Bir solcuyla, Devlet Bahçeli’nin ortak yanının Ferdi Tayfur olması garip gelebilir. 1980 öncesinde arabesk müzik çok yaygındı ve arabeskin önde gelen isimleri kimdi denirse, Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur ilk sıraları alır. Peki nedir benimle Bahçeli’yi Ferdi Tayfur’da buluşturan?
“Durdurun dünyayı başım dönüyor”, Ferdi Tayfur’un 12 Eylül 1980 askeri darbesinden kısa süre önce çıkan ve hayli popüler olan şarkısıydı.
Ben de 12 Eylül darbesi olduğunda Urfa 20. Mekanize Tugay’da muhabere teknisyen astsubayı olarak görev yapıyordum. Ankara’daki bir sorguda ismim verilince Nisan 1981’de gözaltına alındım. Urfa’nın merkezinde daha önce okul olarak kullanılmış, o sıralarda boş olan kalın taş duvarlarla örülmüş bir yer sorgu için kullanılmaya başlanmıştı. Sorgu dediysem, yanlış anlamaya meydan vermek istemem ama ayrıntıya girerek okurları da germek anlamsız. Sorgulananlar olarak sebepsiz yere (!) avaz avaz bağırıyorduk ve o bağırtıları bastırmak için son ses açılmış “Durdurun dünyayı başım dönüyor” şarkısı hoparlörlerden yankılanıyor ve döne döne çalınıyordu.
Bahçeli’nin Ferdi Tayfur’un “Söyleten sensin” şarkısı eşliğinde yürüdüğü videoyu görünce, o dönemlerin meşhur Filistin askısında cereyana kapılmam (!) zihnimde canlandı.
Ülkenin siyasi gündeminde benim zihin yolculuğumun ne önemi olabilir ki? Önemli olan, Bahçeli’nin siyaseten kime ne mesaj verdiği. İktidar ortağı Erdoğan ve AKP’ye mesaj en öne çıkan yorum olsa da 27 Nisan’daki İYİ Parti kongresi öncesi eski arkadaşlarına mesaj olduğu yorumu da yapıldı ama ilk yorum daha ağırlıklı kabul gördü. Erdoğan’ın bir anayasa değişikliği tartışmasını ısıtmaya hazırlanması, Mehmet Şimşek’in ekonominin dümeninde aldığı kararlar, Cumhur İttifakı’nın eski gücünde olmaması ve oy kayıpları Bahçeli’nin bu paylaşımını daha anlamlı kılıyor.
Bahçeli’nin ve MHP’nin anayasa değişikliği tartışmaları konusundaki tavrı net. Mevcut cumhurbaşkanlığı sisteminin ve cumhurbaşkanı seçimindeki yüzde 50+1 oy zorunluluğundan ödün vermeye niyetleri yok ve bu düzenlemeyi “mevcut sistemin güvencesi” olarak görüyorlar. Ayrıca Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin tartışmaya bile açılmasını istemiyorlar. Bu konuda parti olarak hazırladıkları 100 maddelik bir anayasa değişiklik taslakları da mevcut.
Anayasa değişiklikleri ve AKP iktidarı
1982 Anayasası, 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunuldu ve yüzde 92.5 oyla kabul edildi. O zaman oy kullanma yaşında olan Erdoğan eminim kabul oyu kullandı. Çünkü o dönemde halkoyuna karşı duran ve ret oyu vereceğini söyleyebilenler ağırlıklı olarak sol-sosyalist kesimdi.
1982’de kabul edilen bu anayasada ilk değişiklik 1987’de yapıldı ve siyasi yasak getirilen siyasetçilerin yasaklarının kaldırılıp, kaldırılmaması halkoyuna sunuldu. Dönemin başbakanı Turgut Özal bu hamlesiyle 1980 döneminde siyaset yapan ve yasaklı olan tüm siyasetçileri tek referandumla “sandığa gömmek” ve sonrasında dikensiz gül bahçesinde siyaset yapmayı amaçlıyordu. Sandıkta kıl payı denebilecek 75 bin oy farkla eski siyasetçilerin yasağının kalkması yönünde bir sonuç çıktı ve Özal’ın istediği olmadı.
1987’de yapılan ilk değişiklikten 21 Ocak 2017’de yapılan son değişikliğe kadar 19 kez anayasa değişikliği yapıldı. Bunlardan dördü halk oylamasıyla, diğerleri ise Meclis’te yeterli çoğunluk sağlanarak gerçekleştirildi. Anayasa’da 1987-2001 arasında yedi kez değişiklik yapılmasına karşın, AKP iktidarı süresince 12 kez değişiklik yapıldı.
2001 seçimlerinden önce koalisyon ortağı olan dört parti baraj altında kalırken yeni kurulmuş AKP (yüzde 34,42) ve 1999 seçimlerinde baraj altında kalmış olan CHP (yüzde 19,42) yüzde 10’luk ülke barajını geçerek parlamentoya girdi ve AKP tek başına iktidara geldi. Dokuz bağımsız milletvekili parlamentoya girerken, CHP 178 milletvekili çıkardı. AKP ise 363 milletvekili ile tek başına iktidar olurken, tek başına anayasayı değiştirme çoğunluğunu dört sandalyeyle kaçırdı (O dönemde parlamentoda 550 milletvekili vardı ve anayasa değişikliği için gerekli üçte iki çoğunluk, 367 sandalye sayısına denk geliyordu).
Erdoğan eski Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinden ceza aldığı için parti genel başkanı olmasına karşın milletvekili adayı olamadı ve “başbakanlar milletvekili olanlar arasından atanır” anayasa hükmü gereğince başbakan olamadı. Abdullah Gül başbakan olarak ilk AKP hükümetini kurdu.
AKP iktidarında yapılan ilk anayasa değişikliği, dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Erdoğan’ı AKP Genel Merkezi’nde ziyaret etmesinin ardından kamuoyuna duyuruldu. Partisi iktidar olan bir genel başkanın parlamento dışında kalması, hükümet sorumluluğunu üstlenmemesi siyaseten abes olacağı düşüncesiyle Erdoğan’ı parlamentoya taşıyabilmenin yolları arandı. Anayasa’nın “Milletvekili seçilme yeterliliği” başlıklı 76. maddesi ve “Seçimlerin geriye bırakılması ve ara seçimler” başlıklı 78. maddesi CHP’nin de desteğiyle 27 Aralık 2002’de değiştirildi ve Erdoğan’ın Siirt ara seçimleri ile milletvekili ve başbakan olmasının yolu açıldı.
Anayasa’nın 134 maddesinde değişiklik yapıldı
19 kez yapılan anayasa değişikliğinde 134 madde değiştirilirken bazı maddeler bir kereden fazla değiştiği için toplam 184 değişiklik yapıldı. AKP’den önce yapılan yedi düzenlemede 59 değişiklik yapılırken AKP döneminde yapılan 12 düzenlemede ise 125 değişiklik yapıldı. Bu değişikliklerin tamamına yakını Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidarda tutmak, istenilen rejim değişikliklerini sağlamak için yapıldı. Hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması ve kuvvetler ayrılığının güçlendirilmesi için değişiklik yapmak bir yana dursun bunların geri götürülmesini içeren düzenlemeler yapıldı.
2007’de cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi düzenlemesi yapıldı ve Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi. Gül’ün görev süresinin dolmasının ardından da Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi. 2010’da yapılan referandumda ise 12 Eylül 1980 Darbesi’ni yapanların yargılanmasını sağlayacak değişiklikler ön plana çıkarılıp, toplumun “aydın” sayılan kesiminin “yetmez ama evet” sloganıyla desteklediği değişiklik aslında Erdoğan’ın “diş geçiremediği” yargıyı ele geçirme planıydı ve bu da başarıyla gerçekleştirildi.
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Bahçeli ve MHP’nin desteğini alan Erdoğan, parlamenter sistemi askıya alacak bir anayasa değişikliği çalışması başlattı. Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak adlandırılan, yürütmenin cumhurbaşkanında toplandığı, bakanların cumhurbaşkanı tarafından ve parlamento dışından atandığı (milletvekili bakan olarak atandığında milletvekilliğinden istifa ediyor), parlamenter denetimin kalktığı bir değişiklikler manzumesi hazırlandı. 11 Şubat 2017’de TBMM’de kabul edilen ve Anayasa’da 70 değişiklik yapan kanun 16 Nisan 2017’de halkoyuna sunuldu. Böylece Erdoğan’ın tek ve değişmez lider olarak ülkeyi yönetmesinin önü açılmış oldu. O tarihten bu yana da bir anayasa değişikliği yapılmadı ama değişiklik tartışması çokça yapıldı.
Buraya kadar biraz siyasi tarih dersi gibi oldu. Bundan sonraki bölümde anayasa değişikliği tartışmaları ve bunların nereye evrileceği konusunu irdelemeye çalışacağım ama ilk bölümü Jean-Jacques Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” isimli eserinden bir cümleyle bitirmek istiyorum: “İyi yasalar daha iyilerinin yapılmasına yol açar, kötüler de daha kötülerin.”
Anayasa değiştirmeden önce anayasaya uymak
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Anayasalar toplumların temel metinleridir. En üst hukuki norm olarak yasamanın, yürütmenin ve yargının görev alanlarını, vatandaşların hak ve hukukunu belirlerler. Vatandaşların temel hak ve özgürlükleri ise en önde gelen konulardır ve anayasa ile güvence altına alınırlar. Yazının ilk bölümünde de anlatmaya çalıştığım gibi AKP ve Erdoğan döneminde anayasa 12 defa değiştirildi ancak Erdoğan’ın kendi değiştirdiği anayasa uyduğunu söylemek çok zor. Çok uzağa gitmeye gerek yok, “anayasada bir kişi iki defa cumhurbaşkanı seçilir” açık hükmüne rağmen 14 Mayıs seçimlerinde üçüncü kez aday oldu ve kendisinin atadığı Yüksek Seçim Kurulu üyeleri de bu adaylığa cevaz verdi. YSK’nın bu kararı aynı zamanda Erdoğan’a bir kez daha aday olmanın yolunu da açtı. Tek şart TBMM tarafından erken seçim kararı alınması.
Parlamentonun şu anki yapısına göre sayısal olarak Cumhur İttifakı erken seçim kararı alacak çoğunluğa sahip değil. Bu karar için 360 oya ihtiyaç var. Seçimlere dört yıl var ve siyasetin neler getireceğini şimdiden kestirmek güç.
Konu anayasa değişikliği olunca Erdoğan’ın aklından geçenleri kestirmek de oldukça güç ancak şunu söylersek fazla yanlış yapmış olmayız: Erdoğan bir kez daha seçilebilmek için anayasada her tür değişikliği yapmak için çabalayacaktır.
Yerel seçimlerde güçlenerek ve oy oranı bakımından birinci parti çıkan CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel’in, Erdoğan’la görüşmek için randevu isteyeceği açıklamasının ardından gözler bu görüşmeye çevrildi. Görüşme konusu ne olacak, gündem maddeleri neye göre belirlenecek, bu sorular sorulmaya ve yanıt aranmaya başlandı. CHP’liler her ne kadar anayasa değişikliğine sıcak bakmadıklarını söylese de Erdoğan’ın hamlesini henüz bilmiyoruz.
Erdoğan ve ekibi özellikle anayasa değişikliklerinde öne çıkaracakları ve ardına gizleyecekleri maddeler konusunda oldukça mahir. Burada parlamenter yapıyı güçlendirmek, Meclis’in hükümet üzerindeki denetim yetkisini arttırmak gibi düzenlemeleri öne çıkarıp, cumhurbaşkanı adaylığı ya da seçilme yeterliliği (yüzde 50+1) konularında kendine kolaylık sağlayacak düzenlemeleri eklemesi hiç de yabana atılacak bir ihtimal değil.
Siyasi fotoğraflar ve semboller
Erdoğan-Özel görüşmesinde verilecek fotoğraf da önemli. Özel, randevu talebini dillendirirken “yerel seçimlerden birinci çıkmış partinin genel başkanı olarak Cumhurbaşkanı’ndan randevu isteyeceklerini” söyledi. Bu bir duruşu ortaya koyuyor. Erdoğan’a “genel başkanı olduğun parti artık ikinci parti” mesajı veriyor. Erdoğan da bu hamleye 23 Nisan nedeniyle TBMM’de verilen resepsiyonda yanıt verdi. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un resepsiyondan önce kısa bir çay daveti ve burada verilen fotoğrafta ise Erdoğan büyük ve ortada duran koltukta tek başına otururken, Özel, Kurtulmuş ve orada bulunan bazı siyasi parti genel başkanları, bakanlar ve milletvekilleri ise yanlarda duran üçlü koltuklara sığışmaya çalışıyorlar ya da ayakta duruyorlar. Bu fotoğrafta Erdoğan “halâ tek hakim benim” mesajı vermeye çalışıyor.
Bu süreçte Erdoğan-Özel görüşmesi kime ne yarar sağlayacak, bunu şimdiden kestirmek güç. Erdoğan uzunca bir süredir Devlet Bahçeli dışında siyasi parti genel başkanları ile görüşmüyor. Bu görüşme bir yandan 31 Mart seçimlerinde CHP’nin birinci parti çıkmasıyla ülke geneline sirayet eden yumuşamanın siyasi atmosfere yansıması bakımından anlamlı görünüyor. Diğer yandan ise siyaseten sıkışmış Erdoğan’ı bu sıkışıklıktan kurtarmak, düştüğü yerden elinden tutup kaldırmak CHP’nin ve onun genel başkanının görevi olmasa gerek.
Erdoğan’ın bu görüşmede anayasa değişikliğine odaklanacağı ve bu yönde önerilerle masaya gelmesi bekleniyor. Irak dönüşünde uçakta soru-cevap monoloğunda, Erdoğan’ın “Türkiye’nin eskinin darbe ruhunu özünde barındıran anayasa metninden kurtulup yenilikçi ve özgürlükçü bir anayasaya kavuşma zamanı gelmiştir. Yani bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’nin de böyle bir değişime destek verebileceği düşüncesinde ve inancındayım. Bu görüşme sağlandığında tabii ki anayasa konusu da bizim görüşme başlıklarımızın arasında yer alacaktır” sözleri önemli.
Özel’in görüşmeye özellikle gerek Anayasa Mahkemesi, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) kararlarına uyulmayarak “siyasi tutsaklık”, “siyasi rehine” durumuna gelen yargılamalarda hukuka uyulması talebiyle gitmesi önemli olacaktır. Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi, Gezi davası tutsaklarının durumu, Selahattin Demirtaş ve eski HDP’li siyasetçilerin haksız ve cezaya dönüşen uzun tutukluluk hallerinin gündeme gelmesi kaçınılmaz görünüyor. Özel’in bunları gündeme getirmemesi siyasi desteğini olumsuz etkileyecektir. Aslında Özel’in bunları dile getirerek, “Anayasa değişikliğinden önce anayasaya uyma” mesajı vermesi önemli.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı sistemi ile kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırması ve bunu “kuvvetler birliği” olarak dillendirmesinin sakıncalarını yaşıyoruz. Meclis tamamen “etkisiz eleman” konumunda. Resmi Gazete’de her gün cumhurbaşkanlığı kararları, cumhurbaşkanlığı kararını değiştiren kararlar yayınlanıyor hatta cumhurbaşkanlığı kararını değiştiren, cumhurbaşkanlığı kararının değiştirilmesi hakkında cumhurbaşkanlığı kararları yayınlanıyor. Yasamanın yerini cumhurbaşkanlığı kararları almış durumda. Mevcut sistemin bir “yürütme sistemi” olduğu ve bunun yönetimde ortaya çıkardığı sakıncalara CHP’nin dikkat çekmesi önemli.
Ekonomik sorunlar, diplomasi alanında yaşanan sorunlar da görüşmede ele alınacak konular arasında görülüyor. Özel’in bu sorunları ortaya koyuş biçimi ve çözüm önerilerini dillendirmedeki mahareti, bugün yerelde sağlanan yönetim gücüne sahip olmanın yanında, “ülkenin sorunlarını çözmeye de talibiz” mesajı vermiş olacaktır.
Aslında Özel’in geçtiğimiz cuma günü (26 Nisan) Denizli ve memleketi Manisa’da söyledikleri önemli. Burada “lüzumsuz tartışmalardan” kaçınacaklarını, asıl gündemin yoksulluk olduğunu vurgularken, “birilerinin bitmiş olan kredilerini yeniden kazandırmak, tükenmiş olan siyasi geleceklerine yeniden umut olmak niyetinde değiliz” demesi, CHP’nin görüşme öncesinde siyasi duruşunu ortaya koyması bakımından kayda değer bir duruş.
Erdoğan tartışma konularını ağır bir yük haline gelen ekonomiden, yoksulluktan uzaklaştırmak istiyor. Bunun için dış politika, anayasa ve öteden beri türban-başörtüsü tartışmaları biçilmiş kaftan. Erdoğan’ın ortaya atacağı yapay gündem tartışmalarına girmemek, ülkenin ve vatandaşların gerçek sorunlarını tartışmaya açmak, çözüm önerileri ortaya koymak ve elinde bulundurduğu yerel yönetimler aracılığıyla da bunun örneklerini ortaya koymak CHP’yi daha etkin bir konuma getirecektir.
Yazının ilk bölümünü Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi kitabından bir alıntıyla bitirmiştim. Yine aynı eserden bir başka alıntıyla yazıyı sonlandırmak da şart oldu:
“Tiran, yasalara göre yönetme hakkını yasalara aykırı olarak kendine mal eden kimsedir. Despot ise kendini yasaların üstüne çıkaran kişidir. Demek ki, tiran despot olabilir; despot ise her zaman tirandır.”