Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde 19 Ocak’ta kaymakam Burak Akeller’in Cuma namazı için gittiği camide, hutbeyi eksik okuduğu için Mahsum Koçağa isimli imamı mikrofonla darp ettiği iddiası kamuoyunda ses getirdi. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) yakınlığıyla bilinen Diyanet-Sen, Memur-Sen ve Eğitim Bir Sen, Akeller’in görevden alınmasını istedi. Öte yandan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile yakın temasta olduğu bilinen Türkiye Kamu-Sen ve MHP’den bazı milletvekilleri, Ülkü Ocakları Genel Başkanı kaymakama destek çıktı. Diyarbakır Valiliği ve İçişleri Bakanlığı’nın yürüttüğü soruşturmalar devam ederken Diyarbakır Kulp Cumhuriyet Başsavcılığı da olaya dair inceleme başlattı.
Ruşen Çakır değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Türkiye’nin gündeminde seçim var. Seçimin de özellikle Kürtleri ilgilendiren kısmı var, DEM Parti’nin ne yapacağı var. Başak Demirtaş’ın “İstanbul’dan aday olabilirim” açıklaması var. Ve bütün bu karambolün içerisinde yine Kürtleri doğrudan ilgilendiren bir olay Türkiye’nin gündeminde: Diyarbakır Kulp’ta bir câmide, Bahçelievler Câmii’nde yaşanan ilginç, düşündürücü olay. Olay ne? Genç bir imam var Mahsun Koçağı adında. Bu kişi Diyânet’in hutbesini okuyor cuma namazında. O sırada Kaymakam da orada. Kaymakam Burak Akeller, o da genç bir kaymakam. 6 yıldır kaymakamlık yapıyor. Ve hutbede Kuzey Irak’ta şehit düşen askerlerle ilgili bölüm var. Biliyorsunuz merkezî olarak hazırlanıyor hutbeler. Ama imam bu kısmı okumuyor. Daha doğrusu iki bölüm var; birisi kısa, birisi daha uzun. İlkini okumuyor. Ondan sonra kaymakan rahatsız oluyor. Ama diyor ki: “Vardır bu işte…”, yani bir şekilde gözünden kaçmıştır diyor. O ilk bölümü size söyleyeyim. İsmail Saymaz’ın yazısında var onlar. İlki: “Bize düşen, şehitlerimizin uğruna canlarını fedâ ettikleri ulvî değerleri yaşamak ve yaşatmaktır”. Ama daha sonra daha uzun bir bölüm var. Orada, “Aziz Müslümanlar, geçen hafta hâin bir terör saldırısı nedeniyle vatan evlâtlarımız şehâdet makamına ulaştı. İnanıyoruz ki Rabbimizin rahmeti şehitlerimizin üzerinedir. Onlar kendilerine müjdelenen cennet nimetlerine sevinmektedirler. Şehitlerimizi ve gazilerimizi yetiştiren anne babalar başımızın tâcıdır. Onların eş ve çocukları en değerli emânetimizdir.” Bunu da okumayınca, “Hocam hutbeyi tam oku” diyor kaymakam. Tabiî imam bakıyor ki bunu söyleyen kaymakam, sonra dönüyor; atladığı yerleri de okuyarak tamamlıyor. Ama olay burada bitmiyor. İmam odasına gittiğinde kaymakam kendisini buluyor korumasıyla berâber. Bir tartışma yaşanıyor. İmamın iddiasına göre doğrudan kendisine saldırmış. Bu konuda Amida Haber’de meslektaşımız İlyas Akengin ilk imamı konuşturan kişi oldu. Çok uzun bir röportaj yaptı. Ama ondan sonra imam konuşmamaya başladı. Bu konuşmada diyor ki — bir de tabiî görüntüler de var, darp görüntüleri var: “Sarık ve cübbemi çıkarttırıp dövdü” demiş. “Ben Kaymakam Bey geldiğinde, hutbeyi ‘Niye yanlış okudun?’ ya da ‘Bâzı yerleri neden atladın?’ demesini bekliyordum. Odaya gittiğim esnâda ağza alınmayacak küfürler etmeye başladı. Ettiği küfür ve hakaretlere karşı tek bir şey demedim. Bana ‘terörist’ kelimesi kullandı. Kaymakama ‘Babam güvenlik korucusu, abim polis. Bu kelimeyi bana diyemezsin’ dedim. Bunu deyince sinirlendi. Yumruk ve tekme attı. Ben asla karşılık vermedim. Suçlu olmamak için karşılık vermedim. Küfür etmeye devam etti. Odada mikrofon sopası vardı. Onu aldı ve bana ‘Sarık ve cübbeni çıkar’ dedi. Sarık ve cübbemi çıkardıktan sonra sopayla bacaklarıma vurmaya başladı. O sırada cemaatten birkaç kişi kapıyı çaldı. Kaymakamın tâlîmâtıyla koruması kimsenin girmesine izin vermedi. Olaydan sonra hastâneye gittim, darp raporu aldım.”
Evet, bu baktığımızda ilk başta sanki iki devlet görevlisinin –birisi tabiî kaymakam, daha üst düzey oluyor– aralarındaki bir anlaşmazlık denebilecek bir şey belki — ki değil, öyle olmadığı hemen ortaya çıkıyor. Çünkü imam Diyânet-Sen üyesi ve temsilcisi. Diyânet-Sen ise Memur-Sen’e bağlı. Memur-Sen de AK Parti iktidârının en büyük destekçisi AKP yanlısı bir memur sendikaları federasyonu. Burada gerek Diyânet-Sen Başkanı gerekse Memur-Sen Başkanı sosyal medya üzerinden kaymakama çok sert şekilde eleştiriler yönelttiler. Bağırıp çağırdılar diyelim. Çok acayip cümleler de var oralarda. Ve bir şey oldu, bu olay gündeme geldi. Bir grup imam daha sonra birlikte açıklama yaptı ve arkadaşlarına destek verdi. Olay bununla da kalmadı. Çünkü AKP’lilerin Memur-Sen’i varsa, daha milliyetçi olanların, MHP’ye daha yakın olanların diyelim Kamu-Sen’i var. Kamu-Sen bu sefer kaymakama destek veren açıklama yaptı ve kaymakamın yaptığının doğru olduğunu, imamın yaptığının yanlış olduğunu söyledi. Kaymakamın yanında durdu. Orada da bitmedi. Ülkenin dört bir tarafından vâliler, vâli yardımcıları, kaymakamlar, mülkî âmirler sosyal medya üzerinden kaymakama, Burak Akeller’e destek açıklamaları yaptılar ve bir saflaşmaya tanık olduk. Bu saflaşma çok kabaca milliyetçi-muhafazakâr saflaşması olarak görülebilir. Yani bir tarafta daha diyelim ki daha muhâfazakâr, AKP’ye yakın isimler; bir tarafta MHP’ye yakın, daha milliyetçi isimler olabilir. Ama aynı devlet, aynı iktidar ve bunun içerisinde bir kapışma var. Çok ilginç. Ve bu tabiî ki bir ilgi uyandırdı. Bugün benim gördüğüm 3-4 tâne yazı var. Meselâ Yıldıray Oğur yazdı Karar’da. Meselâ İsmail Saymaz çok kapsamlı bir yazı yazdı, taraflarla da görüşmeye çalışarak. Meselâ Barış Terkoğlu. Barış Terkoğlu’nun yazısının başlığı “Genç Kaymakamlar Rahatsız”. Bu bize neyi hatırlatıyor? Yaşı erenler hatırlar; Ergenekon öncesi dönemdeki AKP’nin ilk yıllarında Cumhuriyet gazetesinde çıkan, “Genç Subaylar Rahatsız” başlığını hatırlatıyor. Burada bir milliyetçilik ve muhâfazakârlık ayrışması var gibi. Ama tabiî ki bu olayın esas boyutu Kürt meselesi. Çünkü bu olay diyelim ki Ege’de, Akdeniz’de bir yerde olsaydı, kesinlikle bu kadar büyümezdi. Belki de böyle bir olay olmazdı. Ama Kulp’ta olunca olay büyüyor; çünkü doğrudan terör meselesi var, PKK saldırısı meselesi var. Ve imamın buradaki şehitlerle ilgili kısımları okumamasının iki tür nedeni olabileceğini düşünüyorlar herhalde. Birincisi; devlet yerine PKK’ya daha yakın olması –ki kardeşinin korucu, bir diğer kardeşinin de polis olması gibi şeylerle bakıyoruz ki devlet yanlısı çizgide birisi–, o zaman bir ihtimal, çekiniyor olabilir. Çünkü Kulp, Kürt hareketinin çok güçlü olduğu bir yer geleneksel olarak. Meselâ belediyeyi HDP kazanmıştı, kayyum yönetiyor. Kayyum da kim? Burak Akeller, kaymakamın kendisi. Bir ihtimal ondan çekiniyor olabilir. Nitekim bâzı haberlerde, kaymakamın kendisine, “Ne o? Teröristlerden mi korkuyorsun?” diye saldırdığı söyleniyor. Kaymakam tabiî bu arada kesinlikle hiçbir darp olmadığını, sâdece sözlü bir münâkaşa olduğunu söylüyor, ama ortada fotoğraflar filan var.
Şimdi bütün bunlardan hareketle, meselâ Ankara’daki meslektaşımız Alican Uludağ bir sosyal medyada çok uzun bir paylaşım yaptı ve orada bunun devlet içerisindeki bir AKP-MHP çatışmasının başlangıcı olabileceğini söyledi ve hattâ Erdoğan’ın İYİ Parti’ye doğru, İYİ Parti’nin de Erdoğan’a doğru yakınlaşmasının da bununla alâkalı olabileceğini söyledi. Ve birçok kişi de zâten Sinan Ateş suikastı nedeniyle AKP ile MHP arasında bir potansiyel gerginlik olduğunu da söylüyor. Buradan buraya doğru evrilir mi? Şunu söyleyeyim: İki kanadı da tâkip etmeye çalışan birisi olarak, bütün bu atışmalar, çekişmeler yadırgatıcı değil, şaşırtıcı değil. Zâten milliyetçilik ve muhâfazakârlık Türkiye’de çok iç içe olmakla birlikte, aslında birbirini de sürekli tehdit olarak gören iki ayrı yapılanma. Muhâfazakârlar daha ümmetçi bir perspektifte; milliyetçiler de tabiî ki onlar ümmetçi olduğu için İslâmcılara karşı çok mesâfelidirler aslında. Ama sağcılık üzerinden birleştikleri de çok olmuştur. Zamânında Milliyetçi Cephe koalisyonları da böyle olmuştu. 1991 seçimlerinde o zamanki adı Milliyetçi Çalışma Partisi olan MHP, Refah Partisi listesinden seçimlere girmişti. Ben Doğu Anadolu’da, İç Anadolu’da kampanyayı yakından izlemiştim. Ve orada aslında MÇP’lilerle Refah Partililerin ne kadar birbirlerine güvenmediklerini de çok iyi görmüştüm. Mecbûren kurulmuş bir birliktelik. Şimdi yıllar sonra MHP ile AKP bayağı bir ittifak yapıyorlar çok uzun süredir. Öncesinde çok ciddî bir şekilde kavgalıydılar. Şimdi birlikteler. Ama bu birlikteliğin her an bozulacağı yolunda bir beklenti var. Tıpkı Erdoğan’ın daha önce Fethullahçılarla yaptığı ittifâkın bozulması gibi. Ve biliyoruz ki özellikle darbe girişiminin ardından, Fethullahçıların devlette topluca tasfiyesinin ardından boşalan yerlere çok sayıda ülkücü kökenli, MHP’ye yakın insanın yerleştirilmiş olduğunu da biliyoruz. Bu Kaymakam Burak Akeller’in devlette çalışmaya başlaması da anladığım kadarıyla darbenin hemen arkası ve genellikle de ona destek verenler de darbe sonrası olaya, yani devlete, bürokrasiye dâhil olmuş kişiler. Çok ciddî bir ülkücü kadrolaşma Türkiye’de öteden beri vardır. Milliyetçi Cephe dönemlerinden beri vardır. Dönem dönem iktidârın dışında olsalar bile birçok başbakan, hattâ askerî dönemde askerî yöneticiler de ülkücü bürokratlarla çalışmayı tercih etmişlerdir. Fethullahçılar ilginç bir şekilde ülkücülerin bir kısmını korudular, bir kısmını devşirdiler. Özellikle Emniyet’te çok sayıda ülkücü kökenli ismin daha sonra Fethullahçı olduğunu gördük, duyduk. Ama şimdi doğrudan ülkücü kimlikleriyle varlar. Ve belli ki bir iktidar kavgası var. Ama bu kavganın su yüzüne çıkması her iki tarafın da işine gelmiyor. Fakat bıraksanız diyelim, bıraksanız aşağıda çok ciddî bir kapışma olacak ve köşe kapmaca olacak ve bu olayda olduğu gibi de birbirlerine karşı çok sert birtakım çıkışlar yapacaklar. Tabiî şöyle oldu: İlk baştaki o sertliğin ardından bakıldı ki AKP doğrudan destek vermiyor imama, burada söz konusu olan Bahçelievler imamına, o zaman diller yumuşatıldı. Bu ilk başta çok yüksek perdeden konuşan Memur-Sen Başkanı Ali Yalçın’ın son sosyal medya paylaşımındaki şu cümle bunun işâreti: “Ne devlet düşmanlığı yapan hâinler malzeme bulsun ne de devletine sâdık olanın gönlü burkulsun”. Yani gönlü burkulan kim oluyor? İmam oluyor. Ama imamın bu olayı gündeme getirmesiyle birlikte hâinlere malzeme çıktığını düşünmeye başlamış. Dolayısıyla, “Hukuk içinde gereği yapılsın. Hakîkat ve adâlet herkesin pusulası olsun”. Yani burada frene basıldı. Frene basıldı, ama çoktan o kazâ yaşandı.
Bu olay bana aynı zamanda sâdece AKP-MHP kavgasını değil; aynı zamanda Prof. Şerif Mardin’in bir zaman söylediği sözü hatırlattı. Cumhuriyet’in temel meselesinin imam ile öğretmen arasında olduğunu söylüyordu ve son dönemde öğretmenin imama yenildiğini söylemişti vefâtından kısa bir süre önce. Burada öğretmenin artık Türkiye’de maalesef kıymetiharbiyesi kalmadı. Öğretmenler artık tamâmen geçim derdine düşmüş bir şekilde, toplum, devlet tarafından büyük ölçüde kenara atılmış bir durumda, hak etmedikleri bir statüdeler. Ama bunun yerini kaymakamın aldığını söyleyebiliriz, kaymakam ya da vâli. Bu anlamda bakıldığı zaman, imam-kaymakam gerginliği aynı zamanda Cumhuriyet’in bu çok eski çatışmasının da sürdüğünü bize gösteriyor. Burada kaymakamın söyledikleri ve kaymakama destek verenlerin üslûbuna baktığımız zaman, bu yayına girmeden önce sohbet ettiğimiz, bu konuda Tarık Çelenk’in söylediği gibi, İttihatçı bir dil var. İttihatçılık Türkiye’de bitmiyor, iflâh olmuyor ve neo-ittihatçı bir üslûbun hâkim olduğunu görüyoruz. Ve burada devlet adına konuşan, devletin tek, yegâne temsilcisi olma iddiasıyla yukarıdan bakan bir üslûbun imama ve ona destek verenlere yönelik olduğunu görüyoruz. Ama tekrar şunu söyleyeyim: Olayın en önemli çarpanı Kürt meselesi. Bu olay Kulp’ta oldu.
Bir anekdot anlatmak istiyorum. Bunu daha önce “Gomaşinen”de anlattım diye hatırlıyorum, ama beni çok sarsmış bir olaydır, çok etkilemiş bir olaydır. Yıllar önce Refah Partisi Diyarbakır’da belediyeler kazanmıştı. Çünkü o târihteki Kürt partisi, PKK’nın çağrısıyla yerel seçimleri boykot etmişti. Ve orada hem büyükşehiri hem de ilçeleri almışlardı. Ve o ilçelerin her birinde Refah Partili belediye başkanları vardı. Bu merkezdeki ilçelerden birisinin belediye başkanının koruma polislerinden birisi Yozgatlı birisiydi. Öyle hatırlıyorum, Yozgatlı olduğunu çok iyi hatırlıyorum, adını hatırlamıyorum ama. Ve kendisi de polisti, ama Millî Görüşçü’ydü, yani Refah Partili’ydi ve bana söylediğine göre de gönüllü olarak belediye başkanının koruması olmuştu bu kişi. Benden de çok hoşlanmıyordu başlangıçta. Ben çok gidip geliyordum ve Refah Partililerle konuşuyordum, belediye başkanlarıyla. Beni “öteki” olarak görüyordu. Bir gün bir Refah Partisi heyetiyle, rahmetli Şevket Kazan’ın başında olduğu bir heyetle Lice’ye gidildi. Lice’de çok büyük olaylar, çatışmalar yaşanmıştı. İlçeye giriş yasaktı. Ama o heyete giriş izni verildi. Ve orada çatışma sırasında bir câmide, Cantürk âilesinin adını taşıyan, onlardan bir ferdin adını taşıyan Behçet Cantürk tarafından yaptırılmış bir câminin minaresine roket gelmiş, sonuçta tahrip olmuş ve öyle duruyordu. Heyet buraları gezdi, inceledi vs.. Daha sonra bir yerde otururken –ben o târihlerde sigara da içiyordum– sigara ve çayla berâber otururken bu polis geldi yanıma oturdu. Normalde benden hazzetmeyen bir polis olmasına rağmen geldi, oturdu ve bana içini dökmeye başladı ve küfrediyor. Kime küfrediyor? Oradaki Refah Partililere. Çünkü orada birisi demiş ki: “Ben bu câminin minaresini görünce ağladım. Bir kere de böyle Mescid-i Aksâ’da ağlamıştım Kudüs’e gittiğimde” demiş. Bu da bizim polis memurunu, Refah Partili belediye başkanının korumalığına gönüllü olmuş Yozgatlı Millî Görüşçü’yü çok öfkelendirmiş ve dedi ki: “Orada polisler teröristlerle çatışıyordu. Bunları yok sayıp buradan böyle şeyler söylemek vatan hâinliğidir, terördür” dedi. Ben de böyle ağzım açık dinliyorum. Ve belli ki çok dolmuş, döküldü. Sonra şöyle bir şey dedi, hiç unutmuyorum onu: “Ya onlar Millî Görüşçü ben değilim; ya ben Millî Görüşçü’yüm onlar değil”. O köklü harekette birleşen insanları pekâlâ bu tür etnik bir mesele, Kürt meselesi ayrıştırabiliyor. Buradaki olayda da Kürt boyutu olayın çok ciddî bir faktörü. Ve eğer AKP ile MHP arasında bugün, yarın bir şekilde eğer bir şeyler çıkacaksa, bir kopuş yaşanacaksa; şu anda hele yerel seçime giderken böyle bir şey düşünmek hiç gerçekçi değil, ama alttakilerde çok ciddî bir şekilde bunun potansiyeli var. Ve bunun da büyük ölçüde ateşleyicisi Kürt meselesi olacak. Çünkü artık bu Kürt meselesi taşınabilir bir mesele olmaktan her geçen gün daha fazla çıkıyor. Ve bu AKP-MHP ittifâkı bu meseleyi yok saymaya daha fazla devam edecek gibi gözükmüyor. Bu olay bize, Kulp’taki yaşanan imam-kaymakam olayı aslında birlikte hareket eden bu yapıların nasıl ayrı dünyaların insanları olduğunu ve –nasıl söyleyeyim?– “bağırlarına taş basarak” birlikte hareket ettiklerini gösteriyor. Bu kırılgan yapının kısa vâdede çözülmesini beklemek gerçekçi olmaz. Ama pekâlâ bunun aşağıda bu tür sert olaylarda kendisini daha sık göstermesine tanık olabiliriz.
Bitirmeden hepinizi Medyascope’a YouTube ya da Patreon üzerinden destek olmaya dâvet ediyorum. Katkılarınız bizim için çok önemli. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.