Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Benim bir devletim var mı?

Devleti çok önemseyen bir coğrafyadayız. Devleti ele geçirmeyi, yönetmeyi birinci amacı olarak görmeyen siyasi, toplumsal oluşum bulmak kolay değil. Zor zamanlarda “Devlet nerede dedirtmedik” diye övünenlere rastlarız. Adli yıl açılışlarında adaletin devletin dini, temeli olduğunu mutlaka duyarız. Nizam’ül Mülk’e, İbn Haldun’a atıfla Adalet Dairesi’nin kadim devlet anlayışımızın değişmezi olduğunu terennüm ederiz. Ecdadımızın dünyaya adalet dağıttığından dem vurmak da bu pratiğin bir parçasıdır. Biz öyle adiliz ki tüm dünyayı biz yönetsek, herkes ziyadesiyle memnun olur, başka bir devlete de gerek kalmaz.

Ben ise “Bu devletin benimle derdi ne?” sorusunu her Allah’ın günü sormak zorunda kalıyorum. Sizin başınıza geldi mi bilmiyorum ama bu son derece tatsız bir durum. Kendi vatanında parya olmak böyle bir şey mi acaba?

Yedi kuşak Afyon Sandıklılı bir ailenin Kadıköy’de doğup büyümüş çocuğuyum. Kadıköy Anadolu Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum. Kariyerime sivil toplumda başladım, eğitmen olarak devam ettim. Yurtdışında da okudum, yaşadım ve çalıştım, sonra Green Card’ımı iade ederek Türkiye’ye döndüm ve irfanına inandığım bu toplum için çalıştım. Yaptığım işlerle toplum arasında muhabbeti, dinlemeyi, ortak vicdanı pekiştirmeye çalıştım. Benim bu topluma dair tahayyüllerimi beğenmeyen, benim gibi yaşamak istemeyenler olabilir; buna sonuna kadar hakkı vardır ve benim haklarıma saygı duyduğu sürece bunu benimle tartışabilir, alternatifler önerebilir. Ama bu ülkenin yargı makamları beni beğenmese de hiçbir delil ve kanıt olmadan bu ülkenin bir vatandaşını ceza kanunun en ağır cezalarından biriyle suçlayıp hüküm veremez.

Dört yıldır hayatımızı zindan eden dava hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 18. madde ihlal kararı var. Bu davada hukuku kullanarak hukuk dışı işler yapıyorsunuz, insanları susturmayı amaçlıyorsunuz diyor AİHM. Maddenin 18. sırada olması sizi yanıltmasın, o madde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin en önemli, en yakıcı maddesi. O maddeye tehlike çanı, son uyarı maddesi de deniyor çünkü bir ülkenin demokrasi yolundan ayrılmadan son çıkışa işaret ediyor. Size o muamelenin yapıldığı tespit edilmişse – ki bu son derece nadir bir durum – herhangi bir Avrupa Konseyi ülkesinde mülteci hakkına en öncelikli sahip olacak gruba gidiyorsunuz. Müebbet hapis cezasıyla yargılanırken bile biz bu yolu da kullanmayı düşünmedik. Çünkü hem biz, hem avukatlarımız bu ülkede vicdan ve adaletin hala işlediğine, bu davanın sonucunda mutlaka beraat edeceğimize inandık.

Peki bütün bunlara rağmen bu devletin, eşsiz Türk yargısının benimle derdi ne?? Bu önemli, yerinde sorunun cevabını iddianamelerde, gerekçeli kararlarda bulmak mümkün değil. Yargılandığım dava Gezi olaylarıyla ilgili ama ben Gezi olaylarına katılmadım. Bunu yargılama sırasınca defalarca söyledim, delil gösterilmesini talep ettim ama savcılar, hakimler beni, taleplerimi kaale almadı. Ergenekon, Balyoz, Oda TV davalarından beri bir yargı pratiği var… üstüne düşündükçe bilim kurgudan esinlendiklerine kanaat getirdim. Malum, bilim kurgu senaryolarının becerisi mantık dışı olayların mantık dışı olduklarını dert etmememizi sağlamaktır. E.T.’nin bisikleti havalanır ama biz yerçekimine ne oldu diye sormayız; zaman makinesinin sizi geleceğe götürmesine itiraz etmezsiniz; Uzay Yolu’nda insanlar başka yerlere ışınlanır ama biz bu nasıl oluyor diye sormayız. Ya da Binbir Gece Masalları’nda uçan halı vardır ama halı nasıl uçar diye sormamıza imkan, alan olmaz.

Bizim tüm dünyanın kıskandığı yargımız da öyle fantastik hikayeler anlatır, içine büyük oyun hamleleri, etki ajanları koyar ama “Bununla ilgili tek bir delil var mı?” sorusuna bir türlü sıra gelmez.

Ben tekrar tekrar sordum: İddia makamı Gezi sırasında ters çevrilmiş araba resimleri gösteriyor. Bu arabaları ben mi ters çevirdim? Birisine çevir mi dedim? Çeviren birisini buldunuz da o “Hakan Altınay çevir dediği için bu işi yaptım” mı dedi? Beni Gezi’de cebir ve şiddet yoluyla hükümeti çalışamaz kılmaya yeltenmekten 18 yıl hapis cezasına çarptırdınız. Bomba, kurşun, taş ya da slogan attığıma, başkalarına bomba, kurşun, taş ya da slogan atmayı telkin ettiğime dair tek bir delil, fotoğraf, tanık var mı?

12.000 saattir kaldığım Silivri koğuşunda herhalde bin kere sorduğum soru ise böyle temelsiz, sebepsiz şekilde eziyet edenler insan mı, bana baktıklarında başka bir insan görüyorlar mı, bizim ortak bir dilimiz, vicdanımız var mı?

Türk yargısının bana haksızlık yapmak, eziyet etmek konusunda bir çekincesi yok ama benim kimseye haksızlık etmemek gibi bir derdim var. O yüzden başlıktaki “Benim bir devletim var mı?” sorusuna “Hayır” cevabı vermem: Dünya standardında bir eğitimi ben bu ülkede devlet okullarında ve tamamen ücretsiz aldım. Küresel salgın sırasında devlet bana hızlı ve ücretsiz şekilde dört tane Covid aşısı yaptı… müteşekkirim. Annem bir devlet huzurevinde kalıyor… sadece böyle bir imkanın olması değil, o kurum çalışanlarının gayet sevecen ve yetkin olması da ülke olarak gurur duymamız gereken bir mesele. Yakın zamanda Karadağ’daki diplomatik temsilciliğimizde kıyılan bir nikah sırasında resmi görevlilerin ne kadar özenli olduklarını bir ziyaretçimizden dinledim. Dolayısıyla devlet var, kamu görevlileri arasında ehil, vicdanlı bir çok insan var. Ama Türk yargısı yine de bize böcek muamelesi yapabiliyor. Üstelik bunu da “Türk Milleti Adına” yaptığı iddiasında.

Siz bu yaptıklarından razı mısınız?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.