Seçimlerden sonra Altılı Masa’yı oluşturan partiler sessizliğe büründü. Şu anda özellikle ekonomik koşullar da göz önünde bulundurulduğunda muhalefet yapmak için çok elverişli bir ortam olduğunu hatırlatan Ruşen Çakır, muhalefetin buharlaştığını belirtti. Çakır’a göre muhalefet partilerinin geleceği de şüpheli. Sizce muhalefet ne yapmalı?
Yayına hazırlayan: İrem Yavuz
Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Dünkü yayında kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Dün İYİ Parti’yi ve bu partinin sessizliğini ele aldım. Aslında çok da fazla söyleyecek bir şeyi olmadığı, o yüzden sessiz kaldığını söyledim. Ama bunu sâdece İYİ Parti’yle sınırlamak mümkün değil. Dün de söylediğim gibi, bütün muhâlefet aynı dertten mustarip durumda. Çok garip bir süreç yaşıyoruz. Muhâlefet yapmaya çok elverişli bir zemin var. Özellikle ekonomik koşullar yüzünden geniş halk yığınlarının iyice yoksullaştığı, daha da yoksullaşacağının anlaşıldığı bir dönemdeyiz. Asgarî ücrete açıklanan yüzde 35 zammın ardından enflasyonun yıllık yüzde 45 olarak resmen açıklanması gibi bir yığın olay var; ama muhâlefet şu hâliyle görünmez durumda ya da CHP’de olduğu gibi iç meseleleriyle yoğrulmuş bir durumda. Akbelen olayında da gördük ki aslında toplumsal muhâlefet bu kurumsal muhâlefetin çok daha ilerisinde, bunu gördük. Belki devâmında da benzer olaylar göreceğiz.
Buharlaşan muhâlefet, özellikle yaz sıcaklarında iyice ortaya çıktı. Tabiî ki Meclis tâtile girdi. Meclis’in tâtile girmesinin bir yere kadar anlamı var; ama bir yerden sonra, zâten Meclis’i çok fazla fonksiyonu yok. Yaz tâtili var, arada bayram da vardı vs., şu bu… ama bütün bu sıcaklarla berâber muhâlefetin iyice buharlaştığını görüyoruz. Aslında birçok muhâlefet partisinin geleceğinin belirsiz olduğunu söylememiz gerekiyor. Dün İYİ Parti için bunu söyledim. Özellikle yerel seçimlerde göstereceği performans İYİ Parti’nin geleceğini
çok ciddî bir şekilde etkileyecek ve bir anlamda varlık ya da yokluk seçimine doğru da gidebilir. Bunu açıkça söylemek lâzım. Ama başka partilerin de benzer durumda olduklarını pekâlâ söyleyebiliriz. Muhâlefette olup da, yani muhalefet olarak gördüğümüz, ama geleceği şüpheli olmayan birkaç parti var. Bana göre onlardan biri tabiî ki Yeşil Sol Parti — HDP adı değişecek, şu olacak, bu olacak, ama her halükârda biliyoruz; çünkü çok güçlü bir toplumsal zeminin üzerinde yükselen bir parti. Bu zeminde de özellikle son seçim nedeniyle birtakım rahatsızlıklar olduğu muhakkak; ama bu parti her bir şekilde sürecektir — ki daha önceki örneklerde gördük, defalarca kapatılmasına rağmen, isim değiştirmesine rağmen, güçlü bir şekilde varlığını sürdürdü, dolayısıyla sürdürecektir. Türkiye İşçi Partisi’nin de bütün olanaksızlıklarına rağmen varlığını bir şekilde sürdürebileceğini düşünüyorum. Çünkü onlar radikal anlamda bir muhâlefeti hem Meclis’te hem sokakta yapabilen, az sayıda milletvekiliyle yapabilen bir parti; geçmişte böyleydi, bu sefer de böyle olacağının işâretleri var. Zafer Partisi de pekâlâ ayakta kalabilir; çünkü muhâlefetin diğer partilerinin erimesi sonucunda bir adres olarak varlığını gösterebilir ve tekrar sığınmacılar konusu başta olmak üzere birtakım popülist konular üzerinden sörf yapabilir, varlığını bir şekilde sürdürebilir.
Memleket Partisi hakkında açıkçası pek böyle düşünmüyorum. Eğer Muharrem İnce aday olup, sonra adaylığını çekmeyip, iyi de bir oy almış olsaydı, bugün Memleket Partisi CHP’nin içine düştüğü krizden çok iyi bir şekilde istifâde eder ve güçlü bir parti olurdu. Ama gördüğümüz kadarıyla Muharrem İnce’nin Memleket Partisi bundan istifâde edemiyor. Yarın da edebilecek gibi durmuyor.
Şimdi gelelim diğer partilere — CHP’yi en sona saklayacağım. Bir ara şöyle bir hesap yapıyorduk; diyorduk ki: “Bu seçimlerde…” –yani yapılıp da Erdoğan’ın tekrar kazandığı seçimlerde– “…Erdoğan kaybedecek, AKP kaybedecek ve bu kaybın ardından yaşanacak olan şoktan en çok istifâde edecek olan partiler Gelecek, DEVA, Saadet ve tabiî ki İYİ Parti olacak” diye bir akıl yürütme vardı ve çok anlaşılır bir şeydi. Özellikle Gelecek ve DEVA, bunun hesâbını çok ciddî bir şekilde yaptılar ve enerjilerini sonraya sakladılar diyelim. Seçim kampanyasında çok etkili olmadılar, ama sonraya sakladıkları enerjilerine bugün artık çok da fazla ihtiyaç kalmadı. Çünkü bu partiler, birisi 10, diğeri 15 milletvekilinden ibâret partilere dönüştüler ve bence bir çözülme riski taşıyorlar. Şunu hatırlıyorum: Gelecek Partisi’nin Bilkent Otel’de kuruluşuna gitmiş, canlı yayınlar yapmıştık. DEVA’nınkine de gitmiştim; o da aynı yerdeydi, ama farklı tarihlerde tabiî ki. Orada eskiden bildiğim ve hiç de sevmediğim birisini gördüm. Yani şöyle söyleyeyim: Özellikle Gezi döneminde trolleşmiş iktidar yanlısı birisiydi. Meğer o da AKP’den ayrılmış ve Gelecek Partisi’nin kurucuları arasında yer almış. Medyascope’tan orada berâber çalıştığımız arkadaşlara da o kişiyi anlatmıştım. Hattâ yanımıza gelip konuşmak istediklerinde konuşmamıştık, yani muhâtap almamıştık — öyle söyleyeyim. Sonra bu kişi, bir baktım, birinci turun ardından bir grupla berâber –kimse o grup–, “Demokrat Müslümanlar” falan gibi bir adla, Gelecek Partisi’nden ayrılıp cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı destekleyeceklerini açıkladılar. Mâlûm, tam “batan gemi” misâli, işte ilk kaçanlar… Zâten o kişi ve etrâfındakiler buna çok müsâit insanlardı, zâten belliydi böyle olacağı. Ama arada gittiler. Yani o arada nasıl olsa Erdoğan kazanıyor diye gittiler. Şimdi illâki AKP’ye gitmeleri gerekmiyor ya da MHP’ye gitmeleri gerekmiyor ya da Yeniden Refah’a gitmeleri gerekmiyor. Ama o partilerden, Gelecek’ten, DEVA’dan birçok insanın heyecanlarını kaybettiğini düşünüyorum. AKP kökenli olanlar vardı bunların içerisinde; ama bir de hani şöyle söyleyeyim: Sıfır kilometreler de vardı, siyâsete ilk defa giren isimler vardı. Yurtdışından gelen ya da akademiden birtakım isimler de bu partilerde yer aldılar. Ama büyük ölçüde hüsranla karşılaştılar. Geçen Ahmet Davutoğlu’yla burada söyleşi yaptık. İzleyenler olmuştur. Çok da fazla hani geleceğe yönelik söyleyebileceği pek bir şey yok. Çünkü ona zâten onu söylemiştim, yani: “Siz bu seçimde insanları iknâ edemediniz, yerel seçimde nasıl yapacaksınız?” diye sorduğumda, pekâlâ olabileceğini söyledi; ama açıkçası beni ve belki izleyicileri çok da iknâ edebilecek şeyler söyleyemedi. Çünkü tam bir yıkım var, moral bozuntusu var insanlarda, büyük bir baraj çöküntüsü var. Ve açıkçası değişim ihtiyâcı artık çok fazla dile getirilmiyor. Daha önce dile getirilen değişim ihtiyâcı şimdi partilerin içlerinde — o da CHP’de ve bir ölçüde de HDP’de var. Onun dışındaki diğer partiler onu da yapmıyorlar, var olanı korumakla yetinmeye çalışıyorlar. Ama şu hâliyle baktığımız zaman muhâlefetin partilerinin, Gelecek ve DEVA’nın var olanı korumak çabası dışında bir çıkış yapabilme imkânları yok. İlginç bir şekilde bu partiler ilk kurulduklarında bayağı bir ilgi uyandırmışlardı. Ama sonra adım adım bu ilgi azaldı. Şu ya da bu nedenle, bunları uzun uzun tekrar tekrar konuşmaya gerek yok. Bir ilgi azalması yaşanmıştır. Şu hâliyle bakıldığı zaman, bugün îtibâriyle artık azalan bir ilgi de değil, ilgi yok, bu partilere ilgi yok. Saadet Partisi’nin durumu çok daha vahim diyeyim. Çünkü Saadet Partisi CHP’den 10 milletvekili alma dışında bir şey yapamadı. Ama öte yandan Erbakan soyadlı Fatih Erbakan kendi başına seçime girerek milletvekili de çıkardı, bir güç gösterdi ve iktidârın bir parçası, Cumhur İttifâkıâ’nın bir parçası, iktidârın nimetlerinden bir şekilde yararlanabiliyor. Detaylarını bilmiyoruz; ama belli ki şu hâliyle bakıldığı zaman iktidârın bir parçası. Önümüzdeki dönemde özellikle Meclis’te onların nasıl birtakım konuları –kadın haklarının gasp edilmesi girişimleri başta olmak üzere– gündeme getireceklerini de göreceğiz. Şu hâliyle bakıldığı zaman Saadet Partisi, gerçekten –nasıl söyleyeyim?– zor durumda. Gelecek Partisi zor durumda. Ben ne zamandır Ali Babacan’ın bir şeyine tanık olmuyorum; yani arada konuşuyor ediyor ama, bunun üzerine Ali Babacan’ın konuşulduğuna tanık olmuyorum. Ya da DEVA Partisi’nin konuşulduğuna tanık olmuyorum. Peki ileride olabilir mi? Mesela yerel seçimler için olabilir mi? Ne diyecekler? Nasıl diyecekler? Ne yapacaklar da dikkat çekecekler, insanları yanlarına çekebilecekler? Şu hâliyle bakıldığı zaman aslında özellikle ekonomik nedenlerle yaşananlardan dolayı Ali Babacan’ın öne çıkmasının teorik olarak mümkün olduğunu varsayabiliriz. Ama yok; ekonomiyle ilgili bir şeyler söylüyor. Söylüyor ama bu, insanların merakını celb etmiyor, insanların ilgisini celb etmiyor. İnsanlar ona bakıp, “Ya hakîkaten, Babacan olsaydı bunlar olmazdı”diyemiyorlar. Tabiî ki şunu diyeceklerdir:“Bizim imkânlarımız sınırlı. Medya yeterince yer vermiyor, şu oluyor, bu oluyor.” Ama meselâ ortada şöyle de ilginç bir durum var: 15 milletvekiliyle grup kuramıyorlar. Gelecek ve Saadet Partisi birlikte grup kurma önerisini onlara da getirdi, bir şekilde o grubun içinde de yer almadılar. Yani bir yanıyla da kendine güvenen bir parti. 15 milletvekiliyle bir şey yapabileceğini düşünen, grup olmadan da yapabileceğini düşünen bir parti. Ama ne yapıyor? Ne yapabilir? Açıkçası çok fazla bilemiyorum ve sonuçta bir buharlaşma hâlinde bu partiler. Milletvekilleriyle varlar, ama çok da fazla isimleri yok.
İYİ Parti’yi dün ondan bahsettiğim için çok fazla tekrarlamak istemiyorum; ama İYİ Parti gerçekten çok kritik bir aşamada. Diğerleriyle kıyaslanamayacak bir parti tabiî ki. Seçime girdi, belli bir oy aldı vs.. Bir iddiası var, daha kitle partisi olma iddiası var. En azından ne kadar oy aldığını biliyoruz. Ama oylarını artırabilir mi? Artırabilmenin ötesinde, oylarının azalmasını engelleyebilir mi? Yerel seçimlerde bir il belediyesi kazanabilir mi? Bütün bu sorular cevapsız bir şekilde duruyor ve cevapların genellikle İYİ Parti’nin aleyhine olma ihtimali –bugünden bakıldığında tabiî; siyâsette çok şey değişebilir– çok mümkün değil.
Ve nihâyet Cumhuriyet Halk Partisi; cuma günü bunu Kemal’le konuştuk “Haftaya Bakış”ta.
Ekrem İmamoğlu’ndan sonra, Özgür Özel de duruşunu anlatacağı bir metin hazırlığı içerisindeymiş, yakında onu da göreceğiz. Ama şu hâliyle baktığımız zaman, ister “değişim” deyin, ister “yenilenme” deyin, ne derseniz deyin, CHP’de öne çıkan isimlerin herhangi birisinin CHP’yi değiştirebilme potansiyeli var mı? Ekrem İmamoğlu bir istisnâ gibi duruyor; ama Ekrem İmamoğlu’nun da berâber hareket ettiği isimlere, meselâ o sızdırılan zoom toplantısındaki isimlere, ya da ardından partinin abileriyle yaptığı toplantıya falan baktığımız zaman, buralarda yeni bir şey görmek mümkün değil. Dolayısıyla CHP’nin de kendi derdine düştüğünü, Kılıçdaroğlu’nun partiyi başkalarına bırakmama konusunda bayağı bir çalışma içerisinde olduğunu… ekibiyle berâber — ki Kılıçdaroğlu’nun ekibi de sürekli değişiyor biliyorsunuz. En yakın bildiğimiz isimlerden meselâ Özgür Özel de şu anda yanında değil;
onunla berâber hareket etmiyor. Birçok isim ondan uzak düştü; ama Kılıçdaroğlu yine kendine bir ekip kurmuş durumda ve onunla varlığını sürdürmek istiyor. Ama burada soru şu: Kılıçdaroğlu yine lider kalsa, yerel seçimlere partinin başında girse, nasıl yapacak? CHP ne söyleyecek? O belediyeleri nasıl muhâfaza edecek? Hattâ üstüne yeni belediyeleri, meselâ Manisa’yı, Balıkesir’i, Bursa’yı nasıl ekleyecek? Neyle etkileyecek? Açıkçası insanlar ne zamandır, “İzmir’i kaybeder mi CHP?” diye konuşmaya başladı. Böyle de ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Şu hâliyle bakıldığı zaman, muhâlefet açısından büyük ölçüde bir buharlaşma hâli var.
Şöyle düşünelim: Bundan bir yıl önce, iki yıl önce, üç yıl önce, birtakım insanlar, siyâsete girmek isteyen insanlar, yurtdışında yaşayanlar ya da burada belli bir kariyeri olan insanlar, siyâsete girmek istediklerinde, kimisi Gelecek Partisi’ne, çok sayıda insan DEVA Partisi’ne, hayli insan da İYİ Parti’ye girdi. CHP’ye girenler de oldu ve bir beklenti vardı, bir değişim beklentisi vardı ve o değişimin içerisinde yer almak istediler, birçok insan girdi. Bunların büyük bir kısmı hayal kırıklığına uğradı, aday gösterilmediler. Genellikle kendilerine partilerin içerisindeki eski isimler kötü davrandı, şu oldu bu oldu; ama yine de bâzıları varlık gösterdi. Bugün yakın çevrenizde siyâsete ilgi duyan gençlere ya da şu âna kadar herhangi bir partide aktif siyâset yapmamış insanlara sorun, yani herhalde bugün Türkiye’de siyâsete girmek için uygun bir zaman değil, ama ezkazâ girecek olsalar, hangi partide siyâset yapmak isterler? Üç yıl önceki Gelecek Partisi’nin, ama daha önemlisi DEVA Partisi’nin ve tabiî ki İYİ Parti’nin câzibesi, hattâ belli ölçülerde CHP’nin câzibesinü düşünün. Siyâsete niyetli olan, Türkiye için iyi bir şeyler yapmak isteyen, kendini göstermek isteyen, siyâsette var olmak isteyen insanların gidebileceği bir muhâlefet partisi görebiliyor musunuz? Yani kolları sıvasın, gerektiğinde risk alsın — ki çok insan bunu yaptı. Ve desin ki: “Ben artık siyâsete giriyorum.” Siyâset böyle yenilenir, böyle zenginleşir. Özellikle muhâlefetin düştüğü yerden kalkabilmesi için bu tür yeni soluklara ihtiyâcı var. Ama Allah için, kim şimdiki CHP’ye girsin de orada siyâset yapsın? En fazla şu olabilir: “İmamoğlu’nun önü açık gözüküyor. İmamoğlu”nun ekibine girersem belki bir şey olur” diye düşünenler belki olabilir. Öyle bir istisnâ olabilir. Ama bu partilerin herhangi birisinin insanları heyecanlandıracak, Türkiye’yi değiştirecek, dönüştürecek bir hava vermesi söz konusu olmadığı için buralara yeni insanlar da girmeyecek. Yeni insanlar da girmediği için, eski insanlar var olan o küçük iktidar alanlarını korumak için her türlü numarayı yapacaklar. Ve böylece kendi kendini tekrarlayan ve tekrarladıkça tüketen, ama bu arada çok büyük fırsatları kaçıran bir muhâlefetimiz olacak. Şu hâliyle bunu yaşıyoruz ve bir müddet daha Türkiye’de konuşmamız gereken iktidârı konuşamayıp, muhâlefeti konuşmaya devam edeceğe benziyoruz. İktidârı konuşabilmemiz için gerçekten ortada iktidârı tehdit eden, ona meydan okuyan bir yapının ya da yapıların olması lâzım. O yapılar olmadığı müddetçe, iktidar ne yapsa yanına kâr kalıyor. Bu kadar büyük ekonomik çalkantının ardından, yaşanan bu kadar derin bir yoksullaşmanın ardından, iktidârın herhangi bir şekilde korkusu, endîşesi vs. hiçbir şeyi yok. Hattâ tam tersine, birçok kişi için –ki bunlara muhâlefet partilerinden seçilmiş olan bâzı milletvekilleri de dâhil– câzibe merkezi olabiliyor. Çünkü insanlar şöyle bir düşünceden hareket edebiliyorlar — bâzıları tabiî ki, herkes değil: “Ya, bu ülkede nasıl olsa hiçbir şey değişmiyor. Bâri ben de kendimi kazananın yanında konumlandırayım” diyen insanların sayısı adım adım artacağa benziyor.
Evet söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.