Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır değerlendirdi: “Düz ovada siyaset”

Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde dokuz asker hayatını kaybetti, dört asker de yaralandı. Millî Savunma Bakanlığı’nın X hesabındaki paylaşımında Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde çıkan çatışmada dokuz askerin şehit olduğu ve bölgede operasyonların sürdüğü söylendi.

Bunun üzerine siyasi partiler hafta sonu düzenledikleri etkinlikleri iptal etti. AKP, CHP ve İYİ Parti aday tanıtım toplantılarının iptal edildiğini duyurdu.

CHP Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği “hak ihlali” kararını tanımaması nedeniyle Ankara’da 14 Ocak’ta yapılması planlanan “Anayasa’ya Saygı” mitinginin iptal edildiğini açıkladı. Ayrıca CHP MYK askerlerin hayatını kaybetmesinin ardından toplandı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sorumlularla aynı bildirinin altına imza atmayacaklarını söyledi, “Biz ‘Evlatlarımızın kanı yerde kalmasın’ demek yerine ‘Kanları akmasın’ diyoruz” dedi. Son bir ayda şehit olan 25 askerin 23’ü Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinden olduğunu hatırlatan Özel, “Biz Meclis’in toplanmasını talep ettik. Sorumluluk makamında oturanlara sorumluluklarını hatırlattık. Sorduğumuz sorulara hiçbir yanıt alamadık” diye konuştu.

Ruşen Çakır değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Cuma akşamı yine Irak’tan gelen 9 şehit haberi Türkiye’nin ortasına çok kötü bir şekilde düştü. Yeniden aynı olayı yaşadık, 22 Aralık’ta da yaşamıştık. Siyâsetin de ortasına düştü. Bütün partilerin faaliyetleri iptal oldu. İYİ Parti’nin Antalya kampı, CHP’nin Ankara’daki “Anayasaya Saygı mitingi” ve yine Ankara’da AKP’nin yeni aday tanıtımı başta olmak üzere birçok faaliyet durdu ve insanlar sustular. Ve tekrar, yine bildiğimiz, terörle mücâdele üzerine yıllardır söylenen klasik şeyler tekrar tekrar dile getirildi. Bunun yerel seçime yakın bir zamanda olması tabiî ki olayı çok daha anlamlı kılıyor. Ben bunu, geçen sefer yaptığım değerlendirmede, “PKK’nın bir anlamda seçim kampanyasını başlatması” olarak tanımlamıştım ve PKK’ya yakın bâzı kişiler de bana çok kızmıştı. Maksatları ne olursa olsun –doğrudan seçime müdâhale ya da değil–, sonuçta bu saldırının Türkiye’deki siyâsetin gündemini tamâmen değiştirebildiğini görüyoruz ve zâten Türkiye’de iyice dar olan siyâsetin alanının daha da daralmasına ve olayın sâdece bir terörle mücâdele, silâhlı mücâdele perspektifine indirgenmesine yol açıyor. Geçen sefer CHP bu konuda bir direnç göstermişti. Bu sefer de aynı şekilde tutumunu sürdürdü, şaşırtıcı bir şekilde sürdürdü. Yine ona yönelik birtakım tepkiler var. Muhtemelen yarın Meclis açıldığında tekrar bu olaya tanık olacağız — özellikle MHP başta olmak üzere. Ve DEM Parti’ye yönelik, şimdiden –daha önce de başlamıştı– sözlü saldırıların, suçlu göstermelerin, kapatma çağrılarının yapıldığını, daha da yapılacağını göreceğiz. Bütün bunlar benim aklıma yıllar önce –ki 2006’ymış–, Ekim ayında Mehmet Ağar’ın o meşhur “Düz ovada siyâset” sözlerini getirdi. Ben o sırada Vatan gazetesinin Washington temsilcisiydim. Amerika Birleşik Devletleri’ndeydim. Saat farkı nedeniyle biz sabah kalktığımızda Türkiye’de bayağı bir zaman olmuş oluyordu ve o gün kalktığımda internet sitelerinde Ağar’ın mesajı vardı — ki o sırada Doğru Yol Partisi genel başkanıydı, yeni seçilmişti ve Diyarbakır’a gitmişti. Mehmet Ağar, mâlûm, Türkiye’de terörle mücâdele, derin devlet gibi kavramlarla berâber anılan bir isim. İçişleri bakanlığı biliniyor. 90’lı yıllar biliniyor ve yıllar sonra Doğru Yol Partisi’nin genel başkanı olduğunda Kürt meselesi üzerine ilk defa bir çıkış yapmıştı: “Düz ovada siyâset”. Okuyorum: “Türkiye kendi meselesini dışarıya havâle edemez, ederse ayağı çürük olur. Bu mesele ABD’ye de Irak’a da havâle edilemez. Onların yardımı olacaksa bile inisiyatif bizde olmalı. Türkiye bölünme korkusundan kurtulmalı.” — Tekrar okuyorum: “Türkiye bölünme korkusundan kurtulmalı. Buradan çok Diyarbakırlı İstanbul’da oturuyor.” Kendisi o sırada bunları Diyarbakır’da söylüyor. “Kimse İstanbul’u bırakıp ayrılmak istemiyor. Ha, bölmek isteyen yok mu? Var, ama onlar toplumun önünde değil” diyor ve devam ediyor: “Bugün dağda çocuklar varsa” –“çocuklar” diyor, yani bugün bu cümleyi kurmak bir siyâsetçi için hayli zor– “yolunu bulup indireceksin. Bugün dağda çocuklar varsa, yolunu bulup indireceksin. Hükûmetin bir projesi varsa desteğe hazırız. Bir görelim projelerini. Bir daha silâh patlamamasını sağlamak lâzım. Bu süreç yürütülmeli. Devlet husûmet yeri olamaz, kendi insanına husûmet duyamaz. Her devletin geçmişinde vatandaşını affetmek vardır. Hattâ diyorlar ki: ‘Af mı diyorsunuz?’ diye soruyorlar. Gerekirse af da. Ama hükûmeti görelim ne önerecek. Ha, yukarıda silâhla mı dolaşsın, ovada siyâset mi yapsın. Ama etnik ayrıma dayalı siyâset yapılamaz. İlke müşterek vatan, bölünmez bütünlüktür.” 2006 yılında Mehmet Ağar gibi terörü silâhlı mücâdeleyle sonuna kadar kurutma söyleminin en önde gelen sözcülerinden biri, siyâsete tekrar iddialı bir dönüş yaptığında bunları söylemişti. Ben Washington’da neye uğradığımı şaşırmıştım. Sonra öğrendim ki, çok eskiden tanıdığım İslâmî kökenli bir arkadaşım Ağar’a danışmanlık yapıyormuş ve daha çok onun önermesiyleymiş. Kendisiyle de hattâ onu konuşmuştuk. Ama sonra, ardından Çözüm Süreci vs. ve Türkiye tekrar kaldığımız yere geldi. 

Evet, Ağar’ın dediği gibi: Yukarıda silâhla mı dolaşsın, ovada siyâset mi yapsın? Düz ovada siyâset… O târihte böyle bir çıkış yapılabiliyordu. Bugün böyle bir çıkışı yapmak mümkün değil. Gerçekten mümkün değil. Neden bu hâle geldi? Bir yığın nedeni var. Herkesin bunda bir sorumluluğu var, eyvallah, ama Türkiye’nin bu serinkanlılığı tekrar yakalayabilmesi lâzım. Bu noktada, var olan siyâsî partinin… ki şu andaki adı DEM Parti, yarın başka bir isim olabilir; çünkü sürekli isimler değişiyor. Ağar bunu söylediği zaman, bu çıkışı yaptığı zaman galiba HDP değildi. Artık târihleri karıştırdığım için… Ardından bir yığın şey oldu, Yeşil Sol Parti’ye de dönüştü ve şimdi de adını değiştirip DEM Parti yaptı. Ve daha DEM Partisi siftah demeden gelen saldırıların ardından, bu sefer de DEM Parti’nin kapatılması, işte yalnızlaştırılması… Zâten kimsenin elini sıkmasını istemiyorlar. Bir tür, o çok moda tâbirle, “sivil ölüme mahkûm etmek” istiyorlar. Meclis’te varlar ama yoklar. Ellerinden gelse birçoklarının Meclis’e de gelmesini engelleyecekler. Peki bu çözüm olacak mı? Türkiye bunu defalarca denedi. Milletvekillerini Meclis’ten alıp hapse de attı. Yıllarca da yatırdı. Partileri de kapattı. Ama bu olay böyle çözülmüyor. Bu olay böyle çözülmüyor. Bu olay siyâsetin alanını daraltarak değil; siyâsetin alanını genişleterek çözülebilecek bir husus. Bu anlamda Özgür Özel’in, “Çocuklarımızın, evlâtlarımızın kanı yerde kalmayacak demiyoruz, evlâtlarımız ölmesin diyoruz” sözü çok önemli. Öncelikle ölümleri durdurmak, şiddeti durdurabilmek önemli ve bu konunun da yolu yordamı esas olarak siyâset. Siyâsette de kimler muhâtap? Bunun adresi Meclis ise Meclis –tabiî ki Meclis– ve Meclis’te böyle bir olayda kritik bir role sâhip olan bir partiyi ve onun milletvekillerini suçlayıp ederek bu olayı çözmeniz mümkün değil.

Şimdi bakın bir örnek var: Mustafa Destici, Büyük Birlik Partisi’nin Genel Başkanı. Öyle bir tweet attı ki… “Terörün tüm unsurlarına karşı topyekûn mücâdele edilmelidir” diye bir tweet attı. Bir destan yazdı, eyvallah. Hangi partiler var? Yeşil Sol Parti var –ki artık Yeşil Sol Parti yok, o DEM Parti oldu–, Cumhuriyet Halk Partisi, HDP, eski HDP, İYİ Parti, TİP, –bu arada, İYİ Parti de var yani, dikkatinizi çekerim–, Zafer Partisi var, Saadet Partisi var, Gelecek, Demokrat Parti, Liberal Demokrat Parti. Yani Allah için, şimdi bu iktidârın bir parçası olan Büyük Birlik Partisi’nin genel başkanının söylediği bir şey bu: “Kimse unutmasın; Türkiye Cumhuriyeti devletini ve Türk milletini terör eylemleriyle teslim almaya çalışanlar hüsrana uğrayacaktır.” Yani o kadar bir yandan biz düz ovada siyâset derken, diğer yandan Zafer Partisi’ni bile, İYİ Parti’yi bile, Demokrat Parti’yi bile, artık aklına gelen herkesi, yani Cumhur İttifâkı’nın içerisinde olmayan herkesi katıyor. Meselâ ne diyor? “Meclis Başkanlık Divanı’nda, idâre heyetinde, Meclis sıralarında terör savunucularının oturmasına müsaade ediliyorsa, hattâ bunlarla kuliste kahve, çay içip muhabbet ediliyorsa ve bu hâinler de –tabiî -de’yi bitişik yazmış, onu söyleyelim– ellerini kollarını sallayarak Meclis koridorlarında fink atıp Meclis kürsüsünden devlete, kahraman ordumuza parmak sallıyorsa, Meclis’te bulunan diğer tüm siyâsî partiler terörle mücâdelede –bu sefer -de’yi ayrı yazmış– görevini yapmıyor demektir.” Yani şimdi bu zihniyet var. Herkesi, selâm vereni –ki “selâm verilen kişi” de halkın oylarıyla seçilmiş milletvekilleri, dikkatinizi çekerim– ve onlarla çay kahve içenleri –ki ben gazeteci olarak geçmişte HDP’lilerle, bugün de DEM Partililerle çok sohbet ettim, çay kahve de içtim. Hepimiz birden terörist oluyoruz, bir tek terörist olmayan Mustafa Destici ve onun zihniyetindekiler. Böyle bir mantıkla neyi nasıl çözeceksiniz?

Kendimi bildim bileli Türkiye’de terörle mücâdele ediliyor ve kendimi bildim bileli son noktayı koymanın yakında olduğu söyleniyor. Ve gazeteci olmamdan belli bir süre sonra diyelim, ben de bu işin silâhla olamayacağını, olmadığını değişik vesîlelerle, özellikle de bu tür ortalığın iyice kesif bir şekilde acı, trajik bir duruma dönüştüğü zamanlarda söylemeye çalışıyorum. Sâdece ben değilim tabiî, birçok kişi söylemeye çalışıyor; ama dikkatinizi çekerim: Bu son olaydan sonra artık insanlar bunu söylemekten bile çekinir oldular. Ben meselâ dün CHP’nin çizgisini ele alan Medyascope’taki yazıma –ki şaşırtıcı bir şekilde normalin üstünde bir ilgi gördü–, CHP’nin iktidârı sorgulayan tavrını öne çıkarttığım yazıma birtakım iktidar yanlısı medya kuruluşlarından hedef gösteren, terör seviciliği, bilmem ne şununla bununla suçlayan şeyler gördüm. Paylaşımlar diyeceğim artık, kötü bir lâf ama, öyle şeyler gördüm. Yani ağzınızı açmanıza izin verilmek istenmiyor. Yani Mehmet Ağar gibi birisinin söylediği lâfın onda birini bile söylemenize izin vermek istemiyorlar. Ama onlardan izin alacak durumda değiliz. Bu olayın çözümünün düz ovada siyâset olduğunu ve bu anlamda şu andaki adıyla DEM Parti’ye Türkiye’nin ihtiyâcı olduğunu, bu partinin, ne kadar güçlü olursa Türkiye’nin Kürt sorununun çözümüne o kadar yakınlaşma ihtimâlinin olduğunu, bu partilerden seçilecek belediye başkanlarının görevlerini –kanunlar içerisinde tabiî ki– yapmalarının tüm Türkiye’nin hayrına olduğunu ve bu anlamda da özel olarak şunu söylemek istiyorum: Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere şu ânda cezaevinde tutulan bu hareketin önde gelen tecrübeli isimlerinin Türkiye siyâsetine yeniden kazandırılmasının, yasal siyâsete tabiî ki özgür bir şekilde kazandırılmasının elzem olduğunu düşünüyorum ve bunu söylüyorum. Birileri kızabilir, kızsınlar; ama zamânında Mehmet Ağar bile düz ovada siyâset diyorsa ve biz de bugün yapacakları başından îtibâren sâdece ve sâdece düz ovada siyâset yapma iddiasındaki, yasal sınırlar içerisinde siyâset yapma iddiasındaki kişileri dışlayarak, onları şeytânîleştirerek ve tabiî ki onlara oy verenleri de onlara destek verenleri de şeytânîleştirerek, suçlayarak, kriminalize ederek hiçbir yere varamayız. Mustafa Destici gibilerin Türkiye’nin bu sorununun çözümüne bugüne kadar hiçbir katkısı olmadı, bundan sonra da olmayacak. Ama maalesef o yaklaşım şu anda Türkiye’de çok etkili, çok güçlü. Sâdece siyâsî partiler, devlet katında değil; aynı zamanda sosyal medyaya da baktığınız zaman, bu tür hamâset yaklaşımları, sonuna kadar –“Vur kurtul!” denirdi bir zamanlar — vur kurtul yaklaşımları… Vurunca kurtulunmuyor, bunu gördük, yıllarca gördük. Yıllarca Türkiye’de onca başbakan, cumhurbaşkanı, içişleri bakanı, genelkurmay başkanı, kara kuvvetleri komutanı vs. geldi geçti, MİT müsteşarı, yeni tâbirle MİT başkanı da geldi geçti; ama bu olayı Türkiye çözemedi. “Bundan sonra ne değişti, ne değişiyor da silâhla bu iş çözülüyor?”un cevabını vermekte açıkçası herkes zorlanıyor. Dolayısıyla tekrar siyâsete bir şans vermeli ve siyâsetin alanı genişletilmeli ve bu sorunun köklü çözümünün ancak siyâsette ve Meclis çatısı altında olduğunu bence kabul etmemiz gerekiyor ya da bunu artık daha fazla reddetmekten vazgeçmemiz gerekiyor. 

Bitirmeden, Medyascope’un sizlerin desteğine ihtiyâcı olduğunu bir kere daha söylemek istiyorum. YouTube “katıl” butonundan ya da Patreon’dan bize destek olabilirsiniz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.