Yerel seçimlere sayılı haftalar kala, siyasi partilerin belediye başkan adayları da belli oluyor. AKP, 7 Ocak Pazar günü İstanbul’un da aralarında bulunduğu çok sayıda ilin başkan adayını açıklarken CHP, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul için bir kez daha yarışacağını duyurdu. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) nasıl bir yol izleyeceği ise belirsiz.
DEM Parti yerel seçimlerde “kent uzlaşısı” stratejisi kapsamında Batı illerinde aday adayı başvurularının alınmasına karar vermişti. İstanbul ve Ankara gibi Batı illerinin olduğu büyükşehirlerde, DEM Parti aday başvurularını almaya devam ediyor.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, bugün partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener CHP ve DEM Parti’nin ittifak ihtimali için, “İstediğiniz kadar zırlayın, bağırın çağırın. Hani her konuda biz suçluyduk? El sıkışın kardeşim, açık dürüst açık bir şekilde DEM’le el sıkışın hemen. Bizim seçmenimiz de mademki cebinizde duruyor, hadi bakalım el sıkışın her yeri alın, görelim bakalım neymiş dünya” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Sizlerle berâber yeni bir yayın yapıyoruz. Bu yayınlar çok keyifli oluyor. Şimdiden teşekkür edeyim. Nasıl yapıyoruz? Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarındaki chat bölümüne sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazıyorsunuz ve bunları konuşuyoruz. Bugünkü konu başlığımız çok açık: “DEM Parti İstanbul’da aday çıkarır mı?” sorusu. Aslında biz bu soruyu daha farklı bir şekilde YouTube’da Medyascope abonelerine, “DEM Parti İstanbul’da aday çıkarsın mı?” diye sormuştuk ve oraya 10 bine yakın oy gelmişti ve bunun %75’i “Hayır, çıkarmasın” şeklindeydi. Onu biraz daha bu yayında geliştirmek istiyoruz. Ve orada bâzı izleyicilerimiz yorum da yazmıştı. Onlarla başlamak ilginç olabilir. Bu arada sizler de yorumlarınızı, sorularınızı yazabilirsiniz.
Naz İlhan demiş ki: “İYİ Parti de çıkarmamalı. Ülkeyi emânet etmek istedikleri kişiye…” –yani Ekrem İmamoğlu’na; biliyorsunuz onun cumhurbaşkanı adayı olmasını istemişlerdi– “…şimdi İstanbul’u emânet etmemek büyük çelişki. ‘Devlet başkanı adayı olsaydı oy verirdim’ diyen kişilikli seçmen de İstanbul Büyükşehir Belediyesi adayı olduğunda oy vermeli” demiş. Olayı başka bir yere taşımış. İYİ Parti’ye taşımış da, İYİ Parti’yle ilgili çok net birtakım pozisyonlar var biliyorsunuz. Meselâ bugün Meral Akşener grup konuşmasında çok ciddî ve vurgulu bir şekilde CHP’nin DEM Parti’yle ilişki ihtimâlini, işbirliği ihtimâlini gündeme getirdi ve buradan CHP’ye yüklendi. Meselâ şu bölüm çok çarpıcı: “İstediğiniz kadar zırlayın, bağırın, çağırın. Hani her konuda biz suçluyduk. El sıkışın kardeşim, açık, dürüst bir şekilde DEM’le el sıkışın hemen. Bizim seçmenimiz de mâdem ki cebinizde duruyor, hadi bakalım el sıkışın, her yeri alın. Görelim bakalım neymiş dünya.” Yani görüyoruz ki CHP’nin DEM Parti’yle bir şekilde, doğrudan dolaylı işbirliği yapma ihtimâlini İYİ Parti de çok ciddî bir şekilde gündeme getirecek. Bayağı bunu işleyecek. Bugünkü konuşmasının birçok yerinde buna gönderme vardı. Çok doğrudan hedef aldı CHP’yi Meral Akşener ve bu anlamda diğer iktidar partileriyle de çok farklı bir tutum takınmayacağı ortada. Daha önemlisi, düne kadar birlikte hareket etmiş oldukları için İYİ Parti’nin bu türden eleştirileri çok daha vurgulu olacak, çok daha etkili olabilir. Bunu özellikle vurgulayalım.
“Herkes kendi başına çıkarsın. Ne oy alıyorsa alsın” demiş YouTube’daki bir tâkipçimiz. Aslında fena fikir değil. Kişisel olarak ben de buna daha yakınım, bir gazeteciden ziyâde bir vatandaş, bir seçmen olarak. Herkes kendisi çıkarsın bakalım, ne oluyor görelim. Aslında bu olay, yani ittifaklar meselesi Türkiye’de Başkanlık Sistemi’yle berâber geldi. Şu anda baktığımızda, aslında herkes kendisi çıkarıyor gibi. Bir tek DEM Parti İstanbul’u, ama aynı zamanda Adana, Mersin, İzmir’i –Antalya’da çıkarıyorlar, Ankara’da çıkarıyorlar– deklare etmediler. Yani çıkarıp çıkarmayacakları belli değil. Ve CHP ile görüşmeler sürüyor. Bunu açık ve şeffaf bir şekilde yapacaklarını ve yaptıklarını söylüyorlar. Olursa haber vereceğiz diyorlar. Dolayısıyla İstanbul, aynı zamanda Adana, Mersin, belki İzmir, belki başka yerlerde şu anda iki parti arasında belirsiz bir şekilde duruyor. Dolayısıyla “DEM Parti İstanbul’da aday çıkarır mı?” sorusu meşrû bir soru. Şu anda ortada bir soru.
Bir izleyicimiz “Herkes çıkarsın” diyor.
Bir başkası, Bilâl Bey demiş ki: “Çıkarmalı; ama AKP karşıtı stratejik çalışma yapmalı”. Ne demek istediğini az buçuk anlıyorum. Evet, yani çıkarsın, ama AKP kazanmasın diye çalışsın diyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bir izleyicimiz –belli ki DEM Parti sempatizanı– diyor ki: “Aday çıkarmalı. Muhâlefet partileri öcü gibi yanaşıyorlar DEM Parti’ye. O da inadına kendi adayını çıkarsın”.
Bir başka izleyicimiz: “Bir DEM Partili olarak söylüyorum; eğer aday çıkartmazsa bir daha oy vermem. Biz iktidarla veya muhâlefetten biriyle olmak zorunda değiliz. CHP ile AKP arasında hiçbir fark yok. İkisi de Kürt’e düşman” demiş DEM Partili bir izleyicimiz. Buna benzer şeyler arada okuyacağım. Bu arada sizlerden gelenlere bakalım.
Muharrem Palaz — bizim en sâdık izleycilerimizden, kendisine selâm iletelim buradan: “DEM Partisi düşük profilli bir aday gösterse, seçimden sonra AKP-MHP, İYİ Parti ve diğer partilerin ‘CHP ile DEM birlikte’ söyleminin etkisi azaltılabilir mi? Bu karar daha akıllıca olabilir mi?” Evet, bu bir formül olarak gözüküyor olabilir. Birçok yerde DEM Parti katılır, ama çok da güçlü isimlerle katılmaz. Dolayısıyla “CHP adayını destekliyor” propagandasını da boşa düşürür şeklinde bir yaklaşımı düşünenler de var. Ama şunu unutmayın: DEM Parti geçmişte, meselâ HDP ya da DEP gibi partilerle aday çıkarttıklarında hiçbir zaman partilerinin aldığı oyu almamışlardı. Meselâ biz o konuda arkadaşlarla bir bakındık. Meselâ 2014’te Sırrı Süreyya Önder aday oluyor ve %5’e yakın oy alıyor. Mustafa Sarıgül %40 alıyor CHP adayı. Çünkü bakıyoruz, 2014’te bu. Bir sonraki 2015 Haziran seçiminde, yani 2014 yerel seçiminde HDP %5’e yakın oy alıyor; ama 2015 Haziran seçimlerinde HDP İstanbul’da %12.6 alıyor. Demek ki güçlü adayda bile zâten çok da fazla bir yöneliş olmuyor. Bu partilerin taraftarları kendi adaylarının seçilemeyeceğini bildikleri için daha güçlü muhâlefet partisini tercih ediyorlar ve bu muhtemelen CHP oluyor. Özellikle bu 2014 seçiminde Sırrı Süreyya Önder’in aldığı oy bize bunu gösteriyor. Diğer seçimlerde de adaylar çıkarttıkları olmuştu. 2019’da çıkartmadı biliyorsunuz. 2014’te en son çıkarttılar. Onun öncesinde meselâ Kılıçdaroğlu’nun aday olduğu seçimde, 2009’da Akın Birdal o sırada DTP adına %5 civârında oy almış. O da aynı şekilde — ki o zaman da o partinin, DEP’in o târihteki oyunun %5’ten yüksek olduğunu tahmin ediyoruz. Dolayısıyla bu düşük profilli aday CHP’ye oy kayışını daha da artırabilir; ama her hâlükârda DEM Parti güçlü aday çıkarsa da seçmeninin önemli bir kısmının CHP adayına, Ekrem İmamoğlu’na verme ihtimâlinin yüksek olduğunu söylemek lâzım.
Melih Güven demiş ki: “Aday çıkarması mı daha iyi olur, çıkarmaması mı? Çok arada kalıyorum. Çıkarmazsa ‘İmamoğlu DEM ile ortak’ diyecekler”. Evet, zâten bütün paradoks bu. Demin de söylediğimiz gibi, Meral Akşener bile bu cepheye katıldığına göre bunu çok ciddî bir şekilde kullanacaklar ve anladığım kadarıyla Meral Akşener bu propagandayla hem kendi tabanından İmamoğlu’na oy gitmesini engellemek hem de CHP tabanından normalde İmamoğlu’na oy verebilecek kesimlerden kendi partisine oy çıkarmak da istiyor olabilir. Gerçekten CHP’liler için çok riskli bir durum. Bir yanıyla istiyorlar; ama bir yanıyla da Melih Bey’in söylediği gibi bu karşı propagandalardan ürküyorlar. Ama şunu da biliyoruz ki; DEM Parti aday çıkarsa da çıkarmasa da, güçlü aday çıkarsa da güçsüz aday çıkarsa da bu propagandalar bir şekilde olacak.
“İstanbul Anadolu Adliyesi’nde ‘Şerîat istiyoruz! Yaşasın şerîat!’ diye slogan atıldı. Türkiye nereye gidiyor?” İstanbul Anadolu Adliyesi’nin Başsavcısı ve Başsavcı Vekili de Yargıtay’a üye olarak atandı. İddiaya göre bir anlamda kızağa alındılar. İsmail Uçar’dı yanılmıyorsam Başsavcı, bir şikâyet yazmıştı biliyorsunuz, bir yığın yolsuzluk iddiaları dile getirmişti. Konumuzun doğrudan içinde değil, ama izleyicimiz sorduğu için öyle bakmak lâzım diyelim.
Şakir Kaya: “Bilge Yılmaz’ın dünkü mesajını nasıl yorumlamalı?” Bilge Yılmaz dünkü mesajında, muhâlefetin bir sonraki seçime güçlü bir şekilde çıkabilmesinden bahsediyor. Bu nasıl olacak? Tabiî ki bu seçimden güçlü çıkmasıyla olacak. Yani bu seçimde de büyük bir başarısızlık yaşarsa, yani İstanbul’u, Ankara’yı kaybederse, Adana’yı, Mersin’i kaybederse bir sonraki seçime o muhâlefet kolay kolay giremez. Yani girse bile çok umut filan hiçbir şey kalmayacak muhâlefet saflarında. Dolayısıyla bu yerel seçimden güçlü çıkması lâzım. Ama yerel seçimden güçlü çıkabilmesi için ne yapması gerekiyor? Akla ilk, birlikte hareket etmek geliyor. Ama birlikte hareketin de en önemli engeli ilk aşamada, “hür ve müstakil” diyerek, Bilge Yılmaz’ın partisi tarafından yapıldı. Dolayısıyla onun bu temennîsinin nasıl gerçekleşebileceğini eminim kendisi de bilmiyordur.
Çağrı Dönmezdemir: “İktidârın ve 3. Yol iddiasındaki muhâlefet odaklarının beka gündemli seçim kampanyası yerel seçimlerde cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kadar karşılık bulur mu?” Evet, çok önemli bir soru. En kritik soru bu. 2019’da böyle olmadığını gördük. 2019’da beka söylemini öne çıkarttılar. Dediler ki: “İstanbul’da, Ankara’da muhâlefet kazanırsa PKK’lılar işe doldurulacak” dediler. Hattâ Süleyman Soylu rakamlar verdi sonradan. Sonra da mahkemede bunu siyâseten konuştuğunu söyledi filan. Ama ne oldu? 2019’da bu iş yürümedi. Ama son seçimlerde bu iş yürüdü. Sahte Murat Karayılan videoları bayağı etkili oldu, onu anlıyoruz. Bu sefer olur mu? Bu sefer de 2019 gibi olma ihtimâlinin yüksek olduğunu varsayabiliriz. Çünkü insanlar eninde sonunda cumhurbaşkanı seçmiyor, milletvekili seçmiyor. Kendisini yönetecek olan belediye başkanlarını seçiyor. 2019’daki gibi terör vs. gibi şeyler çok etkili olmaz diyebiliriz. İlk aklımıza gelen bu. Ama burada çok önemli birtakım faktörler var. Bunlardan birisi, PKK’nın son dönemde –2019’da böyle bir gündem yoktu– Irak’ta düzenlediği saldırılar ve buralardan gelen şehit haberleri. Bunlar çok ciddî bir şekilde çok sıcak. Seçime kadar da sürerse, başka saldırılar umarım inşallah olmaz; ama sürerse bunun etkili olma ihtimâli yüksek. Bir diğer husus da başta söylediğimiz: İYİ Parti’nin konumu. İYİ Parti de bu terör muhabbeti cephesine katılmış olduğu için CHP’nin işi çok daha zor olacak. O târihte, 5 yıl önceki olayda, terörle ilişkilendiriliyordu CHP’liler; ama yanlarında İYİ Parti vardı, Türk milliyetçisi bir parti. “Meral Akşener’in desteklediği bir belediye başkanının terörle işbirliği yapması filan olacak iş mi?” denebiliyordu. Şimdi İYİ Parti’nin de daha şimdiden CHP’yi DEM Parti ilişkisiyle, olup olmadığı belli olmayan ilişkisiyle suçlamaya başlaması işin biraz daha değişeceğini gösteriyor.
Yusuf Kayseri: “Ne olursa olsun, kim olursa olsun bir partinin bir diğer partiyle açıktan görüşüyor olması bence çok önemli. Belki de Ekim 1991 seçimlerindeki tutumdan sonraki en önemli husus bu açık görüşme olabilir”. Evet, açık olması önemli. Ama en önemlisi, sonuçta DEM Parti’yi tam anlamıyla istenmeyen bir parti olarak îlân etmiş durumda iktidar ve muhâlefetin bâzı partileri — en azından İYİ Parti öyle. Dolayısıyla açık da olsa, DEM Parti kaç milyon kişinin oyunu almış olursa olsun birileri bunu dokunulmaz, yani ilişkiye geçilmemesi gereken parti olarak bir kataloğa yerleştiriyorlar. Dolayısıyla zor bir iş.
Ruken Kaya diyor ki: “CHP’nin DEM Parti’ye değil; demokrasiye, barışa, Kürt sorununun barışçı çözümüne sâhip çıkması gerekiyor. Anlayışa, düşünceye sâhip çıkmalı. Böyle olunca DEM Parti de gereğini yapacaktır, yapmalıdır”. Evet, bu önemli bir yaklaşım. Özellikle son PKK saldırılarının ardından CHP’nin ortak bildirilere imzâ atmaması vs.. Bunlar, en son yaptığı açıklamada, “Kanları yerde kalmayacak yerine evlâtlarımız ölmeyecek diyoruz” demiş olması da önemli. Bunları herhalde çok ciddî bir şekilde politize olmuş olan DEM Parti tabanı da yakından izliyordur. Ama yeterli midir açıkçası çok emin değilim.
Deniz K.: “Bir DEM Partili olarak ne İmamoğlu’na ne de Yavaş’a oy veririm”. Olabilir. Zâten Ankara’dan aday çıkaracağını söyledi DEM Parti. İstanbul’da çıkarıp çıkarmayacağını bilmiyoruz. Çıkarmasa dahi, izleyicimiz Deniz –kadın mı erkek mi olduğunu bilemediğim için devâmını getiremiyorum– gibi olup da DEM Parti aday çıkarmasa da İmamoğlu’na oy vermeyecek partililer de muhakkak olacaktır.
Atilla Zenciroğlu: “Belediye başkanlığı ve devlet başkanlığı seçimi pokere döndü. %50’yi alan bütün seçimi götürüyor”. Yerel seçim tam böyle değil aslında. Yerel seçimde çok sayıda aday olduğu için, tek turlu da olduğu için %50 gerekmiyor. Birinci parti kazanıyor. Ama İstanbul’da Cumhur İttifâkı’nın tek girdiğini düşünürsek… Henüz Yeniden Refah Partisi ile anlaşmış değiller; ama anlaşırlar diye tahmin ediyorum. Zafer Partisi’nin adayı var. CHP’nin var. İYİ Parti’nin olacak. Gelecek, DEVA, diğer partiler de çıkartacak olabilir. DEM Parti çıkartsa da çıkartmasa da sonuçta en yüksek oyu alan kazanacak. %50 alması şart değil. Ama esas yarış AKP adayıyla CHP adayı arasında olacağı için, her iki adayın da %50’ye yakın, kazanacak olanın %50’ye yakın oy alması gerekiyor sanki.
Alper Ertuna demiş ki: “Şu anda Türkiye’de yapılan, siyâset değil, sâdece idolojik popülist söylemler ve algı oyunları, troll saldırıları, manipülasyon vs.. Maalesef rasyonel olan işe yarar mı kestirmek çok zor”. Evet, haklısınız, çok zor. Ama buna rağmen biz rasyonel kalmaya çalışıyoruz.
Bir izleyicimiz demiş ki: “DEM Parti’nin İstanbul’da aday çıkarmaması karşılığında CHP’den isteyebileceği bir tâviz var mı sizce Ruşen Bey? Nihâyetinde bu yerel seçim”. Evet, bu güzel bir soru. Açıkçası cevâbını bilmediğim bir soru. İlçe belediyesi isteyebilir mi? Yani olmaz, sanmıyorum öyle bir şey. Hani CHP’nin kazanması garanti olan bir yere CHP aday çıkarmayıp DEM Parti’den; meselâ Şişli, Kadıköy ya da Beşiktaş, öyle bir şey olacağını sanmıyorum. En fazla, seçilecek olan başkanın kendilerine, kendi tabanlarına sıcak olmasını talep ederler diye düşünüyorum; ama tabiî ki bu söylediğiniz önemli. Hele hele Kılıçdaroğlu’nun son seçimlerde bol keseden milletvekilliği dağıtmış olduğu da düşünülürse, evet, bu pekâlâ olabilir.
Neslihan Hanım demiş ki: “Yorulmadan hâlen siyâsetle uğraşıyor olmanızı ayakta alkışlıyorum ve sizi tebrik ediyorum”. Vallahi alkışlamayın, yuhalayın ki vazgeçelim. Ben de bıktım aslında. Ama hakîkaten siyâset, özellikle son seçimden sonra insanı iyice bıktırmış durumda. Ama işimiz de bu. Yapmak zorundayız. Keşke yapmasam. Arada siyâset dışı ya da doğrudan parti siyâseti olmayan konularda yayın yaptığım zaman ya da yazı yazdığım zaman biraz kendime geliyorum. Aradaki farkı da görüyorsunuzdur. Evet, yani yapmak zorundayız.
Serap Erdoğan, deminki izleyicimizin söylediğine benzer bir şey söylüyor: “Kuşatılmış medyayı, dezenformasyonun vardığı boyutu düşünürsek; seçimlerdeki kural dışı uygulamalar, kara propaganda vs. varken hâlâ normal ve eşit şartlarda seçim yapılıyormuş duygusundan ne zaman çıkarız?” Tamam, çıktık diyelim. Ne olacak Serap Hanım. Tamam, çıktık. Eyvallah, âdil değil. Yani yapacak ne var? Ne seçenek var? Boykot mu? Yani bunu arada sırada dile getirenler var; ama çok da yaratıcı bir fikir olduğunu düşünmüyorum.
Burak Sualp: “DEM Parti merkezî siyâset hattını Öcalan üzerinden değil; Gergerlioğlu’nun yaptığı gibi Türkiye’nin gerçek sorunları üzerinden kurmadıkça CHP, DEM Parti ile ilişkilerine çok dikkat etmeli”. Evet, bu Öcalan konusu, mevzûu önemli. Çok sık karşımıza çıkıyor. Ama şunu da unutmayın, ilginç bir şey: Devletin de bir Öcalan ilgisi var. Henüz şu anda kendini göstermedi, ama pekâlâ gösterebilir. Öcalan şu anda tecritte olabilir; ama tam anlamıyla her şeyden uzak bir aktör değil. Sonuçta bir şekilde devreye girebilir, girmesine izin verilebilir. Böyle bir boyutu var. Ama sizin söylediğiniz husus önemli. Şu hâliyle Öcalan’a devlet başvurmadığı zaman, Öcalan’ı anan kişi “teröristbaşını öven” oluyor. Ama Öcalan’dan mektup geldiği zaman, pekâlâ Öcalan teröristbaşı olmaktan çıkıyor. Böyle ilginç bir durum var.
Mehmet Levent Melik: “DEM Parti’nin CHP’nin yeni Genel Başkanı Özgür Özel’e ilkeli ve cesur duruşu nedeniyle bir kredi tanıması gerekmez mi?” Siyâset böyle olmuyor Mehmet Levent Bey. Takdir edebilirler vs., ama sonuçta, eninde sonunda bu bir pazarlık meselesi.
Bir izleyici: “14 Mayıs’ta da HDP aday çıkarmamıştı. Buradan Sayın Akşener’e sormak istiyorum; Kemal Bey kazansaydı HDP’nin verdiği oylarla sizin partinizdeki isimler bakan olmayacak mıydı? Nasıl bir ikilem bu?” İkilem bizde çok. O kadar çok ki… Herkes bir şekilde böyle ikilemlerle birlikte yaşıyor ve siyâseten de bu normal oluyor. Meselâ neydi en son? Bütün partileri, Liberal Demokrat Parti, Zafer Partisi’ni vs.yi bile terörist îlân eden Destici’nin daha önce, “Federasyon da olur, neden olmasın? Öcalan’la da görüşelim” diye konuşmuş olduğunu gösterdi insanlar. Yani o kadar çok ikilem var ki burada Meral Akşener de pekâlâ bunu yapıyor.
Bir izleyicimiz diyor ki: “Özgür Özel’in son şehitlerimiz konusunda iktidâra sorduğu sorular aslında milletin kafasında olan; ancak soramadığı sorulardı. Bence olumlu yere etki yaratacaktır bu tutumu”. Ama bundan insanlar ne derece haberdar oldu? Çok ciddî bir boykota muhâtap. TRT filan bunları vermemiştir herhalde, izlemiyorum ama. Anadolu Ajansı bunu haber yaptı mı? Birçok yer bunu yayınladı mı? Gerçekten çok kolay değil mesajlarının her yere ulaşabilmesi. Bir de tabiî böyle karışık şeyler, 6 soru filan, çok ilgili insanlar tarafından izleniyor. Bunu ne derece yayarlar, ne derece bilinir kılarlar bilemiyorum.
Bu arada MHP 55 aday daha açıklamış. Biliyorsunuz, 55. kuruluş yılları. Onun için adaylarını 55’er 55’er açıklıyorlar. O da şu anda son dakika haberi olarak önüme düştü. Oradan söyleyeyim.
Ali Sevda: “DEM Parti’nin şu an AK Parti’yle görüşmesi mümkün değil mi?” Pekâlâ mümkün. Görüşüyor da olabilirler. Onu da bilemiyoruz. Arada sırada bu tür haberler çıkıyor. Ama tabiî bunlar çok hani “arka kanal diplomasisi”dir. Ama birbirlerine tamâmen kapalı yapılar değiller. Özellikle bölgeden seçilmiş olan AK Partililerin DEM Partililerle ilişki kurması çok daha kolay. Bâzı bürokratların da kurması kolay. Ama şu aşamada tabiî ki alenî olarak böyle bir şey yapılmıyordur. Ama yapılmayacağı anlamına gelmez. Daha önce birlikte Çözüm Süreci diye bir şeyi birlikte denediler.
Bir izleyicimiz demiş ki: “Bence seçimlerden sonra bu mahalle kavgası tadındaki iç siyâseti yorumlamayı bırakıp dünyaya odaklanın”. İyi güzel diyorsunuz da, dünya da aynı. Yani şimdi Amerikan seçimlerini bugün “Transatlantik”te konuşacağız işte. Trump tekrar karşımızda. Fransa’da yükselen aşırı sağ. Almanya’da yükselen aşırı sağ. Gündemlerine bakıyorsunuz: Almanya’da gizli toplantı yapılıyor; 1 milyon göçmeni Afrika’ya geri yollamak… Yani geri yollamak dediğimiz, Afrika’dan geldikleri için değil. İngiltere bunu daha önce yapmıştı, yapıyor. Böyle acayip acayip şeyler. Yani altı da bir, üstü de bir yerin, onu özellikle söyleyelim.
Muharrem Bey bir başka soruda diyor ki: “DEM Partisi’nin kazanacağı yerlere kayyum atanması bugünkü şartlarda daha kolay gibi geliyor. DEM bunu nasıl aşacak? YSK’dan onay almış başkanın görevden alınmasına ilişkin bugünden ne yapabilir?” Vallahi altın soru bu. Yok bunun cevâbı, yok. İdâre, yani yönetim atıyor. İlkinde daha geç oldu, ikincisinde daha hızlı yaptılar. Bu sefer de herkes, “Yaparlar herhalde” diye düşünüyor. Adaylar kim olursa olsun bir şekilde Erdoğan derse ki: “İstemiyorum”, kayyum atanacak yani. Bu çok açık bir şey. Ve DEM Parti’nin buna yönelik yapabileceği ne var açıkçası bilmiyorum. Olsaydı bir şey görürdük. Yani çünkü olay hukukî değil. Olay hukukî olsa, hukukî anlamda yönelebilecekleri bir şeyler olabilirdi.
Bir izleyicimiz YouTube’daki yorumlarda şöyle diyor: “Ben bir DEM Partili olarak kuyrukçuluğun demokrasi ve birlikte yaşama isteği olarak yutturulmasından iğreniyorum” –kuyrukçuluk dediği muhâlefetin ya da başkasının kuyrukçuluğu– “partiyi kapatın o zaman, CHP’de siyâset yapın. Bize de iş çıkarmayın. Oy yok kimseye, DEM’e de yok.” Bu da çok anlaşılır bir şey. Yani çünkü son seçim çok büyük bir hüsran oldu herkes için ve DEM Parti için de bu hüsran oldu. Nasıl bir hüsran oldu? Öncelikle, Kılıçdaroğlu seçilemedi. İkincisi, Kılıçdaroğlu can havliyle ikinci tur öncesi Zafer Partisi’yle işbirliği yaptı — ki Zafer Partisi’nin sonra yayınlanan protokolünde görüyoruz. Orada bayağı bir Kürtleri, yani DEM Partilileri rahatsız edecek maddeleri var açık açık. Kayyumu tekrar oraya yazdırmıştı meselâ. Tabiî CHP’de yönetim değişti, şu oldu bu oldu; ama DEM Partili insanların hissiyatını da anlamak gerekiyor.
Azat Kaya da demiş ki: “Kesinlikle aday çıkarmalı DEM Parti. Muhâlefet topyekûn ‘Vatan, millet, Sakarya’ nâraları ile iktidârın ekmeğine yağ sürüyor”. Evet, muhâlefetle aynı cephede yer almak… Şimdi, biliyorsunuz, bu önce İYİ Parti’de ortaya çıktı. “Üçüncü Yol” dediler, muhâlette aynı cephede yer almak, hani bir muhâlefet bloğu hâlinde gözükmek istemediler. DEM Parti’de de –o zaman, ilk seçime girdiği Yeşil ve Sol Parti’ydi– orada da böyle bir eğilimin ortaya çıktığını görüyoruz — ki onlar aslında İYİ Parti’den çok daha güçlü bir parti, çok daha güçlü bir gelenek. Yani bütün siyâsî hesaplarını son seçimde, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhâlefete endekslemiş olmaları çok ciddî sorun yarattı. Meselâ, “Keşke ilk turda biz de adayımızı çıkarsaydık” diyen çok kişi oldu. İkinci turda yine Kılıçdaroğlu’na verirlerdi herhalde, ama Zafer Partisi nedeniyle ne olurdu bilmiyorum.
Selim Şener demiş ki: “Bütün partiler aday çıkartsın. Bıktık artık ittifak siyâsetinden. İYİ Parti doğrusunu yapıyor.”
Onur Öztürk’ten şöyle bir şey geldi: “DEM Parti ile işbirliği yaparken seçmenleri iyi bir şey yaptığına AKP mi daha iyi iknâ ediyor; yoksa muhâlefet mi? Seçmeni iyi bir şey yaptığına iknâ etmekte başarısız”. Evet, söylediğiniz özellikle geçmişteki Çözüm Süreci dönemi. Evet, orada birlikte çok şey yapıldı ve AKP bundan çok zarar görmedi, kısmen görmüş olabilir; ama çok zarar görmedi. Ve bu birlikte hareketten aslında HDP de çok güçlü çıktı, Çözüm Süreci’nden. Sonra yapılan ilk seçimde, Haziran seçimlerinde yaptıkları büyük çıkış zâten onunla da alâkalıydı. Şimdi burada bir sorun var. O sorun da, muhâlefetin saflarında olduğu zaman devlet bütün imkânlarıyla orayı terörize edebiliyor, bunu gördük.
Burak Deniz demiş ki: “DEM Parti’ye gereğinden fazla önem atfetmenin bir mânâsı yok. İnşallah aday çıkarırlar. Kazanacak olan kişi buna rağmen kazanarak DEM Parti bagajından da kurtulmuş olur”. Evet, bu da çok önemli bir durum aslında. Yani şöyle söyleyeyim: “Çok fazla önem atfetmenin anlamı yok” lâfına katılmıyorum. Bence önemli, çok önemli bir parti. Ama diyelim ki Ekrem İmamoğlu DEM Parti’nin aday çıkartmasına rağmen kazanırsa o zaman çok daha güçlü olacak. Zâten öyle bir husus var. Şimdi daha önce şöyle bir şey demiştim: “Bütün partilerin aday çıkaracak olması Ekrem İmamoğlu’nun kazanma ihtimâlini artırabilir” demiştim. Birazcık ters, mantık dışı gibi geliyor; ama şimdi bakıyoruz ki DEM Parti bir şekilde destek verirse, bu, İmamoğlu’nun aleyhine herkes tarafından kullanılacak. Buna İYİ Parti de dâhil. Hattâ belki İYİ Parti bunun öncüsü olacak. Böyle bir yerde, getireceği kadar götürme ihtimâli de var. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Ama DEM Parti’nin adayı olmasına rağmen İmamoğlu’nun oradan oy alma ihtimâli çok güçlü. İmamoğlu, İYİ Parti aday çıkarsa da –ki çıkaracak, güçlü de bir aday çıkartmak istiyorlar, onu da biliyoruz– yine İYİ Parti tabanından da oy alacak. Meselâ aynı şey olabilir. DEM Parti açıktan destek verirse İYİ Parti’den vereceği olanlardan vazgeçenler de çıkabilir. Böyle aslında çok karışık bir şey. İşte burada tüm bu karışıklığın içerisinden Ekrem İmamoğlu doğru stratejilerle kendini yeniden seçtirebilir. Bu olay, aslında İstanbul diye sorduk ama Adana’yı, Mersin’i de ilgilendiren bir konu. Oralarda da CHP’nin adaylarının önlerinde, aynı şekilde DEM Parti tarafından açıktan desteklenmek, örtülü desteklenmek vs. gibi seçenekler var. Yeniden kazanmak istiyorlar, yeniden kazanma ihtimalleri güçlü. Ama buralarda da yine İYİ Parti’nin adayı olacak, DEM Parti bir ihtimal çıkaracak ve AKP ve MHP; Mersin’de MHP’nin adayı, Adana’da AKP’nin adayı yarışacak. Böyle bir şey.
“Konudan bağımsız ama Maçoğlu’yla ilgili ne düşünüyorsunuz?” demiş Çağla Akçalı. Bununla ilgili şöyle dedim: “Vardır bir bildiği” diyeceğim, ama inanın ne bildiğini söyleyemeyeceğim. Yani ne biliyor olabilir? Aklıma gelmiyor. Ben çok, yani nasıl söyleyeyim… Bir Kadıköy seçmeni olarak beni ayrıca da ilgilendiriyor. Maçoğlu bulunduğu yerde çok önemli işler yaptı. Belli bir ilgi gördü, hak edilmiş bir ilgi gördü. Ama İstanbul’a, Kadıköy’e aday olması bir tür jübile gibi. Yani kazanma ihtimâli filan yok. Şu da bence yok; yani o aday çıkınca CHP’nin oyları bölünecek ve AKP kazanacak da değil. Kadıköy’de CHP’nin kaybetmesi diye bir ihtimal, henüz CHP’nin adayı belli değil ama, aday kim olursa olsun böyle bir ihtimal olduğunu sanmıyorum. Bu arada Türkiye İşçi Partisi de çıkarabilirmiş galiba Kadıköy’de ayrı bir aday, onu gördüm. Atilla Abi bir haber yapmış, Atilla Özsever Duvar’da yanılmıyorsam. Erkan Baş: “Bize kimse bir şey sormadı” demiş Maçoğlu’yla ilgili. Onlar da çıkartabilirlermiş. Ama Maçoğlu bir marka olmuştu. Böylece vedâ ediyor sanki. Niye yapıyor, neden yapıyor çok anlamadım. Belli bir yerden sonra, “Herhalde vardır bir bildiği” deyip geçeceğiz. Ama gerçekten bir ilginçlik olarak çıktı. Kendisini uzakta olmasına rağmen, İstanbul’dan, diyelim ki Kadıköy’den sempatiyle izleyenlerin bir kısmında da bir hayal kırıklığı yarattığı muhakkak.
“Niye iki müteahhit arasında seçim yapmak zorundayız?” Kim bunlar? Birisi İmamoğlu, diğeri de Murat Kurum mu? Bilemiyorum. Böyle bir zorunluluğunuz yok. Yani bunları tamâmen… oy da kullanmayabilirsiniz, bambaşka isimlere de verirsiniz. Ama sonuç olarak İstanbul’daki seçimin Kurum-İmamoğlu arasında geçtiği muhakkak. Siz, bunu yazan, adını vermeyen izleyicimiz buna tepki duyuyor olabilir. Çok kişi de bu perspektiften bakıyor olabilir. Ama sonuçta İstanbul seçimini ya Kurum kazanacak ya İmamoğlu kazanacak. Üçüncü bir seçenek olmayacak. Onu biliyoruz.
Evet, yavaş yavaş toparlayalım. Başka soru var mı diye bakıyorum.
“Demirtaş’ın son savunmasında ve açıklamalarında İslâm’a vurgu yapması ve kendisinin başlattığı Türkiye partisi olma iddiasından vazgeçmiş gibi bir anlam çıkardım. Bunun nedeni ne olabilir?” Ben böyle bir anlam çıkarmadım. Demirtaş’ın İslâm vurgusu yeni bir şey değil. Daha önce de bu konularda çok sistemli bir şekilde mesajlar verirdi. Bununla ilgili, savunmasıyla ilgili bir yazı yazmayı düşündüm. Ama Irak’tan gelen son şehit haberlerinin ardından erteledim onu ve yerine CHP’nin tutumuyla ilgili yazı yazdım. Okuyanlarınız varsa, CHP’nin ortak bildiriye imzâ atmama kararlılığı hakkında. Demirtaş’ın savunması maalesef çok fazla yayılmadı, ilgi görmedi, tartışılmadı. Çok az sayıda yorum yapıldı. Destekleyen tek tük şey gördüm. Karşı çıkan, sol iddialı, “Demirtaş Kürt-İslâm sentezi yapıyor” filan gibi yazılar da gördüm. Çok abes şeyler. Onlar da ayrı bir yanda. Ama işin ilginç tarafı tabiî ki kendi partisinin de Demirtaş’a tam olarak sâhip çıktığını açıkçası görmüyorum. Bunu arada sırada dile getirenlere, dün HDP, bugün DEM Partililer birazcık kızıyorlar filan; ama yok yani. Gerçekten meselâ şu son savunma bayağı bir önemli bir şeydi. Tabiî ki eleştirilecek yönler filan çok var; ama bir bütün olarak bakıldığında bir tür manifesto gibi bir özelliği var. Ve şu anda DEM Parti’nin siyâseten ne yaptığını tam anlayamadığımız, ne yapmak istediğini tam anlayamadığımız DEM Parti’nin yanında, Demirtaş’ın duruşunun daha net olduğunu söylemek mümkün.
Levent Gültekin ile yayın olmayacak mı artık? Levent Gültekin kendi dükkânını açtı. Hâlinden de çok memnun. En son MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın da kendisine uzun bir cevap yazmış, saldırmış vs.. O orada, ben burada, herkes kendi işini yapıyor. Şu anda bunu gerektirecek bir durum yok. O zâten hâlinden memnun, dediğim gibi. Kendi başına yaptığı videoların çok daha fazla izlendiğini görüyorum. Yani kendi başına yapmaya devam etmesi onun için de daha akılcıdır.
Evet, kapatırken sizlerden destek istiyoruz. Gerçekten Medyascope’un sizin desteğinize ihtiyacı var. YouTube “katıl” ya da Patreon’dan bunu yapabilirsiniz. Yapanlar sürdürsünler, hattâ mümkünse artırarak sürdürsünler. Gerçekten özgür ve bağımsız gazetecilik için başka bir yol yok. Bunu özellikle tekrar tekrar vurgulamak istiyorum. Hepinize çok teşekkürler. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.