İhsan Eliaçık sizlerden gelen soruları yanıtladı: Ramazan’da din ve dünya işleri

Ruşen Çakır konuğu ilahiyatçı İhsan Eliaçık ile beraber cemaatlerin durumunu, Müslüman sol hareketin konumun, ekonomik sorunların dindarları nasıl etkilediğini, ramazan ayında din ve dünya işlerini izleyicilerin sorularıyla değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Ramazan ayının ilk cumasında Ramazan konuşuyoruz İhsan Eliaçık’la birlikte. Hoş geldin İhsan.

İhsan Eliaçık: Hoş bulduk.

Ne konuşacağız? Din ve dünya işleri konuşacağız. Çünkü sen dini dünyayla berâber konuşan birisin ve o anlamda ya takdir ediliyorsun ya da saldırıya uğruyorsun — öyle diyelim. Müslüman sol kavramı zâten başlı başına bir şey ve anladığım kadarıyla, bildiğim kadarıyla ve gördüğümüz kadarıyla tam da bu konuların konuşulacağı zaman Ramazan ayı. Meselâ ne gördük? Şehir Lokantaları’nın önünde iftardan bir saat önce başlayan kuyruklar. Onun dışında, bedâva yapılan iftar çadırlarında kuyruklar vs.. Türkiye’nin dört bir tarafında… Bir de seçim var işin içerisinde. İftar kuyrukları bize çok şey söylüyor değil mi İhsan? Önce bir şunu söyleyeyim: İzleyicilerimiz bu yayına sorularıyla, yorumlarıyla, eleştirileriyle katılabilirler. Medyascope’un ve benim YouTube sayfamdaki chat bölümüne bunları yazabilirsiniz. Evet, sorumu sordum. 

İhsan Eliaçık: Şimdi, iftar kuyrukları bu sene, geçen senelerdeki ramazanlara bakarsak daha bir göze batıyor. Bir taraftan çadırlar var; çeşitli belediyelerin, çeşitli kuruluşların açtığı çadırlar var. Diğer taraftan, Belediye’nin Şehir Lokantaları var ve iftar veren vatandaşlar var. İnsanlar sanki böyle… bugün iftar yapmak için eve gittiğimizde… yani et lâzım, ekmek lâzım, salata lâzım, çorba lâzım, bunlarla uğraşmak lâzım. Kim uğraşacak bunlarla? Bunlar da pahalı yani. Nereden baksan bir öğün 500’ü filan geçiyor. Dolayısıyla bu çadırlara yönelim gibi bir eğilim olduğunu gözlüyorum birçok vatandaşta. Yani ağız tadıyla böyle bir iftar açalım, istediğimiz şeyleri serelim sofraya diye… birçok vatandaş ne yazık ki Ramazan’da buna ulaşamıyor. Mahalle pazarlarına gittiğiniz zaman, insanların, kadınların sayıyla; 4 tâne salatalık, 5 tâne domates, 6 tâne patates aldığını görüyoruz. Sayıyla, kiloyla değil. Çok gördüm ben yani. Dolayısıyla yüksek derecede bir pahalılık var. Sessizce yaşanan bir çâresizlik var. Tam da bu ortamda Ramazan ayındayız ve seçimlere doğru gidiyoruz.

Şimdi burada bir şey var. Biliyorsun, Süleyman Demirel’in bir lâfı vardır hani: “Boş tencere iktidar götürür”. Ama bizde götürmedi. Son seçimde de gördük. Tencereler giderek boşalıyor. Şu anda da, Mehmet Şimşek’in rasyonel politikalarına rağmen hâlâ çok ciddî sorunlar var ve bu seçime damgasını basan bir konu, emeklilerin sorunları, geçim sıkıntısı var. Buna rağmen iktidârın, Erdoğan iktidârının ayakta kalabilmesinde dinin nasıl bir rolü oluyor?

İhsan Eliaçık: Şimdi, ben boş tencerenin iktidârı devirdiğine hâlâ inanırım; ama mevcut iktidârın devrilmemesi başka nedenlere dayanıyor bence. Bunu birkaç madde hâlinde şöyle söyleyebiliriz: Birincisi, müesses nizam, yani Türkiye’de adına “müesses nizam” dediğimiz devletin kendisi ve o devletin dış destekçileri, bağlantıları, işbirlikçileri Erdoğan üzerinde karar almış durumda. Onlar onun gitmesini istemiyor. Eğer gitmesini isteseler boş tencere, iftar kuyruğu filan bile sorun olur yani. Onlarla bile gidebilir. Ama onlar istemiyor. Bunun ben çok etkili olduğunu düşünüyorum. Bu çeşitli şekillerde yansıyor. Dinin rolüne gelince, o da önemli bir etken. Şimdi geniş bir kitlede; “CHP’ye oy verilmez, sol partiye oy verilmez” inanışı var. Çünkü insanlar küçüklükten beri, memleket Müslüman kültürle yetiştiği için ve Müslüman kültür de biraz Emevî, biraz Osmanlı, biraz Türk kültürü, Ortadoğu kültürü karışımı bir geleneği oluşturduğu için… Vatandaş meselâ ne yapıyor? Sol elle yemek yemiyor; bütün lânet, pis işler sol ile, sol ayakla, sol elle; bütün bereketli işler sağ ile yapılır. Vâizler sürekli, “Defteri sağdan verilenler cennete girecek; soldan verilenler cehenneme girecek” diyor, insanlar bu telkinlerle büyüyor. İnsanların zihinleri böyle şekillenince, bu zihnin kolay kolay bu kültürel hegemonyadan kurtulması mümkün değil. Ve bunun aslında bir şehir efsânesi olduğunu, hiçbirinin aslı faslı olmadığını; hattâ tam tersi bizim ulaştığımız noktada görüldüğü gibi, eğer illâ bunu sağla solla ifâde edeceksek, çağımızda esâsında İslâm’ın durduğu yerin sol olması gerektiği, Ebu Cehil’in durduğu yerin sağ olduğu sonucuna nihâyetinde varır. Ama buna varmak için çok bâdireler atlatması ve kendiyle mücâdele etmesi, yani büyük cihâdını vermiş olması lâzım. Büyük cihad da kişinin kendi nefsiyle verdiği mücâdele demektir. 

Bu noktada Ekrem İmamoğlu farklı bir profil çiziyor biliyorsun. Daha 5 yıl önceden beri bayağı bir şeyler yapıyor, Kur’an’dan sûreler okuyor meselâ. Ve en son, Murat Sabuncu’yla T24’teki röportajında gördüm: “Ben dindar birisiyim” diyor, böyle çekinmeden söylüyor vs.. Onun CHP dışındaki seçmenden de oy almakta –ki aldığı söyleniyor– bu yönünün etkili olduğunu düşünür müsün? Yoksa insanlar buna bakmıyorlar mı?

İhsan Eliaçık: Çoğu insan değil, ama geniş bir kitle buna bakıyor bence. Hani bâzı sözler var; meselâ işte biraz evvel senin söylediğin gibi tencerelerin hükûmeti devirmesi hâlâ geçerli. Sağ-sol söylemine; “Artık sağ mı kaldı, sol mu kaldı?” deniyor; ama o da değil, yani sağ-sol da geçerli. “Ya, Müslüman olduğuna vatandaş ne bakacak? İcraatına bakar” — o da geçerli: Bakıyor. Dindar, dîni bütün, alnı secdeli, sağcı, solcu; bütün bunların belli bir kesimde, seçmenin tamamını değil ama, belli bir kesim üzerinde etkili olduğunu düşünüyorum. Ve bu etkili oldukları kesim de daha çok düşünen, kafa yoran, zihinsel zevkleri olan değil; böyle temel içgüdüleriyle yaşayan ve ana inanışlara sâhip olan ve kendisini inançları yönlendiren vatandaşlarımız yani. Şimdi Ekrem İmamoğlu’nun da bunlara seslenme başarısı var. Yani Ekrem İmamoğlu’nda şöyle bir şey var: Vatandaşla göz temâsı kuruyor ve bir hikâye yaratıyor ve insanlar onun peşine düşüyor. Böyle bir yeteneği var. Meselâ ne yaptı geçen seçimlerde? Otobüste giderken çocuğun bir tânesi “Her şey çok güzel olacak Başkanım” dedi, tuttu onu bir hikâyeye dönüştürdü, bir slogan yaptı, hattâ bir dönem herkesin ağzında bu vardı.

Son kaybettikleri seçimde de oydu. 

İhsan Eliaçık: Evet. Bu şimdi küçük bir şeyden hikâye yaratma becerisi siyâsî bir beceridir. Ve bu açıdan bakıldığında, siyâseten CHP’nin dışındaki halk kitlelerine dokunabilecek yetenekte bir siyâsetçi olduğunu gözlemliyorum İmamoğlu’nun.

Şimdi izleyicilere bakalım: 

Nihat Atasoy: “Çok değerli hocalarımızdan biri İhsan Eliaçık” demiş. Teşekkür ediyor. 

Nermin Hanım’ın çok ilginç bir yorumu var: “Ruşen Bey, sâyenizde ben de İslâmcı düşünceye merak sardım. İnançsızım, ama bu konuların ilgi çekiciliğini sâyenizde keşfettim” demiş.

İhsan Eliaçık: Bunlar dinleye dinleye mi?

Evet, herhalde dinleye dinleye… 

Şimdi bir tâne çok satirik bir soru var. Diyor ki: “Her köye câmi yapılıp imam atanırken, küçücük çocuklara taşımalı eğitim yaptırma yerine; her köye okul yaptırılıp öğretmen atansa, köydeki yaşlılar cuma günleri ilçe câmilerine taşınsa olmaz mı?” demiş.

İhsan Eliaçık: Tabiî, Diyânet’e yazmak lâzım onu. Olabilir. Aslında Diyânet’in işleri bunlar. Böyle şeyleri onların düşünmesi lâzım. 

Muharrem Bey diyor ki: “AKP seçimin Ramazan’da olmasının oyları üzerinde olumlu yönde bir etkisi olacağını düşünüyor. Çünkü Ramazan’da insanlar birbirleriyle daha çok görüşüyor, iftar açıyor, câmiler daha kalabalık oluyor. Buralarda propaganda yapmak daha kolay oluyor.” Bu aslında yaygın bir görüş. Hep böyle miydi, bu sefer de böyle mi?

İhsan Eliaçık: Tabiî şimdi belli bir kesim üzerinde Ramazan’ın, dinî atmosferin, iklimin etkisi var. Ama bunu tüm seçmenler için söyleyemeyiz. Türkiye’nin merkez sağ kitleleri şu anda Erdoğan’ın yanında ve onu terk etmiş değil. İmamoğlu’nda gördüğüm yeteneğin bir benzeri Erdoğan’da da var. Geniş halk kitleleriyle temas kuruyor ve birkaç cümleyle ve onların işine gelecek birkaç atraksiyonla irtibâtını devam ettiriyor. Erdoğan’ın asıl başarısı, merkez sağ kitleyi 20 yıldır yanına çekip yanında tutmasıdır. Yani bu İslâmcı başarı filan değildir. İslâmcı oylar bir DEM Parti oyu kadardır ancak Erdoğan’ın yanında. İslâmcı oylar İYİ Parti’den biraz fazla ve DEM Parti civârında İslâmcı oy vardır. Asıl Erdoğan’ın başarısı, daha önce Özal’a, Demirel’e, Anavatan Partisi’ne filan oy veren böyle geniş, Türk halkının ana gövdesini oluşturan merkez sağ kitlelerdir diyoruz. Bunu çekti yanına. Merkez sağ dediğin şey de çöktü 2000’lerin başında. Şimdi hâlâ onun yanında, terk etmediler. 

Orada peki o zaman  Yeniden Refah –sen bunu çok daha iyi gözlemliyorsundur–, o İslâmcı dediğin kesimin oylarını da Yeniden Refah devşirmeye başladı sanki.

İhsan Eliaçık: Tırtıklıyor evet. Yavaş yavaş tırtıklıyor. Ben %3-4 civârında bir etkisi olabileceğini düşünüyorum Yeniden Refah’ın. Çünkü sert İslâmcı söylemlerde bulunuyor. Çok geri İslâmcı söylemlerde bulunuyor. Tâ 70’li yılların bile gerisine düşecek derecede… Yani diyelim benim söylemime Müslüman sol söylem deniyor, eğer İslâmcı söylem sayılırsa aramızda nereden baksan 45 yıl var yani. Öyle yani… Fakat buna rağmen insanlar, “Ya, bu dinimize sâhip çıkıyor” filan diye oraya yöneliyorlar.

Yani İhsan Eliaçık’ın ortaokulda savunduğu İslâmcılıktalar mı?

İhsan Eliaçık: Evet, aynen öyle. Yani Erdoğan da öyle, 70’li yılların İslâmcılığı… “Ayasofya açılsın, zincirler kırılsın” falan filan yani…

Şimdi bir izleyicimiz diyor ki — bu çok provokatif bir soru sana yönelik: “İhsan Eliaçık’ın yumuşak ve hermenötik reformcu İslâm yorumunun ne anlamı var? Vahhâbîler’e karşı kendi görüşünü kılıçla savunur mu meselâ?” demiş.

İhsan Eliaçık: Yani “Kılıçla savunur mu?” derken, onlara görüşlerimi zorla kabul ettirmeyi kastediyorsa: Hayır. Ama onlardan bana bir baskı gelir, bu baskı bana yönelik kılıçla yapılırsa ben de kendimi savunmak için kılıca sarılırım tabiî, ancak böyle olabilir. Ben kimseye kılıç çekip de görüşlerimi zorla dayatmam.

“Birisi bana çekerse ben de ona çekerim” diyorsun.

İhsan Eliaçık: Tabiî, çekerse boynumu da uzatmam yani. 

Eyvallah. Bir izleyicimiz demiş ki: “Okul ve iş saatlerinin iftara göre ayarlanması iyi olmaz mı? Laikliğe aykırı mıdır?” 

İhsan Eliaçık: Hayır, ben laikliğe aykırı olarak görmüyorum böyle şeyleri. Sosyoloji olarak görüyorum. Yani halk kitlesi oruç tutuyor, Türkiye’de Müslüman kültür var. Hattâ cuma gününün tâtil olması, iftar saatlerinin, mesâî saatlerinin sabah/öğle/akşam şeklinde düzenlenmesi. Hattâ benim öyle bir teklifim de vardı. Yani diyelim evrensel mesâî saati sabah 8.00; 12.00-13.00-13.30 arası öyle tâtili oluyor, 17.00’den sonra da akşam tâtili. Dolayısıyla senin saat 8.00’den önce kıldığın bütün namazlar sabah namazıdır. Öğle tâtili arasına denk getirerek kıldığın namazlar da öğle namazıdır. Saat 17.00’den sonra kıldığın bütün namazlar da akşam ve yatsı namazıdır. Dolayısıyla namazların mesâîyle çakışması diye bir şey söz konusu olmaz. Bu namazlar birleştirilerek, günün 3 vaktine yerleştirilerek de kılınabilir çağımızda. Bu şekilde de olur; çünkü Kur’an-ı Kerim’de namaz vakitleri diye bir şey geçmez. Çağa göre, zamâna göre, koşullara göre bunlar ayarlanır. Şimdi bunların laikliğe aykırı bir tarafı yok. Şimdi laikliğe aykırılık nedir? Bir devlet idâresi, “Bütün kanunlar İslâm dinine göre olacaktır” derse bu laikliğe aykırıdır veya “Hıristiyanlığa göre olacaktır” derse laikliğe aykırıdır. Ama “İster Hıristiyanlıktan gelsin ister Müslümanlıktan gelsin, akla, bilime, halkın menfaatlerine uygun olanlar kanun yapılacaktır” derse bu laikliğe aykırı değildir. Bunu bir din de teklif ediyor olabilir. Dolayısıyla burada laikliğin ne olduğunu da iyi oturtmak lâzım ve bu tür şeylerden de rahatsız olmamak lâzım. Çünkü böyle şeyler cumhuriyet, demokrasi ve laikliğin uygulandığı bir ülkede; örneğin cuma namazının tâtil olması, mesâî saatlerinin iftar saatlerine göre ayarlanması, cumhuriyetin ve demokratik düzenin ve laikliğin halk kitleleri tarafından daha fazla benimsenmesine yol açacaktır.

Daha önce bir yayında konuşmuştuk, ama şimdi Hamza Bey çok net sormuş. Diyor ki: “Sosyalist solla İslâmcıların yakınlaşması Gezi sonrası süreçte arttı. Ama şu an ne Yeryüzü Sofralarını ne de Anti-Kapitalist Müslümanları görüyoruz. Bu geri çekilişin nedeni nedir?

İhsan Eliaçık: Şimdi geri çekiliş diye bir şey söz konusu değil. Yeryüzü Sofraları da devam ediyor. Bu yıl olacak. Beni çağırdılar birkaç yerden. Ama hava koşulları, biraz da böyle zamânın geçmesi, iklimdeki değişiklik; biraz var onu ben de fark ediyorum. Şöyle bir şey; bu Gezi olayları sırasında Türkiye’de dine karşı antipati oluşturmuş, benim tâbirimle “dinî çevreler yüzünden dinden soğumuş” çevreler bizim söylemlerimize, işte bu Yeryüzü Sofraları’na ilgi gösterdiler. Hâlâ da büyük bir takdirle anıyorlar ve bahsediyorlar. Fakat şu anda geldiğimiz noktada şöyle bir hava oluştu, bâzen karşılaşıyorum meselâ: “Ya, hocam galiba siz fazla yalnız kalıyorsunuz ve asıl dinî çevreler, sizin dışınızda olan çevreler ve onlar umutsuz vaka durumunda. Ya, bu dinden iş çıkmayacak; yani size rağmen. Uğraşıyorsun, çabalıyorsun ama olmuyor. Diğerleri bir türlü size katılmıyor. Onlar başka bir havada gidiyor. Hattâ geriye gidiyor.” Meselâ vâizleri dinliyor; yok Halil Konakçı, Kadir Mısıroğlu, yok Cübbeli, böyle TikTok’ta, Instagram’da, şurada burada korkunç söylemler din adına. İnsanlar bunları izliyor. “Biz de bir şeyler söylüyoruz, ama galiba sizinki böyle biraz hayalperestlik oluyor. Ama asıl doğru onlarınki. Doğru değil de, asıl din galiba onlar” havasında çok insan var şu anda. Ben bunun doğru olmadığını ve bunun mevcut iktidârın menfaat yaratan, ikbal yaratan, statü yaratan konumundan kaynaklandığını düşünüyorum. Yani diyelim ki şu anda meselâ namaz kılmak, dindar görünmek, başı örtülü olmak biraz moda. Hattâ ortalama vatandaş bunlara özeniyor, “Bana da bir yol çıkar mı acaba bir yerlerden?” falan diye. Şimdi bu iktidardan düştüğü an, bir çıkar üretme, menfaat üretme odağı olmaktan çıktığı an, insanların buna özentisi de kalmayacak. Hattâ bir eleştirisi de kalmayacak. Kim iktidardaysa onun ideolojisi, kim iktidardaysa onun dini mezhebi, târihsel kahramanı, lideri yıpranır. 22 yıl birâder… Ve din adına geldiklerini, İslâm dâvâsı güttüklerini söylüyorlar ve yapılan işlere bir bak yani. Buna rağmen, onlara rağmen İslâm çökmüyor. Zâten AK Parti’yle berâber İslâm dini ortaya çıkmış değil ki. Daha ne Emevîler geldi, ne Abbasîler geçti, ne Osmanlı geçti, ne IŞİD’ler, Talibanlar, Vahhâbîler, AK Partiler, İhvanlar, şunlar bunlar, hiçbirinden dolayı İslâmiyet çökmez. İslâmiyetin çökmeyişinin nedeni; evrensel gerçeklerden yakalamış olması, orada bir yere parmak basıyor olmasıdır. Aynı şey cumhuriyet ve demokrasi için de geçerlidir. Meselâ Türkiye’ye ben hilâfet rejimi getirmeyi ve 1920 öncesine giderek Türkiye’yi cumhuriyetten tekrar hilâfete geçirmeyi neredeyse imkânsız görüyorum. Böyle bir şey olamaz. Bu târihin tekerlerini geriye doğru götürmek anlamına gelir. Çünkü cumhuriyet evrensel bir gerçekliğe dayanıyor. Bunu yok etmek mümkün değil. Müslümanlar eninde sonunda… Meselâ biz anladık. Genellikle zeki olanları 5 yıl, ortalama akıl sâhipleri 10 yıl sonra bizim dediğimiz yere geliyorlar zâten.

Bugün meşhur bir “liberal”in söylediğini gördüm: “Anayasal monarşi” gerekiyormuş Türkiye’ye. Yani hâlâ bu saatten sonra monarşi konuşanlar var. 

İhsan Eliaçık: Evet, bir tânesi de “demokratik hilâfet”ten bahsediyordu.

Demokratik hilâfet… Görkem Bey soruyor: “Cemaat ve tarîkatların seçimlere etkisi yüzde kaçtır?”

İhsan Eliaçık: Okuduğum bir ankette; Bekir Ağırdır’ın anketinden, birisi de Kemal Özkiraz’ın ve bir anket daha vardı, 3-4 anketi bir arada değerlendirdiğim bir ankette, Türkiye’deki dinî ve kültürel yaşam üzerine yapılan araştırmada; tarîkat mensubu olanların sayısı %4, “Ben ateistim” diyenlerin oranı da %4,3, “Ben Allah’a inanıyorum” diyenlerin oranı da %86. Burada ne diyor vatandaş? Vatandaş burada diyor ki; iki tarafı da uç görüyor. Yani, “Ben ateist değilim, ama tarîkat mensubu da değilim”. Tarîkat, cemaat de %4 yani. “Ama ben Allah’a inanan, bireysel bir inançlıyım. Bu tavrım da yok” diyor. Ben Türkiye halkının genelinin böyle olduğunu, aslında bizim meselâ dikkatle tâkip edilirse geliştirmeye çalıştığımız ve biraz evvel arkadaşın “biraz yumuşak, gevşek İslâm yorumu, reformcu” falan dediği şey tam bu %86’nın yaşadığı şey. Ben buna “Halk İslâmı” diyorum. Yani halk kendi bilgeliğiyle İslâm’ın özünü görmüştür. Halk ne der? “Benim kalbim temiz” der; “Çok mal haramsız olmaz kardeşim” der. Fakat aynı zamanda, “Üzümünü ye bağını sorma” der. Böyle sıkı sıkıya tarîkatçılar gibi kadınları örtünmez. Beş vakit namazı sıkı sıkıya tâkip etmez. Cumaya gider, bir de bayramdan bayrama gider. Yani gevşektir ritüeller konusunda. Ama dürüst olacaksın, kalbin temiz olacak, yalan söylemeyeceksin filan, oralarda biraz sıkı davranır. Müslümanlık da budur zâten, özü de budur. 

Yani şunu diyorsun: Îmânı kuvvetli, ama ibâdet konusunda daha esnek.

İhsan Eliaçık: Tabiî. İbâdet, yani ona ritüeller de diyebiliriz, ritüelleri esnektir, yani biraz salmıştır böyle; ama “Ahlâklı olacaksın, dürüst olacaksın, yalan söylemeyeceksin, adam olacaksın” falan der. Yani esâsı da budur, Müslümanlığın özü de budur.

“Öyle değil o iş” rumûzuyla yazan birisi X’ten sormuş bu soruyu: “İhsan Eliaçık kendisi daha çok inanmayanların dinleyip hak verdiği bir hoca olduğu konusunda ne düşünüyor? Meselâ namazla ilgili konuşur, kılmayanlar onaylar. Dinle ilgili konuşur, ateistler onaylar. Neden böyle olduğuna dâir bir fikri var mı?” diyor. 

İhsan Eliaçık: Bu görüş tam doğruyu yansıtmıyor. Çünkü, şimdi benim hazırlamış olduğum Yaşayan Kur’an. Türkçe Meal ve Tefsir geçtiğimiz yıl Şubat ayında Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından yasaklandı. Ve bu Din İşleri Yüksek Kurulu da daha çok mâlûm bir tarîkatın üyelerinin çoğunluğu sağladığı bir yerdi. Çoğunluğu sağlar sağlamaz yaptıkları ilk iş benim meâlimi yasaklamak oldu. Nitekim geçenlerde o yasağa 50-60 tâne yazar, aydın fotoğraflarla berâber tepki gösterdi. Ona tepki gösteren Cübbeli Ahmet, “Bak, kimin kitabını savunuyor? 50-60 tâne adam bir araya gelmiş Diyânet’in yasakladığı meal tefsiri savunuyor” diyerek, onları diline dolayarak ve oradaki isimleri tek tek anıp aleyhlerine konuşarak diyor ki: “Diyânet İşleri Başkanlığı’nın şu âna kadar yapmış olduğu en hayırlı iş bu İhsan Eliaçık denen adamın tefsirini yasaklamak olmuştur” diyor. Halbuki Cübbeli, Diyânet İşleri Başkanlığı’nı tasvip etmez, hattâ câmilere gitmez, kafir falan bile görebilirdi bir zamanlar. Şimdi bu en koyu tarikat, benim yazmış olduğum tefsirden rahatsız. Hiç okumasalar, o tabana yayılmasa, onlar tarafından kafaları karışmasa bunu söylerler mi, buna gerek duyarlar mı? Niye benim tefsirimi yasaklıyorlar? Çünkü tabandaki insanları rahatsız ediyor, duyanların kafası karışıyor. “Sen öyle konuşuyorsun, ama yokmuş böyle dinde. Adam öyle söylüyor. Açalım bakalım şunu” dediği zaman kafa karışıyor ve “Sakın ha! O kitapları evinize dahi sokmayacaksınız. Önsözünü okursanız kendinizi kaptırırsınız” falan diyor. Şimdi bunlar da gösteriyor ki bizim söylemlerimiz dinî taban tarafından izleniyor. Öyle sâdece Geziciler izliyor, inanmayanlar izliyor diye bir şey yok. Onlar takdir ediyorlar. Yani söylediklerimizden etkilenmiyor. Yani dinî olmayan çevreler benim söylediklerimden etkilenmiyor ve benim söylediklerim doğrultusunda dönüşmüyor, değişmiyor. Beni değişmiş olarak görüyor; “İyi, bize doğru geliyor. Güzel güzel, biraz daha gel” havasında. Ama benim söylediklerimden değişenler… yani dinî taban değişiyor. Adamın hayâtı altüst oluyor okuduğu zaman. Hattâ birçok kişi bana şunu söylüyor; “Hocam şu anda ben ateist oldum, ama buraya gelmemde senin çok etkin oldu.”

Onu daha önce de konuşmuştuk. 

İhsan Eliaçık: Çünkü, “Ben önce dindardım, koyu tarîkatçıydım. Senin kitaplarınla o Ergenekon’dan çıkışı sağladım. Ama şimdi bıraktım tamamen” diyor. Dolayısıyla şimdi asıl etkinin nerede olduğunu iyi tespit etmek lâzım. Ben bir sürü solcuyla muhâtap oluyorum canım, onlar sâdece takdir ediyorlar. Onlar kendilerini biraz sağlam görüyorlar. Değişmeye falan fazla niyetleri yok yani. Bir de şöyle yani, “Böyle Müslümanlıktan, dinden bahseden birisinin söylediğiyle mi değişeceğim?” falan diyor, çoğu o havada. Ama onların da değişmeye çok büyük ihtiyâcı var. Bir defa ben meselâ kendime anti-kapitalist Müslüman diyorum; ama bir şey daha diyorum, ben aynı zamanda radikal demokratım. Kendime radikal demokrat diyorum, anti-kapitalist Müslüman ve radikal demokratım ben. Şimdi radikal demokrasi söz konusu olunca bu solcuların çoğu patır patır dökülüyor. Yani adam sosyalist diktatörlüğü savunuyor meselâ. Kalkmış bana Stalin’i savunuyor. Sosyalist diktatörlük, imparatorluk, Emevî’den farkı yok. Yani böyle çoğulculuk, hani sizin girişte söylediğiniz; çoğulcu, sivil, çokpartili, her görüşten insan… Bunlardan hazzetmiyor meselâ birçoğu. Acayip bir tek tipçi havası var. Şimdi oralara girdiğiniz zaman tabiî onlarla da tartışıyoruz. 

Şimdi burada Ruken Hanım’ın bir sorusu var: “Eşitlik, kardeşlik, özgürlük, sosyalizmin temel ilkeleri ve sol İslâmcılar bunun Kur’an’ın temel ilkesi de olduğunu ileri sürüyor. Bu durumda Hz. Muhammed’i de sol sosyalist olarak mı değerlendireceğiz?”

İhsan Eliaçık: Şimdi, onun zamânında sol sosyalist diye kavramlar yoktu. 1400 yıl önce Mekke, Medine çöl ortamında ortaya çıktı İslâmiyet. Sol, sosyalizm 200 yıllık bir isimlendirme. Ama bu isimlendirmenin arka planında savunulan neydi? Oradan bakacak olursan, Peygamber’in yanında toplanan ilk 40 kişinin ben ismini çıkardım. Hani bu Alevîlikteki Kırklar Semâhı var ya? O da oradan geliyor. Yani ilk Müslüman olan 40 kişi demek o. Bu 40 kişinin 30’a yakını 25 yaşın altında gençler ve efendilerinden kaçan câriyeler, köleler, toplumun en zayıf, en ezilmiş kesimi. İçlerinde Ebubekir, Ömer, Osman gibi orta sınıf; ama üst düzey, yani burjuvazi dediğimiz zaman, Mekke’nin burjuvazisinden hiç kimse Peygamber’i tasvip etmiyor. Onların hiçbirisi zâten Peygamber’i affetmiyor da. Yüksek burjuvazi şiddetle Peygamber’e karşı çıkıyor. Şimdi bu analizden yola çıkarak bakacak olursak, esâsında İslâmiyet Mekke’de bir devrimci gençlik olarak doğmuştur, hepsi gençtir. Peygamber’in yaşı zâten 40. Kendisinden daha da yaşlı kimse yok. Bir Ebû Zer el-Gıfârî var 42 yaşında, diğerlerinin hepsi kendinden aşağı ve üçte ikisi de genç ve kadın. Yani gençlik hareketiyle karşı karşıyayız ve bu Mekke’de kurulu olan düzene karşı çıkıyor. Ve Peygamber düzene karşı çıkmakla, atalara karşı gelmekle suçlanıyor. İhtilâl yapmaya kalkmakla filan suçlanıyor. Dolayısıyla bu suçlamalara da baktığımız zaman, bugün bu suçlamalar kime yapılıyorsa onunla aynı konuma gelmiş oluyor. Şöyle söylüyorum: Eğer meselâ Peygamber şu anda, çağımızda söylemlerini dile getirseydi, “Lehü’l mülk” ana sloganları, “Mülk Allah’ındır” dediği için komünist diyeceklerdi ona. “Lâ İlâhe İllallah”; “Allah’tan başka hiçbir görünür dünyevî otorite tanımıyorum” dediği için anarşist diyeceklerdi ve eline kılıç alıp da Bedir gibi, Uhud gibi savaşlara katıldığı için de terörist diyeceklerdi. Bu iki iki daha dört yani. Zamânın egemenleri İsa’ya anarşist dediler, Musa’ya anarşist dediler. Yani şu anda anarşist, sosyalist, sol, komünist suçlamalarının tamâmı başka kelimelerle, kendi zamanlarının kelimeleriyle peygamberlere yapıldı. 

Şimdi kadın haklarıyla ilgili bir soru var. Ama onu daha önce çok konuştuk ve çok da geniş olduğu için onu şimdilik bir kenara koyayım. Seni dinlerken, hani “Mülk Allah’ındır” derken, geçenlerde bir siyâsetçi mal varlığı sorulunca ne diyordu; “Bunlar bize emanettir” mi?  

İhsan Eliaçık: “Mülk Allah’ındır. Biz emanetçiyiz” dedi Turgut Altınok, Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı. Mülk Allah’ındır, şimdi zâten bu böyledir, evet. Birçok zengin Müslümanın apartmanının kapısında “Mülk Allah’ındır” diye yazar. Ama 12 dâireden kirâ alır. Kirâcısı 3 ay üst üste kirâsını yatırmadığı için de onu evden dışarı atmaya kalkar. Ve insanlar, “Ya kardeşim, mâdem mülk Allah’ındır, mâdem emânetçiyiz, biraz da biz şu emâneti kullanalım” dediği zaman da, “Ya, ticâret başka, din başka” filan der. Şimdi geniş bir kitle zâten… gerek bu “Lâ ilâhe illallah”, gerek “Mülk Allah’ındır” gibi Kur’an’ın temel esprilerinin tamâmını biz yeniden yorumluyoruz. Onlardan çok farklı bir yerde durarak, çok farklı bir yerden bakarak ve bana göre de aslına uygun olarak, gerçeğine uygun olarak yorumluyoruz. Böyle olunca onlarla bizim aramızda dağ gibi bir fark ortaya çıkıyor. “Ya, bu senin söylediğin İslâmiyet ise, bu IŞİD ne? Taliban ne? “Mülk Allah’ındır” deyip paraya pula sarılan, hattâ taparcasına malın mülkün içine gömülmüş bu Müslümanlar ne? Bu hırsızlık, yolsuzluk din adına yapılıyor. Salavat çekerek adam rüşvet alıyor. Besmele çekerek ihâle götürüyor. Bunlar ne?” diye bizim söylediklerimizle onlar arasında uçurum görüyor. Evet, öyle bir uçurum var. Zâten biz de onu söylüyoruz. Buna İranlı üstat Ali Şerîatî “dine karşı din” der. Öyle bir kitabı var. Yani târih boyunca dinle dinsizlik savaşmamıştır. Dine karşı din savaşmıştır. Bir hak din var, bir bâtıl din var. Bir sarayın dini var, bir halkın dini var. Bir ezenin dini var, bir ezilenin dini var. Bunlar daima karşı karşıya. Şu anda da böyledir.

Benim de bu konuları çalışmaya başladığımda ilk okuduğum kitaplardandır Ali Şerîatî’nin Dine Karşı Din kitabı. Gerçekten farklı. Bir izleyicimiz hemen yollamış: “Mülk Allah’ındır vergi kulun” diyor. Bir izleyicimiz de diyor ki: “İhsan Hocamızı TRT iftar ve sahur programında dinlemek isteriz.” Böyle bir şey dinleyemeyeceği kesin. Eğer biz Medyascope’ta 7/24 yayın yapacak olursak, Ramazan’da seni…

İhsan Eliaçık: Ben demiştim ki: “Türkiye’de bir değişikliğin olduğunu nereden anlarız? Eğer bir gün beni TRT’de konuşurken görürseniz bilin ki Türkiye değişmiştir”.

Neydi? Nihat Hoca mı?

İhsan Eliaçık: Ben ve benim gibiler, diyelim ki iftar programında TRT’de konuşuyorum meselâ. Bu, Türkiye’de bir devrim olduğu anlamına gelir yani. 

Muharrem Bey’in sorusu: “Millî Eğitim Bakanlığı’nın ders kitaplarında müfredat değişikliğine gitmesi, bâzı cemaat ve tarîkatlarla işbirliği yapması, bilimsel eğitimden uzaklaşıp daha dinsel bir eğitime gitmelerini nasıl yorumlarsınız?”

İhsan Eliaçık: Doğru bulmuyorum. Devlet takım tutar gibi tarîkat tutuyor. Esasında bu AK Parti hükûmetinin bir işi değil, devletin bir işi. Tarîkatlar arasında çok yaygın olan, Cübbeli filan da bunu çok kullanır; “Nakşibendî, Mevlânâ, Hâlidîye kolu filan der. Bu Mevlânâ Halid-i Bağdadî Bağdat’tan Osmanlı’nın son döneminde Vahhabîliğe karşı panzehir olsun diye İstanbul’a getiriliyor. Yani devlet kendine bir tarîkat buluyor. Tarîkat şeyhini İstanbul’da besliyor, iyi yerlerde oturtuyor ve bu Vahhabî cereyânına karşı tarîkat yoluyla bunlara söylem geliştirmesini istiyor ve şu ortada gördüğünüz, şu andaki mevcut hükûmetle berâber, tâ o günlerden bu yana, nereden baksanız 150 yıldır devletin yanında yer alan tarîkatlar bu Hâlidîye koludur. Nakşibendi tarîkatı, Erenköy tarîkatı, Menzil tarîkatı, Hakyol tarîkatı, bunların hepsi; Seyyid Hakîm Arvâsî, Işıkçılar, şunlar bunlar –bunların sen çoğunu biliyorsundur– bunların hepsi devlet tarîkatıdır. Hâlidîye devlet tarîkatı, devletten yanadır; hükûmetten yana değil. Devlet peydahlamıştır bunları. Şu anda hâlâ, bu sefer AK Parti iktidârda olduğu için onların yanındalar. Merak etmeyin, AK Parti gitsin, bakın CHP bile gelse bunlar devletin yanındadır. Ve devlete karşı zararlı olabilecek bir dinî cereyâna karşı oluşturulmuşlardır. O zamanki dinî cereyan Vahhabîlik’ti. Suudî Arabistan’da ortaya çıkmıştı ve Osmanlı’yı tehdit ediyordu. Ona karşı bir dinî ideolojik tarîkat oluşsun diye bunlar oluşturuldu. %80 böyledir yani. Hepsi de hep sağ partileri desteklemişlerdir, devletin yanında yer almışlardır. Şimdi de AK Parti’nin yanında yer alıyorlar. Onların AK Parti’nin yanında yer almaları genlerine daha uyuşuyor, daha rahatlar yani.

Burada tabiî şöyle bir şey var; Hâlid-i Bağdâdî’nin adını Bağdat görenler yanlış şey yapmasın, aslen Kürt değil mi?

İhsan Eliaçık: Kürt, evet.

Ben hattâ şöyle bir şey biliyorum; Kürt konusuna çok hâkim olan Hollandalı araştırmacı Martin van Bruinessen var biliyorsun. Kürtlerle ilgili kitapları Türkçe’ye de çevrildi. O bana şunu söylemişti: Endonezya’da insanların büyük bir kısmının dinî pratikleri Kürt Şâfiî pratiklerine benziyormuş. Yıllar önce oraya Hâlidîye, Nakşî halifeleri Endonezya’da bayağı tebliğe gitmişler ve onlardan iz kalmış diye söylemişti. Evet, böyle bir şey. Türkiye’deki Nakşîlerin büyük bir kısmı Hâlidî ve neredeyse ezici bir çoğunluğu, senin de dediğin gibi devletten yana, hükûmetten değil. 

İhsan Eliaçık: Evet. Hükûmetten öte devletten yana.

Peki o hep sorulan soruyu tekrar soralım: Tarîkatların resmî statüye kavuşturulması meselesi. Ben bunu savunurum. Sen de savunur musun? Yani denetlenebilsin vs..

İhsan Eliaçık: Ben biraz evvel radikal demokratım dedim yani. Ben herkesin açığa çıkmasından yanayım.

Ama resmî olarak…

İhsan Eliaçık: Tabiî, resmî olarak. Şimdi adam zâten… Birbirimizi kandırmanın bir âlemi yok, bilmem ne hayır hasenat derneği, bilmem ne yayma cemiyeti filan bir sürü dernekler var. Kardeşim, bu derneklerin hepsi aslında tarîkat. Tarîkat dergâhı diye yazmamış, tekke ve zâviye diye yazmamış da; filan derneği diye yazmış. Şimdi sen biliyorsun ki bir tekke ve zâviye faaliyeti yürütülüyor burada. Peki, tekke ve zâviyelerin olması Türkiye’de… veya şöyle söyleyeyim; tekke ve zâviyelerin olmaması, bunların kökünün kazınması bana göre mümkün değil. Bu sosyolojiye aykırı. Olaya sosyolojik bakan birisi bunların varlığını kabul eder. Bunları açığa çıkarır. Resmîleştirir. “Gelin, oturalım konuşalım” der. Sözleşme imzâlar. “Şöyle yapacaksınız, şurada duracaksınız, denetleneceksiniz, şuraya karışacaksınız, buraya karışmayacaksınız. Herkes kendi sınırına çekilsin ve yaşasın gitsin” der. Yani çağdaş, medenî yöntem budur. Şimdi bunları sen illegaliteye mahkûm ediyorsun, tanımıyorsun, kabul etmiyorsun, dışlıyorsun; onlar da dışlandıkça, “Zulüm görüyoruz, baskı altındayız” falan diye iyice palazlanıyorlar. Onların güçlenmesine sebebiyet veriyor. Halbuki bunlar ortaya çıksa, resmîyete kavuşsa, alenen kendilerini ifâde etseler… Ancak şu şartla: Karşılarına rakipleri de çıkacak, hem de rakipleri kendi içlerinden çıkacak. Tarîkatlarla devlet mücâdele etmeyecek; tarîkat, karşıtı dinî grupla mücâdele edecek. Meydanı onlara bırakacak devlet: “Buyurun, aranızda kavga etmeden kültürel mücâdele verin, eğer saç baş yolar da birbirinize girerseniz, atarım hepinizi içeri” diyecek. Ve onlar da kültürel mücâdele verecek. Bugün Türkiye’de tarîkatlara şirk gözüyle bakan ve bir tarîkatçının karşısında asla duramayacağı dinî ve ideolojik açıdan çok güçlü gruplar var. Bu grupları tarîkatlarla baş başa bıraksın devlet, kenara çekilsin yani. Bunun yöntemi bu. 

Doğan Bey soruyor: “Hocam, şatafat devri neden bitmiyor?” diyor.

İhsan Eliaçık: Şatafatın kendisi bence bitecek bir şey değil. Çünkü şatafata meraklı çok insan var. Diyelim AK Parti dönemi şatafatı biter, CHP şatafatı başlar. Erdoğan şatafatı biter, İmamoğlu şatafatı başlar. Yani şatafat hep devam eder. Şatafata karşı çıkmak şu anda ortalama siyâsetçinin yapacağı bir şey değil. Çok daha idealist, çok daha derinden giden yaklaşımlara ihtiyaç var bu nedenle. 

Özlem Hanım demiş ki: “Medyascope’ta alternatif iftar programı yapın”.

O zaman sana şimdiye kadar sormadığım soruları sorarım. Meselâ: Sakız çiğnemek orucu bozar mı? Nedir bunlar böyle? O kadar çok şey var ki böyle. 

İhsan Eliaçık: Sakız çiğnemek orucu bozar mı? 1400 yıldır ümmetin çözemediği bir sorunu ben çözüyorum: Sakız çiğnemek orucu bozmaz. 

Yıllar önce şöyle acayip bir soru vardı. Fıkra mıdır yoksa? Oflu Hoca muhabbetlerinde… Öyle alengirli soru soruyor ki Hoca da şey diye cevap veriyor: “Sen oruç tutmamak için bahâne arıyorsun” diye söylüyor. Hakîkaten bu niye bu kadar çok prim yapıyor, bu tür sorular? İnsanlar gerçekten bunları merak mı ediyor?

İhsan Eliaçık: Yok. Şimdi sakız orucu bozar mı diye tartışanların çoğu oruç tutmuyor. Bunu soran kişi, “Hocam, sakız orucu bozar mı?” diye soran kişinin kendisi de oruç tutmuyor. Peki niye soruyor? Enteresan bir şey var Türkiye’de; din hakkında herkes kendinde konuşma yetkisi görüyor. “Din Allah’ın dini değil mi kardeşim? Allah da nerede? Hepimiz Allah’a inanıyoruz. Bu din benim de dinim” diyor. Aslında bu çok demokrat, güzel bir şey yani. Herkes din hakkında konuşabilmelidir. Diyeceksin ki: “Adam câhille mi konuşsun yani?” Ya, konuşsun ki câhilliği ortaya çıksın ve serbest piyasa şartlarında kamuoyu, toplum ona notunu versin. “Câhilin teki” desin, söyledikleri îtibâra alınmasın ve gülünç duruma düşsün. Yani ortam, piyasa… Ben şuna biraz şaşırıyorum; serbest piyasa deniyor ekonomide, demokratik çoğulculuk deniyor siyâsette; ama din söz konusu olduğu zaman, “Diyânet konuşacak, herkes susacak” deniyor. Birkaç tâne âlim var, onlar bile: “Herkes susacak”. Niye dinî çoğulculuk olmuyor? Niye dinde serbest piyasa olmuyor? Bırakın herkes konuşsun kardeşim. Kimin söylediği işe yararsa, kimin söylediği bir ihtiyâcı karşılarsa, kimin söylediği vatandaşta bir makes bulursa o yükselsin, diğeri de unutulsun gitsin.

Bugün bir şey gördüm, sen de gördün mü bilmiyorum: Diyânet İşleri Başkanı’nın kızının yazdığı şiiri gördün mü?

İhsan Eliaçık: Görmedim.

Nerede bıraktığını unuttuğu lüks otomobili için şiir yazmış. 

İhsan Eliaçık: Tam Diyânet İşleri Başkanı’nın kızına yakışır bir şey.

Şimdi tabiî normalde insanlar böyle fantaziye kaçan şeyler yapabilirler, ama tabiî olay Diyânet İşleri Başkanı olunca… Neyse, şiiri okumayayım.

Bir soru: “Denize girmek orucu bozar mı?” Buna şöyle cevap ver: “Havalar zâten müsâit değil” deyip geçelim. 

İhsan Eliaçık: Sen de biliyorsun bu işleri yani. İyi fetvâcı olur senden. 

İhsan, bitirirken şunu sormak istiyorum: Yıllardır tanışıyoruz. Sen ve başkaları da var eminim, ama senin üzerinden şey yapalım. Yani bir yerde bir dönüşüm yaşıyorsun ve sürüyor. Yani benim yıllar önce Kayseri’de tanıdığım İhsan Eliaçık neydi? Cezâevine girip çıkmış, “şeriatçı” diye kabaca tâbir edilecek bir isimdi. Şimdi radikal demokrat, değil mi? Müslüman sol vs. vs. Buradaki şeyi özetle anlatmanı istiyorum, buradaki dönüşümü sağlayan olay nedir senin açından, senin öykünde? Yani aşama aşama oldu, ben onları biliyorum, yakından gözlediğim için biliyorum; ama bunu sen kendin de illâki değerlendiriyorsundur. Meselâ eski zaman arkadaşların vardır, onlar da sana böyle lâf atıyorlardır belki. 

İhsan Eliaçık: Şimdi şöyle söyleyeyim: Benim eski arkadaşlarım veya temasta olduğum, irtibatta olduğum insanların çoğunun en çok kızdıkları şey, benim dinî görüşlerim değil. Dinî görüşlerimin birçoğunu zâten aşağı yukarı benimserler ve ben o zamanlarda da böyle aykırı dinî görüşler savunurdum. Beni hep onlar böyle aykırı bir şey savunurken; genel, yaygın olan, yerleşik olana ters bir şey söylerken görmüşlerdir. Onların rahatsız olduğu şey mahalle meselesi; din meselesi değil. Dini görüşlerimiz hemen hemen aynıdır yani, çoğu bana göre anti-kapitalisttir. Çoğu radikal demokrat eğilimlidir. Reformcu dinî fikirleri vardır. Zihinleri açıktır. Ama mahalle burada dinden daha önemli. Şimdi biz değil mi ki 2013 yılında Gezi’ye katıldık. Ben Gezi Meydanı’nda cuma namazı kıldırdım.

Biliyorum. Ben izledim onu. 

İhsan Eliaçık: Gezi isyancılarıyla berâber isyanda yer aldım. “Vay! Sen niye mahalleyi terk ettin de karşı mahalleye geçtin de oradan bir de yaylım ateşi yaptın?…” Yani bütün mesele bu. Buna kızıyorlar. Ve benim şu anda siyâsî muhâlif olmam. Erbakan da dâhil evet, Erbakan, sonrasında… Ağzımdan tevâfuken çıktı, ama o da dâhil. Bu Millî Selâmet Partisi geleneği, Refah Partisi geleneği, en son AK Parti geleneği… hep muhâlifim yani. Bunlar iktidâra gelmeden önce de muhâlefet ediyorduk, iktidâra geldikten sonra da iktidarlarına muhâlefet etmeye başladık. Hiçbir zaman Erdoğan’a bîat etmedim. Bundan onların çoğu buna çok kızıyor. Yani siyâsî açıdan öteki tarafa geçmiş gibi görüyorlar. Halbuki ben öteki tarafa filan geçmedim. Asıl öteki tarafa geçenler aslında onlar. Çünkü meselâ ben espri yapıyorum, diyorum ki: “Kardeşim, kim değişti?” Ben İstanbul’a 2002 yılında geldim. Bir de 90’larda gelmiştim. Fatih’te, Fatih Câmii’nin etrâfında; şu anda Balat’tayım, oralarda bir yerlerde oturuyorum 25 senedir. Mahalle değiştiren kim? Komşusu açken kendisi tok yatmamak için mahalle değiştirenler var. Başka semtlere gidenler var. Bir daha o mahallelere dönmeyenler var. Vatandaş beni çağırıyor meselâ, “Bebek’te filan yerdeki restorana gel” diyor. “Niye oraya geleyim ki?” diyorum. “Hocam ben oraya gelemem, senin eski yerlere gelemem ben” diyor. “Niye?” diyorum. “Ya, sen bu işleri anlamıyorsun. Racon böyle” filan diyor. Gelemiyor. Ya asıl mahalleyi değiştirenler onlar. Sen şimdi pılıyı pırtıyı toplamışsın zengin mahallelerine göç etmişsin. Komşun aç yatarken tok yatmamak için. Dolayısıyla başka bir âleme gitmişsin. Cennetini kurmuşsun. Bir rahata kavuşmuşsun. Paraya kavuşmuşsun. Ve ben şimdi sana yabancı gelen, ters gelen söylemlere devam ediyorum. Aslında değişen sensin, ama benim değiştiğimi zannediyorsun. Şimdi bu açıdan baktığın zaman, ben zâten hep var olanı eleştiriyordum. Geçen hafta sana söylemiştim ben, hattâ bir ara onu sen de söyledin. Bana göre çok doğru, İslâmî dünya için doğru bir perspektif, yani yaklaşım biçimi. Görüyorum ki önümüzde üç yol var. İslâmcıların çoğu, böyle Müslümanlık dâîvâsı güdenlerin çoğu ya birinci yol, eksi kutbu diyelim; giderek IŞİD ve Taliban’a kayıyorlar. Vahhabî, Selefî filan oluyorlar. İkinci yol bunun tam tersi, tamâmen artı tarafta; deist, agnostik ve ateist oluyorlar, bu din işini tamâmen bırakma yolundalar. Ben ikisinde de değilim. İkisine de girmedim. Üçüncü olan da: Müslüman kalarak İslâm’ın temel fikirlerini, düşüncelerini, evrensel gerçekliğe dayanan temellerini esas alarak ve orada durarak; çağın akımlarıyla sentez, irtibat, etkileşim, iletişim kuruyorlar. Biz öyle yapıyoruz. Biz ne yapıyoruz? Müslümanlığı temel alarak sosyalistlerle, anarşistlerle, kadın haklarıyla, insan hakları aktivistleriyle, feministlerle, çağımızda ortaya çıkmış ne kadar yeni akım varsa –Müslümanlık yokken ortaya çıkmış– hepsiyle İslâm’ın bir damarından irtibat yakalamaya, etkileşim, iletişim içine girmeye çalışıyoruz. Ben bir dâvânın, bir ideolojinin veya bir fikrin böyle devam edeceğini, doğanın kanununun bu olduğunu düşünüyorum. Nitekim evrim ne diyor? Ayıklama diyor, uyum sağlayan yaşar diyor. Uyum sağlamak, kendisini başkasına tâbi kılmak değil; başkasını etkilemek, ama başkasından da etkilenmek ve böylece yoluna devam etmek. Ben bu dinin yola devâmının böyle olduğu kanaatindeyim.

Şimdi son dedim ama, Serhat Bey’in bir sorusuyla bitirelim. Radikal demokrat olmanın doğurabileceği endîşelerden bahsediyor. Meselâ diyor ki: “Tarîkatlara resmî statü vermek, radikal demokrat için yeni bir ‘Yetmez ama evet’ yaratmaz mı?” diyor ya da mülteci konusundaki demokrat tavır. Yani bu konuda da meselâ birçok kişi sığınmacılar konusunu bir tehlike olarak algılıyor ve bu radikal demokrat perspektifi, hümanist perspektifi yanlış buluyorlar. 

İhsan Eliaçık: Hayır. Özgürlükten bence korkmamak lâzım. “Yetmez ama evet”le bunun alâkası yok. Ben aynı radikal demokrat tavrımla meselâ 12 Eylül referandumuna, o “Yetmez ama evet” yapıldığı zaman da “Hayır” dedim ve hattâ bâzı arkadaş grupları vardı, onlarla da aramın bozulmasına sebebiyet verdi. Bana dediler ki o dönemde, bu Fethullah Gülen’in “Mezarlarından kalksınlar, oy versinler” dediği zamanda; “TRT’de bir program yapılacak. Bir İslâmcı, bir solcu ve bir ülkücü oraya çıkacak.” Birinci şart bu. İkinci şart da Mamak Cezâevi’nde yatmış olacak. Üçüncü şart: Günümüzde hâlâ o dâvâları sürdürüp biraz tanınıyor olacak. Dediler ki: “İslâmcılardan senden başka kimse yok. Çık TRT’ye ve insanlara 12 Eylül’ün hesâbının sorulacağını söyleyerek, senin de Mamak Cezâevi’nde yattığını, işkence gördüğünü, Akıncılar Dâvâsı’nda yargılandığını söyleyerek insanları ‘evet’ demeye çağır” dediler. Ben reddettim. “Bunun 12 Eylül’ün hesâbını sormakla bir alâkası yok. Burada başka bir dolap dönüyor. Bunu ileride göreceksiniz” dedim. Ben bunu radikal demokrat tavrımla yaptım. Şimdi etrafta olup biten şeyleri iyi gözlemek lâzım. Neyin lehte olacağını neyin aleyhte olacağını iyi tâkip etmek lâzım. Ebu Hanîfe’ye göre fıkhın tanımı şudur: Halkın lehinde ve aleyhinde olan şeyi onlara bildirmek. Yani bu lehte görünüyor, ama bu bir kötülüğe sebebiyet verecek, iyilik maraz doğuracak veya kötülük suret-i haktan görünerek iyilik kılığına bürünmüş olarak ortalıkta görünüyor gibi durumlar da olabilir yani. Yani radikal demokrat diye de onlara gözümüzü kapatacak hâlimiz yok. Ha, radikal demokrattan benim kastım şudur: Aslında bu radikal demokrasi Avrupa’da da çok tartışılan bir şey; halk, halktan başka bir şey yoktur, halkın dışındaki her şey geçicidir, fânîdir. Devlet, sınıf, ulus, parti, her şey geçicidir. Bunları esas aldığın zaman onlara mahkûm olursun. Aslolan insanlığın ilk hâlidir. İnsanlık ilk ortaya çıktığında, toplum ilk var olduğunda bunların hiçbirisi yoktu. Halk doğayla iç içe yaşıyordu. O hâli savunabilme durumudur yani radikal demokrasi.

Çok teşekkürler.

İhsan Eliaçık: Eyvallah. 

Evet, izleyicilerimizin de soru ve yorumlarıyla Ramazan ayında din ve dünya işlerini İhsan Eliaçık’la konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.