Hıdır Göktaş yazdı: Babil Kulesi ve iletişim çağında gürültü içinde kaybolmak

Milenyum geliyor diye heyecanlanan kuşaktanım, bin yılın dönümünü görecektik. O zaman 40 dediğimiz yaş şimdi oldu 65. Üçüncü bin yılın ilk yüzyılının çeyreğini de geride bırakacağız. Sanayi devrimi dünyayı değiştirirken sınıfsal dönüşüm dünyayı alt üst etti ve imparatorluklar yıkıldı, ulus devletler dönemi başladı. Barutun bulunmasıyla savaşların şekli değişirken, motorun bulunmasıyla üretim biçimleri değişmeye başladı. 20. yüzyılda sağlanan bilgi birikimi geride kalan tüm zamanların bilgisinden fazlaydı. Böyle olunca milenyumun son dönemecine yaklaşırken bilginin yoğunluğundan hareketle içinde bulunduğumuz çağa “bilgi çağı” denilmesi önerilirdi. Öneri kabul görmek üzereyken bu kez bilgiye erişimi kablosuz olarak parmağın ucuna getiren dönem başladı. Bilgi çağı kavramı bir anda unutulmaya yüz tutarken, “iletişim çağı” kavramı üzerinde durulmaya başlandı.

Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere ben daha da gerilere, milattan öncesine uzanıp, Babil Kulesi’ne selam durup oradan tekrar günümüze hızlı bir tur atacağım. Babil Kulesi efsanesini duymayanımız yoktur. Nuh tufanından sonra insan soyu yeni yaşam alanları arasında dolanırken bir yandan da Tanrı’ya yakın olmanın/ulaşmanın yollarını aramaktadır. Babil’de bir kule yapılması ve bu kule aracılığıyla Tanrı’ya ulaşılması fikri doğar ve efsaneye göre yedi katlı bir kule yapılmaya başlanır.

Hıdır Göktaş yazdı: Babil Kulesi ve iletişim çağında gürültü içinde kaybolmak

Erişilmez olan Tanrı, kule yükseldikçe kendi katına ulaşmak isteyen insanoğluna kızar ve kuleyi yıkar. O zamana kadar tek dille konuşan ve anlaşan insanların birbirleriyle anlaşmasını engellemek/önlemek için de onları dağıtır ve buradan farklı diller doğar. Nuh’un soyundan gelen Yâfes, Hâm ve Sâm’ın soylarından gelenlerin konuştuğu farklı diller oluşur. Bu konuda kutsal kitaplarda yer alan bilgiler birbirine benzemektedir. Yâfes’in soyundan gelenler 15, Sâm’in soyundan gelenler 27 ve Hâm’ın soyundan gelenler 30 farklı dil konuşmaya başlamışlar ve birbirine benzemeyen 72 dil ortaya çıkmıştır. Babil Kulesi’nin yapımına başlanıncaya kadar tek dil konuşan ve birbiriyle anlaşan insanoğlu artık birbirini anlamaz olmuş ve bunun sonunda da savaşlar başlamıştır.

Sevgili okurlar sizler bu yazıyı okurken yeni bir yıla iki gün kalmış olacak. Bir yıldönümü öncesinde bu yazıyı yazmama neden olan şeyi anlatacağım izniniz olursa. Londra’nın elektriğini sağlamak amacıyla 1947 yılında kurulan elektrik santralı zamanla kentin içinde kalınca 1981 yılında kapatılır. Sonrasında bu bina bir mimar grubu tarafından müzeye dönüştürülür, ilgi çok fazla olunca da yeni bölümler eklenir. Sürekli değişen sergilerle dünyanın dört bir tarafından sanatçıları ağırlıyor her yıl. Klasik ressamlardan, sanatçılardan, modern dönem sanatçılarına kadar birçok sergi ve eseri görmek mümkün, gezmekle bitirilemeyen bu müzede.

Bugün (27 Aralık 2024) Tate Modern Müzesi’ni gezerken çok farklı bir sanat eseriyle karşılaştım. Yüzlerce radyo, büyük küçük, eski yeni, ahşap plastik demeden yan yana, üst üste dizilmiş ve bir kule oluşturulmuş. Radyolardan ortaya saçılan ve anlaşılmayan bir gürültü, bir parazit var, radyolar çalıyor ama hiçbir şey anlaşılmıyor.

Hıdır Göktaş yazdı: Babil Kulesi ve iletişim çağında gürültü içinde kaybolmak

Sanatçının kim olduğuna ve eserin ne anlama geldiğine baktım, duvardaki bilgi notundan. Brezilyalı, 1948 doğumlu bir sanatçı Cildo Meireles tarafından yapılmış eser; adı Babel (Babil Kulesi). Her biri farklı bir istasyona ayarlanmış yüzlerce radyodan oluşan kuledeki radyolardan çıkan ve tek dinlendiğinde anlaşılır olan sesler, rahatsız edici, hiçbir anlam ifade etmeyen bir gürültüye dönüşmüş. Meireles eserini aynı zamanda “anlaşmazlık kulesi” olarak da nitelemiş söyleşilerinde. Meireles’in esin kaynağı Babil Kulesi. Bu eserde de, Babil Kulesi efsanesinde olduğu gibi insanların birbirini anlamaması/anlayamamasını anlatmak istemiş sanatçı.

Cildo Meireles

Şimdilerde iletişim çağının içindeyiz, bilgi denen, haber denen, eğlence denen hemen her şeye avcumuzun içindeki bir cihazdan parmağımızın bir tıklamasıyla ulaşabiliyoruz. Ulaşıyoruz ulaşmasına ama bu kez de ulaştığımız şeyin doğru ve güvenilir olup olmadığı sorunuyla karşı karşıya kalıyoruz. Okuduğumuz yazı doğru mu, gerçek kaynaklara doğrulatılarak ve editoryal denetimden geçmiş bir yazı mı yoksa maksatlı/yalan-yanlış bir yazı mı? Gördüğümüz resim/fotoğraf gerçek mi, fotomontaj mı yoksa yapay zekâ ürünü mü anlamak neredeyse imkânsız.

Artık haber ya da bilgi üretmek kavramı da neredeyse ortadan kalkacak. Onun yerini içerik üretmek aldı. Herkes birer içerik üreticisi ve saniyeler içinde milyonlarca içerik ışık hızında dolaşıma çıkıyor. Sonuçta 65 yıllık ömrün 40 yılı gazetecilikle geçince ve bu süreçte dumanla haberleşme ve posta tatarları dışında telgraf, teleks, faks, telefoto, manyetolu telefon, çevirmeli telefon, jetonlu telefon, santral bağlantılı telefon, çağrı cihazı, sadece konuşma özelliği olan cep telefonu, fotoğraf da çekebilen cep telefonu ve artık gelinen noktada cepte taşınabilen bilgisayar özelliği, televizyon özelliği, yazılı-görüntülü haberleşme, görüşme özelliği olan cep telefonlarını kullanan bir kuşağın mensubu olunca ortaya çıkan iletişim hızının muazzamlığına şaşmadan edemiyorum. Diğer yandan ise habercilik adı altında üretilen içeriklerin bilgi ve haberden çok tıklanma, izlenme, görülme kaygısıyla üretildiğine tanık oluyorum. Bir yandan haber üretirken, aynı hesap üzerinden tık alma, izlenme artırma amacıyla haberle ilgisi olmayan şeyler paylaşanların olması ya da gazeteciliği bir yana bırakıp, hemen her açıklamaya çoğu kez kendi sesinin-yazdığının şehvetine kapılarak yorum yapanların çokluğu mesleğimizin geleceği bakımından oldukça kaygılanmama yol açıyor.

Hep konuşuyoruz, çok konuşuyoruz, ben/biz konuşuyoruz ama susup bir başkasını dinlemiyoruz. Öyle olunca da Meireles’in Babil Kulesi eserindeki gibi ortaya anlaşılmaz bir gürültü çıkıyor. Sonuçta mesleğim gazetecilik olunca yazıda da gazetecilik/gazeteciler üzerinden anlatmaya çalıştım meramımı ama siyaset ve siyasetçiler için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Çok konuşmanın, hep konuşmanın marifete tabi olduğu zannıyla yapılmış laf kalabalıkları, gürültülü yığının içinde kısa sürede hükmünü yitiriyor, anlamsızlaşıyor.

Madem iletişim çağındayız bize benzemeyenlerin, bizden olmayanların, farklı görünenlerin, farklı düşünenlerin, başka dil konuşup, farklı söz söyleyenlerin olduğunu görmek, anlamak olmalı derdimiz; konuşup derdimizi meramımızı anlatırken, durup, susup başkalarının/diğerlerinin sesini, derdini, meramını duymanın yollarını bulmak ve bu yolları çoğaltmak olmalı amacımız.

Yazıyı şair Gülten Akın’ın “İlkyaz” şiirinin ilk bölümüyle bitireyim:

“Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyler anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar

Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya

Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı

Bakıp kapatıyorlar

Geceye giriyor türküler ve ince şeyler”

* * * * *

İyi yıllar, gelen yıl gideni aratmasın…

Yeni yılda, yeni yazılarla karşılaşmak ümidiyle gürültüsüz (!) sağlıklı ve keyifli bir yıl diliyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.