Ruşen Çakır’ın konuğu Fehmi Koru: Erdoğan “dip dalga”nın sonuçlarının altından kalkabilecek mi?

Ruşen Çakır konuğu Fehmi Koru ile 31 Mart Yerel Seçimleri’nde neler olduğunu, dip dalganın yarattığı sonuçların altından Erdoğan’ın nasıl kalkacağını, AKP’nin seçim sonuçlarını nasıl okuduğunu, Erdoğan’ın bu seçimlerde en çok neye üzüldüğünü değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal 

Merhaba, gazeteci Fehmi Koru ile “Seçimlerde ne oldu da böyle oldu?” meselesini konuşacağız. Ama daha önemlisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, dolayısıyla iktidârın, Fehmi Koru’nun “dip dalga” diye bahsettiği olayın yarattığı sonuçlarının altından kalkıp kalkamayacağını konuşacağız. Fehmi Bey, merhaba.

Koru: Merhabalar.

Siz bir süredir bir “dip dalga”dan bahsediyorsunuz. Hattâ İngiltere’deki seçimden de bahsettiniz ve orayı da örnek olarak aldınız. Türkiye’de bir şeylerin değişmeye aday olduğunu söylüyordunuz. Sonuçta 31 Mart’ta yerel seçimlerde çok çarpıcı bir sonuç çıktı. En son yazdığınız yazıda AK Parti Merkez Yürütme Kurulu’ndaki toplantıdan sızan bilgilere ve AK Parti’nin bu olayı nasıl okuduğuna bakarak, “Böyle giderlerse bu krizi aşamazlar” diyorsunuz. Biraz bunu konuşalım. 

Öncelikle şunu sormak istiyorum: Siz Erdoğan’ı çok yakından tanıyan bir gazetecisiniz; birçok kez kendisiyle gazeteci olarak da konuştunuz, röportaj yaptınız, yayın yaptınız.  Erdoğan’ı sizin kadar iyi tanımasam da ben de az buçuk tanıdığımı düşünüyorum. Bana öyle geliyor ki Erdoğan bu seçimlerde en çok, birinci parti olamamasına üzülmüştür, bozulmuştur. Katılır mısınız?

Koru: Onu zaten ifâde ediyor. Baktığınız zaman, 18 seçimden birinci olarak çıkmış; on dokuzuncuda birinci olamamış olan bir siyâsî partinin lideri olmak, herhalde kendisine en ağır gelen şey. Her seçimden istediği kadar oy almaya alıştırdı kendisini. Az oy alsa bile kendi îcat ettiği yöntemleri devreye sokup iktidârını devam ettirmeye alışmıştı. Bunu da hep birinci parti çıkmaya borçlu. O bakımdan, bu defa birinci parti olarak çıkamaması, zannediyorum Tayyip Erdoğan açısından, daha önce yaşayacağını hiç tahayyül etmediği büyük sıkıntı ve hayal kırıklığı yaşatıyor.

Burada bir diğer husus olarak da, Cumhuriyet Halk Partisi oylarının yıllardır %25’in etrâfında dolaştığı tespiti vardı. Bunu Özgür Özel de söyledi. Şimdi yerel seçim de olsa, alınan %37,77 gibi bir rakam var. Bir de özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Beş yıl önceki seçim de CHP’nin zaferiyle sonuçlanmıştı. Ama CHP ülke genelinde %30 oy alabilmişti. Sâdece yerel seçimleri kıyaslasak bile, beş yılda çok büyük bir sıçrama var. O klasik “CHP belli bir kesimin ötesine gidemez” söylemi bozulmuş oldu. Hatırlarsanız, Refah Partisi ilk çıktığında, kamuoyu araştırmalarında, “Türkiye’de şerîat isteyenlerin oy oranı %7’yi geçmez” deniliyordu. Şimdi, bir zamandır da CHP için, “CHP batıda laik, kentli, orta sınıflardan belli bir oy alır. Bunların da oranı olsa olsa %25’tir” deniyordu. Ama bu sefer bambaşka bir sonuç çıktı.

Koru: Zannediyorum CHP’nin şimdiki ve geçmiş yönetim kademeleri, bu seçimde kendilerinin birinci parti olarak çıkmasına, oylarını %38’e yaklaştırmalarına kendileri de şaşırmışlardır. Şaşırılacak bir şey tabiî. CHP’nin târihinde, çokpartili düzene geçildikten sonra birinci parti çıkması nâdir bir olay. Bir tânesi hepimizin aklında: Bülent Ecevit’in 1973’te Milli Selâmet Partisi ile koalisyon hükûmeti kurmasına yol açan seçim var. 1977’de oylarını daha da artırarak seçimden çıkmıştı. Ondan sonra, Cumhuriyet Halk Partisi birinci parti olma, hele oylarını %25’in üzerine çıkarma şansını yakalayamadı. CHP’nin bir önceki yerel seçimde oylarını artırdığı görülüyor, ama o çok özel bir durum. Seçmenler, CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu döneminde başlatılmış olan bu helâlleşme sürecinin de getirdiği bir büyük rahatlamayı değerlendirdiler. O rahatlamanın adayları vardı Ankara’da ve İstanbul’da. Daha önce CHP’ye oy vermeye elleri gitmemiş olan kişilerin, o adaylara artık oy verebilecekleri görüldü. 

Bu defa da benzer bir durum var aslında. AK Parti’nin kendi iç değerlendirmesinde, dün yaptıkları ve dışarıya da sızdırıldığı anlaşılan değerlendirmelerde, basite indirgeme yaklaşımı söz konusu. Baktığınız zaman, seçime katılımda %10 civârında azalma vardı. “Onlar bizim seçmenlerimiz” diye baktığınız zaman, “İYİ Parti ile DEM Parti de, aday göstermedikleri yerlerde veya gösterse bile çok fazla çalışmadıkları yerlerde çok büyük oy kaybetti bu seçimde. Onlar da CHP’ye gitti” tarzında bir yaklaşım var AK Parti değerlendirmelerinde. Böyle olsaydı, Bursa’dan başlayarak, batıda, daha önce CHP’nin pek oy alamadığı yerlerde kazanması ve doğuda bâzı illerde, târihinde ilk defa CHP’li belediye başkanı ile tanışacak olan illerimiz var. Bunların yaşanması o kadar basite alınacak şekilde bir değerlendirmenin öznesi olamaz. 

CHP, bu seçimin, oylarını çok artırarak başarılı olmuş birinci partisi. Böyle devam ederse, daha da oylarını artırabilecek yeni bir durumla karşılaşabilir Türkiye siyâseti. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi’nin geçirdiği bir süreç var. Kemal Kılıçdaroğlu sonrasında, akamete uğrar görüntüsü nedeniyle CHP’ye yakın veya yakın olmasa da AK Parti’nin başarılı olmasını arzu etmeyen kişilerde bir endîşe vardı. Helâlleşme ile kazanılmış olan yeni bir anlayıştan “Acaba bu geriye döner mi?” yaklaşımı vardı belli çevrelerde. Bu yaklaşımın yeni yönetimle fark etmediği, toplumun, yeni yönetime de bir kredi açmaya hazır olduğu bu seçimde görülmüş oldu. Aslında bir önceki seçimde de yaşanabilirdi bu. Nitekim toplumda Altılı Masa’ya verilen destek böyle bir sonucu doğurabilecek bir destekti. Muhâfazakâr birtakım partilerin Altılı Masa’da Cumhuriyet Halk Parti’siyle ortak projeler geliştirecek kadar yan yana durmaları ve sonrasında, birlikte ülkeyi yönetme konusunda birbirlerinden aldıkları taahhütlerin yaşanabilir şekle dönüşmesi için binin üzerinde maddeden oluşan bir çalışma programını da hazırlayabilmeleri, bir umuttu aslında. Ancak biliyoruz ki son anda, aday belirleme süreci başlayınca, İYİ Parti’nin ve özellikle Genel Başkan Meral Akşener’in takındığı tavır her şeyi tersine dönüştürdü. Seçilme imkânı olmayan bir aday olarak, zâten kendi içlerinde bile tanımlamamış oldukları bir kişiyi aday göstermiş gibi göründüler. Bu arada beş tâne cumhurbaşkanı yardımcısı gibi hantal bir görüntü vardı. Buna iki de İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanları eklendi. Bunların getirdiği bir kargaşa söz konusu oldu. Bu arada Meral Akşener Altılı Masa’yı bozup kalksa, bunun etkisi yine de sınırlı kalabilirdi. Ama sebebini açıklayamadığı bir kalkışa, bu defa sebebini açıklamakta zorlandığı bir dönüşü yaşattı o Altılı Masa’nın umut verdiği kitlelere. O sebeple, ilk turda seçilemedi cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan ve ikinci tura kaldılar. Bu iki tur arasında Kemal Kılıçdaroğlu yanlış birtakım davranışlarda bulundu. Onun getirdiği bir moral bozukluğuyla gidilen bir seçimdir aslında.

Bu moral bozukluğundan hareketle, çok önem verdiğim bir soruyu sormak istiyorum. O moral bozukluğu nedeniyle, muhâlif olan, AK Parti ve Erdoğan’dan rahatsız olan kesimlerin sandığa gitmeyeceği, siyâsete ilgisinin kalmadığı söylendi. Hattâ “Katılım oranının düşük olması Erdoğan’ın işine gelir” dendi. Ben de söylüyordum bunu, saklayacak değilim. Ama öyle bir şey çıktı ki bu seçimde, katılım oranı düştü ama bundan en çok Erdoğan şikâyetçi ya da iktidar şikâyetçi. Katılım oranının düştüğü kesin. Bu düşüş iktidar yanlılarının düşüşü mü yoksa karma bir düşüş mü? Siz ne düşünüyorsunuz?

Koru: Muhtemelen AK Partili seçmen kitlesinin önemli bir kesimi, yarısı diyemeyeceğim, yani AK Parti’den kopma aşamasına girmiş olanların yarısından azı, bu seçimde sandık başına gitmeyerek tepkilerini ifâde ettiler. Bunların içerisinde, ekonomik bozukluk, hayat pahalılığı, emekliler önemli bir kesimi oluşturuyordu. Ama geçen seçimde de oy kullanmaya başlamış olan, AK Parti’nin târihi boyunca, girdiği bütün seçimlerde oyunu AK Parti’den yana kullanmış olan bir seçmen kitlesi vardı. Onların içerisinden bâzıları, geçen seçimden başlayarak CHP’ye de oy verebilir bir hâle gelmek üzereydiler. Nitekim Altılı Masa’daki muhâfazakâr görüntülü partiler de orada olunca, hiç değilse bir bölümü geçen seçimde oy kullanabilecek hâle geldi. Ama bu seçimde, o bölüm daha çok arttı. Bence, evet, oy kullanmayanların içerisinde AK Partili seçmenler var, ama oy kullananlar arasında da geçen 18 seçimde AK Parti’den yana oy kullanmış, ama bu seçimde artık AK Parti dışında bir arayış içerisinde olanlar vardı. Bu arada, CHP’ye karşı olan hisleri, CHP yeni bir görüntüye kavuşur durum aldığı için oy verebilir hâle dönüştürmüş bir kitle de var. Öyle zannediyorum ki ikisinin durumu neredeyse birbirine yakın. Ama daha fazla olan, artık CHP’ye oy verebileceğini düşünen ve sandık başına giderek oy kullanmış olan seçmenler. AK Parti’nin çok güçlü olduğu bâzı illerde ve metropol sayılabilecek büyük ilçelerde, kaybettiği yerler arasında bu insanların büyük çoğunluk oluşturduğu kanaatindeyim ben. Yoksa sâdece CHP seçmenlerinin sandık başına gitmesiyle alınabilecek bir sonuç olduğu söylenemez.

Zâten sizin son yazınızda AK Parti içindeki değerlendirmelere yönelik en önemli eleştiriniz de bu. Orada, “Bizim seçmen sandığa gitmedi. Bize bir mesaj verdi, ama yönünü değiştirmedi” gibi bir hava var. Bunu biz sosyal medyada da, yaptığımız yayınlara verilen tepkilerde de görüyoruz. Sizin de dediğiniz gibi CHP’nin oyu bâriz bir şekilde arttı ve AKP’nin oyu da bâriz bir şekilde azaldı. Bir de tabiî Yeniden Refah olayı var. AK Parti’den kopup Yeniden Refah Partisi’ne oy veren bir kesim olduğu anlaşılıyor. Üç milyona yakın oy aldı sonuçta. Özellikle bu söylediğiniz husus çok önemli. Eskiden oyunu AK Parti’ye vermiş olan ve hayatta CHP’ye oy vermeyi düşünmeyen kişiler –sayısı kaç olursa olsun, siz bu sayının önemli bir sayı olduğunu düşünüyorsunuz ki ben de aynı görüşteyim– nasıl bir eşik aştılar? Özellikle Erdoğan’ın, ama aslında tüm sağ partilerin kullandığı bir “CeHaPe zihniyeti” lâfı var. Hattâ geçen Ağustos ayında Ali Babacan Habertürk yayınında “CHP’nin seçim kazandığı nerede görülmüş?” diye gayet rahat söylüyordu. Kimse de buna îtiraz etmiyordu. 

Koru: Yakın zamâna kadar doğruydu bu.

Peki nasıl bir eşik aşıldı?

Koru: Bu, CHP’den kaynaklanan bir yeni görüntü ile aşılan bir süreç. Benim görebildiğim kadarıyla, AK Parti bu seçim kampanyası sırasında neredeyse bütün cephânesini cepheye süren bir ordu gibi davrandı. Cumhuriyet Halk Partisi için söylenebilecek en aşırı neler varsa, geçmişiyle ve bugünkü yönetimiyle ilgili, hattâ bugünkü yönetimi eleştirirken daha yakın zamâna kadar “Kemal Bey! Kemal Bey!” diye andığı ve hakkında neler düşündüğünü hiç saklamadan ifâde ettiği Kemal Kılıçdaroğlu’nu bile bugünkü yönetime karşı savunur hâle geldi AK Parti. Ama anlaşıldığı kadarıyla eskisi kadar bunlar tutmuyor. Gençler açısından, CHP’nin geçmişi bir tarafa, AK Parti dışında başka bir siyâsî partinin iktidârını yaşamamış insanlarımızın sayısı neredeyse nüfusun üçte birinden fazla hâle geldi. Bu insanlara 1950 öncesinden bâzı olayları hatırlatacak îmâlarda veya açık ifâdelerde bulunmanın artık kıymet-i harbiyesi kalmadığı ortaya çıktı. Bugünkü CHP’yi eleştirmeye kalkarsak: Evet, CHP’de hâlâ ulusalcı bir damar var. CHP, 28 Şubat ile tam anlamıyla hesaplaşmış değil. O dönemde bunu sanki bir “sivil toplum projesi” gibiymiş kabul eden bir zihniyet hâkimdi Cumhuriyet Halk Partisi’nde. Bunun sürdürücüsü olan insanlar belki hâlâ Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde varlıklarını sürdürüyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nde özellikle yönetim kademesinde olanların, sözcülük üstlenenlerin söylemlerine baktığımızda, artık çok yeni bir dille konuşuyorlar. Özellikle muhâfazakâr kitleleri fazla rahatsız etmemek için özen gösterdiklerini belli ediyorlar. 

Ben aylardan beri, seçim kampanyaları sırasında CHP’yi ilzam edecek bir duruma da dikkat çekmeye çalışmıştım. O da, medyada yapılan tartışmalarda, CHP’li bilinen veya görünen o damarın bugünkü temsilcisi konumunda olan insanların fazlaca görünmeleri ve o damarın söylemlerinin CHP’li gibi algılanabilecek şekilde ekranlara yansımasıydı. Bu bile fazla etki yapmadı. Benim gördüğüm ve değerlendirdiğim derecede büyük bir etki yapmadı. İnsanlar bu ikisini ayırabildiler. Ekranlara çıkan ve 28 Şubat’ın Türkiye’ye dayattığı ağzı bugünümüze de taşıyan ifâdeler kullanan insanlarla, Cumhuriyet Halk Partisi adına kendilerinden oy isteyenlerin ifâdeleri arasındaki farkı görebildiler. Görebildiler ki böyle bir sonuç ortaya çıktı. Bu yaşananlar zannediyorum Cumhuriyet Halk Partisi’ne olan algılamada önemli bir kopuş yarattı. O kopuşun sonucu olarak da böyle bir durum ortaya çıktı.

Biliyorsunuz bu seçimde de birtakım cemaatler açık bir şekilde Erdoğan ve Cumhur İttifâkı’ndan yana tavır aldılar. Meselâ bölünen Menzil Tarîkatı’na bağlı Semerkand Vakfı, Cumhur İttifâkı’nı destekleyeceğini açıklayan bir bildiri yayımladı. Cübbeli Ahmet Hoca, Cumhur İttifâkı dışındaki partilere, özellikle kazanamayacakları halde Yeniden Refah ve Saadet Partisi’nin adaylarına oy vermenin câiz olmadığını açıkladı. İsmailağa Cemaati’nin şeyhi Hasan Kılıç, Erdoğan ve Murat Kurum’u kabul etti. Onların kazanması için dua ettiğini, cemaatin kendi sosyal medya hesaplarından öğrendik. Sonuçlar da böyle çıktı. Bir önceki seçimde de bunu yapmışlardı ve Erdoğan seçimi kazanınca onlar da kazanmıştı. Şimdi artık bunların bir etkisi yok mu? Kimilerine göre de ters etki yaratıyor. Ben önemsiyorum bu açıklamaları. Köklü bir cemaatin şeyhinin, seçimden bir gün önce yarışan bir tarafı kabul edip bunu da duyurması kendini oraya angaje etmesidir, değil mi?

Koru: Evet. Bu söylediklerinizin Türkiye genelinde değerlendirilecek bir yönü olduğu çok açık. Ancak bir realite de var. Onların bu açıklamalarına rağmen kendi cemaatleri içerisinden insanların bile daha önce çok daha rahat gidip oylarını kullanabildikleri bir ortamda bulunmadıklarını fark etmeleri. Tabiî bu seçimde böyle bir sonucun ortaya çıkabileceğini belki tam idrak edemeseler bile, yine de iktidar bütün tedbirlerini almaktan geri durmadı ve biraz önce söylediğim gibi, elinde ne kadar cephâne varsa cepheye onunla gitti. Bahsettiğiniz türden cemaat ve tarîkatların destek açıklamaları da bu türden cepheye sürülen cephâneler olarak görülebilir. Bunların hiç etkisi olmadığını, o cemaat ve tarîkat mensubu olanlardan oy kullanırken yine eski bildikleri yerden ayrılma durumuna gelmeyenlerin olduğunu düşünmemek lâzım. Elbette var. O insanlar sandık başına gittilerse, oylarını AK Parti’ye vermişlerdir. Ama ben bir miktarının gitmediği kanaatindeyim. Ama sonuca bakalım. AK Parti, bu seçimde %30 bir başarı gösterdi yine. Bu, azımsanacak bir oran değil. Doğrusu ben dip dalga beklerken ve ısrarla böyle bir havanın olduğunu, CHP’nin bu seçimde farklı bir sonuç alabileceğini yazarken ve sizin kanalınızda da sorulduğu zaman buna benzer görüşlerimi açıklarken, aslında AK Parti’nin oy oranının %30’un da bayağı altına düşebileceği gibi bir beklentim de vardı.

Fehmi Bey, kusura bakmayın dayanamayıp araya gireceğim. Yazınızdaki en çarpıcı tespit buydu zâten. Yüzde 30’un altında bir AK Parti’den bahsediyorsunuz. Öncesinde bunu öngördüğünüzü söylüyorsunuz ve çıkan sonucun, MHP oyları nedeniyle aslında %30’un altında bir AK Parti olduğunu söylüyorsunuz, değil mi? 

Koru: Evet, zâten çok belirgin. Yüzde 37 görünen oran içerisinde Milliyetçi Hareket Partisi’nin önemli bir katkısı var. Zâten bugün Milliyetçi Hareket Partisi adına yapılan açıklamada da, kendilerinin İl Genel Meclisi oylarının bayağı yüksek oranda olduğunu ileri sürerken aslında bunu da îmâ ettiler. Yani baktığınızda, 30 büyükşehrin ikisi hariç diğerlerinde, Milliyetçi Hareket Partililer için tek adres vardı; o da AK Parti adaylarına oy vermekti. Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerinde, yine Milliyetçi Hareket Partisi AK Parti’nin daha fazla oy aldığı yerlerde aday çıkartmayarak AK Parti’ye katkıda bulunmuş oldu. Bu küçümsenecek bir oran mı? Bir önceki seçimde %10 oy almış olan Milliyetçi Hareket Partisi, bu seçimde gerçekten %3 civârına kadar inmiş olan bir oya sâhip görünüyor. Milliyetçi Hareket Partisi’nin oyu bu mu Türkiye’de? Dolayısıyla %6-7 civârında bir oy kaybı, bence Milliyetçi Hareket Partisi’nden AK Parti’ye kaymış görünüyor bu seçimde. O da %37’yi %30’un altına indirecek bir varlık. O bakımdan, AK Parti bu orana bakarak, “Bu benim oyum” hesâbını yapıyorsa, yanlış bir hesap yaptığı kanaatindeyim. Yanlış yapılan hesapların da, önümüzdeki dönemi bence AK Parti aleyhine bir döneme dönüştürme ihtimâli büyük. 

Yani “AK Parti bunu yanlış okuyor, buradan sorunu çözemezler” diyorsunuz. Ama biliyoruz ki Erdoğan çok deneyimli bir siyâsetçi…

Koru: Hiç kuşkusuz.

…çok kriz atlattı, müttefikler değiştirdi, söylem değiştirdi. Bir söylediğine yıllar sonra geri döndü, bir söylediğini tamâmen unuttu ya da 180 derece dönüşler yaptı — dış politikada da iç politikada da. Yani Kürt açılımını yapan da Erdoğan, en şâhin şeyleri seslendiren de Erdoğan oldu. Sizin yaptığınız tespite göre, “Yanlış okuyorlar ve buradan sonuç alamazlar” diyorsunuz. Bu yanlış okumadan vazgeçebilme ihtimâli var mı ya da Erdoğan nasıl toparlayabilir? Toparlama ihtimâli hiç mi yok? 

Koru: Aslında söylediklerinizin çok güzel örnekleri var. En önemlilerinden biri de 2015’te yaşadığımız, AK Parti’nin 6 ay arayla Türkiye’yi seçime götürmesiydi. 7 Haziran seçiminde AK Parti oyları %40’ın altına düştü ve AK Parti Meclis’te çoğunluğu kaybetti. Anayasada aslında böyle bir durumda nasıl bir hükûmet kurulacağına dâir de ayrıntılar olduğu halde, onu uygulamayarak, aradığı ara dönemi kendisinin lehine olabilecek birtakım tedbirleri devreye sokarak değerlendirdi. 1 Kasım 2015’te yapılan seçimde de bu defa oyunu %50’ye yaklaştırdı. Yani o arada neler yaşandıysa, bu süreci, Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de ne kadar usta bir siyâsetçi olduğunu gösteren olaylar olarak değerlendirmemiz lâzım. Muhtemelen, yine bugünün şartlarında öyle bir dönemi devreye sokma hesâbını yapıyor olabilirler. Ancak, o dönemle bu dönem arasında büyük farklılıklar olduğunu görüyorum ben. O dönemde, AK Parti’nin karşısında muhâlefet olarak o eski CHP’yi anımsattıran bir yapı vardı ve dolayısıyla ona karşı tavır alması çok daha kolaydı. 

Bu arada bugünün DEM Partisi’nin o zamanki öncülleri, yanlışlıklara çok daha kolay girebilecek olan, deneyimi fazla önemsemeyen bir yaklaşıma sâhip insanlardı ve birtakım yanlışlıklar birbiri ardına yaşanmaya başlandı. Kaldı ki o günün ortamında, 2015’te, AK Parti ekonomiyi bugünkü duruma getirmemişti henüz; insanlar yine de o günün şartlarında ekonomik açıdan AK Parti’nin getirdiği bir rahatlık içerisinde günlerini geçirebiliyorlardı. Bugün ise kolay kolay üstesinden gelinemeyecek bir ekonomik sıkıntı yaşanıyor ve bugün açıklanan enflasyon oranına da baktığınızda, bunun dizginlenme ihtimâli de giderek azalıyor. TÜİK tarafından enflasyon oranı %68 olarak açıklandı; ama hepimiz biliyoruz ki mutfak enflasyonu bunun çok daha üstünde ve insanları 10 bin lira, hattâ daha az emekli maaşlarıyla geçinmeye zorlayan şartlar var bir de. 

Bugün baktım, AK Parti’ye akıl vermek isteyen yazarlar, yorumcular arasında, “Keşke seyyânen 5 bin, 6 bin, 7 bin, 8 bin lira verilseydi de bu sonuç alınmasaydı” tarzında yaklaşanlar var. Tabiî ”Seyyânen verilseydi ne olurdu?” diye geçmişe dönük bir değerlendirme yapmam mümkün değil; ama insanlar yaşadıklarının üstesinden kolay kolay gelinmeyeceğinin çokça farkındalar. Fark etmeyenlere de zâten kampanyalar sırasında AK Parti sözcülerinin yaptıkları açıklamalar her gün hatırlattı. İnsanlar, özellikle 16 milyonu bulan emekliler –ki bunun 9 milyonu 10 bin liranın altında aylık maaşlarla geçinmek zorunda kalan insanlardı– dinledikleri sözcülerden, “Acaba geleceğe dönük ne umutlu vaatler gelebilir?” diye düşündüklerinde, herhangi bir cevap alamadılar. Halbuki bir önceki seçimde, şartlar yine bugünküne benzer olsa bile, verilen vaatler bir umut da taşıyordu. Ama artık umûdun da kalmadığı iyice ortaya çıkan bir ortamdayız. 

Dediğim gibi, AK Parti’nin genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bir gün kampanya sırasında söylediği, “Emeklilere bir şey veremeyiz. Çünkü onlara vereceğimiz katkı, aslında memur maaşlarını ödeyemez hâle getirir, yatırımları tamâmen sıfırlar” tarzında bir açık beyandı. Zannediyorum bütün bunlar, bugünle o gün arasında çok büyük bir farklılık olduğunu gösteren özellikler. O bakımdan belki de şimdi yine AK Parti’nin kurmay kadrosu, “Yine bir şeyler veririz, bir yerlerden bir paralar gelir. Mâdem insanlar hayat şartlarının ağırlaştığı ve geçimlerinin karşılığı olan maaşların azlığından şikâyetçiler, onlara biraz bir şeyler vererek belki bir rahat ortama kavuşuruz” diye düşünüyor olabilirler; ama bunu yapacak imkânlardan da mahrumlar, yani Türkiye’nin ekonomisi bu hâle hep yanlış kararlarla geldi. Bence bir yanlış karârı da belki Mehmet Şimşek’i görevden alarak yapabilirler. Çünkü kabahat eğer birine yüklenecekse, ekonomi ve emekliler dendiğinde, burada muhâtabın da Hazîne ve Mâliye Bakanı olduğu çok açık. Dolayısıyla belki onu da götürecek olan bir sürece tedâvi için gidebilir AK Parti; ama o tedâvi denilen şey, yarayı daha da derinleştirebilir, hastalığı daha da artırabilir. O bakımdan ben, bundan sonra, doğru yapamayacaklarından da hareketle, doğru yaptıklarını zannettikleri her şeyin de yanlış sonuçlar vereceğinden hareketle, bundan sonrayı AK Parti’nin iyi yönetemeyeceği kanaatindeyim ve ister istemez, her ne kadar  Özgür Özel, “Halk istesin, eğer isterse belki o zaman biz erken seçimi telaffuz ederiz” gibi bir şey söyledi; ama bugünkü Meclis tablosu da, yani 2023 Mayıs ayında yapılan genel seçimde ortaya çıkmış olan Meclis tablosu da aslında pazar günü yapılan seçimdeki siyâsî irâdeyi tam yansıtmayan bir seçim tablosu. Bu bakımdan da, zannediyorum, insanlar –hem halk hem de partiler– böyle bir değişimi, erken seçim arzusunu bir biçimde, güçlü bir şekilde ifâde ederek ve bunu iktidârı da zorlayarak gerçekleştirebilirler gibime geliyor. Bu yönde bâzı gelişmeler yaşandığı takdirde iktidârın da buna karşı fazla direnebileceğini zannetmiyorum.

Fehmi Bey, kapatırken Van’ı sormak istiyorum. Erdoğan, “Millî irâdeye saygılıyız” dedi, Ömer Çelik “Siyâsetin nâmusu” dedi, ama Van’da acayip bir olay var. Hattâ bugün Hüseyin Çelik de –görmüşsünüzdür– dayanamamış, Vanlı bir eski AK Partili bakan olarak söylüyor bunu: “Bütün belediyeleri DEM Parti’nin aldığı bir il” diyor. “Çok ciddî bir ders çıkartılması gerekirken bu yapılıyor” diyor. “Tam bir pusu” deniyor. Hakîkaten pusuya benzer bir uygulama yapılmış ve Van karışık. Buradan hareketle de insanlar, “Erdoğan yine sertleşiyor mu?” diye düşünüyor. Çünkü Van olayı bu söylenenleri tam zıttı. Siz nasıl bakıyorsunuz Van’da yaşananlara?

Ben o dediğiniz, ilk gece yapılan açıklamalara… Tayyip Erdoğan’ın öyle bir âdeti var. Yani ilk verdiği tepkiler aslındayumuşatıcı tepkiler oluyor; ama esas tepkileri için birkaç gün beklemekgerekiyor. Zannediyorum hem Ömer Çelik hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan ilkverdikleri tepkilerde o âdetlerini sürdürmüş oldular. Ama bugüne geldiğimizde, dün yapılan MKYK toplantısında, teferruatıyla bu olayların üzerindedurulmuştur zannediyorum. Van’da olan hâdisenin, yani seçilmiş olan bir belediye başkanınınmazbatasının verilmeyerek, onun yerine onun yarısı miktarda oy almışolan ikinci sıradaki AK Parti adayına mazbatanın verilmesi pek alışılmışbir olay değil. Yani biz kayyumlara alıştık da, böyle 5 dakika kala îtirazla mazbataların iptal edildiğini yaşamadık.Meselâ aynı yöntem İstanbul’da, bir önceki yerel seçimde 2019’dauygulanabilirdi, uygulanmadı. O bakımdan baktığımız zaman, bu yeni dönemde kullanılabilecek olanyöntemlerden birinin devreye sokulduğu anlaşılıyor. 2015 Haziran’ıile Kasım’ı arasında yaşananlar, hep yine bugünün DEM Partisi’nin öncülleriyleyaşanmış olan şeylerdi. Yine galiba DEM Partisi üzerinden topluma bâzı mesajlar verilerek, sandıktan çıkan sonucun yanlış olduğunu kitlelere kabul ettirme çabası içerisine giriliyor. Yani buna karşıbugün daha direniş olabilir siyâset; sâdece DEM Parti değil; DEMParti’nin bence biraz daha siyâsî akla uygun davranması lâzım. Sâdece kitlesel hareketlerle sonuç almak yerine, bu olayın hukukîi yönlerinin çarpıklığınıortaya koyan davranışlar sergilemesinde yarar var. Kaldı ki bütün muhâlefet partileri, sağcısıylasolcusuyla, bu mazbatası verilmeyen başkanın DEM Partili olmasınabakmaksızın, hattâ DEM Partisi’ni destekleme görüntüsünden de çekinmeksizin bu olaya yaklaştıklarına göre, DEM Partisi de kendisini yalnızhissetmemeli ve siyâsî aklauygun davranmayı sürdürmeli. Vesîle olmamalı… yani: “Bu seçimde sandıktan çıkan sonuç yanlıştı; dolayısıyla böyle tek tekşeyler yerine seçimi bütünlüğüyle yenileyelim” tarzında bir yaklaşımı –2015yılında gündeme dayatıldığı gibi– bugün de böyle bir anlayışın dayatılması da imkânvermemeli diye düşünüyorum.

Son olarak şunu sormadan edemeyeceğim: Adaylar meselesi. Şimdi, Murat Kurum ya da Turgut Altınok ya da Hamza Dağ… Büyükşehirlere baktığımız zaman, bunlar yeni adaylar; ama Balıkesir’de ve Bursa’da da daha önce seçim kazanmış başkanlar kaybetti. Adayların yapabileceği bir şey var mıydı?

Yoktu aslında. Tabiî AK Parti bir şahıs partisi. Aslında herhangi birsüreç yaşansa bile sonunda kararları, kimlerin aday olacağını belirleyentek bir kişi var: Tayyip Erdoğan. Onun değerlendirmelerinin sonucunda adayolabilmiş olan insanlardan söz ediyoruz. Eski başkanların aday gösterilmeside bence yanlıştı. Oralardan aldığımız istihbârat bilgisi o yöndeydi. Bu yeni seçilmiş olan isimlerin Ankaralılar’ın, İstanbullular’ın,İzmirliler’in karşısına çıkarılması da bence yanlıştı — her ne kadar İzmir’de AK Parti’nin bu seçimde kazanma şansı herhalde yoktu ama,ben bir İzmirli olarak Hamza Dağ isminin, evet, kendisinin de İzmir’leirtibâtı olduğunu anlaşılıyor ama, İzmirliler’e sunulabilecek en ideal isimolduğundan kuşkuluyum. Hele İstanbul’da Murat Kurum’un aday olarakgösterilmesi Murat Kurum’a da yapılan bir yanlışlıktı. İstanbul’la hiçbir ilgisiolmayan, yani İstanbulludenilecek insanlar çok çeşitli yerlerden gelme insanlar olabilirler ama, onlarıngeldikleri yerler de çok belirli ve baktığınız zaman, Karadenizliler, OrtaAnadolulular, ama Ankara’dan ben İstanbul’a böyle toplu göçler olduğunuve burada Ankaralı’dan daha fazla Ankaralı yaşadığınıbilmiyorum. O bakımdan böyle bir insanı buradan aday göstermek çok yanlışbir şeydi. Nitekim geçen seçimde Binali Yıldırım’la da aynı yanlışlık yapılmıştı.O bakımdan baktığımızda, Ankara’daki ise, zâten kendilerinin desavunamayacağı bir görüntü veren aday hâline dönüşmüştü kampanyaların sonunadoğru. Ama o da bakanların isimlerini de anarak kendisinin tutulan biraday ve seçildiği takdirde devleti ve hükûmeti arkasında bulacağınıiddia eden bir aday olarak Ankaralılar’ın karşısına kendisini sundu Ama dediğimgibi, bunlar belki de bu şehirlerimiz içinbulunabilecek en iyi adaylar değillerdi diyerek, ben de bu tarafı bağlamışolayım.

Fehmi Bey çok teşekkürler yayınımıza katıldığınız için. Çok güzel bir yayın oldu. Çok önemli tespitleriniz var, çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de çok teşekkür ediyoruz. Gazeteci Fehmi Koru’yla 31 Mart seçimlerini ve bundan sonra olabilecekleri konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.