Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Bilge Yılmaz: Türkiye ekonomik krizden çıkabilir mi? Nasıl?

Seçimlere kısa bir süre kalsa da yurttaşın tek derdi geçim. Mayıs seçimlerin ardından göreve gelen Mehmet Şimşek ve diğer ekonomi kadroları 9 aydır görevde. Bu sürede Şimşek neleri başardı, neleri başaramadı? Şimşek ve kurmayları, faizleri yüzde 45’e çekti ama bu yeterli değil deniyor, neden? Halkın ekonomiye dair şikayetleri günden güne artarken çözüm ne olabilir? Asıl acı reçete yerel seçimlerden sonra mı yazılacak? Türkiye’ye yabancı yatırımcı neden gelmiyor?

Haftalardır istifa edeceği konuşulan İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Bilge Yılmaz, Ruşen Çakır’ın hem seçimlere hem de seçim sonrası ekonomiye ilişkin sorularını yanıtlıyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Bilge Yılmaz stüdyo konuğumuz. Kendisiyle “Türkiye ekonomik krizden çıkabilir mi ve nasıl çıkar?” sorusunun cevaplarını arayacağız. Hoş geldin Bilge. 

Bilge Yılmaz: Teşekkürler.

İYİ Parti’ye girişin 23 Aralık 2021. Seninle ilk yayını yine bu stüdyoda, 2 Ocak 2022’de berâber yapmıştık. Çok ilgi gören bir yayındı. Hâlâ o yayını konuşan ve bana soran insanlar görüyorum. Üzerinden neredeyse 2,5 yıl geçti, siyâseti iyice geri plana atmış gibi duruyorsun. Geçenlerde ‘’X’’ hesabından yaptığın uzun bir yazılı açıklama var. İYİ Parti’de çok sayıda istifâ oldu. Sen o yazılı açıklamanda, partiden istifâ etmeyeceğini, ama genel olarak muhâlefetin durumundan memnun olmadığını beyan ettin. Siyâsetle ilgili ne söylemek istersin? Sonra da ekonomiyi konuşalım.

Yılmaz: Esâsen siyâsetten uzaklaşmadım, zâten görevimin de başındayım. Benim siyâsetle ilgili ciddî endîşelerim, eleştirilerim var. Bir iki sayfalık uzun bir metinde bunları dile getirdim. Vatandaşlarımız, halkımız da kusuruma bakmasın, biraz kırınca duası gibi oldu. Tabiî iki sayfa yazınca akıllı telefonlarda okuması biraz güç. Orada benim söylediğim şuydu: Ülke çok kötü yönetiliyor. Ülkenin hak ettiği şekilde yönetilmesi için bir iktidar değişikliğine ihtiyaç var. Ben onun için Türkiye’ye geldim ve 2,5 yıl önce siyâsete soyundum. Bu süreçte gözlemlediğim, maalesef kurumsal muhâlefetin yeniden yapılandırılması gerektiği oldu. Bu düzen içinde muhâlefetin genel seçimlerde yenerek iktidârı değiştirip, daha iyi bir yönetim getirmesini çok olası görmüyorum maalesef.

2019 yerel seçimlerde kazanılan zaferler 2023’te genel seçimlere yansımadı. Onun nedenlerini de düşündüm, araştırdım. Bâzı konularda fikirlerim çok olgunlaştı. Bunların bir kısmını vatandaşlarımızla paylaşmak istedim.  Ama şu an bunun zamanı ve yeri değil, 1 Nisan’a kadar beklemek lâzım. Bu süreçte birçok muhâlif gönüllü büyük bir özveriyle çalışıyor. Şu aşamada yanlış bir tartışmaya girmek istemem. Ama çeşitli medya kuruluşlarından, istifâ etmem için üzerimde kurulan bir baskı ve öyle bir beklenti vardı.

Hattâ istifâ ettiğinize dâir haberler çıktı. 

Yılmaz: Evet. Ben onun üzerine, bu tür operasyonlara karşı, halkın doğruları bilmesi için o açıklamayı yaptım. Yoksa o açıklamayı ve daha fazlasını 1 Nisan’dan sonra yapacaktım; zorunlu kısmını şimdi yaptım. 1 Nisan’dan sonra gerekli açıklamaları yapacağım.

Ekonomiye gelelim. Ortada çok ilginç bir olay var. Mehmet Şimşek dokuz aydır görevde. Mehmet Şimşek geldiği andan îtibâren ve Merkez Bankası’ndaki yapılanmayla berâber, muhâlif olarak bildiğimiz, ekonomi politikalarını çok sert eleştiren birçok kişi kendisine açıkça destek verdi. Hattâ bâzı muhâlif siyâsetçiler de destek verdi. Bir Ali Yerlikaya’ya bir de Mehmet Şimşek’e destek vardı. Ortodoks politikalara dönüş, rasyonel politikalar vs. dendi. Ama hatırlıyorum, sen yine orada ayağın frendeydin ve Türkiye’yi hiç de öyle bir pembe tablonun beklemediğini söylüyordun. Bunu söyleyen çok az sayıda insan kalmıştı. Şimdi aradan dokuz ay geçti, ortaya çıkan tabloya bakılırsa haklı mı çıktın? 

Yılmaz: Bunları söylemek hoş değil birey olarak; ama evet, haklı çıktım. İnsanlar şimdi haklılığımı görüyorlar. Keşke haksız çıksaydım. Ama maalesef aklın yolun bir. Şu anda ekonomi gibi mevzûlarda çok büyük belirsizlikler var. Dikkatli bilim adamları hiçbir zaman çok keskin cümleler kullanmazlar, çünkü çok fazla parametre var ve bu parametrelerin birçoğu üzerinde kontrolünüz yoktur. Dünyanın bir yerinde savaş çıkabilir, jeopolitik ya da makro seviyede bir kriz çıkabilir; bunları tahmin etmek mümkün değil. Ama Türkiye’de uygulanan programın başarısız olacağı çok âşikârdı ve onları gördüğüm için çok da detaylandırmadan, kibarca dile getirmeye çalıştım. O zaman da tabiî, “Bilge Hoca zâten muhâlif, seçimi de kaybettiler. Şimdi Mehmet Şimşek iyi bir şeyler yapmaya çalışıyor, onu da beğenmiyor” diye konuşuldu. Ben eleştirimi yaptım, biraz mesâfe tanıdım, başarılı olabilecekleri bir ortamda çalışsınlar diye bir süre verdim. Ama başarılı olamayacaklarını biliyordum. Ve şimdi bu yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. 

Kısa bir özet geçeyim: Türkiye’nin ciddî ekonomik problemleri vardı ve çok ciddî bir ödemeler dengesi krizine sürükleniyordu. Çılgın bir yanlışlar zinciri vardı. Mehmet Şimşek o yanlışların bâzılarından “U dönüşü” yaptı. Zâten “U dönüşü” yapsın diye getirilmiş bir insandı; o anlamda başarılı oldu. Ama Türkiye’de ekonomik istikrârı sağlayacak, kalkınmayı ve halkın refâhını artıracak bir sürecin başlaması için gerekli istikrârı sağlayacak bir program değildi. Öyle olduğu iddia edildi, ama ben öyle olmadığını biliyordum. Bunun için tam teşekküllü bir istikrar paketi olması lâzım. Bunun bir mâlî politikalar ayağı olacak, bir para politikaları ayağı olacak, bir de –artık insanlar bunu duymaktan bıktılar ama– yapısal reformların olması gerekiyordu. Bunların hiçbiri yapılmadı. Para politikalarının içindeki bir kısmı yapıldı ve daha çok da mâlî politikalarda özellikle dar gelirlilerden büyük fedakârlık isteyen ÖTV ve KDV üzerinden bir vergilendirmeye gidildi. Yani vatandaşlardan fedakârlık yapması istendi, zorlandılar. Ama program başarısız olacağı için bu fedakârlıklar ziyan olacaktı. Ben bunu dile getirdim.

Böyle bir programın olması için, sizin doğru bir beşerî sermâyeyi bir araya getirmeniz lâzım. Bu insanların böyle bir paketi yazmaları lâzım. Uygulayıcılarının da yine birinci sınıf olması lâzım ki uygulansın. Ne böyle bir kadro yapıldı ne bir program hazırlandı. Zâten çok şaşırmıştım, Mehmet Bey geldiğinde çok hazırlıksızdı, hiçbir şey yoktu. Birçok atama arkadan geldi. Bir tek Merkez Bankası Başkanı ataması önce geldi, ama o da çok yanlış bir atamaydı.

Ben bunu hatırlıyorum, hattâ Hafize Gaye Erkan Amerika’dan geldiği için sana sormuştum. Şimdi detayları hatırlamıyorum ama, daha baştan, adı açıklandığı andan îtibâren çok olumsuz bakmıştın. Halbuki Amerika’dan gelen bir başarı öyküsü gibi görülüp kendisine bayağı kredi verilmişti. 

Yılmaz: Evet. Bu aslında devletteki ciddiyetsizliği gösteriyor. Ben İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı olarak olur da seçimi kazanıp görevi alırsak diye hazırlandım. O hazırlanma içinde de Türkiye’nin dünyanın dört yanına dağılmış beşerî sermâyesini inceleyip en iyi kadroları kurmaya çalıştım. O aşamada, birçok insanın özgeçmişini inceledim, baktım, dâvet ettim. “Evet” diyenler oldu, “Hayır” diyenler oldu. O süreçte bu hanımefendinin de özgeçmişini incelemiştim ve kendisinin kamu görevine uygun olmadığına karar vermiştim. Tabiî ben kimim, öyle bir şey yapamam, sâdece kendi çalışma arkadaşlarımı seçme yetkim var. Orada çekincelerim oluştu. Ama buradaki problemli taraf, bu kişinin özgeçmişini titizlikle incelememeleri bir yana, yapılan başka bir hatâ daha var: Bu insanın bu konuda, yani para politikaları, Merkez Bankası üzerine herhangi bir eğitimi yok. Bir iş tecrübesi de yok. Bu konu teknik, zor bir iştir, belli bir tecrübe de gerekir. Bu konuda hiçbir tecrübesi ve eğitimi olmayan bir insanın… Yani evet, kendisi işte Boğaziçi Üniversitesi mezunu, Princeton mezunu ama bunlar teknik mevzûlar. Bu işi yapabilmesi için iyi eğitime ve iyi bir tecrübeye ihtiyaç var; ikisi de yoktu. 

Bunun dışında, ben karakterin de kamu hizmetine uygun olmadığını düşünüyorum ve hâlâ aynı fikirdeyim. Ama görünen o ki buradaki karar vericiler, benim kendi çalışma arkadaşlarımı seçtiğim titizlikte seçmemişler. Acı olan bu.

Peki, bu dokuz ayın en büyük başarısızlığı karşımıza ne çıkartıyor?

Yılmaz: Ekonomik istikrar deyince enflasyon filan diyoruz, ama esas amaç uzun vâdede halkımızın refâhını artırmak. Ekonomi açısından söylüyorum. Tabiî ki bunun güvenlik kısmı var, uluslararası ilişkiler kısmı var. Ama ekonomi politikaları açısından baktığınız zaman, sizin amacınız uzun vâdede halkın refahını artırmanız, gelir ve servet adâleti içinde, herkesin hak ettiğini kazandığı, refâhını artırdığı ve insanların huzurla çalıştığı, yaşadığı bir ülke. O anlamda başarısız. Ama tabiî ekonomik parametreler açısından başarısızlıkları da var. Meselâ enflasyon düşmedi, şu olmadı, bu olmadı. Ama esas amacıyla bu başarısız bir program. Zâten buna program da demek istemiyorum, çünkü ortada program yok. Zâten problemin başlangıcı oydu. Benim ilk eleştirim, ortada bir program olmamasıydı. Türkiye’de para politikası denen şey de maalesef bir fâiz çıktı-indiye indirgeniyor. Ben buna “fâiz fetişizmi” diyorum. 

Tayyip Bey uzun yıllar ısrar etti, fâizi düşürdü ve ekonomide ciddî problemler yarattı. Ama problemi yaratan sâdece o değildi; insanlar biraz oraya odaklandı. “Fâizi artırıyorsunuz, doğru yapıyorsunuz” gibi bir şey var 

Meselâ fâiz %25-30 artırılacak deniyordu, şimdi %45 oldu, daha da artması bekleniyor.

Yılmaz: Şu aşamada yeterli bulunmuyor, evet. Size şöylebir örnek vereyim. Diyelim ki midenize yerleşen bir bakteri var ve bu, ülsere yol açıyor. Tedâvisi için de iki tâne antibiyotiği aynı anda almanız lâzım. İki antibiyotikten sâdece birini alırsanız bakteri ölmüyor, ülseriniz devam ediyor. Siz, “İkisinden birini alayım, ama diğerini almadığım için telâfî etmek için bir tânesini daha çok alayım” derseniz, hiçbir şey olmuyor. Siz sâdece bakterilere bağışıklık kazandırıyorsunuz. Bir dahaki sefer daha ağır ilâç kullanmanız lâzım. Şimdi Türkiye’de uygulanan da bu. İnsanlar fâiz artırmaya kafayı takıyorlar. Doğru bir program uygulansaydı, ciddî bir mâlî disiplinle borçlanma stresini tanımlayarak, ciddî bir para politikası uygulayarak, enflasyon hedeflemesi programı uygulansaydı –benim 18 Ağustos 2022’de açıkladığım program gibi bir program uygulansaydı– yapısal reformlarla da desteklense, özellikle tarım ilk 12 ayda gıda enflasyonunu düşürmesi açısından çok etkili, bunların hepsi aynı anda uygulansaydı, fâizin %40’lara gelmesine gerek yoktu. Ne dolar 30 TL’lere çıkardı ne de fâizin %40’ları görmesi mümkündü. Tabiî bu tür politikalar göreve gelmeden açıklanamaz, ama bizim planlarımız vardı. Bizim planlarımıza göre fâizin çıkacağı yer 40’lar değildi. Yüzde 20-25’in yeterli olduğunu düşünmüyorduk, ama %30’larda kalacak, sonra düşmeye başlayacaktı. Biz göreve gelseydik, büyük ihtimalle fâizler şu an 30’ları görmüş, şimdi aşağı gelmeye başlamıştı ve enflasyon da çoktan kontrol altına girmişti. Ama siz doğru politikalar uygulamazsanız ve yanlış şeyler söylerseniz, insanların enflasyon beklentisini artırırsınız, bu sefer o fâiz silâhını çok çekmek zorunda kalırsınız. Ama ona rağmen etkili olmaz. Tayyip Bey müsaade ederse büyük ihtimalle fâizi artırmak zorunda kalacaklar, ama o da yeterli olmayacak. Biz altı ay, bir yıl sonra yine buraya gelir, bir daha konuşuruz. O zaman da benim haklı çıktığımı maalesef göreceğiz. 

Biraz önce, başarının en büyük kriterinin insanların refâhı olduğunu söyledin. Bakıyoruz, ekonomi konusunda şikâyetler giderek artıyor ve bu şikâyetler, en üst tabaka olmasa bile toplumun neredeyse tüm kesimlerini, özellikle orta sınıfı çok ciddî bir şekilde etkiliyor. Artık fiyatlarda ne pahalı ne değil bunu anlayabilecek bir ölçü kalmadı. Ama buna rağmen insanların siyâsî tercihlerine çok da fazla yansımadı, en azından son seçimde.

Yılmaz: Çok büyük konulara girdik. Belli bir disiplinle anlatmaya çalışayım. Çünkü orada değişik mevzûlar var. Türkiye’de bir deney yapıldı ve bu deney bilerek ve isteyerek yapıldı. Yanlış para politikalarıyla enflasyon azdırıldı ve çok büyük bir servet transferi yapıldı. Nasıl oldu onu anlatayım: Devletin açıkladığı enflasyon ile insanların inandığı enflasyon biraz farklı. Diyelim ki enflasyon %100. Biz bu yıl 100 liralık bir mal aldık, ortalama bir mal seneye 200 olacak. Diyelim ki ben iş yapıyorum. Hattâ çok bir şey de üretmeyeceğim, bir ev alacağım bir yıl sonra satacağım ya da dayanıklı bir mal alacağım, bir yıl sonra satacağım. O malı bu yıl 100’e aldım seneye o mal 200. Ama ben bunu kendi paramla yapmıyorum, gidiyorum bir bankadan borç alıyorum. Banka bana “%15’le size borç veriyoruz” diyor. Ben 100’ü alıyorum, seneye 115 ödeyeceğim. Ama aldığım mal seneye 200 olacak. Ben hiçbir riske girmeden 85 kâr ettim, devlet eliyle zengin oldum. Çünkü o fâiz, devlet politikaları yüzünden o kadar düşük. Devlet, sermâyesi olan, düşük fâizle borç alan insanı bilerek ve isteyerek zengin etti. Bunların büyük bir kısmı tabiî ki AK Parti ile alâkalı insanlardı. Ama hepsi de değildi. Ben buna “haksız kazanç” diyorum. Bu hırsızlık değil, yaptıkları kanûnî. Birçok sermâye sâhibi bu yolla haksız bir kazanç elde etti ve bu kazançtan pek vergi de vermediler. Çünkü Türkiye’deki vergi mevzûatı spekülatif olarak para kazananlardan çok vergi almıyor, insanları yanlış şeye teşvik ediyor. Bu insanlar zengin oldular. 

Peki, Türkiye çok mu üretti? Üretkenliği çok mu arttı, çok büyük bir zenginlik mi yarattı? Hayır. Türkiye’nin toplam refâhı, toplam zenginliği sâbit. Bir kısım insan zenginliğin çok büyük bir kısmını alıyor, geri kalanlar da çok daha küçük bir kısmını paylaşmak zorunda. Şimdi Türkiye’de yaşanan bu ve insanlardan bu zenginliği, refah almanın en kolay yollarından biri enflasyondur. Çünkü adamın parasını cebinde eritiyorsunuz, maaşını enflasyon kadar artırmıyorsunuz. Geniş halk kesimlerinden çok büyük bir gelir ve serveti alıp o çok küçük bir kısma verdiniz, şimdi insanlar onu yaşamaya başladı. Gelecek nesiller de bunu ödemeye devam edecek. Türkiye’de olan bu. 

Diğer soruya gelince: Niye muhâlefet seçimleri kazanamadı? O konuda da benim biraz önce bahsettiğim mevzûlar giriyor. Onun çok nedenleri var. Ben Kemal Bey’i direkt olarak eleştiren ilk insanım siyâsîler arasında, en azından Millet İttifâkı içinde. Daha öncesinde de 3-6 Mart sürecinde, seçime kadar, hattâ Haziran’a kadar, kazanma şansını azaltmış olmayayım diye Kemal Bey hakkında olumsuz konuşmadım. Ama içeride, İYİ Parti Başkanlık Divanı’nda oylanırken, aleyhine oy veren iki kişiden biriyim. Hattâ sonuna kadar da direndim. Çünkü ben Kemal Bey’in liderliğinde girilecek bir seçimde ciddî olarak kazanma şansının azaldığını düşünüyordum ve maalesef de haklı çıktım. Benim tahminimden çok daha kötü performans gösterdi Kemal Bey, çok da hatâ yaptı. Ama bu ekonomi meselelerinde biz çok hazırlıklıydık. Mukayeseli olarak acayip bir avantajımız vardı. Karşımızda Nebati ve Kavcıoğlu ikilisi var. Bu tarafta ise ciddî derecede birikimi olan, program yazmış bir grup var. Ama Kemal Bey o programı ve o ekibi ortaya çıkarmak istemedi; öyle bir tercih kullandı. Vatandaşlarımız da haklı olarak bizim ekonomiyi daha iyi yöneteceğimize iknâ olmadılar. Ben onları da suçlamıyorum. 

Seçim var. Ekonomi normal gidişâtında değil. “Seçimden sonra tam bir tufan olacak. Dolar şöyle olacak, enflasyon böyle olacak” deniyor. Meselâ Erdoğan en son, emeklilere seyyânen zam konusunda bunu yapamayacağını açıkladı. İlk defa bir talebi kabul edemeyeceğini bu açıklıkla söyledi ki bu, özellikle İstanbul ve Ankara’yı geri almak istediği için, kendisi açısından kritik bir seçim. Seçimden sonra, özellikle halk kesimlerini çok daha sert bir tablo mu bekliyor gerçekten?

Yılmaz: Maalesef sıradan vatandaşımızın, dar gelirli, sâbit gelirli vatandaşın durumu kötüye gidecek. Ama tabiî ki ne olacağını söylemek için ilk önce siyâsîlerin ne tür politikalar uygulayacağını bilmek lâzım. Tabii onların ne yapacağını bilmeme imkân yok, onların bileceği bir iş. Tayyip Bey neye müsaade edecek bilemiyorum. Ben Mehmet Bey’in ne isteyeceğini tahmin edebiliyorum. Açıkçası ne tür bir politika uygulayacaklarını bilemiyorum. Ama ne politika uygularlarsa uygulasınlar, ellerindeki program kötü olduğu için ve tam olmadığı için başarısızlıkla sonuçlanacak. Olayların oluş sırasını söyleyemem, ama sonuçta nereye varacağını söyleyebilirim. Tayyip Bey belli bir miktarda sıkılaştırma politikası yapmasına müsaade edeceği için Mehmet Şimşek dar gelirli vatandaşlarımızdan daha çok fedakârlık isteyecek. Aslında istenmeyecek, dayatılacak. Zamlar yapılacak, ekonomiyi yavaşlatacak önlemler alınacak, büyük ihtimalle, Tayyip Bey müsaade ederse fâizler de artırılacak. Tabiî bunun ağır bedelleri olacak. Fakat program doğru tasarlanmadığı için biz bu bedelleri ödediğimizle kalacağız. Ne enflasyon düşecek ne de bizim ekonomimiz istikrâra kavuşup sağlıklı bir büyüme ortamı oluşacak.

Peki, enflasyon hiç düşmeyecek mi? Düşecek tabiî. Nasıl düşecek? Biz enflasyonu genelde 12 aylık söylüyoruz. Yani şu an 2024 Mart başındayız. Mart’ta enflasyon açıklandığı zaman, yaklaşık %67 yaklaşık bir enflasyon var. O nedir? 1 Mart 2023’ten, 29 Şubat 2004’e kadar 12 aylık enflasyon. Bir ay sonra biz o Mart 2023’ü atacağız, Mart 2024’ü koyacağız. Geçen yıl Temmuz ve Ağustos aylarında inanılmaz derece yüksek enflasyon çıktığı için, biz Temmuz ve Ağustos aylarına geldiğimiz zaman, o 2023’te rekor kılan Temmuz ve Ağustos’u atıp, yeni Temmuz ve Ağustos’u koyacağız.

Onun için yaz aylarında azalma dediler. 

Yılmaz: Evet, onun için yaz aylarında düşecek yine. Aslında aylık bazda öyle düşecek büyük bir enflasyon falan yok. Biz bir daha rekor kırmayacağız. Biz gelir gelmez öyle yanlış politikalar uyguladık ki, öyle bir enflasyona hazırdık ki şimdi aynı hatâları tekrar tekrar yapamayacağımız için enflasyon düşecek. O anlamda düşecek, evet. Ama enflasyon yıl sonu itibariyle 36 olacak mı? Hayır. Hattâ ben kesinlikle olmayacağını söyledim. Normalde, ekonomi biliminde ciddî bir bilim adamı böyle kesin konuşamaz. Ama ben bu kadar kesin konuştum. Başarısız olacaklar, enflasyon 36 olmayacak. 2024’te olmayacak, 2025 sonundaki hedeflerine hiç yaklaşamayacaklar, çünkü program çalışmayacak. Çalışacak bir program yok. Türkiye’de bunu işletecek beşerî sermâye de mevcut değil. O zaman ne olacak? O baz etkisi yüzünden enflasyon belli bir miktar düşecek, birazcık toparlanır gibi olacak. Ama o sırada enflasyonu düşürmek için şu an doları kontrol etmeye çalışıyorlar, fakat tam teşekküllü bir program olmadığı için, bir noktada enflasyon düşeceği için doların da artık artması lâzım. Siz doları sürekli enflasyondan daha az miktarda artırırsanız, Türk Lirası reel olarak değerlenir. Ne demek o? Yurtdışından dolar euro kazanıp burada alışveriş yapan insan için, Türkiye gittikçe daha pahalı hâle geliyor. Belli bir noktadan sonra dengeleri bozacağı için, doları salmanız gerekecek ve tutamayacaksınız; bir saldırı olacak paraya. Bir noktadan sonra dolar kontrollü ya da kontrolsüz fırlayacak. Tabiî bu tekrar enflasyon yaratacak. Enflasyon yarattıktan sonra siz doları biraz tutacağınız yere kadar tutacaksınız. Sonra yine fırlayacak. Türkiye böyle bir sarmala girecek. Onun için de enflasyon yüksek kalmaya devam edecek.

Ama burada başka bir problem daha var: “Biz Türkiye’de enflasyonu doğru ölçtüğümüze vatandaşı inandıramıyoruz” deniyor. Haklı olarak vatandaş inanmıyor, çünkü TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) güvenilirliğini kaybetti.

Ama son ay değişik bir şey oldu. Hatta ENAG’dan daha fazla açıkladılar enflasyonu biliyorsun.

Yılmaz: Hattâ onu da, “Bakın biz yalan söylemiyoruz” diye açıklıyorlar. Ama bu o kadar kolay değil. Siz güveni artırmak istiyorsanız ilk önce şeffaf olacaksınız. Biz hâlâ TÜİK enflasyonunun kesin nasıl hesaplandığını, o detayları bilemiyoruz Eskiden bunlar açıklanırdı, bilinirdi. Ciddî ülkelerin hepsinde bilinir. Çünkü devlet şeffaf olursa, belirsizliği azaltır, öngörülebilirliği ve güvenilirliği artırır. Böylece sizin politikalarınızı ağır bedel ödemeden uygulama şansınız olur. Türkiye, tam tersine sayıları saklıyor, söylemiyor. “Bu ay biz enflasyonu beklentilerden yüksek çıkardık, demek ki doğru söylüyormuşuz.” Eh, doğru söylediğinizi gösterebilirsiniz. Açın hesapları, biz de yapalım, değil mi? Ama açmıyorlar. 

Bakın, Ocak 2022’den Ocak 2023’e asgarî ücret ne oldu? Aslında asgarî ücret genelde birçok ülkede çok önemli değildir, çünkü çok az insanı etkiler. Ama Türkiye’de özel sektörde maalesef yarısını etkiliyor. İnsanlar asgarî ücretle çalışıyor. O süre içinde asgarî ücret iki katına çıkmış. Ocak 2023’ten, Ocak 2024’e, asgarî ücret yine iki katına çıkmış. Peki, o iki yıl içinde devlet enflasyonu, yani TÜİK enflasyonu ne olmuş? Yaklaşık %65. Her iki yılda da. Yuvarlıyorum sayıları. Yani biz asgarî ücret alan vatandaşın şunun inanmasını bekliyoruz: Sen iki yıl arka arkaya, her yıl %100 zam aldın. Enflasyon %65’ti. Fark 35. Senin alım gücün %35 arttı. İki yıl arka arkaya oldu diyorsun. İki yıl arka arkaya %35 alım gücü varsa, bu insanlarda büyük bir refah patlaması olur. Bu insanlar buna inanmıyor. Sonra da, “Biz enflasyonu %36’ya indireceğiz” deniyor’ Adam zâten senin enflasyonu ölçme biçimine, senin hedefine baştan inanmıyor zâten.

Temel sorun enflasyon. Peki, başka ne sorunlar var? Mesela rezerv sorunu, ödemeler dengesi? 

Yılmaz: Aslında Türkiye bir felâketten kurtuldu. Şimdi Mehmet Şimşek’in hakkını da teslim etmek lâzım. Nebati ve Kavcıoğlu ikilisi o kadar yanlış politikalar uyguluyorlardı ki Türkiye’yi bir felâkete sürüklüyorlardı. Zâten 2023 yılını bizim o şekilde çıkarmamıza imkân yoktu. Yani kış ayları geldiği zaman, bizim, doğalgazı, petrolü, ilâcı, yiyeceği, bunların hepsini birden alacak dövizimiz kalmayacaktı. O gidilmez bir yoldu ve bir U dönüşü gerekiyordu. Hattâ ben, “Bir U dönüşü yapacaklar ve bütün o tükürdüklerini yalayacaklar, fâizleri artıracaklar ve tekrar rasyonel politikalara dönecekler” diye birçok yerde söyledim. Onu yaptı ve o anlamda bir ödemeler dengesi krizi çözüldü. Ben çok yakında bir ödemeler dengesi krizi beklemiyorum. 

Ama tabiî ki rezerv problemi devam ediyor; çünkü yanlış politikalar uyguluyorsunuz. Zâten fâiz artırmak tek başına çözüm değil. Bunun altını belki üçüncü kez çiziyorum. Çünkü diğer ayaklarını yapamadıkları için, sürekli enflasyonu kovalayan bir fâiz ve para çekmeye çalışıyorlar. O anlamda rezerv sıkıntısı devam ediyor. Ama çılgın bir politika uygulanmadığı için Türkiye böyle yuvarlanıyor. Meselâ Arjantin’in son yıllardaki tecrübelerine bakın. Türkiye de son yıllarda biraz onun gibi yuvarlanıyor. Aslında Türkiye ile Arjantin, birçok açıdan birbirine benzeyen ülkeler değil. Ama makroekonomik açıdan uygulanan o yanlış politikalar ve sonuçları da benziyor. Arjantin, zamânında doğru kullanılmayan bir para politikası ve para politikası dışında birçok alanda hiçbir şey yapılmaması yüzünden, para politikasının sürekli enflasyonu kovaladığı ve o yüzden enflasyonun arttığı, fâizin ve kurun arttığı bir sarmala girdi. Şimdi Türkiye de o sarmalda. 

Ben ödemeler dengesi krizi beklemiyorum, o çözüldü. Ama Türkiye rezervleri kıt bir ülke, her zaman bir saldırıya mâruz. Saldırıyı “dış güçler” anlamında söylemiyorum. Yani yatırımcılar her an Türk Lirası’na olan güvenlerini kaybederek döviz talep edebilirler. Sonuçta bunlar ekonomik bireyler. O anlamda, Türk Lirası hâlâ zor günler yaşayacak maalesef. 

“Türkiye’ye doğrudan yatırım gelirse, finansal değil de yatırım anlamında yabancı sermâye gelirse, bayağı nefes alacağız” deniyor; ama anladığım kadarıyla, bu anlamda çok büyük bir başarı öyküsü yok. Olsaydı, herhalde iktidar yanlısı medya sürekli, yeni atılan temeller, şunlar bunlar diye sürekli anlatırdı. 

Yılmaz: Tabiî o olmadığı gibi, finansal sermâyenin de iyisi gelmiyor. Siz ülkenizde fâizi yüksek tutarsanız ve döviz kurunu da kontrollü bir şekilde fâizin daha altında bir oranda artırıyorsanız, Carry Trade denen bir yatırım türü ortaya çıkıyor. Adam diyor ki: “Benim ülkemde fâiz 5, buülkede 45. Ama o ülkenin para birimi, benim ülkemin para biriminegöre değer kaybediyor. Ama o, yılda ortalama %40’tan daha az değer kaybediyor. Onun için ben bu yüksekfâizli ülkeye gideyim, paramı bozayım, gecelik ya da haftalık fâizde tutayım. Her an paramı çekme hakkım var, çok fazlarisk almayayım, o aradaki farkı da kazanayım.” Türkiye’ye çok az miktarda öyle bir para geldi. Şimdi bunun birkısmı çıkıyor. Zâten onlar talep ediyorlar. Goldman Sach, J.P. Morgan gibi yatırım bankaları, “Fâizleri bir 500 baz puan dahaartırın” diyor. Çünkü bu adamlar o parayı kazanmayacaklarsa gelmek istemiyorlar. Türkiye’nin böyle bir parayamuhtaç olması çok acıklı. Sizin, böyle kısa vâdeli vurgun yapmaya çalışan insanları zengin ederekvaracağınız bir yer yok. Türkiye’nin bu sarmaldan çıkması lâzım. Bu, işin bir yüzü. 

Diğer yüzü biraz daha uzun vâdeli. Meselâ gelip hisse senedi alıyor. Ya da gelip dolarını eurosunu bozduruyor ve devlete uzun vâdeli borç veriyor. Buralara giriş çok fazla olmadı. Ama şimdi onların bir kısmı geri çıkıyor. Biz bu modeli daha çok istiyoruz, ilkini pek istemiyoruz. Bir de esas istediğimiz, biraz önce bahsettiğiniz gibi, gelip buraya yatırım yapacak, burada ihrâcâta yönelik teknolojilere yatırım yapacak, Türkiye’de teknoloji transferi yapacak, Türkiye’de işçileri işe alacak ve yüksek katmadeğerli ürün ürettiği için bunlara yüksek maaş verecek, eğitimlerini sağlayacak ve uzun vâdede burada ürettiğini kendi ülkesine götürerek, Türkiye’nin ticâret açığını ve dolayısıyla cârî açığını, dolara olan ihtiyâcını azaltacak. Bu tür bir şeyin olması için, bir ülkede makroekonomik istikrar olması lâzım. İkincisi, kanunların çalışması lâzım. Adamın, malına kimsenin çökmeyeceğine dâir bir inancı olması lâzım. Türkiye’de bu ikisi de yok.

Bunun dışında, Türkiye’nin, içinde bulunduğu bir ekonomik ortam komşuları var. Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcıların önemli bir kısmı Avrupa’dan geliyor. Çünkü Türkiye, Avrupa Birliği ile bir ticârî gümrük birliğinin içinde yer alıyor. Bu, 90’larda Tansu Çiller zamânında yapılan, ANAP ve DYP zamânından kalan bir anlaşma. Ama onun bir modernizasyonu gerekiyor. Türkiye’nin, hukukun üstünlüğünü de sağlasa, makroekonomik istikrar da sağlasa, bu parayı daha câzip hâle getirebilmesi için bu gümrük birliği işinde kendini daha avantajlı bir konuma getirmesi lâzım. Ama bu anlaşmada, bizim uluslararası ilişkilerdeki beceriksizliğimiz, yani ülkenin, Tayyip Bey’in tercihleri, dış politikayı silâh olarak da içeride kullanması ve dışarıya fedâ etmesi yüzünden yapamıyoruz. Bunların da yapılması lâzım. Bunların üçü de olmazsa Türkiye sizin bahsettiğiniz şeyleri maalesef sağlayamayacak. Bu bizim ekonomik programımızın önemli bir ayağıydı, maalesef kullanmıyorlar.

Gıda enflasyonu konusuna gelelim. Benim çok anladığım bir konu değil; ama bildiğim kadarıyla, dünyada bayağı bir düşüş trendinde, ama bizde değil. Dünyada, Türkiye’de olduğu gibi, olumsuz anlamda farklı olan ülkeler var mı?

Yılmaz: Çok az. O ülkeler de genelde bizim hep küçümsediğimiz ülkeler. Türkiye’nin kendini görmek istediği ülkeler arasında öyle bir şey yok. Pandemi sırasında dünyada belirli bir gıda enflasyonu oldu, ama şimdi fiyatlar düşüyor. Türkiye’de ise yükselmeye devam ediyor. Bunun bir nedeni Türkiye’de genel bir enflasyon olması. Ama daha önemli nedeni, Türkiye’nin doğru bir tarım ve hayvancılık politikası izleyememesinden kaynaklanıyor. Türkiye’de özellikle dar gelirlinin canını acıtan şey gıda enflasyonu. Çünkü gelirinin büyük kısmını zâten gıdaya ve barınmaya harcıyor. Sektörel anlamda yapılacak reformlar önemlidir. Ama bunlar arasında tarım en önemlisi. Çünkü tarım çok kısa sürede sonuç verebiliyor. Siz doğru tarım politikalarını uygularsanız, ciddî derecede tarım ürünlerinde ucuza mal üretebilirsiniz. Bu da ülkenizdeki gıda enflasyonunu frenler, hattâ fiyatları aşağıya çeker. Türkiye’de bu yapılmıyor. Aslında bunu yapmak zor da değil. Biz kendi programımızda da anlattık. 

Türkiye’de tarım ve hayvancılık sektöründe büyük hatâlar yapılıyor. Bu yanlış politikalar yüzünden, biz tarımda kendi kendimize yeterliliğimizi yitirdik ve dışa bağımlı hâle geldik. Daha önemlisi, verimliliğimizi kaybettiğimiz için çok pahalıya tüketmek zorundayız. Yurtdışından gelen ürünler zâten uzaktan geliyor, dolarla, euroyla alıyorsunuz, dolar arttıkça, onların fiyatı da artıyor zâten. Bir de üstüne diğer masraflar biniyor. Mal uzaktan geliyor, belki gümrük ödeniyor, aracılar tarafından kârlar konuyor. Siz ülkenizde, kendi toprağınızda, ucuza, doğru üretim yapamadığınız için, kendi ürünlerinizde fiyatlar artmaya devam ediyor. Bunu düzeltmezseniz bu sorunu çözemezsiniz. Maalesef bu konuda da hiçbir şey, ama hiçbir şey yapılmadı. 

Benim eleştirilerimden biri de bu. Birçok alanda yapılacaklar çok net. Bunlar açık açık söylendi, net olarak açıklandı; ama iktidârın bu konularda da maalesef hiçbir hazırlığı yok. Belki Mehmet Bey’den bunu beklememek lâzım. Mehmet Şimşek belki sâdece Hazîne ve Mâliye bakanı olarak düşünüyor görevini; ama diğer bakanlıklar da koordineli bir şekilde ortak bir programın parçası olmak zorunda. Türkiye’de bu kesinlikle yok ve maalesef Türkiye’de gıda enflasyonu devam edecek, enflasyon da devam edecek; ama Türkiye tarım politikalarını düzeltmediği için, Türkiye’de gıda enflasyonu uzun bir süre daha ortalama enflasyonun üstüne çıkmaya devam edebilir. 

Mehmet Şimşek’le ilgili, seçimden sonra gideceğine dâir çok spekülasyon yapılıyor. “Erdoğan tarafından seçime kadar kullanıldı, seçim sonrasında devam etmez, edemez” gibi değişik spekülasyonlar yapılıyor. Böyle bir şey bekliyor musun?

Yılmaz: Ben kısa sürede beklemiyorum; ama tabiî bu benim uzmanlık alanım değil, aslında kimsenin de değil. Çünkü bunların hepsine Tayyip Bey karar veriyor. Ben de Tayyip Bey’le Mehmet Bey arasında geçen konuşmalara şâhit değilim. Ama benim uzaktan gözlemlediğim kadarıyla, Merkez Bankası Başkanı ile Hazîne ve Mâliye Bakanı, aşağı yukarı birlikte atanmış olmalarına rağmen uyumlu değillerdi. Normalde bu insanların bu göreve bir takım olarak gelmeleri gerekir. Anladığım kadarıyla Hazîne ve Mâliye Bakanı, Merkez Bankası’na atanan takım arkadaşından çok memnun değildi ve onun onayı ve bilgisi dâhilinde olmadan atanmış. Birlikte de çok etkili çalıştıklarını söyleyemeyeceğim. Şu anda Merkez Bankası’nın başkanının değiştirilmiş olması ve atanan kişinin Hazîne ve Mâliye Bakanı Mehmet Şimşek’in seçtiği, onay verdiği biri olması… 

Evet, Mehmet Şimşek bunu da söyledi. Biraz rahatsız edici bir üslûptu sanki.

Yılmaz: Belli bir yere mesaj vermesi gerektiğini düşünüyordu herhalde, mesaj yerine gitti. Çok net olarak söyledi. Merkez Bankası Başkanı’nın kendi ihtirasları vardı ve Hazîne ve Mâliye Bakanı’yla aralarında bir çekişme vardı, o bitti. Şimdi daha uyumlu çalışıyorlar. Ben o anlamda, Mehmet Bey’in daha kalıcı olacağını düşünüyorum. Tayyip Bey de Mehmet Bey’in çalışacağı bir ortamı açtı aslında. Meselâ fâizlerin bu kadar artırılmasına müsaade etti. Doğru politikalar uygulansa fâizler bu kadar olmayacaktı bile aslında. O anlamda gerçekten bir esneklik gösterildi. Sonuç îtibâriyle, ben bu programın başarısız olacağını biliyorum. Orta vâdede bir ödemeler dengesi krizi yok, tamam. Faturaları ödüyoruz, doğru. Halk fakirlik çekiyor, doğru. Fiyatlar artmaya devam ediyor, ama büyük bir felâket senaryosu yok; herkes yavaş yavaş kötüleşiyor. Böyle bir süreçte Mehmet Bey’in belli bir süre daha ayakta kalabileceğini düşünüyorum. Ama tabiî Tayyip Bey’in aklından ne geçiyor? Partilerin içinde ne oluyor? Ben o mevzûlarla pek ilgilenmiyorum. 

Ama halkın nefes alması, kendini refah içinde hissetmesi pek mümkün gözükmüyor anlaşılan.

Yılmaz: Kısa vâdede öyle bir şey mümkün değil. Yani doğru ekonomi politikaları uygulanmazsa öyle bir şey mümkün değil. Birinden alıp öbürüne verebilirsiniz, ama birinden alıp öbürüne verdiğiniz zaman da o refâhı alanlar genelde yoksullar, dar gelirliler olmuyor maalesef. 

Çok teşekkürler. Burada noktayı koyalım. 

Yılmaz: Ben teşekkür ederim. 

İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Bilge Yılmaz’la, “Türkiye ekonomik krizden çıkabilir mi?” sorusunun cevâbını aradık. Sonuç olarak, ortada pek bir program olmadığı için bunun da mümkün gözükmediğini ve zâten hep bildiğimiz gibi, faturayı da esas olarak halkın, özellikle dar gelirlilerin ödeyeceği noktasına vardık. Kendisine çok teşekkürler. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.