Ruşen Çakır’ın konuğu Tuğrul Eryılmaz: Televizyon dizilerindeki dindarlar ve laikler

Son yıllarda seyirciyle buluşan diziler, kültür ve magazin hayatının ışıklarını üzerine çekerken, siyasi tartışmaları da beraberinde getirmeye başladı. Seküler yaşam biçimi olan ailelerle muhafazakâr ailelerin karşılaştığı diziler giderek daha fazla seyircinin dikkatini çekmeye başladı. “Kızılcık Şerbeti” ve “Ömer” dizilerinin ardından 18 Aralık 2023 Pazartesi akşamı FOX TV’de yayınlanan “Kızıl Goncalar” dizisi de sahne ışıklarını üzerinde toplamayı başaran dizilerden.

Tuğrul Eryılmaz televizyon dizilerindeki dindarları ve laikleri Ruşen Çakır’a anlattı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba ,iyi günler. Türkiye’nin gündeminde televizyon dizileri var. Önce “Kızılcık Şerbeti” dizisiydi, şimdi “Kızıl Goncalar”. Burada laik-dindar ikilemi üzerine giden diziler bayağı gündemde. Biz de bunu popüler kültür konusunda Türkiye’nin en önde gelen isimlerinden gazeteci Tuğrul Eryılmaz’la konuşacağız. Hoş geldin ağabey.

Tuğrul Eryılmaz: Teşekkür ederim.

“Ağabey” diyorum. Çünkü gazetecilik hayatımdaki ilk patronumsun.

Eryılmaz: Doğru, ilk patronun bendim, evet. 

Evet. Nokta dergisinde Ayşenur Arslan’la sensin. Nokta dergisine 1985 yılında girmiştim, siz daha önce başlamıştınız. Nokta’nın kapakları çok popülerdi. İki tema vardı: Cinsellik ve Dinsellik. Neredeyse 40 yıl olacak….

Eryılmaz: Aynı yerdeyiz.

Şimdi dinselliğin çok öne çıktığı, cinselliğin de örtülü olarak var olduğu diziler bayağı gündemde. Bu Türkiye’nin bir yazgısı mı? 

Eryılmaz: Türkiye’nin yazgısı ne biliyor musunuz? Türkiye kendiyle yüzleşemedi hiç. Üzücü. Bizim esas dramımız o. Bâzen, “Boş ver, Müslümansa Müslüman, ateistse ateist” diyorum. Üzerinden 100 yıl geçti.  Cumhuriyetin 101. yılında neredeyiz, niye böyle oldu, neden mutsuzuz? İdeolojik takıntılardan vazgeçtim, bizim mutlu olma şansımız hiç mi yok? Bir düşün kendini: Ortaokuldayken 27 Mayıs başına patlamış, haberimiz yoktu o zaman. Yahu öleceğiz, artık yeter! Üniversiteye girdik: 12 Mart. Arkasından 12 Eylül. Kenan Evren’ler, Özal’lar… Hiç gün görmedik biz. Kendi kuşağımı söylüyorum. Hep derlerdi ya: “68’liler de ne kadar devrimciydiler”. Başka şansımız yoktu ki zâten. Bize gün göstermediler. Hiç önemli değil kim olduğu. Son 20 senedir de artık korkarak konuşmakla berâber –bunu da söylemiş olayım–, “Ama artık yeter!” diyorsun. Biz neden bu kadar çâresiziz? Neden kendimize çuvaldızı batırmıyoruz? Bizim bütün derdimiz o. Başka bir derdimiz yok.

Demin bahsettin ya? Yok “Kızılcık Şerbeti”, yok “Kızıl Gonca”. Bunun öncesinde “Ömer” dizisi de var. Onu niye atlıyorsunuz? Çünkü orada her şey çok uygun. Câmi imamı neredeyse laik bir adam. Yahu aklımı kaçıracağım. Sonra niye böyle olduğuna bakıyorsun. Yapımcı şirketlerden yola çıkıyorsun. Sonra diyorum ki: “Tuğrul, sen çok hâinsin”. Adam ticâret yapıyor, demek ki bu satıyor. Ama başka bir şey görmüyor ki, insanlar başka ne alacak?

Tekrar bizim 40 yıl önceki Nokta dergisinin kapaklarına dönersek; biz o sırada, medyada, laik kesimden İslâmî kesime ilk mikrofon uzatan mecrâydık. Hem çok kızdılar bize, hem de bayağı ilgiyle okudular. 

Eryılmaz: Tabiî.Yahu bize izin bile vermediler. Millî Gazete kapatıldı. Bunu kendileri bile unutmuşlardır. Haber bile verdirmeyecekler. 12 Eylül kudurmuş gidiyor, biz de Nokta’da gûyâ muhâlefet yapıyoruz. O da icâzetli. Ercan Arıklı bize, “Muhâlefet yapın. Ama dergimi kapattırırsanız hepinizi işten attırırım” demişti. Hoş geldin safâlar getirdin. Ama öyle olmuyor işte. 

Peki, tiplemelere geçelim: Az önce “Ömer” dizisindeki imamın sekülerliğinden bahsettin.

Eryılmaz: Bunların hepsi çok iyi oyuncular. İçim parçalanıyor bunları söylerken. Ben de bakıyorum hâlâ. Ama hiçbirisini de başından sonuna kadar izleyip bitiremedim. Hangi diziyi sorarsan sor.

Üstelik sen çok meraklısın.

Eryılmaz: Ben deli gibi yerli dizi seyrederim. Bende Netflix yok, o yok, bu yok. Televizyonu açıp, “Karşıma kim çıkacak?” diye beklerim. O “Ömer” dizisine de Gökçe Bahadır var diye takıldım.

Mesela “Kızılcık Şerbeti” dizisi çok beğeniliyor.

“Kızılcık Şerbeti” ilk bir iki bölümde beni bile iknâ edecek gibiydi. Ama ben zâten “Ömer” dizisinden dolayı bir işkillenmiştim; birdenbire ne olduğumuzu anlamadık. Orada da müthiş yakışıklı bir delikanlı var, bir de bunu düşünmek lâzım, o yüzden de seyrediliyor. Seks objesi olmuş çocuk. Tanıdığım bütün kadınlar bayılıyor o adama. Neyse.

“Kızılcık Şerbeti”nde ensest var bence. Herkes herkesin eski dayısıyla evli, amcasıyla evli, kızkardeşiyle evli. Bir de işin bu noktaları da var aslında. Bence bunu ucuza gelsin diye yapıyorlar. İki mekân buluyorlar kendilerine… Bak dikkat et Ruşen: Evlerin hepsi iki katlı ve mutlaka her bölümde, bir şekilde bir punduna getirip uzaktan Boğaz’ı gösteriyorlar bize. Biz zavallı Türkiye halklarının ne kadar özlemi varsa gözümüze sokuyorlar. Gel de seyretme. Bir süre sonra, “Yok artık! Bu kadar da değil!” diyorsun. Tamam, ben artık yaşlandım, vazgeçtim; eskisi gibi Dev-Genç’li değilim –yani olamıyorum, keşke olabilsem–, ama “Yeter! Bu adamlar bize ne yapmak istiyor?” diyorsun. Neden hiç sınıf yok ortada. Birtakım zengin başı örtülüler ve zengin başı açıklar var. Ee, peki, ne olacak sonra? Hiçbir şey yok o dizilerde ve derhal umûdu kestim onlardan. “Kızılcık Şerbeti” dizisinden de kestim. Çünkü “Nasıl kimseyi incitmeden biraz sesimizi çıkarırız?” havasına gelmişlerdi. Onu da beceremediler.

Hem suya girecek, hem ıslanmadan çıkacak.

Eryılmaz: Olmaz öyle bir şey. Zekice yapacaksın. Verin üç kuruş para daha, benim gibi akıllı insanlara, size iki tâne senaryo attırsınlar. Sen sonra oyna. Öyle değil. 

Yani korkak dövüşüyorlar. 

Eryılmaz: Evet, korkak ve yanlış anlaşılabilir şeyler yapıyorlar. Kurban olayım ya! Bu nasıl bir çâresizlik ki orta yaşı geçmiş adamlarla genç kadınları… Bir de bu var dizilerde, dikkatini çekiyor mu? Gerçi sen yaşlandın, artık çekmez; ama 60-70 yaşında adamlar, üstelik de çok dindar. Laik kadınlar onlara âşık oluyor. Neden oluyor yahu? Aslında eğlenebilirdik bunları seyrederken, burası hakîkaten güzel bir ülke olsaydı; herkesin rahat olduğu, herkesin ağzına geleni söyleyebildiği… Ağzına geleni söylemekten kastım, söylenmesinin yasak olmadığı bir ülke olsaydık. Korkumuzdan ağzımızı açamıyoruz. 

Ben “Kızıl Goncalar” dizisine biraz baktım. Orada ağızlarını açıp söylüyorlar, ama meselâ laik kadının, “Siz nereden çıktınız? Mağaranızdan ne zaman çıktınız?” sözleri bana çok klişe geldi. 

Eryılmaz: Çok klişe tabiî. Çünkü gûyâ önlem alıyorlar orada da. Bütün hikâyeleri de o. Herkes bana kızıyor, ama şunu söyleyeyim: Hayâtım boyunca Atatürk’le ilgili hiçbir olumsuz düşüncem olmadı. Atatürkçü hiç olmadım. Lisedeyken de olmadım. Lisedeyken Türkiye İşçi Partisi’ne giderdik biz. Ama yani bu “Kızıl Goncalar” dizisinde daha baştan gözümüze soktular her şeyi. “Aslında biz buyuz, Bundan sonra bizi böyle seyredin” diye. Ama ben sizi nasıl seyredeyim kardeşim? Sen bana Selçuk Tepeli gibi elini sallaya sallaya… Örnek bulamıyorum, vallahi yaşlandım artık ben. 

O dizide şöyle bir şey var: Daha başlar başlamaz zâten çocukların ikiz olduğu ya da kardeş olduklarını anlıyorsun. Entrika pek yok yok. Ama meselâ daha dizi başlamadan önce, iki başörtülü kadın ve kravatlı erkek fotoğraflarıyla tanıtıldı. Özcan Deniz’le Özgü Namal arasında bir aşk hikâyesi bekliyorsun.

Eryılmaz: O da hoş bir oyuncudur, ben severim onu.

Evet. Dediğim gibi tanıtımdan yola çıkarak bir aşk hikâyesi bekliyorsun. “Özellikle dindar ve evli bir kadının olduğu bir yerde, bu ikisinin aşkı olamaz. Olursa karakolda biter” diye burada arkadaşlarla da tartıştık.

Eryılmaz: Ama herhalde yavaş yavaş kocanın ne kadar kötü olduğunu gösterecekler bize diye düşünüyorum. Hakîkaten ben artık akıl da yürütemiyorum. Keşke yürütebilsek, “Şöyle olabilir, böyle olabilir” diyebilsek. Tek bildiğim şey, yaşlı bir adam gördüğün zaman, “Hangi genç kadın bununla takılacak?” diye heyecanla bekliyorum. Çünkü bu dizileri hep kadınlar seyrediyor diye varsayıyoruz. Bence yaşlı adamlar da çok seyrediyor. Allah canımı alsın! Başka bir mânâsı var mı? Her şeyi kadınlara yüklüyoruz. Meselâ ipuçlarını şurada görüyorsun: Bir yerde 28 Şubat lâfı edildi; yayına gelmeden önce şöyle bir baktım. Ama bir şey olmuyor. İkizlerin Müslüman olarak yetişmemiş olanı bir dehâ gibi sunuluyor bize. Çok değişik şeyler olacak, ama ben artık işkillendim bu dizilerden. 

Neden işkilleniyorsun?

Eryılmaz: Bir şey yapamıyorlar. Meselâ mekân izinlerini iptal etmişler. Yahu niye yasaklatıyorsunuz diziyi kurban olayım? Eleştirin, “Yalancısınız” deyin, “Böyle insan tiplemesi yoktur” deyin. “İzlemeyin kardeşim” bile diyebilirsiniz. Ama mekân kiralama iznini niye iptal ediyorsunuz? Niye yasaklatıyorsunuz? Bizi serseme döndürüp üzüyorsunuz ve mecbûren bunu konuşuyoruz. 

Demin Atatürk’ten bahsettim. Laiklikten güzel bir şey var mı? Laiklik denen şey, Müslümanlar için de çok güzel, liberaller için de. Hattâ o korkunç ateistler için bile iyidir. Onlar hiç yok zâten Türkiye’de, onu bilesin. Öyle sorular sorma bana, cevap vermem, peşînen söylüyorum. 

Bak şunu söyleyeyim sana: Türkiye’nin vasatı çok düşük. Ama yazık günah yahu. Son 10-15 yıldır demeyeceğim, epey öncesinden başlayarak bu vasatı düşürmeye çalıştılar. Şimdi hangi dizi olursa olsun, bu vasatın altında. O yüzden azıcık kafamız çalışıyorsa, beğenmemiz mümkün değil. 

Tekrar diziye dönelim. Ben yıllar sonra Şerif’i (Erol) gördüm. Dizide hasta ve ölüm döşeğindeki akademisyen rolünde Suavi. 

Eryılmaz: Evet, mantık önermeleri öğretiyor kıza. Ben hemen Şerif’e “Şerifçiğim bu dizide tek iyi olan sensin” diye mesaj attım. O da bana kalpler gönderdi.

Onun geçtiği bölümlerde çok büyük kırılma var. Meselâ kızı “Yetmez ama evet” dediği için yıllarca onunla konuşmuyor. 28 Şubat’ta başörtülülerin okula alınmasına karşı çıkmış. Ama sonra, matematikte parlak bir genç kız olan Zeynep’e, Meryem’in kızına sâhip çıkıyor, onu üniversiteye hazırlıyor. Hattâ bir sahnede, genç kızın bir mantık önermesiyle kendisini eleştirmesine sessiz kalıyor. Şu zamâna kadar eksen sanki oymuş gibi.

Eryılmaz: Ben de şöyle düşünüyorum: Bunlar baktılar ki “Bütün başörtülüler kötüdür” dozunu biraz fazla kaçırdılar, belki de geri adım atacaklar. Bu da hoş değil. Yani benim böyle düşünmem de hoş değil, ya da benim gibi kötü niyetli insanların. Bir taraftan bunu yapacaklar. Sonuç olarak bu bir ticârî ürün Ruşen; bunu unutmayalım. Para kazanmak zorunda. Cihangir’de çok var o oyunculardan. Meselâ küçük rollerdeki çocuklara, genç kadınlara, adamlara haftalık 10-15 bin TL para veriyorlarmış. O bize az gibi geliyor, ama meselâ benim emekli maaşım 15293 TL. Elli yıl gazetecilik koy üstüne. 

Kötü olan şu: Şimdi burada senin yanına geldiğim gibi, bir şeyi konuşmaya geliyorsun… Aslında kafamda ne hoş şeyler vardı. “Pink Floyd tişörtü mü giyeyim?” diye düşünüyorum. Rolling Stones giysem, bana daha mı yakışır? Hayır, kadın sembollü olsun; mesela Marianne Faithfull. Yok gay olsun, David Bowie tişörtü meselâ. Ama sonunda, “Aman Tuğrul, neme lâzım, sen Pink Floyd giy çık” dedim. Biliyorsun Pink Floyd, Roger Waters, konser için gittiği Kolombiya’da Cumhurbaşkanı ile birlikte dev bir Filistin Bayrağı açtı. “Bunu hem o taraf sever hem bu taraf sever, sen de aradan kurtulursun” diye düşündüm. Böyle bir ateş arasında bırakıyorlar bizi. 

Ben kendimi özgür zannedip niye bu kadar konuşuyorum? Bir yerde okumuştum; 75 yaşından sonra hapse atmıyorlarmış. Bunu duydum iyice kudurdum. İnşallah akıllarına gelmez. Ev hapsi veriyorlarmış.

Sen de artık dizileri oradan seyredersin. 

Eryılmaz: Vallahi yeni öğrendim, ben bilmiyordum bunu.

Şimdi sen bütün bu dizilere bakıyorsun. Hani yaşlı erkekler de çok izliyor dedin ya? İşin şaka kısmı bir yana, bu dizilerin belli bir ortalama tüketicisi var. Bu temalar üzerinden yapılanlar gerçekten bestseller olabilecek, çok izlenebilecek diziler mi?

Eryılmaz: Mâdem biraz ciddi olacağız, şöyle söyleyeyim: Türkiye şu anda sanki ortadan bölünmüş bir ülke durumunda maalesef. Bunu yaptığın zaman onlar seyrediyor. Rating lâfları var ya? Yüzde 5 oldu, yüzde 7 oldu filan. Bu kaç milyona tekabül ediyor bilmiyorum. Öbür yüzde 50 için yaptığın zaman da Özcan Deniz ve arkadaşları izleniyorlar. Niye izlemesinler? Başka ne çâren var kurban olayım? Sen çoluğunu çocuğunu ne zaman dışarıda bir yemeğe götürebildin? Ne zaman bir tiyatroya, operaya gidebiliyoruz? Başka şansımız da yok; böyle bir durum da var.  

Eğlence olarak diyorsun.

Eryılmaz: İnsanlar evde oturup bunları izlemek zorunda, başka şansları yok. Bunların zekâ düzeyi orta. Bak, kibarlaştım; “orta” diyerek susuyorum. Ama artık kurban olayım, kendi vasatınızın altına da çekmeyin bizi. 

Seni yakalamışken şunu sorasım geliyor, zor tutuyorum kendimi. Şimdi seviyeden bahsediyorsun ama, bir yandan da Türkiye’nin en seviyeli diye bildiğimiz yönetmenleri birbirlerine acayip acayip lâflar ediyorlar. Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan’dan söz ediyorum. Bu da ayrı bir realite.

Eryılmaz: O biraz farklı. Sanatçı dramı bunlarınki. Zeki Demirkubuz bir ara bizim Cihangir kahvesine çok gelirdi, artık pek gelmiyor. Şimdi birbirlerine girmişler; “Sen benden çaldın, ben senden çaldım” diye. Ben de öbür türlü konuşayım: İşte bu sistem bizi bu hâle getirdi. Anlatabildim mi? Bu sistem biraz düzgün olsaydı, biz bu kadar birbirimizi yemezdik. Çünkü başka kaçış yolu bulamıyorum. Hakîkaten de iki üç tâne de olsa düzgün iş yapmış insanlar niye kendilerini bu kadar dile düşürürler bilmiyorum. 

Tekrar konumuza dönelim. Şu anda en çok gündemde olan “Kızıl Goncalar” dizisi. Yasaklamalar, engellemeler vs.. Ama belli ki sürdürmeye çalışacaklar. Aslında bir yandan da bu tür engellemeler diziye olan ilgiyi artırıyor. Şöyle bir soru sorsam: Meselâ şu âna kadar karakterler üç aşağı beş yukarı netleşti. Sen olsan, bu dizide var olan karakterlerden kime gerek duymazdın, kimi öne çıkartırdın?

Eryılmaz: Meselâ Meryem’in (Özge Namal) kocasına gerek duymazdım. Bana sorarsan, o kocanın yaptığı sadomazoşist bir şey. Onu ortalığa hiç koymazdım.

Dul bir kadın olarak mı gösterirdin?

Eryılmaz: Evet, dul yapardım tabiî. Ama hayır, o adam ille de görünecek. Ona sorular sorulacak. Sonra kız ne yapacak? Gûyâ o heyecan vesîlesi olacak. Her şeyi yutarım. Kadın onu boşasın, Özcan Deniz de ona âşık olsun ve evlensinler. Ama bu olmayacak, olamayacak, olması da gerekmiyor zâten. 

Hani ben tarîkat işlerinden anlıyorum ya? Burada arkadaşlar bana şunu soruyorlar.  

Eryılmaz: Ama sen en iyisisin. Nokta dergisinde de öyleydin. Hattâ biz sana, “Bu adam gerici galiba” derdik. 

Arkadaşlar bana, “ ‘Efendi Hazretleri’ gözükecek mi?” diye soruyorlar.  Çünkü şu âna kadar gözükmedi. Bunun bir anlamı olacak mı sence?

Eryılmaz: Evet, “Efendi Hazretleri” gözükmedi. Ben sürekli birilerini “Efendi Hazretleri” zannettim. Hattâ yakışıklı, genç bir çocuk var, “Acaba o mu?” diye düşündüm. Bir Fethullah gördüm sanki, başka bir adam. Ama hâlâ “Efendi Hazretleri”, “Büyük Efendi”… Vallahi ben şimdiye kadar Fethullah’tan büyüğünü tanımadım. O adamı da önce o zannettim. “Bunlar FETÖ’den vurarak girecekler” diye düşündüm. Onu çok yapıyorlar çünkü. Yani: “FETÖ’ye vur, her şeyi söyle, ama sakın ‘dindarlar iyi insanlardır’ demeyi ihmal etme”. Tabiî, niye kötü olsunlar? Ama niye benden iyi olsunlar, biri bana bunu anlatsın. Onun için o da zor.

Biliyorum sen daha ideolojiksin benden, ama şunu da söyleyeceğim. Özcan Deniz o psikiyatrist rolünde hiç olmamış. Sana psikiyatr gibi geliyor mu?

Murathan Mungan’ın son romanı 995 km’yi okudun mu? 

Eryılmaz. Nasıl okuyayım? Sâdece anlattırdım. Ama onunla yaptığın yayını https://medyascope.tv/2023/12/20/murathan-mungan-995-km-kitabini-rusen-cakira-anlatiyor/ izledim. Çok güzeldi. 

Evet, Murathan çok formundaydı. Kitabın ilk bölümünde, derin devlete “sızdırılmış” bir İslâmcı katil var. Hizbullahçı aslında. Yayında da görmüşsündür, Murathan’ın onu bu kadar nötr ve mesâfeli bir şekilde anlatabilmesine çok şaşırdım. Öyle bir örneği yeni gördüğüm için, Murathan Mungan gibi duruşu, pozisyonu belli olan birisi, bir edebiyat ürünü yaratırken mesâfeyi koruyabiliyor. Ama dizide… Tabiî ki sonuçta bir dizi. Dizi mantığı daha farklı.

Eryılmaz: Ama “Bu kadar da olmaz!” diyorum. Vasatta durun bâri, daha aşağı çekmeyin. Buna râzı oluyorsun. Çünkü daha da aşağı çekebiliyorlar. 

Peki bu tür diziler, Türkiye’’deki var olan kamplaşmanın, kutuplaşmanın giderilmesine katkıda bulunur mu sence?

Eryılmaz: Giderilmesinde asla. Tam tersi, yerlerini seçiyorlar ve herkesi yerinde tutmaya çalışıyorlar. Ben hakîkaten şunu çok merak ediyorum: Bunların senaristleri, yönetmenleri, yapım şirketleri cumaya gidiyorlar mı? Yani başka türlü insanları her şeyden soyutlayarak kullanamazsın ki. “Bunların amaçları nedir?” diye düşünmeye başlıyorsun. Beni eğlendirseler bu soruları sormayacağım.

Eğlendiremiyorlar. 

Eryılmaz: Eğlendiremiyorlar da. Ben de başlıyorum vıdı vıdıya: “Bundan mı böyle oldu? O karakter böyle mi, bu karakter öyle mi?” Çünkü bunlar bize yabancı gibi geliyor. Yıllar önce ben Bilgi Üniversitesi’nde ders verirken, sınıfımda genç bir kadın vardı. Bana “Başörtülüleri sınıfa almayacaksın” dediler. “Siz ne diyorsunuz ya? Dersi bırakırım, istifâ ederim” dedim. Çok vahşi bir şey bu çünkü. Ama çok dindar âilelerin o kızları evlere gömdüklerini de biliyorsun. O çocuklara hiçbir şans tanımadıklarını da biliyorsun ve aklını kaçırıyorsun.   

Tuğrul, yavaş yavaş toparlayalım. Bir ortak dostumuzu, Semra Somersan’ı kaybettik. Sen bugün cenâzesine gittin, ben gidemedim. Semra Somersan’ı sevgiyle analım. O bahsettiğimiz Nokta dergisinde berâber çalıştık. Sonra siz Bilgi Üniversitesi’nde de berâber çalıştınız.

Eryılmaz: Evet, Bilgi’de de berâber çalıştık. Kahvede de oturduk. Dünyanın en tatlı kadınlarından bir tânesiydi ve öyle olarak öldü. Cenâzesi çok güzeldi. Yani Türkiye’de aklına gelebilecek ne kadar hoş insan varsa cenâzedeydi. İçimin yağları eridi. Bir de panik oluyorsun, “Acaba kimse gelmez mi cenâzeye?” diye. Ama hiç de öyle değildi. 

Tabii burada da hatırlatalım izleyicilerimize. Güldal Kızıldemir’le birlikte Türkiye’de çok ciddî araştırmacı gazetecilik dosyaları hazırlıyorlardı. 

Eryılmaz: Evet, o ikili birlikte ödül aldılar. O ödülleri nasıl kıskanmıştım. Neyse. Ama ne kadar güzel hatırlattın. 

Evet, çok acayipti o zamanlar. Biz daha gençler olarak onlara imrenerek bakardık. 

Eryılmaz: Biz sizlere “tıfıl” diyorduk o zamanlar.

Semra’ya rahmet dileyelim. 

Eryılmaz: Sen rahmet dile, ben de bol sevgiler gönderiyorum ona. Kimsenin hakkı kalmasın. Gökyüzünden bizi görsün. 

Evet. Programımızı burada noktalayalım. Tuğrul Eryılmaz’la yerli dizilerdeki laik-seküler birlikteliğini değerlendirmeye çalıştık. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.