Tarık Çelenk yazdı: Mustafa Çalık’ın ardından

1993’te tayinim dolayısıyla Ankara’da bulunuyordum. Ankara’nın soğuk gece ve gündüzlerinde arkadaşım Haydar ile birlikte mesai saatleri dışında sivilleri çekip gezerdik. Ankara’da olmamızın avantajlarını da kullanarak entelektüel camia ile ilişki kurmaya çalışırdık. Ahmet Altan ve Neşe Düzel’in bir programında Mustafa Çalık’ı seyretmiştim. Çalık’ın ittihatçılık ve bugün ile kurduğu süreklilik ilişkisi bir farklılık olarak dikkatimi çekmişti. Çalık’ın zor sorulara verdiği cevaplar, moderatörlerin saygısı eşliğinde entelektüel derinlikli milli bir meydan okuma niteliğini de taşıyordu. İşin açıkçası 70 ve 80’lerden bu yana böyle bir sağ aydın bu çapta dikkatimi çekmemişti.

O zamanki Vadi Yayınları sahiplerinden Sevgili Ercan Şen’e beni Mustafa Çalık ile tanıştırmasını rica ettiğimde kendisini aradı ve hemen randevu aldı. Mesai arkadaşım Haydar ile Çalık’a gittiğimizde kendisi felsefe içerikli “Polemik” ve malum düşünce dergisi “Türkiye Günlüğü” ile uğraşıyordu. Benim 32 yaşında idealist bir sağcı olarak ilk dikkatimi çeken Çalık’ın Türkiye’nin en nitelikli az sayıda entelektüeliyle solcu, liberal, ateist vs. demeden bir güven ilişkisini kurabilmesi ve onların kendilerini farklılıklar ile ifade edebilmelerine Polemik ve Türkiye Günlüğü’nde alan açabilmesiydi. Ben Yeniden Millî Mücadele Hareketi’nde komploculuk dışında dışarıya esnek bir entelektüel pencere az da olsa fark edebilmiştim. 90’lı yıllarda da her zamanki gibi entelektüel hayat çoğunlukla sola endeksliydi. Ancak o dönemde MHP aidiyeti olan ve kadrolarıyla gönül bağını sürdürebilen birisiyle görüşmek benim için özel ve ilgi çekici bir durumdu. Ayrıca sol camia o dönemlerde ilişki ve yayın ağında kolaylıkla sağ bir argüman veya aydına yer vermiyordu. Artık benim için Türkiye Günlüğü’nün çayını ve çorbasını içmek vacip olmuştu.

Türkiye Günlüğü tipik bir entelektüel kuluçka alanıydı. Oralarda Troçki ile görüşmüş Türkkaya Ataöv’ü, İlber Ortaylı’yı, Durmuş Hocaoğlu’nu ve daha nicelerini tanımıştım. Onların derslerini aldık ve müzakereler yaptık. Bu faaliyetlerin Türk Sağı temelli Çalık tarafından organize edilmesi bir onurdu. Burada dünyadaki dönüşüm ve değişimlerin pozitif anlamda ancak fikir temelli olabileceğini idrak edebilmiştim. Artık 1995’te kafamda gerçekten yerli bir düşünce kuruluşu (think tank) kurma fikri oluşmuştu. Ekopolitik’in fikri artık kafamda fitillenmişti. Bunu mahalleli tüccarlara teklif olarak sunduğumda beni garip karşılamışlardı.

Çalık farkında mıydı bilemem ama kendisi ülke adına tüm fikri ve entelektüel farklılıkların bir araya gelmesini örgütlüyordu. Bu da statükonun aksine değişimin kendisi demek oluyordu. O yılları Turgut Özal’ın değişimi örgütlediği yıllar olarak görüyoruz. Özal ve Çalık’ın yollarının kesişmemesi beklenemezdi. İkisi de artık devam ettiği varsayılan Kemalist ve Asker vesayetine karşı bir tavır içindeydiler. Daha sonra kendisinin organize ettiği ve Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Prof. Dr. Asaf Savaş Akat ve Cengiz Çandar’ın da katıldığı tarihi oturumu Cumhurbaşkanı Özal’ın yönetmesi çok önemliydi. Değişim üzerine ve statükoya karşı olan bu oturum, tarihe bir not düşmüştü.

Ne yazık ki Türkiye en ciddi, samimi; belki de aceleci ve hazırlıksız reform periyodunu Özal’ın ölümü ile kaçırdı. Özal’dan sonra Aydın Menderes’in gayretleri çok yetersizdi. Çalık bunu görebiliyordu.

AK Parti’nin ilk yılları reform görünümlü yıllardı. Çalık muhtemelen farklı bir gelenekten geldiği ve ittihatçı kontrol edilemezliği varsayımıyla denkleme hiçbir zaman dahil edilmedi. Nadasa kalmak kendisini de motive etmişti. Ancak Çalık’ı sevenler yıllarca bu dergâhtan çorba içmişlerdi. Bunlar şimdinin sayısız bakanları, bürokratları ve akademisyenleri… Kendileri AKP iktidarının en güvenilir altyapısını da teşkil etmişlerdi. Belki onların vefaları Çalık için ayrı bir moral kaynağıydı.

Çalık, AKP dönemindeki Avrupa Birliği (AB) reformlarına ve Kürt açılımına hep mesafeli durdu. Muhtemelen akil grupta yer almam dolayısıyla da bana gönül koydu ancak pek hissettirmedi. Kürtlerin ve Ermenilerin yaşadıklarını cesurca kabul eder ancak İttihatçı zekasıyla makul gerekçeler de üretirdi. Talat ve Enver Bey’i onun ağzından dinledikten sonra sevmemeniz mümkün değildi.

Ne yazık ki ülkenin son 10 yılda yaşadığı travmalar politik ve toplumsal bir regresyonu-tarihsel gerilemeyi yaratmıştı. Popülizm dibine vuruyordu. Bu tarihsel gerileme ve kaygının çıkış yolu neo-ittihatçılık ile eşitleniyordu. 1993’lerin reformcu-değişimci Mustafa Çalık’ı bunlara veya belki de herkese karşı, yalnızlaşmış, romantik, epik bir neo-ittihatçılığı savunmaya başlamıştı. İdealist bir milliyetçi aydın olarak da aklında Mustafa Kemal vardı ama gönlü hep Enver’deydi.

Mustafa Çalık, mertliği, çılgınlığı, sazı, kuru fasülyesi, tavizsiz ehli sünnet itikadı; Mustafa Kemal ve Enver arkadaşlarını tarihte birbirleri ile barıştırması; tartışmasız sözlü tarih polemikleriyle ideolojiler çağının belki de en son idealisti veya entelektüel neo-ittihatçısı olarak anılacaktır.

Genç vatanseverlerin onun sözlü ve yazılı mirasından öğrenecekleri çok şeyler var. Sevgi ve saygı ile anıyorum. Hakkımız varsa helâl olsun. Allah cenneti ile sevindirsin.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.