Tarık Çelenk bu haftaki yazısında Kızıl Koncalar dizisi etrafındaki tartışmaları ele aldı. Şöyle soruyor Çelenk: Kızıl Goncalar misyonunu tamamladı mı?
Kızıl Goncalar dizisinin yapımcısı Faruk Turgut ile tanışmama Kadir İnanır vesile olmuştu. Dizi daha başlamamış, başlamak üzereydi. Dizinin ilk 10 bölümüne kadar Faruk beye konsept ve mahalle ile ilişkiler konusunda yardımcı olmaya çalıştım. Bundan sonra dizi dram ağırlıklı akıcı moda geçti. Bunun öncelikli nedeni ticari ve reytingdi. Daha entelektüel ağırlıklı dizi içindeki epizotlar, az eğitimli C ve D/E seviyesi reytinglerde hedefi karşılayamıyor, yurt dışı popüler pazar talebini daraltıyor ayrıca da çok taraflı siyasi riskleri de içeriyordu. Muhtemelen bu durum hem yapımcı hem de kanalı zorlamaktaydı.

Dizinin bu moda girmesi nedeniyle aydın kesim, “Kızıl Goncaların misyonu erken mi bitti?” sorusunu sormaya başladı. Kamuoyunda bir kesim, dizinin siyasi baskılara boyun eğdiği çıkarsamasını da yapıyor. Bu çıkarsama öncelikle liberal sol ve muhalif muhafazakâr aydınlardan geliyor. Pro-Kemalist ve seküler kesim ise diziye karşı tepkilerini sert U dönüşü yapamadıkları için soğuk yaparak ortaya koyuyor. Mahalleli ise özellikle kadın kesimleriyle NOW faktörüne rağmen diziye bağlanıyor ve tasvipkâr bir sessizliğe bürünüyor.
Dizinin ilk bölümünü seyrettiğimde aslında yapımın mahalleye yazıldığını fark etmiştim. Bununla ilgili Kemalist ve mahalleli kesime yönelik kendimce bugünlerin öngörüsünü üreten görüşlerimi de paylaşmıştım. Takdir ve öfke-linç üzerinde ülkemizde kutuplaştırılan iki kesiminin diziye ilişkin görüşlerinin devre mülk sistemi gibi yer değiştirmesi gelindiğimiz noktanın trajikomik bir gerçeği. Bunu da bu köşemdeki “Gerçeklik algısını kaybetmiş bir toplum” yazımda belirtmiştim. İşin aslına bakarsanız dizinin dram modunda da olsa ilerleyen bölümleri her an Kemalist bir uyanma ve mahalleli nefretine de dönüşme potansiyelini hala barındırıyor. Örnek olarak; tekkenin kız medresesinde inisiyatifi ele geçirecek Cüneyd ve Zeynep, Kur’an kursundaki 12. Yüzyıl başlangıç fıkıh eğitimi kapalılığını aşamalı açıp riyaziyat-matematik eğitimiyle belki de dolaylı Atatürk sempatisiyle tarikatın içinde bir çağdaş dönüşümü örgütlemelerine karşı olabilecek tarafların tepkisi gibi. Taraflar uyanırlarsa bu durum tekrar Kemalist ve mahalleli kesimin kafalarını karıştırmaya yetebilecek. Bu git geller de aslında yapımcının istediği reyting nitelikli cezbedici gerilim ve çelişkilerin bir parçası.
Şahsen bir düşünür olarak gönlüm bu örnekte Cüneyd’in medresede bir Endülüs epistemik devriminin 21. yüzyıl moduyla filizlerini atmasını, Zeynep’in de senaryoda değerlerinden ödün vermeyen bir Zeynep olarak da köklü bir misyoner okuluna kurgusal dahil olarak mücadelesini sergilemesini isterdi.
Faruk bey açısından benim de kısmen katıldığım kadarıyla dizinin başından itibaren senaryo ana akışında bir değişiklik olmadı. Tabi ufak tefek iki tarafa gülücük niteliğinde fırça darbeleri dışında. Ankara’nın sert tepkisi muhtemelen tarikat eleştirilerinin dozunu düşürdü. Zaten yazılarımda kişisel olarak dizinin bir hidayet dizisine dönüşmemesi muhafazakâr ve seküler gerçeği makul zıtlıklarla verebilmesi konusundaki duyarlılığımı belirtiyordum. Ancak işin ilginç yanı diziye karşıt kampanya başlatıp hakkında yazı yazan ve konuşan popüler zıt kesimlerin ortak özellikleri ise genelde diziye şöyle bir göz atmış olmaları veya seyretmemiş olmaları.
Dizinin başladığı andaki olumlu şoku birçok taraflı sürece dönüştürememesinde siyasi iki taraflı baskı kadar ülkedeki dizi matematiği ve kurallarının da etkisi var. Özel ve devlet kanallarında dizilerin süresi 2 saati aşmakta. Bu da senaristi zorlamakta. Bence en önemli diğer husus da senaryolar bir sezon için 24 kompakt paket içinde aynı anda başlarken hazırlanamaması. Üçer beşer paket anlık senaryo yazarak ilerlemek de toplumsal ve siyasal koşullara bağlı bir şey. Tabi ki ülkede tarikat-siyaset-ticaret ilişkisine dair nitelikli bir mizah dizinin performansını çok artırabilirdi. Ancak bu mümkün olamazdı. Ayrıca yapımcı ve senaristin de her şeye rağmen dizinin bir güç yanlısı kanalın evliya dizisine dönüşmemesi için gerekli makul çelişkileri yaratma başarılarına da şahit olabildik. Bir bakıma burada linç kültürüne alışmış farklı mahallelerimize aradıkları linç ortamını da bulabilmelerine fırsat verilmedi.
Benim için Kızıl Goncalar, uzun yıllar özlemlediğimiz pek müsaade de edilmeyen ülkenin zıt kutuplarının diyaloglarına ve dokunulmayan dehlizlerine dikkat çekebildi. Dizi 28 Şubat ve tarikat gerçeğini bir arada değerlendiren karşılıklı iletişime ekrandan da olsa zorlayan ayırt edici bir yapımdı. İlk defa bir Türk yapımında dini hayata ilişkin ayrıntılar saygı ve ciddiyet derecesinde eksiksiz canlandırılmaya çalışılmıştı. Bu dizi bir bakıma ülkede halktan kopuk irrasyonel ortamlarda çekilen güzel kadın, yakışıklı erkekler ve mafya dizileri dışında farklı herkesin bildiği ama dokunamadığı yaşanan bir toplumsal gerçekliğe dokunma cesaretini ve azmini gösterebilen bir yapımın nereye kadar gidebildiğinin de hikayesi oldu hepimiz için.
Bundan sonra dizinin tarikatlara mı Ankara’ya mı yoksa Kemalistlere mi selam çakıyor kısmı artık pek de önem arz etmiyor. Zira Kızıl Goncalar hakikatte çok uzun süremedi ama misyonunu başarıyla tamamladı. Sektör tarihinin kayıtlarına da özgün hali ile geçti.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.