadar da olmaz. Yazık günah yani. Biz öldük bittik yani. Biz resmen, tamâmen bittik yani. Mazot bulduk, ne kadar sevindik. Doğalgaz bulduk, havalara uçtuk ya! Ne kadar sevindik. Ama sevincimiz maalesef kursağımızda kaldı yani.”
Evet, gördüğünüz gibi, aslında her şeyi yakından tâkip eden, olaylara bayağı rasyonel bir açıdan bakan, “Her yer mazota bağlı, benzine bağlı” diyen, seçim öncesi söylenen, “Doğalgaz bulduk, petrol bulduk” açıklamalarını tâkip ettiğini gösteren, ama durumun vahim olduğunu söyleyen bir seçmen. Ama ne diyor? “Neredeyse pişman oldum” diyor ve bu “neredeyse” zâten buradaki kilit kavram. Bu kişiye yönelik olarak gelen tepkilerin hemen hemen hepsi –en azından benim gördüklerim, ki yüzlerce olduğunu söylersem abartmış olmam–, bu kişiyi aşağılıyordu, hattâ ona hakaret edenler de vardı, küfredenler de vardı. Bu arada sosyal medyanın nasıl bir yer olduğunu görmeyi de mümkün kılıyor tabiî. Ama büyük bir çoğunluğu hakaret, küfür olmasa bile, bu şahsı ve bu şahıs üzerinden AK Parti’ye oy vermiş olanları suçlayan, bunların ne olursa olsun tekrar AKP’ye oy vereceklerine emin olduklarını beyan eden muhâlif seçmenlerin görüşleriydi. Yani AKP’li olup da AKP’ye oy verip de bu vatandaşın bu söylediklerine lâf edene ben rastlamadım. Genellikle onu AKP’ye oy verdiği için suçlayan ve bundan sonra da vereceğine inanan insanlardı ve burada tam bir körü körüne inanma gördü izleyiciler ya da okuyucular. Burada körü körüne inanmayı gördüler. O olay bu kadar basit mi? Açıkçası emin değilim ve şimdi söyleyeceklerim nedeniyle herhalde bu tepkiyi verenler bana da tepki göstereceklerdir. Ancak bu olayı böyle kestirip atmak, bu kişinin ön kabullerle hareket eden bir kişi olduğunu, ne olursa olsun Erdoğan’a oy vermeye kesin devam edeceğini düşünmek bana çok mümkün gelmiyor. Yani büyük bir ihtimalle öyledir. Ancak oradaki şeylere bakıldığı zaman, irrasyonel, tamâmen duygularıyla hareket eden, kandırılmış vs. değil aslında siyâseti yakından takip eden, inanarak tâkip eden, bir bağlılığı olan ama bağlılığını sorgulamaya hiç de kapalı olmayan bir seçmen gördüm ben. Zâten başta ne diyor? “Ben başından beri AK Parti’ye bağlıyım. Bütün oylarımı ona verdim” diyor. Zaten bu kişi normal şartlarda muhâlif bir hareketin, muhâlefet partilerinin kazanma ihtimâli çok fazla olan birisi değil. Ama bu kadar muhâlefetin kazanma ihtimâli olmayan, en azından böyle bir profil çizen bir kişinin söylediklerini birazcık didiklediğimizde, aslında muhâlefetin önündeki imkânları da görüyoruz.
Şimdi “neredeyse” lâfı ve ettiği diğer lâflar, iktidâra yönelik eleştirilerin hepsinde ben şöyle bir şey gördüm: Bir pazarlık var; tabiî ki kişisel olarak bu pazarlığı yapmayacağı belli, ama yine de bir seçmen olarak bağlı olduğunu beyan ettiği partiye ve lidere diyor ki: “Bakın, bu kadar değil. Yoksa giderim” diyor. “Neredeyse pişman olacaktım” sözü, bana göre, “İleride pekâlâ pişman olabilirim” demektir. Tabiî ki pişman olacağa benzeyen birisi değil. O anlamda yorum yazanların yaklaşımlarının büyük ölçüde doğru olduğunu varsayabiliriz; ama bu kadar yüksek perdeden yapılan eleştirilerin ben bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Bu arada başka sokak röportajları da görüyorsunuzdur. Buralarda çok kestirip atan, açık açık pişman olduğunu söyleyen, büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını söyleyen seçmenler de var. Bunların söyledikleri ne derece içtendir, samîmîdir, bilemiyorum. Kimsenin kalbini çıkarıp bakamayız. Ama doğru olduklarını kabul etsek dahi, bu tür “neredeyse”li yaklaşımın iktidar için tehlike arz ettiği kanısındayım. Çünkü pazarlığa kapı açıyor, bir pazarlık istiyor ve pazarlıkta tabiî ki ilk muhâtabı iktidar, yani Erdoğan. Yani, “Benim beklentilerimi karşılayın” diyor. “Bana şunu şunu söylediniz, ama demek ki bunlar doğru değilmiş” diyor. Nedir onlar? İşte, “Petrol bulduk, doğalgaz bulduk. Bulduysanız niye bu kadar zam yapıyorsunuz?” diyor sonuç olarak ve çok büyük bir sıkıntıdan bahsediyor. Buradaki pazarlığın muhâtabı tabiî ki iktidar; ama aynı zamanda muhâlefet de. Eğer bu kişiyi körü körüne Erdoğan bağlısı ve asla kazanılamayacak bir kişi olarak görüyorsanız, tabiî ki hiçbir sorun yok. Onunla dalga geçersiniz. Ama oradaki yaklaşımda aslında ikinci planda da olsa muhâlefete de bir çağrı var, onunla da bir pazarlık etmek istiyor. “Diyor ki” diyorum, ama böyle demiyor tabiî; ben akıl yürütüyorum: “AKP’liyim. Erdoğan’ı seviyorum, ama o benim tam olarak beklentilerimi karşılamıyor. Siz ne diyorsunuz? Siz bana ne vâdediyorsunuz?” Böyle bir soru da var örtülü bir şekilde. Hiç kimse bunu umursamıyor ya da çok az kişi bunu önemsiyor olabilir, ama ben cidden önemsiyorum. Buradaki temel soru şu: Hakîkaten muhâlefet ne diyor? Şöyle bir yaklaşım var biliyorsunuz: Bu seçimin ardından Türkiye ekonomik olarak o kadar kötü bir durumda ki, kim gelirse gelsin bütün bu acı reçeteleri vatandaşa içirecekti. Böyle bir yaklaşım ve inanış var. Buna muhâlif seçmen de inanıyor açıkçası, büyük bir kısmı şunu düşünüyorlar — diyorlar ki: “Erdoğan kazandı, bunu yaptı; ama Erdoğan kazanmayıp Kılıçdaroğlu seçilmiş olsaydı, o da mecbûren kemer sıkmalara gidecekti. Zamlar, şunlar bunlar olacaktı. Başka bir iş gözükmüyordu.”
Bir de biliyorsunuz Mehmet Şimşek geldi. “Rasyonel” olarak yüceltildi. Hattâ muhâlif olarak bilinen birtakım insanlar da kalktılar, Mehmet Şimşek’e bir şans verilmesi gerektiğini söylediler. Bu da olduğuna göre demek ki, “Rasyonel olan buymuş” gibi bir anlayış var. Ama böyle değil. Benim bildiğim, muhâlefetin içerisinde ekonomi konusunda önemli isimlerin kafalarındaki krizle mücâdele çerçevesi bu değil. Özellikle İYİ Parti’nin ekonomi politikalarının başındaki Prof. Bilge Yılmaz’ın hem benim yaptığım yayınlarda söyledikleri, hem de başka yayınlarda söyledikleri ve sosyal medyadaki paylaşımlarında görüyoruz ki şu anda uygulananlar muhâlefetin düşündüğü şeyler değil. Peki, ne bunlar? İşte bunlar yok. CHP başta olmak üzere, diğer muhâlefet partileri bu konuda ilk andan îtibâren bir şey söylemediler. Yapılanları kınayan, yapılanları eleştiren şeyler tabiî ki söylediler — bunu biliyoruz. Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırdılar.
Eğer Meclis toplanabilirse, orada bu konularda söyleyecekleri de büyük bir ihtimalle –şu âna kadarki tablo böyle–, sâdece yapılanların yanlış olduğunu söylemek. Peki, nasıl bu krizden çıkılır, ne yapılarak çıkılır? Özellikle de dar gelirli vatandaşlar bundan zarar görmeden Türkiye nasıl bir reçete uygulayabilir? Bu soruların cevaplarının değişik şekillerde muhâlefetin farklı farklı yerlerinde olduğunu duyuyoruz, az buçuk biliyoruz. Ama muhâlefet, şu hâliyle bakıldığı zaman, hâlâ seçim yenilgisinin şokunu üzerinden atamamış durumda. Ve seçim yenilgisini yenilgi değilmiş gibi göstermeye o kadar çok kendini adamış durumda ki, aslında siyâset yapmak için, muhâlefet yapmak için çok da elverişli olan bir ortamda çok etkili bir çıkış yapamıyor.
Arada sırada hepimizin karşısına çıkıyor, biliyorsunuz: Bâzı milletvekillerinin, parti sözcülerinin ekonomiyle ilgili zehir zemberek sözleri. Ama bu zehir zemberek sözlerin hiçbir karşılığı yok. Zâten videoda da görüyorsunuz işte. Sonuna kadar AKP’li olduğunu söyleyen vatandaş bile bu olayın ne kadar can yakıcı olduğunu söylüyor. Bunu ayrıca muhâlefetin söylemesi çok bir şey katmıyor. Önemli olan bu can yakma olayının alternatifini söyleyebilmek. İşte bunu söyleyebildiğiniz zaman işin rengi pekâlâ değişebilir. Şimdi seçim öncesi günleri hatırlayalım. Kemal Kılıçdaroğlu çoğu popülist birtakım vaatlerde bulundu ekonomiyle ilgili. “Şunu vereceğiz, bunu vereceğiz, şunu kaldıracağız” diye. Ama onun ötesinde bütünlüklü bir ekonomi politikası anlatmadı bize. Kılıçdaroğlu’nun iktidâra gelmesi durumunda ekonomiyi kimlerin üstleneceğini göremedik. Meselâ Mehmet Şimşek’in geleceğini az buçuk tahmin edebiliyorduk, “Erdoğan tekrar seçilirse” diye. Çünkü seçimden önce iki kez –yani en az iki kez, öyle diyeyim, daha fazla olabilir– Erdoğan ile buluştu ve seçim öncesi görev almadı, ama muhtemelen seçimde Erdoğan kazanırsa görev alma ihtimâli olduğunu biliyorduk. Görev kabul etme ihtimâli olduğunu biliyorduk; ama Erdoğan’ın kazanma ihtimâlinin çok yüksek olmadığını düşündüğümüz için bunları çok fazla önemsemedik. Ama buna karşılık muhâlefetin nasıl bir ekonomi kurmay heyeti oluşturacağını bilmedik, bilemedik. Bunların hepsi sonraya ertelendi. İşte şimdi baktığınız zaman, o videodaki vatandaşa baktığınız zaman: AKP’li vatandaş körü körüne AKP’ye oy veriyor, tamam, öyle diyelim, öyle kabul edelim; ama söylediği şeylerin detaylarına baktığınız zaman, her şeyi tâkip ediyor, her şeyi büyük ölçüde de biliyor. Akıl yürütmeleri vs. yani ekonomi siyâset ilişkisi üzerine söyledikleri, zamların, vergilerin gündelik hayâta etkisi üzerine söyledikleri çok da yanlış değil.
Dolayısıyla buradaki mesele, insanların gerçek hayatta yaşadıkları, algıladıkları sorunlarla onlara “Sizin şu sorununuz var” diye gitmek değil. Çünkü herkes bir şekilde yaşadığı sorunu biliyor. Onlara bu sorunun kaynağının esas olarak iktidârın yanlış politikaları olduğunu, buna karşılık kendi politikalarının bu sorunları çözebileceğini anlatabilmek. Ama bu, “Bize oy verin, gerisini merak etmeyin” diyerek olabilecek bir şey değil. Muhâlefet ne yaptı? Biliyorsunuz: “Bu ekonomi Erdoğan’ı götürecek. Bu ekonomik koşullar Erdoğan’ı götürecek” dedi. Normalde götürmesi lâzımdı. Ama demek ki buraya bir irâdî müdâhale lâzımmış. Bu irâdî müdâhaleyi muhâlefetin kendisinin yapması gerekiyordu. İşi oluruna, sâdece ekonominin belirleyiciliğine bırakmakla olmuyormuş. İşe, olaya, bir de siyâsî müdâhale gerekiyormuş.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
İşte, bu siyâsî müdâhaleyi yapamadığı, yapmadığı ya da eksik yaptığı için, birçok insan, normalde Erdoğan’a artık oy vermemeyi düşünebilecek birçok insan, “En azından, onu biliyoruz. Ne yapar, ne eder, bir şeyler bulabilir. Çözse çözse Erdoğan çözer” şeklinde bir yaklaşımla… tabiî bu sâdece bundan ibâret değil. İşte, montaj kasetler vs. filan da var. Ama esas olarak ekonomide Erdoğan’ın yarattığı sorunları görüp, ama muhâlefette bu sorunları çözme kapasitesini görmemekle ilgili bir olay söz konusu. Şu hâliyle bakıldığı zaman, “Neredeyse pişman oluyordum” diyen bir vatandaş üzerinden, siz, “İşte bunlar ülkemizin kaderiyle oynuyorlar. Ne olursa olsun bunların görüşleri değişmez” kolaycılığına kaçıp o kişileri suçlayarak, yani en son seçimde yüzde 52 civârında bir oyu veren insanları suçlayarak Türkiye’de bir normalleşmeyi, sorunların çözülmesini beklemeniz hayal olur. Bu 52’yi azaltmak, sizin 48’inizi artırmanız gerekiyor. Bunun yolu da daha önceki yayınlarda da söylediğim gibi iktidâra oy veren insanları suçlayarak değil, kendinizi suçlayarak, o insanları neden iknâ edemediğinizi sorgulayarak ancak bu olabilir.
Bu vatandaşın çok saldırıya uğrayan, insanların dalga geçmesine neden olan çıkışını aslında yine tekrar söylüyorum, kızanlar olacak ama, aslında rasyonaliteden çok da uzak olmayan bir çıkış olarak görmek lâzım. Her seçimde Erdoğan’a oy vermiş olduğunu beyan eden birisinin sokakta bir mikrofona bu açıklıkta Erdoğan’ın hatâlarını söyleyebilmesinin bir anlamı var. Bu anlamı kavrayıp bunları gözeten politikalar geliştirilebilmesi durumunda, Türkiye’de siyâseten bir şeyler değişebilir, ama an îtibâriyle bunun epey uzağında gözüküyoruz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.