Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ayşe Çavdar yazdı: Çalışmadığımız dersler

Kendimizi bildik bileli zaman zaman hararetlenen, sonra tekrar alevlenmek üzere bir kenara atılan pek çok sorunu var dünyanın. Bunlardan biri de Filistin. Bu tür sorunların ortak noktalarından biri de bize ne düşündüğümüzün asla sorulmaması. Bunun yerine hızla hislerimizi harekete geçirip bir taraf tutmamız, ateşin harına elimizi uzatmamız istenir hep. Elimiz yanarken bir şey yaptığımız, bir derde çare olduğumuz hissiyle avunur, sonra kendi işlerimize döneriz. Dersimizi de almışızdır. Hayattan, insanlıktan ve kendimizden beklentilerimizi bir miktar daha düşürmeyi öğreniriz. Görünen manzara o ki, Filistin meselesinin şu evresinden de böylesi bir öğreniyle çıkmak üzere tanık oluyoruz her şeye. 

Dünya bir sapandan belirsiz bir menzile fırlatılmış bir taş gibi savrulurken önümüze düşüverdi bir kez daha Filistin. Kendi adıma henüz ne düşüneceğimi bile bilmiyorum. Çünkü Filistin meselesine ilişkin bilmediklerim bildiklerimi eze eze döver. Şuracığa kaç gündür arkasına saklandığım işin gücün arasında izleyip meseleyi havsalamızın alabileceği şekilde anlatan birkaç söyleşinin linkini verip, anladıklarımı aklımın erdiğince sıralamakla yetineceğim.

Kimin nesi ki Filistin?

Editörümüz Senem Görür Yücel’in Medyascope’ta Erhan Keleşoğlu ve Soli Özel’le yaptığı şu söyleşi, daha çok bir duygusal deşarjı andıran mevcut “tartışma” ortamında gözden kaçan, üzerinde durmayı mevzunun sıcaklığı dolayısıyla ihmal ettiğimiz pek çok tarafa dikkat çekiyor. 

Örneğin Erhan Keleşoğlu, İsrail ve Filistin sağının birbirini nasıl var ettiğini anlatıyor. Aralarında Hamaslıların da olduğu Filistinli mahkûmların cezaevlerinde başlattıkları, “1967 sınırlarına yakın bir çözüm önerisi geliştirip üzerinde anlaşın, ama bunun için önce bir durun” önerisinin Hamas tarafından ciddiye alınmamasının Netanyahu’nun ve İsrail sağının nasıl işine geldiğini hatırlatıyor. Çünkü bu yolla İsrail sağı, hiç de istemediği iki devletli çözüm ihtimalini ve bu yönde gelebilecek uluslararası baskıyı bertaraf ediyor. 

Soli Özel de, linkini verdiğim programda ve T24’e verdiği şu söyleşide, üzerinde düşünülmeye düşünülmeye artık bir ezbere dönüşen iki devletli çözüm ihtimalinin Hamas’ın bu hamlesiyle tamamen ortadan kalktığına, bunun İsrail yönetimi tarafından da arzulanan bir hal olduğuna işaret ediyor. Fakat vurguladığı asıl mevzu tek devlet içinde bir arada yaşama olasılığı üzerinden bir çözüm üretmenin de imkânsızlaşmakta olduğu. Peki o zaman ne olacak? Kendini bu meseleye taraf hissedenlerin “yaratıcı çözümler” geliştirmeleri ve bunun için inisiyatif almaları gerekiyor. Var mı öyle bir gidişat? 

Pek yok gibi. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar, Ruşen Çakır’ın sorularına cevap verdikleri Transatlantik’te taraf olması beklenen, dahası tarafmış gibi de gözüken aktörlerin meseleyi nasıl birer gösteriye dönüştürdüklerine, bu gösteri halinin ardında ise ne türlü bir kayıtsızlık olduğuna dikkat çekiyorlar. Dinlediğim herkes, Hamas’ın bu saldırıyı, başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap ve Müslüman liderlerin İsrail’le normalleşme siyasetini kesintiye uğratmak üzere yaptığını söylüyor. Gönül Tol net bir şekilde, İsrail’in Hamas saldırısına bir savaş ilanıyla verdiği cevabın ve kaç gündür yaşanılan kıyametin bu normalleşme sürecini yalnızca geciktirebileceğini ama sonlandırmayacağını öngörüyor. 

Müşterek tecrübemiz de bu yönde. Pek çok Müslüman lider için Filistin meselesi, İsrail ve Batı ile ilişkilerde kullanabilecekleri bir koz olmanın dışında ne ki? Batı için ne peki? Bir tür hayalet… “Can sıkıcı” bir konu. “Hiç olmasa ne güzel olur değil mi?” Hem kim ki o siyasetçiler, liderler? Filistin onlar için kendi ülkelerinde seçim nutukları atarken kanatmak üzere başvurdukları bir yaradan başka ne ki?

Batı ülkelerinde Filistin yanlısı protestolar engelleniyor kaç gündür. Bu engellemelerden İsrail devletinin Filistinlilere yönelik siyasetini eleştiren, ateşkes ve barış isteyen Yahudiler de payını alıyor. Herkes hem bu protestolarda hem Ortadoğu’da işlerin çığrından çıkmasından korkuyor. Çünkü kimi eylemlerde, mesela Sydney’dekinde “gas the Jews” yani “Yahudileri gazla” diye yazılmış pankartlar açılıyor. Ya da New York’ta olduğu gibi İsrail’i protesto eden ve destekleyen grupların yolları kesişebiliyor. Çatışmanın kendi sokaklarına yansımasından çekiniyor Batılı siyasetçiler. Fakat bu işin kaynağında nasıl çözüleceğine dair bir tasarı geliştirecek halde değiller. Önce bu işin hangi durumda kendileri açısından yarayışlı olduğuna bir karar vermeleri lazım tabii. 

Fehim Taştekin, İsrail’in Gazze’de, her an başlatabileceği bir kara harekatıyla yapmaya çalıştığı şey hakkında öngörülerde bulunuyor. Daha önce de işgali genişletmek için kullandığı bir yöntemi devreye sokmuş görünüyor İsrail. Gazze’nin kuzeyindeki nüfusu önce güneye doğru sürecek, sonra da onlardan geriye kalan yerlere el koyacak. Mesele şu ki, Filistinlilerin gönderildikleri yerler de ağzına kadar dolu yerleşimler. Mısır sınırı kapalı şimdilik. Açılsa bile bu, Fehim Taştekin’in söylediği gibi, çatışmanın ve insani krizin yer değiştirmesinden başka anlam taşımayacak. Dönüp savaşın süregittiği yere baktığımızda herkesi İran’ın ve Hizbullah’ın çatışmaya dahil olması halinde olabilecekleri düşünmemeye çalışırken buluyoruz. Çünkü Gazze, dünyanın en yoğun nüfusuna sahip küçücük bir açık hava hapishanesi olsa bile Filistin sorunu yıllardır çözülmediği için her yerde. Bir bölgesel savaş çıkma ihtimali şu anda her zaman olduğundan daha yüksek. 

Büyük boşluklar

İsrail’in Lübnan’ın güneyine olabilecek sızıntıları önlemek adına yaptığı saldırıda bir gazeteci öldü, altı gazeteci de yaralandı. Ölen gazeteci Issam Abdallah, Reuters için çalışan bir Lübnan yurttaşıydı. Reuters, İsrail ordusunun konuyu araştıracağını, Lübnan da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne olayın soruşturulması için başvurduğunu duyurdu. Uluslararası kurumları ve hukuku çalıştırmaya yönelik bunun dışında ciddi bir girişim olduğu yolunda bir haber yok henüz ortada.  Herkes liderler ve diplomatlar arasında ciddi bir telefon trafiği olduğunu tahmin ediyor. İnsan hakları örgütleri de savaş suçlarına, insanlığa karşı suçlara dikkat çeken sosyal medya mesajları ve açıklamalar yayınlıyorlar. Fakat kim, nasıl yargılayacak bu suçların faillerini, nasıl tespit edilecek? Bütün bu kavramların karşılık bulacağı bir uluslararası hukuk ya da kurumsal çerçeve kaldı mı? Olsa mevzu buralara gelir miydi? 

Dinlediğim ve okuduğum herkes Netanyahu’nun bu işten zararlı çıkacağını, mutlaka siyasi bir bedel ödemek zorunda kalacağını söylüyor. Çünkü İsrail nüfusunun da en az yarısı, bu işin buralara gelmesinde en büyük payın Netanyahu’nun politikaları olduğunu düşünüyor. Bunu hele şu koşullar altında iyice artan siyasi baskıya rağmen söylemekten çekinmeyen İsrailli gazeteciler ve siyasetçiler var. İsrail’in hazırlıksız yakalandığı Hamas saldırısında ölen 1300’den fazla kişinin büyük çoğunluğunu siviller oluşturuyor. Bir de rehineler var. Ancak Netanyahu, Hamas saldırısından kendisi için bir zafer çıkarmaya odaklandığı için bu “ayrıntılar”ı Gazze’de giriştiği etnik temizliği dayandıracağı hikâyenin “lüzumlu” bir öğesi olarak görüyor. Yazık ki, Filistin halkının davasıyla Hamas’ı birbirine karıştıranlar açısından da durum farklı değil. Filistin halkının bunca yıldır yaşadığı acı ve kayıplar, 7 Ekim’den beri öldürülen en az 1900 Filistinli sivil, Hamas’ın saldırısını meşrulaştırmak üzere yazılan öykünün olmazsa olmaz bir ayrıntısı. Fakat, Netanyahu’nun elinin zayıflayacağını ve bu işten kayıpla çıkacağını düşünenler, Hamas’ın hiç değilse İsrail’in “yenilmezlik” imajını yıktığını ve Filistin halkını kendi liderliği altında konsolide edebileceğini söylüyorlar. Bu bir kazanım mı peki? 

Burj al Barajneh

Filistin halkı, üstelik Hamas’ın yükselişine paralel olarak yalnız coğrafi değil, siyasi olarak da parçalanmış bir halk. Sadece uzak ve yakın komşularıyla bütün dünya değil, kendi yöneticileri ve siyasetçileri tarafından da terk edildikleri hissiyle yaşıyorlar çok uzun yıllardır. 

Filistin’e hiç gitmedim. Fakat Beyrut’taki Burj al Barajneh mülteci kampına gitmiştim. Toplam 1 (bir) kilometrekarelik bir alanda tahminlere göre 20 bin kişinin yaşadığı bir mahalle düşünün, 2011’deki manzara buydu. 1948’de geçici bir süre, yalnız 10 bin kişinin kalması için tasarlanmış bu kamp. Şimdi, Suriyeli mültecilerin de gelmesiyle 50 bin kişiye çıkmış nüfus. Kamptaki gençlik derneğinden Ahmet adlı bir delikanlı rehberlik etmişti o zaman. Demişti ki, “Bakmayın bu daracık sokaklara, Lübnan’ın en iyi şairleri, müzisyenleri, ressamları buradan çıkıyor senelerdir.” Başını dik tutmaya çalışıyordu yani, yaptığı iş gereği mevzunun ümit verici yanına bakmaya odaklanmıştı. 

E hani nerde duvarlar, kalkanlar?

Fakat her iki taraftan binlerce sivilin öldüğü, çok daha fazlasının yaralandığı, asgari yaşama koşullarından mahrum kaldığı, zaten belirsiz olan geleceğin iyice karardığı bu esnada en hararetle konuşulan mevzulardan biri de Hamas’ın böylesi devasa bir saldırıyı nasıl planladığı. O meşhur MOSSAD’ın bu hazırlıklardan nasıl haberdar olmadığı, olduysa bile neden durdurmadığı. Mısır ve hatta ABD istihbaratlarının İsrail’i uyardıkları ama ciddiye alınmadıkları yolunda da haberler dolaşıyor ortalıkta. İsrail devletinin Gazze sınırına ördüğü duvarlar da işe yaramamış, roket saldırılarına karşı kurduğu pahalı savunma sistemi de. Nasıl olmuş ki bu acaba? Bu dersi çalışıyor şimdi pek çokları… Çok heyecanlı çünkü… Öyle mi gerçekten?

Çok açık değil mi cevap oysa? İstediğiniz kadar güvenlik yatırımı yapın, demir yumrukla yönetin ülkenizi, silahlar alın, yetmedi üretin, icat edin, yasamayı-yürütmeyi-yargıyı tek elde toplayıp emrinize amade kılın, otoritenizi sorgulayacak hiç kimse kalmasın etrafta, hatta sizinle sahip olduğunuz iktidar için rekabet edenleri birer dalkavuğa çevirin… Yurttaşlarınızı iç ve dış tehlikelerden ancak yurttaşlarınızın ve yurttaşınız olmayan başka insanların hukukuna gösterdiğiniz saygı ölçüsünde koruyabiliyorsunuz. 

Yine Gönül Tol söyledi galiba Transatlantik’te. Netanyahu, Hamas’ın elindeki rehinelere ne olacağına aldırmayarak başlatacak kara harekâtını. Çünkü onun için önemli olan Gazze’ye ilişkin dehşet tasarısını hayata geçirecek bir fırsat yakalamış olmak. Saldırının gerçekleşebilmiş olmasıyla aldığı yenilgiyi kendisi için bir zafere dönüştürmek.

Geliyoruz çalışmadığımız ders kısmına… Kaç yıldır, dünyanın her yerinde sağcı hükümetlerin ele geçirdikleri idari manzumeleri nasıl birer güvenlik devletine dönüştürdüğünü konuşup duruyoruz. Güvenlik devleti denilen küresel hadise yükseldikçe siyasi egemenlik kavramı ve kavrayışı giderek daralıyor. Her yere sirayet eden “terörle mücadele” örüntüleri de bu daralmanın meşruiyet temelini oluşturuyor. Uluslararası ve ulusal hukukun askıya alındığı, istisna rejimlerinin yaratılıp giderek genişletildiği bu yeni (aslında gayet eski ve arkaik) siyasi egemenlik anlayışının hakimi olan güvenlik devleti ve ideolojisinin kimi, neyden koruduğu ise alabildiğine belirsiz. Üstelik her türlü komplo teorisine açık ve yenilerinin üretilmesine de zemin oluşturuyor, bizzat kendisi üretiyor o komplo teorilerini ve ürettikçe kırılganlaşıyor. Yani yalnız kimi, kimden koruduğu değil, kendisinin ne olduğu da belirsiz ve öngörülemez. Çünkü esneme kabiliyeti olmadığı gibi, kendi elleriyle daralttığı siyasi egemenlik tarifi yüzünden manevra alanından mahrum. Tam da bu yüzden ve paradoksal bir biçimde değişken ve yoldan/raydan/hukuktan çıkmaya hazır. 

Belki buna uyum sağlamak için biz yani her birimiz de her şeyi bildiğimizi sandığımız, korku ve öfke hislerimizi diri tutan, ama hiçbir şeyden gereğince haberdar ol(a)madığımız birer evrende yaşıyoruz. Yalnız devletler, hükümetler ya da siyasetçiler değil artık “Ya benden yana ve bana dost olursun, ya da düşmanımsındır seni ezerim” kartını açan. Her konuda başvurduğumuz kestirme bir hayat pratiğine dönüştü bu tavır. Şimdi artık böyle bir küresel iklim hakim yani dünyada. 

Hal böyleyken, kim, nasıl bulacak Filistin meselesi için gereken yaratıcı çözümü? Hamas, İsrail’in “yenilmezlik” imajına ciddi bir darbe indirerek başlattığı bu çatışmayı daha ilk gün kazanmış olabilir (kimilerine göre bu yeter). Ama neredeyse bir asırdır süren o savaşın bir kazananı var mı? Kaybeden kim peki? 

Hayim Katsman

Her iki tarafta da siviller, çocuklar, kadınlar, gençler, ihtiyarlar iki ateş arasında kalarak hayatlarını kaybediyor ve yaralanıyor. Her türlü yoksunluğa mahkûm edilmiş bir açık hava hapishanesi olan Gazze’de korkunç bir etnik temizliğe şahit oluyoruz ve elimiz kolumuz bağlı. Bunu durduracak güce sahip olmayan yalnız tek tek bizler değiliz, uluslararası kurumlar ve hukuk da bu güçten yoksun. Şu halde bizden istenen dehşet repertuarımıza bir yeni “parça” daha eklemek ve bununla yaşamayı öğrenmek. Hayatın bu yeni biçimine alışma evresindeyse öfkemizi, acımızı mümkünse gücümüz kime yetiyorsa onun üzerine boca ederek uyuşmayı beklemek. Ondan sonra sırada bizi o kötü şeylerden koruyabilecek olanın, her kimse ya da her neyse o, katı(laşan) kurallarına ve güya bizi gözetmek için başkalarını dövmek üzere geliştirdiği “güvenlik tedbirleri”ne teslim olmak var. Çalışmadığımız dersin ikmali böyle oluyor.

Hamas saldırısı esnasında öldürülen Hayim Katsman’ın kardeşi Noi Katsman’ın henüz merhumun cenazesi kaldırılırken söyledikleri var bir de… Bize savaşa, çatışmaya taraf olmak zorunda değilsiniz, her iki taraftaki barıştan ve çözümden yana seslere kulak kabartın diyen. 

“Benim için ve kardeşim için en önemli husus, onun ölümünün masum insanları öldürmek için kullanılmaması. Ne yazık ki, hükümetim insanların ölümünü sinsice yine sırf insan öldürmek için kullanıyor. Bu yolla bizi güvende tutacaklarını vaat ediyorlar, ama güvende olmak böyle bir şey değil. Bize daima, ne kadar Filistinli öldürürsek o kadar iyi dediler. Fakat, bu elbette bize hiçbir zaman barış getirmiyor, daha iyi bir hayat getirmiyor. Sadece daha fazla terör ve tıpkı kardeşim gibi daha fazla ölüm getiriyor. Kardeşimin başına gelen şeyin Gazze’deki insanların başına da gelmesini istemiyorum, eminim kardeşim de istemezdi.” 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.