Ebrar’dan niçin korkuyorlar?

Avrupa Şampiyonası’nda Sırbistan’ı yenerek altın madalyanın sahibi olan A Milli Kadın Voleybol Takımı’nda en çok konuştuğumuz isim Ebrar Karakurt. “Abdulhamid” isimli bir sosyal medya kullanıcısı, Karakurt’un paylaşımının altına “Müslüman Türk milleti olarak sana tahammül etmeye devam ediyoruz…” diye yazmış, Karakurt ise bu yoruma “Boş yapma Abdülhamid” yazarak cevap vermiş, ardından sosyal medyada hedef gösterilmişti.

Peki Ebrar’dan kim, neden korkuyor? Ruşen Çakır’ın analizi.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar! Haftaya çok güzel bir olayla başlıyoruz. Dün kadın voleybol takımımız Avrupa şampiyonu oldu. Hepsini tek tek ve antrenörlerini, yöneticilerini kutlamak istiyorum. Gerçekten önemli bir olay; sporda çok önemli bir olay, takım şampiyonluğu anlamında çok önemli bir olay. Ama bu olayın çok ciddî kültürel, psikolojik ve siyâsî yönleri de olduğu muhakkak. Özellikle Ebrar Karakurt üzerinden yürüyen, yürütülmeye çalışılan bir psikolojik savaş var. “Psikolojik savaş” sözünü özel olarak kullanıyorum; çünkü finalden sonra, Ebrar Karakurt’un kendisi de sosyal medya paylaşımında, “Bu ne oynadığımız ilk final, ne de verdiğimiz ilk psikolojik savaş” demişti. Evet, savaş verdi ve kazandı. Tekrar ayrıca tebrik etmek lâzım. 

Bu yayının başlığını “Neden Ebrar’dan korkuyorlar?” diye verdim. Pekâlâ şu da olabilirdi: “Neden, Ebrar’a saldırıyorlar?” 

Saldırma meselesi, saldırana bir olumluluk yüklüyor aslında, her halükârda daha aktif bir rol biçiyor ve saldırıya uğrayan da daha güçsüz, zayıf gösteriliyor. Ama burada tam tersi bir durum var. Kim güçlü, kim zayıf çok net bir şekilde ortada. Saldıranlar zayıf, saldırılan güçlü ve bu nedenle de ondan korkuyorlar — çok ciddî bir şekilde korkuyorlar. Aciz oldukları için saldırıyorlar, korktukları için saldırıyorlar. Ebrar’ın –Ebrar ve benzeri kadınların– onların birtakım iktidarlarını tehlikeye atmasından korkuyorlar, daha doğrusu tehlikeye atmış olmasından çok öfkeliler ve bunun kalıcı bir hâle dönüşmesinden korkuyorlar. 

Ama tekrar baştan alalım: Neden korkuyorlar? Öncelikle kadın olduğu için — bunu özellikle vurgulamak lâzım. Bu tür saldırıları yapan kişiler, özel olarak Ebrar’ın cinsel yönelimi gerekçesiyleymiş gibi yapıyorlar, ama kadın olduğu için özel olarak yapıyorlar. Yani erkek olsaydı bu kadar bir lince mâruz kalmazdı diye düşünüyorum. Ama tabiî ki en önemli husus cinsel yönelimi. Çok büyük bir sahtekârlık var açıkçası. Dünyada ve Türkiye’de baskın olanın heteroseksüel yönelim olduğu ortada, târih boyunca böyle; ama bunun hiçbir zaman tek yönelim olmadığı da ortada; değişik târihlerde, değişik coğrafyalarda, değişik dinler ve inançlar tarafından yasaklanmak istendiği, ama bütün bunlara rağmen bunun târih boyunca devam ettiğini, farklı cinsel yönelimlerin olduğunu, bunun çok doğal olduğunu görüyoruz. Ama kendilerini sayıca daha güçlü ve iktidarda hisseden, düşünen kişiler, farklı cinsel yönelimlere tahammül edemiyorlar ve bastırmak istiyorlar. Ellerinden gelse “tedâvi” edecekler; bunu târih boyunca ve hâlâ günümüzde yapmaya çalışanlar olduğunu biliyoruz, çok acı öyküler olduğunu da biliyoruz, bunun öyle tedâvilik bir şey olmadığını kabullenmek istemediklerini de biliyoruz. Ama burada zâten fârklı cinsel yönelimleri bir suç ve sapkınlık olarak gösteren kişiler, bunun birtakım değişik nedenlerle olduğu iddiasındalar ve o nedenlerin ortadan kalkması durumunda bunun pekâlâ yok olacağını söylüyorlar. Târih boyunca bunu yapanlar oldu ve hep başarısızlıkla sonuçlandı; ama bitmeyecek nâfile bir savaş var ve bir öfke var cinsel yöneliminden dolayı. Fakat daha da önemlisi — bence işin tam kritik yeri bu: Cinsel yönelimini gizlememesi. Dünyanın her yerinde ve ülkemizde târih boyunca ve günümüzde genel kural bu: “Olabilir, ama bunu dile getirmeyin”. Bir zamanlar Amerika Birleşik Devletleri’nde, “Eşcinseller askerlik yapabilir mi?” tartışmasında, orduda böyle bir şey vardı. Şöyle bir sonuca varılmıştı: “Deklare etmezsen, söylemezsen yapabilirsin; ama söylersen ordudan ihraç edilirsin.”İşte bunun tüm toplumda, birçok ülkede ve günümüz Türkiye’sinde de egemen anlayış olduğunu görmek lâzım. Yani: “Tamam, eşcinsel olabilir, farklı cinsel yönelimleri olabilir; ama bunu söylemesin, gizli yapsın”. Birçok kişi tabiî ki âilelerinden çekindikleri için; çevrelerinden, okullarından, işyerlerinden, yönetimlerinden çekindikleri için… yasak olmasa bile –Türkiye’de kanûnen böyle bir yasak yok, bâzı ülkelerde var, biliyoruz– bunu alenen dile getirmekten, cinsel yönelimini dile getirmekten çekinen çok insan var. Hele günümüz Türkiye’sinde –özellikle son dönemde– bu konuda devletin de desteğiyle ve tahrikiyle gelişen çok ciddî bir taarruz var LGBTİ+ topluluklara yönelik. Özellikle de son seçim kampanyasında bunu gördük. Seçimi kazandığı günün akşamı Erdoğan bu konuyu diline doladı biliyorsunuz. Bunun üzerinden Türkiye’de kutuplaşma yaratmak ve bu kutuplaşmadan da siyâseten kendileri yararlı çıkmak istiyorlar ve burada tabiî ki esas olarak farklı cinsel yönelimi olanları sindirmek ve de onlara destek verenleri sessiz kılmak istiyorlar. Bugün bir siyâsetçinin kalkıp farklı cinsel yönelimlerin tabiî ki serbest olması gerektiğini söylemesi giderek zorlaşıyor. En son CHP’li bir milletvekilinin bu konuda söyledikleri yüzünden nasıl bir taarruz altına alındığını da biliyoruz. 

Ebrar’dan korkmalarının en önemli yönü bu kimliğini gizlememesi, açık yapması. Yani aslında özel olarak, “Bakın, benim farklı bir cinsel yönelimim var”demişliği yok; ama kendi sosyal medya paylaşımlarından hareketle, birileri onu linç etmeye kalktı. Bir başka nokta da, tabiî ki ondan korkmalarının en önemli nedenlerinden birisi: Daha boyun eğmedi. İşte, en çarpıcı yön belki de bu… Yani bir kadın, bir eşcinsel kimliğini gizlemiyor ve saldırılara muhâtap olunca da geri adım atmıyor. İşte dananın kuyruğu esas olarak burada kopuyor. Gördük, defalarca saldırıya mâruz kaldı, kendisine saldıranlara karşı dimdik ayakta durdu — bu en büyük korkuyu yaratıyor. Çünkü böyle bir linç mekanizması var. Bu linç mekanizmasını, farklı olan herkes, değişik olan herkes, muhâlif olan herkes bir şekilde yaşıyor — sosyal medya özellikle bunun için birebir. Meselâ Medyascope olarak defalarca yaşadık, ben şahsen defalarca yaşadım, birçok insan yaşıyor, siyâsetçi, sanatçı, vs.: Farklı bir duruşu olan, eleştirisi olan herkes yaşıyor. Bu yüzden de birçok kişi uğradığı saldırılar karşısında sessizliği tercih ediyor, geri adım atmak zorunda kalıyor, kendini yeterince mücâdele edebilecek güçte görmüyor. Zâten bu linç kampanyalarının en büyük özelliği de bu, böylece sindirebileceklerini düşünüyorlar. Tabiî ki burada bir başka husus da şudur: Normal şartlarda yargının bu tür olaylarda linci düzenleyenlere karşı, lince uğrayanın yanında olması ve buna müdâhil olması gerekir. Devletin yurttaşını bu tür saldırılardan da korumak gibi bir görevi var, yargının işi bu. Ama Türkiye’de tabiî ki böyle olmuyor; tam tersine linççiler ödüllendirilip, lince uğrayanlar cezâlandırılıyor. Kendisinin ya özür dilemesi ya geri adım atması ya da atfedilen şeylerle alâkası olmadığını kanıtlaması gerekiyor. Türkiye’de özellikle sosyal medya lincinin bir siyâsî strateji olarak yürütüldüğünü de görüyoruz. Burada en önemli hususlardan birisi –belki de işte tam Ebrar olayında– onun linçlere karşı ayakta durması. 

En son Abdülhamid olayı var… Şimdi orada da –kendini Abdülhamid olarak tanıtan o kadar çok var ki, sosyal medyada hepiniz görüyorsunuzdur Abdülhamidcilik oynayanları– onlardan birisine verdiği çok isâbetli bir cevap var ve bunun üzerinden, meselâ kendini Abdülhamid olarak tanıtan kişinin yaptığı saygısızlık, terbiyesizlik vs. değil de onun verdiği cevap ve buradan hareketle, sanki padişah Abdülhamid’e yönelik, Türklüğe, Osmanlı’ya vs. yönelik hakaretmiş gibi olay çarpıtılmaya çalışılıyor. İşte burada tam bildiğimiz, yeni hakikat-sonrası dönemin özelliklerinden birisi; zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyorlar, ama olmuyor. Meselâ son Abdülhamid olayında da olmadı. En çok rahatsız eden husus bu; yani yıkamıyorlar. Halbuki genç bir kadın, ama yıkamıyorlar. Ellerinden geleni yapıyorlar –siyâsetçiler, belediye başkanları, eski belediye başkanları, şunlar bunlar, gerçek adıyla yazanlar, sahte adıyla yazanlar vs.– yapamıyorlar. 

Burada işte bir başka noktaya geliyoruz: Ebrar’ın en büyük silâhı başarısı. Eğer bütün bu saldırıların ardından, dün ona saldıranların umduğu gibi Sırbistan şampiyon olsaydı… ki bu da çok acayip bir durum, farkındaysanız: “Millî değerler” diyerek hareket eden insanlar, “millî değerler”i muhâfaza etmek için Sırbistan’ın kazanmasını tercih eder bir noktaya geldiler. İşte bu başarı Ebrar’a çok ciddî bir şekilde güç veriyor. Eğer bir başarılılık söz konusu olsaydı, belki zâten bütün bu saldırılar bu kadar yoğun olmazdı. Ama bu başarı olmasaydı, meselâ ilk sette kaybedildi –benim gördüğüm kadarıyla, pek voleyboldan anlamam– Ebrar da çok iyi bir performans sergileyemedi. Eğer böyle tamamlanmış olsaydı, bu kişilerin, bu çevrelerin nasıl bir mutluluk içerisine gireceklerini, haklı çıktıklarını söyleyeceklerini görecektik, böyle olmadı. Meselâ en son dünya şampiyonasındaki başarıdan sonra ne yazmıştı Ebrar? “Boynumda bana yargı yükleyenlerin utancından yapılma mücevherler, yani altın madalya.”Bu çok mânîdar. İsmet Özel’in –ki o câmianın en önde gelen şâiri– “Mataramda Tuzlu Su” şiirinden. Açıkçası

ilk gördüğümde, “Ben bunu biliyorum” dedim. Sonra İsmet Özel olduğunu fark ettim; çünkü çok sevdiğim bir şiirdir, uzun bir şiirdir, muazzam bir şiirdir. İsmet Özel zâten gerçekten çok çok iyi bir şâirdir. Ebrar’ın onu bulması ya da onu kullanması, tam anlamıyla hiç de öyle kolay lokma olmadığını, çetin ceviz olduğunu göstermişti. Ama burada da görüyoruz ki başarıyla berâber ne diyor? “Utançlarından yapılma mücevherler, yani altın madalyam”. Eğer o altın madalya olmasaydı da haklıydı; ama altın madalya olunca artık karşı taraftakilerin söyleyecek çok da fazla bir şeyi kalmıyor. Tabiî yine konuşmaya çalışacaklar, edecekler vs.. 

Şimdi burada bir hususu özellikle vurgulamak lâzım: Siyâsetçilerin, popülist sağ siyâsetçilerin çok kullandığı bir argüman bu: Farklı cinsel yönelimleri şeytânîleştirmek ve buradan oy devşirmeye çalışmak. İlk gördüğüm andan îtibâren çok yadırgadım, özellikle AKP’nin ve Erdoğan’ın yapmasını; ama bir yerden sonra artık bundan çok hoşlandılar ve devam ediyorlar, daha da devam edeceğe benziyorlar. Halbuki ortada çok ciddî bir riyâkârlık var. Şimdi diyelim ki

bu konuda herhangi bir yayın yaptığınızda ya da haber yaptığınızda –ki muhtemelen buna da olacaktır– YouTube’dan ya da sosyal medyadan şöyle tepkiler verenler olur: “Senin çocuğun eşcinsel olsa ne yaparsın?” diye. Şimdi bunu diyenlerin bir kısmının belki de çocukları farklı cinsel yönelime sâhip ya da çok yakınları, kuzenleri, akrabaları ya da iş arkadaşları… Ama bunların büyük bir kısmı, var olanların büyük bir kısmı gizliyor, dünyanın her yerinde bu var; bâzı yerlerde daha rahatladı, o ayrı. Ama büyük ölçüde bu toplumsal baskı nedeniyle giriliyor. Sanıyor musunuz ki bunu söyleyen insanların yakınlarında yok farklı cinsel yönelimde olanlar? Hattâ bâzılarının kendileri bile bir şekilde olabilir ve kendi içlerindeki yönelimi baskı altına alıyor olabilirler. Yıllarca, gazetecilik yaptığım süre içerisinde değişik yerlerde muhâfazakâr câmiadan insanlarla karşılaştım, tanıştım, öyküler duydum, hayat hikâyeleri duydum. Bütün bu süreç içerisinde bir LGBTİ+ düşmanlığı, buna karşı mücâdele perspektifi gibi şeylere tanık olmadım. Sorulduğu zaman, gündeme geldiği zaman belki aşağılama vs. olabilir; ama böyle bir gündem yoktu. Böyle bir gündemin olmasının İslâmiyet’le, muhâfazakârlıkla falan alâkası yok. Bu tamâmen başka bir şey; otoriterlikle, sağcı popülizmle alâkalı bir şey, dünyanın birçok yerinde de bu tür örnekleri görebiliyoruz. Ve biliyorum, öyle olaylar duydum, yaşadım, tanık oldum ki, insanların kişilik haklarını gözeterek anlatmak istemiyorum; ama bu cinsel yönelim meselesini bu kadar gündeme getirenlerin –nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama– biraz daha dikkatli olmaları gerekebilir. Şöyle düşünenler muhakkak vardır — ama onları önemsemiyorum: “Ebrar kötü örnek oluyor.” Neden? “Farklı cinsel yönelimi nedeniyle.”

Bence kötü örnek diye görülmesi, esas, onların gözünde farklılığını gizlememesi, buna sâhip çıkması ve kendisine karşı saldırıya geçenlere karşı dimdik ayakta kalabilmesi — işte esas mesele bu. O anlamda kötü örnek olmasından korkuyorlar. Yanlarında yörelerindeki birtakım kadınların, erkeklerin, gençlerin Ebrar’a bakarak, bastırmaya çalıştıkları ya da gizlemeye çalıştıklarını kendi yönelimlerini alenîleştirmesinden korkuyorlar, böyle bir meydan okumadan korkuyorlar. Esas olay bana göre bu. Yoksa, “Kendisi ne yaparsa yapsın, ama bunu gözümüze sokmasın” diyenlere sormak lâzım: Biz kim? Ülkeyi yönetenler, ülkeye ahlâkî vs. standartlar çizenler. Bunun dışında olanlar belki olabilir; ama onlar da haddini bilecek, son dönemin meşhur lâfı: Haddini bilecek. İşte Ebrar olayında onların belirlediği şekilde haddini bilmeyen, tam tersine onlara haddini bildiren bir genç kadının öyküsü var: “Boynunda ona yargı yükleyenlerin utancından yapılma mücevherleriyle”. 

Şimdi ikincisini aldılar, tebrikler, helâl olsun. Gerçekten kendisinin çok iyi bir örnek olduğunu, özellikle genç kadınlar için çok iyi bir örnek olduğunu vurgulamak ve kendisine teşekkür etmek istiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.