Cuma Çiçek, Birikim Dergisi’nde yer alan yazısını ele alarak, 1999-2024 yılları arasında, yirmi beş yıl içerisinde gerçekleşen altı yerel seçim sonuçlarını analiz ederek DEM Parti geleneğinin siyasi performansını, Kürtlerin 25 yıllık yerel seçim tecrübesini, oy oranları artışlarını yıllara göre değişimini ve 2024 Yerel Seçimleri’ni Ruşen Çakır’a değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Araştırmacı Cuma Çiçek ile Kürt siyâsetinin 25 yıllık yerel seçimler ve yerel yönetimler deneyimini konuşacağız. Birikim’de çok önemli bir yazı kaleme aldı, oradan hareketle. Cuma, merhaba.
Cuma Çiçek: Merhabalar.
Gerçekten çok çarpıcı tablolar ve bir öykü var. Aslında ben de bir gazeteci olarak bu öyküyü çok yakından tâkip etmiş birisiyim, ama derli toplu görünce daha heyecan verici oluyor. Bu 25 yıla geçmeden önce, şu son seçimi bir değerlendirelim. DEM Parti en sonunda, –yeni adıyla diyelim, hep adlar değişiyor 25 yılda– DEM Parti’nin performansına baktığımız zaman ilginç bir şey var. Güneydoğu’da birçok yeri aldı. Şırnak ve Bitlis istisnâları dışında…
Cuma Çiçek: Şırnak ve Bitlis belli ölçülerde.
Evet, şimdi önüme tabloyu açıyorum, oradan bakacağım. Ağrı’yı ve Muş’u geri aldı AKP’den ve bayağı bir performans gösterdi. Ama büyükşehirlerde sanki bir hayal kırıklığı yaşadı. Sen nasıl okuyorsun son seçim performansını?
Cuma Çiçek: Son seçime baktığımızda, il bazında DEM Parti’nin önde olduğu il sayısı arttı. Yani 12 yılda, özellikle yerel meclis seçimleri bazında seçimi birinci sırada bitirdiği iller. Bu anlamıyla önceki seçimlere göre biraz daha önüne bir fırsat penceresi açılmış durumda. Ben bunu biraz da DEM Parti’nin siyâsete geri dönüşü olarak okuyorum açıkçası, yani bu seçim sonuçlarını. Ama DEM Parti’nin bu 12 yılda birinci olmasının temel nedeni esâsında oyunu artırması değildi. Mayıs seçimlerine kıyasla kısmî olarak bir iyileşme var aslında. Ama temelde Kürt coğrafyasında DEM Parti’nin asıl rakibi olan AK Parti’nin beklenenden çok daha fazla oy kaybetmesi. Yani aslında DEM Parti’nin de bir kaybı var. Ama rakibi çok daha fazla oy kaybettiği için, bu, karşı tarafın, yani rakibin zayıflaması DEM Parti’ye bir alan yarattı. Yani esas olarak bu. Ama dediğim gibi, Mayıs seçimlerine kıyasla bir tık toparlanma var, öyle söyleyebiliriz. Çünkü Mayıs seçimlerinde DEM Parti büyük bir kayıp yaşadı ve bu büyük kayıptan sonra yoğun bir tartışma da vardı. Biliyorsun, parti bir genel kongreye gitti, başkanlar ve eş başkanlar değişti. Ama metropollerde, ben işin doğrusu rakamlara baktığımda, sanılanın aksine bir tablo olduğunu gördüm. Metropollerde esas olarak DEM Parti’nin oyunun azaldığı üç şehir var: Bunların biri İstanbul, biri Mersin, diğeri de Hatay. İstanbul ve Mersin’de görüldüğü kadarıyla, CHP ile kurulan kent uzlaşısı sonuç vermiş gibi görünüyor. Hani somut rakamdan bahsedersek, İstanbul’da potansiyel 214 bin DEM Parti seçmeni Ekrem Bey’e, daha doğrusu CHP’nin adaylarına oy verdi ilçe meclislerinde. Dolayısıyla orada biraz da DEM Parti’nin stratejik hamlesiyle ilgili bir durum var. Mersin’de de aynı durum var. Ama örneğin İzmir’de, meclisler bazında DEM Parti oyunu artırdı, Antalya’da artırdı, Adana’da artırdı. Burada yine bir diğer konu Hatay meselesi. Hatay’da daha çok DEM Parti’nin TİP başta olmak üzere, içindeki sol örgütlerle kurmuş olduğu ittifâkın Hatay’da DEM Parti’yi küçülttüğünü görüyoruz işin doğrusu. Orada çok büyük bir oy kaybı var, özellikle Hatay’da. Ama bir bütün olarak baktığımızda, aslında metropollerde, Mersin ve İstanbul dışında oyunu artırmış bir DEM Parti var, küçülmüş bir DEM Parti yok; eğer rakamlara biraz daha detaylı bakarsak. Burada analizlerde yapılan bir hatâ var, onu hatırlatmama izin ver. Birincisi, seçmen katılım oranını yeterince dikkate almıyoruz. İkincisi, artan seçmen sayısını dikkate almıyoruz. Artan seçmen sayısını da katılımla berâber dikkate aldığımızda, metropollerde dediğim gibi sanıldığının aksine DEM Parti’nin aslında yükselişi var. Tek istisnâ İstanbul, Mersin ve Hatay. İstanbul ve Mersin ittifak sonucu oluşan bir tablo. Hatay ise DEM’in özellikle sol partilerle, örneğin TİP ilişkisinin yansıması.
Peki, şunu sorayım: Başak Demirtaş İstanbul’da aday olsaydı, o çok konuşuldu biliyorsun, farklı, çok farklı bir şey olur muydu? Anlaşıldığı kadarıyla Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasını engelleyemezmiş, o gözüküyor ama. Normalde çok daha farklı, daha yüksek bir oy alabilir miydi sence?
Cuma Çiçek: Şunu söyleyebilirim: DEM Parti’nin metropollerdeki oy oranı, oyunun dengesini kuracak düzeyde. Örneğin son seçimde DEM Parti çok daha güçlü bir adayla çıksaydı, güçlü bir kampanya yürütseydi muhtemelen Ekrem Bey yine kazanırdı. Ama örneğin DEM Parti, AK Parti’yi destekleseydi Ekrem Bey kaybederdi, yani bütün performansıyla. Dolayısıyla bu seçimin bize gösterdiği bir tablo da şu: Metropollerde, özellikle 10-12 büyükşehirde, DEM Parti, anaakım Kürt siyâseti hâlâ oyun bozucu bir aktör olarak gücünü koruyor. Bu konuda çok belirleyici. Ama somuttaki seçimlere baktığımızda, DEM Parti çok daha iyi bir adayla, örneğin Başak Hanım’la, yani adını daha net koyarsak Demirtaş soyadıyla seçime girseydi ve performans gösterseydi, yani ciddî bir kampanya yürütseydi, Ekrem Bey muhtemelen yine, ama daha az bir farkla kazanırdı. Ama şunu hatırlatmama izin verin: Meral Hanım da güçlü bir adaydı. Burada esas mesele bence DEM Parti’nin izlemiş olduğu strateji. Yani düşük bir profille seçim kampanyasını yürüttü. Hem varlığını biraz gösterdi ve bence o da esas olarak bir müzâkere meselesiydi. Yani hem Ekrem Bey ile yapılan, daha doğrusu CHP ile yapılan müzâkereler hem de AK Parti ile İstanbul dışında yürütülen müzâkereler var. Yani sen de az çok tâkip ediyorsun. Oradaki bütün o adaylar, kampanyanın güçlü olması ya da zayıf olması bana sorarsan DEM Parti’nin hem CHP ile hem de AK Parti ile ikili yürütmüş olduğu müzâkerelerin hamleleriydi esas olarak. Ama nihâî olarak daha düşük profilde, biraz İmamoğlu’nun kazanmasına yol verecek bir pozisyon aldı İstanbul’da DEM Parti.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bu seçimin bir diğer unsuru da HÜDA PAR. HÜDA PAR kendisi girdi ve bölgede dengeleri değiştirebilir mi diye bir soru işâreti ortaya çıktı. Senin de söylediğin gibi, AK Parti’de bayağı bir gerileme var, Türkiye çapında ve bölge çapında. Ama HÜDA PAR’ın Batman dışında çok ciddî bir… ki Batman’da da DEM Parti ile kıyaslanamayacak kadar az oy aldı ama AKP’yi geçti, Batman’da ikinci parti oldu. HÜDA PAR için nasıl bir bilanço çıkartıyorsun?
Cuma Çiçek: HÜDA PAR bu seçimi bence iyi bir fırsat olarak değerlendirdi ve yaptığı hamlelerle siyâset alanını genişletti. Birincisi, örneğin hiç kazanma ihtimâli olmadığı yerlerde adaylar gösterdi. Yani örneğin İstanbul’da Adalar’da aday gösterdi ya da Alevî Kürtler’in olduğu Dersim’de aday çıkardı. Buralarda ciddî oylar almadı. Ama bu seçimi kamusal alanda görünürlüğünü artırma anlamında bir fırsat olarak değerlendirdi ve mümkün olduğu kadar bir parti görünümüne yatırım yaptı ve bence burada önemli bir kazanım da aldı. Şimdi HÜDA PAR’a baktığımızda, bölgede esas olarak üç şehirde HÜDA PAR güçlü: Batman, Diyarbakır ve Bingöl. Bu üç şehirde de aslında HÜDA PAR oylarını dikkate değer düzeyde artırdı. Örneğin Batman’da AK Parti’den daha fazla oy aldı, Diyarbakır’da %12’leri buldu. Ama burada şunun altını çizmeme izin ver: Çoğu şehirde AK Parti’ye kızıp Yeniden Refah Partisi’ne giden seçmenler, bu bahsettiğim üç şehirde HÜDA PAR’a yöneldi. Bu esas olarak tek başına HÜDA PAR’ın siyâsal performansıyla ilgili bir durum değil. Yani Batman’da HDP’ye gidemeyen, HDP ile mesâfesi olan ve daha önce AK Parti’ye oy vermiş olan insanların bir kısmı, en azından AK Parti’den rahatsız olan seçmenlerin bir kısmı HÜDA PAR’a yöneldi. Ama şu an HÜDA PAR, en azından bu üç şehirde bir fırsat penceresi açmış durumda. Bunun biraz geçmişi de var. Biliyorsun, 50+1 meselesi küçük partilere devâsâ bir fırsat penceresi sundu Türkiye’de. Yani buna YRP de dâhil, HÜDA PAR da dâhil. Şimdi HÜDA PAR, Mayıs seçimlerinde ve öncesinde AK Parti ile iyi bir ilişki kurarak, iktidar partisiyle ilişki kurarak, ittifak kurarak belli anlamda bu 50+1’in yaratmış olduğu fırsat penceresini iyi değerlendirdi. Ama son yerel seçimde bu fırsatı biraz partinin büyümesine kanalize etmeyi becerdi açıkçası. Daha önceki programlarda da bunu tartıştık; yani HÜDA PAR bölgede bir üçüncü odağa dönüşür mü? Yani DEM Parti ile AK Parti’nin arasında bir üçüncü odağa dönüşür mü? Ben bu kanaatte değilim. HÜDA PAR’ın bunun için bayağı bir dönüşmesi lâzım. İdeolojik söylemde bir dönüşüme ihtiyâcı var. Esneme ve çeşitlenmeye ihtiyâcı var. Kurumsal yapısının değişmesine ihtiyâcı var. Yeni sîmâlara ihtiyâcı var. Ve en önemlisi yeni bir iletişim stratejisiyle yenilenmeye ihtiyâcı var. Burada esâsında AK Parti’nin zayıflamasının Kürt coğrafyasında HÜDA PAR’a biraz alan açtığını ve AK Parti’ye olan öfkenin HÜDA PAR’a kazanç olarak geldiğini görüyoruz.
Şimdi 25 yıla bakalım. Sen 1999 yerel seçimlerinden îtibâren yapıyorsun. Ve kaç ili ele almıştın?
Cuma Çiçek: 20 il.
Toplam 20 il değil mi? Ve bunları 4 bölgeye ayırıyorsun: Kırmızı bölge, sarı bölge, mavi bölge, ilki de yeşil bölge. Yeşil, en güçlü olduğu yerler; kırmızı, AKP ile arada sırada… Pardon, Bingöl ve Şanlıurfa’da AK Parti ve Yeniden Refah Partisi önde gözüküyor. Sonra Kars, Tunceli, Bitlis, Siirt var. En sonda da Ardahan, Elâzığ, Erzurum ve Gaziantep var. Buralar en zayıf olduğu yerler. Şimdi şuna baktığımda, 1994 seçimlerini hatırlıyorum, Kürt hareketi boykot etmişti biliyorsun ve belediyelerin büyük bir çoğunluğunu Refah Partisi almıştı. Diyarbakır’ı, Batman’ı, birçok yeri… O dönemde Refah Partisi’nin almadığı yerleri de ANAP vs. gibi diğer partiler almışlardı. Anladığım kadarıyla bunun bir hatâ olduğunu gördüler galiba — ki 1999’dan îtibâren yerel seçimlere girmeye başladılar. İlk 99 örneğine baktığımız zaman, nasıl bir anlam taşıyordu? 99’da HADEP olarak mı girmişlerdi?
Cuma Çiçek: Evet, 99’da HADEP olarak girmişlerdi. Şimdi 25 yıla bakmanın önemine biraz vurgu yapayım. Genelde seçimlere baktığımızda bir anlık fotoğraf çekiyoruz ve ânı anlamaya çalışıyoruz. Ama kanaatimce Türkiye’deki siyâsal gidişâtı anlamak için biraz trend okuması yapmak lâzım. Daha geniş bir zaman aralığında ilgili siyâsî aktörlerin gelişimine bakmak lâzım. Ben de bu son yazıda onu yapmaya çalıştım. 99, anaakım Kürt Partisi diyeyim, yani 1990’da HEP’ten başlayan, daha sonra HADEP, DEHAP, DTP, BDP, HDP ve en son DEM Parti ile devam eden geleneğe baktığımızda, 99 bu geleneğin yerellerde iktidar olduğu yıl, başlangıç yılıdır. Ve neredeyse kesintisiz bir şekilde 2016 yılına kadar çoğu şehirde bir yerel iktidar ortağı oldu. Yani hem belediyelerde hem de il genel meclislerinde bir tür aslında yerel iktidârın parçası oldu bu gelenek. Haklısın, aslında 99’dan bugüne baktığımızda esas olarak bu deneyimin, yani bu yerel yönetim deneyiminin Kürt siyâsetini büyüttüğünü görüyoruz. Dolayısıyla bu anlamıyla 94’te seçimi boykot edip yerel iktidar süreçlerinin dışında kalmayı bugünden baktığımızda bir hatâ olarak görmek mümkün elbette ki. Ama tabiî o dönemin şartları ve koşullarına dönmek de önemli. Ama bir bütün olarak baktığımızda, aslında 99 yılı ana akım Kürt siyâsetinin yerel iktidar sürecine dâhil olma yıllarıdır. Ve buralarda o dönemde daha zayıf bir hareketti. Yani yanlış hatırlamıyorsam sokaktaki ortalama 100 seçmenin 18’inin rızâsını alan bir hareketti. Aslında %20’ler civârında, oldukça sınırlı bir gücü olan bir hareket. Ama 99’dan başlayan bu süreç zaman içerisinde genişledi. Senin o bahsettiğin sınıflamayı kullanırsak, Kürt hareketinin Kürt coğrafyasında hegemonik bir güç olduğu iller var. Yani bu 25 yıl içerisinde altı seçimin altısında da seçimi kazandığı ve ikinciye ortalama %15-20 bandında fark attığı iller var. Şimdi bu illerin sayısı 99’dan bugüne genişledi. 99 bunun başlangıç yıllarıydı. Yanlış hatırlamıyorsam, 99’da 5 ya da 6 ilde birinciydi Kürt hareketi. Ama 2024’te bu sayı 12’ye çıkmış durumda. İkinci coğrafyası ise muhâlif olduğu bir coğrafya var. Yani karşısında hegemonik, bütün seçimleri kazanan bir aktör var. Son seçime kadar esas olarak AK Parti’ydi bu. Ama örneğin son seçimde Urfa’da YRP biraz AK Parti’yi dengeledi, yani orada ikiye bölündü diyelim AK Parti câmiası. Üçüncü olarak, bir hegemonik denge gücü olduğu iller var. Yani karşısında ona benzer bir ya da birden fazla güç var. Örneğin Dersim’de, yani Tunceli’de, CHP ve Türkiye sol hareketi var. Üç kutuptan bir tânesi. Ya da örneğin Kars, AK Parti kadar CHP ve MHP’nin güçlü olduğu bir il; ama DEM Parti de güçlü ve burada bu hegemonik güçler arasında bâzen öne çıkabiliyor. Bir de anaakım Kürt siyâsetinin zayıf olduğu iller var. Yani bu iller aslında târihsel açıdan baktığımızda Kürt nüfûsunun yoğun olduğu iller. Buna Erzurum’u, Antep’i, belli ölçüde Kilis ya da Malatya gibi illeri örnek olarak katabiliriz. Malatya çok tipik bir örnektir. 1935’te yapılan anadil sayımında, evde Kürtçe’nin en fazla konuşulduğu ildir Malatya. Yani çok fazla bilinmez. Ama oralarda şu an Kürt hareketinin marjinal bir güce dönüştüğünü görüyoruz örneğin buralarda. Bir bütün olarak baktığımızda, %10’un altında oy aldığı, yani kültürel olarak ve târihsel olarak Kürt olmasına rağmen politik alanda Kürtlüğün ve Kürt kimliğinin zayıf olduğu iller bunlar. Bir tür Kürt coğrafyasının en çeperleri diye tanımlayabiliriz. Şimdi buralara baktığımızda, aslında 99’da Kürt hareketi bir iki ilde hegemonik güçtü, bir iki ilde de bir muhâlefet hareketiydi. Ama 99’dan bugüne olan seyirde, yani hem yeşil bölgenin, yani hegemonik olduğu bölgenin genişlediğini görüyoruz. Esas olarak zâten bence ana genişleme orada. Muhâlif olduğu il sayısında ciddî bir artış var ve bir anlamda çok daha zayıf olduğu, marjinal bir siyâsî güç olduğu yapılarda ise zaman içerisinde biraz görünür olmaya başladığı bir trend görüyoruz. Ama 99 bunun başlangıç yılı. Yani bütün ilk yatırım yılı diyebiliriz.
Şimdi, 99’a bakıyorum tabloda. Meselâ Batman’da %31 oy almış, Diyarbakır’da %30,8 almış, Hakkâri’de ise %34,7 almış. Yani 3 kişiden en az birinin oyunu almış gibi görüyoruz. Ama meselâ 2014’e baktığımda, Diyarbakır’da %42, Hakkâri’de %52 gibi bayağı bir artış görüyorum. Neredeyse yarısını, her iki seçmenden birisinin oyunu alıyor. Şimdi burada zirveyi 2014 olarak görüyorsun, değil mi? En büyük şey… Zâten 2015 Haziran genel seçimlerinde de devam etti tırmanma. Herhalde en büyük başarıyı orada yakaladılar. 2014 ve 2015’in bir tür habercisiydi herhalde.
Cuma Çiçek: Önce şuna dâir bir not düşmeme izin ver Ruşen: Yani oradaki oranlar, geçerli oy sayısına göre yapılan oranlar değil. Yani toplam seçmenin %32’sinin oyunu almış örneğin Diyarbakır’da ya da Hakkâri’de %54’ünü almış. Yani orada geçerli olan oy sayısına göre değil, toplam seçmen sayısına göre bir oranlama yaptım. Bunun temel nedeni aslında bir siyâsal temsil gücünü daha iyi okumak. Çünkü her seçimde, biliyorsun, seçime katılım oranları değişiyor. Ve burada hiç sandığa gitmeyen ciddî bir nüfus bulunuyor. Eğer bunu dikkate aldığımızda, aslında oranlar %50’leri geçen oranlar. Yani bu birinci olduğu illerin çoğunda ortalama %50’ye yakın bantta oy alan bir hareketle karşı karşıyayız. Şimdi bu hareketin genel trendine baktığımızda, 99’dan 2014-2015’e kadar, aslında Çözüm Süreci’ne kadar çok ciddî bir yükseliş dalgası yaşadığını görüyoruz. Yani çok kabaca söylersem, %18’lerden %35-36’lara çıkan bir Kürt hareketiyle karşı karşıyaydık. Neredeyse siyâsî gücünü ikiye katlamış bir Kürt hareketi var. Yani ilk 10 yılda, 99’dan 2009-2014 yılına kadar. Dolayısıyla aslında Kürt hareketinin yerel yönetim deneyimi ve belki de 2000’li yılların demokratikleşme ve reform süreci, Avrupa Birliği süreci gibi dinamiklerle Kürt hareketinin çok büyük bir büyüme içerisine girdiğini görüyoruz. Ama 2014’ten sonra, belki daha net söylersek Haziran seçimlerinden sonra ise bu zirveden kademeli olarak bir düşüşün yaşandığını görüyoruz.
Burada galiba en önemli hususlardan birisi… Tabiî ki çok konjonktürel olaylar da var. Meselâ komşu ülkelerde yaşanan gelişmelerin, Suriye’de ve Irak’ta Kürtlerin iniş çıkışlarının da Türkiye’deki hareketi etkilediğini söylüyorsun, değil mi?
Cuma Çiçek: Orada birkaç çıkarımım var. Bence bunun bir tânesi jeopolitik. Çünkü 2003-2005 yılları arasında Irak Kürdistan bölgesi inşâ oldu ve 2017’ye kadar neredeyse Irak Kürdistan bölgesinde bir Kürt dalgasının büyüdüğünü görüyoruz, 2003-2005’le 2017 yılları arasında. Öte yandan Rojava’da 2012 ile 2016-17 yılları arasında ciddî bir yükseliş dalgası var. Yani Türkiye’deki Kürt hareketinin seçim performansıyla Kürt meselesinin sınır ötesi bağlamında meydana gelen gelişmeler arasında bir korelasyon var. Daha net ifâde etmek gerekirse, Irak’ta ve Suriye’de Kürt siyâseti büyüdükçe, Türkiye’deki DEM Parti geleneğinin de büyüdüğünü görüyoruz. İşin bir boyutu bu. Ama buna sanırım birkaç şey daha eklemek lâzım. Bu büyümeyi sağlayan bence ikinci bir dinamik: Barış siyâseti. Yani baktığımızda, aslında 99’dan 2015’e kadar Kürt hareketi esâsında barışa yatırım yaptı ve Kürt meselesinin siyâsal yöntemlerle çözümüne dâir bir hattı izledi. Ve baktığımızda aslında Kürt hareketinin barış siyâsetiyle seçim performansı arasında da bir korelasyon olduğunu görüyoruz.
Ben orada şöyle bir şey düşünüyorum. Bunu değişik zamanlarda tekrarladım. Çözüm Süreci –şimdi çoktan rafa kalktı ama–, Çözüm Süreci’nden en çok istifâde eden hareket Kürt hareketi oldu. Yani onun en güçlü olduğu zamanlar Çözüm Süreci zamânıydı, değil mi?
Cuma Çiçek: Bunu çok net söyleyebiliriz. Yani 1999’dan 2014’e kadar neredeyse kesintisiz bir yükseliş dalgası yaşayan bir Kürt hareketi var. 99 aslında İmralı Süreci’ydi, 1999’dan 2004’e kadar. 2008 ve 2011 yılları arası Oslo Süreci’ydi, 2013-2015 arası Çözüm Süreci’ydi. Ama bir bütün olarak baktığımızda 1999’dan 2015’e kadar gelgitli de olsa Kürt siyâsetine hâkim olan siyâset barış siyâsetiydi ve çözüm süreçleriydi. Ve bu çözüm süreçleriyle DEM Parti geleneğinin yükselişleri arasında doğrudan bir bağlantı var. Dolayısıyla bence bu tablodan şunu çıkarmak çok net ve mümkün: Barış siyâseti ile Kürt siyâsetinin büyümesi arasında bir paralellik var. Ama burada sanırım bir dinamik daha var. Ben yazıda çok bunun altını çizmedim, ama yeri gelmişken altını çizeyim: Şimdi, 1999’dan 2015-16 yıllarına kadar olan dönem aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme yılları. Yani Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin başladığı, demokratik alanın genişlediği, ifâde özgürlüğünün genişlediği alanlar. Şimdi hem Çözüm Süreci hem de bu demokratikleşme dalgasını berâber okuduğumuzda şunu söyleyebiliriz: Siyâset alanı genişledikçe, siyâset yapmanın, konuşmanın, diyaloğun zemini genişledikçe Kürt siyâseti büyüyor. Ve 2015 sonrasına baktığımızda, yani negatif tablo da bu durumu teyit ediyor. Yani aksi bir şekilde, siyâset alanı daraldıkça, demokratikleşme süreçleri daraldıkça ve barış siyâsetinden uzaklaştıkça Kürt siyâsî hareketinin seçim performansında da benzer bir düşüşün olduğunu görüyoruz. O yüzden buradan şu çıkarımı yapmak mümkün: Türkiye’de demokratikleşme güçlendikçe ve barış siyâseti hâkim oldukça DEM Parti geleneğinin seçim performansı artıyor.
Burada tabiî şöyle de bir husus var, bununla çok bağlantılı: Operasyonlar var. Selahattin Demirtaş başta olmak üzere, belediye başkanları, milletvekilleri, grup başkanvekilleri, çok sayıda kişinin cezâevine konulması var. Bâzıları çıktı, ama büyük bir kısmı yıllardır yatıyor. Orada çok ciddî bir darbe, baskı politikaları ve bâzı kadroların devlet eliyle tasfiye edilmesi bir yanda; bir diğer yanda da bence –bilmiyorum katılır mısın?– Demirtaş’tan sonra bir lider sorunu var o hareketin, yasal hareketin, yani parti hareketinin. Çünkü Demirtaş bir lider damgası basmıştı. 2015 Haziran seçimleri de zâten bunun göstergesiydi. Ama ondan sonra, o cezâevine konulduktan sonraki süreçte değişen eş genel başkanlar hiç onun yerini dolduramadı diye düşünüyorum, katılır mısın?
Cuma Çiçek: Ya, haklısın. Önce şunun altını çizmeme izin ver: DEM Parti’nin temsil etmiş olduğu geleneğe baktığımızda, bu partilerin ortalama ömrü 4 yıl. HDP’den bu yana olan partiyi çıkardığımızda ise 3 yıl. Yani 3 yılda bir kapatılan, 300-500’e yakın siyâsî liderine yasak getirilen, üyeleri sürekli tutuklanan bir siyâsî gelenekten bahsediyoruz. Dolayısıyla burada, hani devletin bir bütün olarak, hükûmetin Kürt hareketi üzerindeki baskı politikasının onun mobilizasyon kapasitesini daralttığını söylemek mümkün. Bu çok net. Ama bu, 2015’ten sonra başlayan bir süreç değil. Yani bunu 1990’lara kadar götürmek de mümkün. 2015’lerde bu sertliğin biraz daha şiddetlendiğini söyleyebiliriz. Yani çünkü şu an eş başkanların içeride olduğu, vekillerin içeride olduğu, 10 binden fazla aktivistin, üyenin, yöneticinin içeride olduğu bir dönem yaşadık. Anaakım Kürt siyâseti Türkiye medyasında, akademisinde bir bütün olarak izole edildi bu dönemde. Daha da önemlisi, anaakım Kürt siyâsetinin yerel iktidar deneyimi ortadan kaldırıldı. Kayyumlarla neredeyse bütün belediyelere el konuldu. Dolayısıyla bu genel şiddet dalgasının son 8 yılda daha da arttığını söylemek mümkün. Bu yüzden şu andaki bu kısmî düşüşte, 2014’ten bu yana, 2015’ten bu yana devlet şiddetinin artmasının altını çizmek elbette gerekli ve bu çok bâriz bir şekilde yansımış durumda. Hattâ bir adım daha öteye gideyim: Kürt meselesinin aslında siyâsî çözümünü seçimler üzerinden, demokratikleşme üzerinden sağlamak mümkün. 1999’dan 2015’e kadar olan tablo bunu gösteriyor. Bu anlamıyla Ankara’da da barışa ve siyâsî çözüme yatırım yapan irâdenin zayıf olduğunu söylemek çok çok mümkün. Bunun altını çizmeme izin ver. Şimdi sorunun ikinci kısmına gelirsem. Yani aslında bu 1999’dan 2015’e kadar olan dalgadaki ana veriler şunlar: Barış siyâseti Kürt siyâsetini büyütüyor, yerel yönetim deneyimi Kürt siyâsetini büyütüyor ve Türkiye’deki demokratikleşme dalgası Kürt siyâsetini büyütüyor. Aslında bu dinamiğe baktığımızda, Kürt sokağının yatırımı çok net. DEM Parti’ye yatırım yapan bir Kürt sokağı var, barış siyâsetine yatırım yapan bir Kürt sokağı var ve demokratikleşmeye yatırım yapan bir Kürt sokağı var. Şimdi, bu üç dinamiği taşıyacak bir DEM Parti için güçlü bir liderliğe ihtiyaç var. Şunun altını çizmeme izin ver, Türkiye’de bu hem AK Parti için geçerli, hem CHP için geçerli, hem Kürt hareketi için geçerli, hem diğer partiler için geçerli: Türkiye toplumu bir liderler toplumu ve siyâsî liderlerin siyâsî geleneklerin formasyonunda çok belirleyici bir güçleri var. Şimdi Kürt hareketinin legal alanı diyelim, yani legal Kürt siyâseti 1990’lardan 2015’lere kadar büyük oranda, biraz da tırnak içerisinde, daha “çeperde” bir aktördür. Yani Kürt alanını kuran, kurucu bir aktör değildi ve buna dönüşmeye başlamış esas olarak. Ve bu dönüşümü taşıyacak lider figürlerinin şu an en önünde de Demirtaş bulunuyor. Dolayısıyla aslında 2015’lerden sonra Demirtaş’ın içeride olması ve Kürt siyâsetine yapılan bu müdâhale ya da bu şiddet dalgası, esas olarak bu çeperde bulunan Kürt siyâsetini merkeze taşımaya dönük ya da Kürt siyâsetinin merkeze gelmeye dönük olan bu meyline yapılan bir müdâhale olarak da okunabilir. Bu anlamıyla Demirtaş gibi güçlü bir figürün bugün içeride olması elbette ki bu düşüş dalgasında çok belirleyici. Çünkü bu dalgayı taşıyacak bir lider figüründen şu an Kürt hareketi yoksun. Yani Demirtaş’tan sonra gelen bütün figürlere baktığımızda, işin doğrusu, bir karizmatik liderden ziyâde, daha çok genel başkanların olduğunu görüyoruz. Yani Demirtaş’a benzer bir performansı gösterebilen bir lider çıkamadı Kürt hareketi içerisinden. Ve işin doğrusu bu dalgayı taşıması için de Kürt hareketinin hâlâ bir lidere ihtiyâcı var ve bu lider görünür gelecekte de şu an Demirtaş gibi görünüyor.
Şimdi, burada bitirirken bir fırsat penceresinden bahsediyorsun şu hâliyle bakıldığı zaman. DEM Parti’nin önünde bir fırsat penceresi olduğunu söylüyorsun. Bir kere belediyeler var. Van’da bir olay yaşandı ve orada direnerek haklarını aldılar, daha doğrusu seçilmiş belediye başkanı tekrar mazbatasını aldı. Her ne kadar birtakım örtülü ya da başka türlü tehditler, soruşturmalar olsa da en azından geçen 5 yıldaki gibi hızlı bir kayyum uygulaması olmayacağı anlaşılıyor. Belki de hiç olmayacak. Şimdi belediyelerin açtığı bir alan var. Ama bir diğer husus da şu tabiî ki: Son yerel seçimlerde AK Parti’nin çok ciddî bir şekilde darbe alması ve CHP’nin birinci parti olması. Bu 22 yıl sonra yaşanan bir ilk. Bu, DEM Parti’nin önünü iyice açar mı? Çünkü seçimden önce biliyorsun, Kürt hareketi içerisinde AKP’ye daha yakın olmak gerektiğini savunanlar vardı. Parti içerisinden birtakım isimler bunu yaptılar. Bir tartışma yaşandı. Ama şimdi güçsüzleşen bir AK Parti ve Erdoğan var. Şimdi, önümüzdeki dönemde nasıl bir pozisyon alabilir? AKP ve CHP arasında yaşanacağı anlaşılan ana rekabete tamâmen nötr kalıp dışarıdan mı izleyen; yoksa birisine yakınlaşan mı?
Cuma Çiçek: Şimdi benim görebildiğim, işin doğrusu, kayyum riski hâlâ devam ediyor. Bir önceki seçimi hatırlayalım, yani Ağustos ayında kayyumlar atandı eğer yanlış hatırlamıyorsam. Diyarbakır Ağustos ayıydı, yani Mart’ta seçimler oldu ve Ağustos’ta –Selçuk Bey’in olduğu dönemden bahsediyorum– kayyumlar atandı. Dolayısıyla kayyum riskinin ortadan kalktığını söylemek için bence biraz erken. Bu riskin ben hâlâ olduğunu düşünüyorum. Hattâ bir adım da öteye gideyim: Kayyumlardan sonra, eğer kayyumlar gerçekleşirse yeniden, ikinci bir dalga olarak kayyumlarla Kürt coğrafyasında DEM Parti’nin potansiyelini kırmaya dönük bir meyil gelişebilir. Ve tâkiben, yani bu kayyumları tâkiben batıda İstanbul’un, İzmir’in, Antalya’nın, Mersin’in gücünü sınırlandırmaya dönük bir yeniden merkezîleşme ve bir de konsantrasyon süreci olabilir. Yani kastettiğim şey şu: Belediyelerin yetkilerinin bâzılarının bakanlıklara, bâzılarının ise vâliliklere devredildiği bir süreç yaşayabiliriz. Örneğin İstanbul’da Kanal İstanbul süreci hızlanabilir. Yani İstanbul’un neredeyse 50 yıllık geleceğini belirleyecek olan bir projeyi merkezi hükûmet Ankara’dan yönetmeye devam edebilir. Dolayısıyla aslında bu ikisi birbirine bağlantılı şeyler. Eğer kayyumların önüne geçilemezse, bunu tâkiben muhtemelen İstanbul’un da, İzmir’in de, Antalya’nın da, Ankara’nın da yetkilerinin daraltıldığı, mâlî güçlerinin sınırlandırıldığı bir otorite dalgasıyla karşı karşıya kalma riskimiz var bence. Şimdi burada bence temel mesele şu: Yani kayyumlarla yerel yönetimlerin gücünün arasındaki ilişkiyi kurmak lâzım ve buna dâir siyâset yapmak lâzım. Daha somut söylersem, bence şu anda DEM Parti’nin yapmaya çalıştığı şey şu, yine Van örneğinden gidersem: Bir yandan AK Parti ile bir diyalog zemini tutmaya çalışıyorlar, tam da bu kayyumların önünü almak için. Ve bana sorarsanız, Van’daki krizin aşılmasında bir yönüyle elbette ki Van halkının sokağa çıkması, seçme ve seçilme hakkını sâhiplenmesi önemliydi. CHP başta olmak üzere muhâlefetin bu konudaki tutumu da önemliydi. Ama şunu hatırlatmama da izin verin: DEM Parti ile AK Parti arasındaki temas da çok belirleyici oldu Van’daki krizin aşılmasında. Merak edenlere, Selahattin Bey’in açıklamasını detaylı okumalarını ben tavsiye ederim. O açıklamada bu temâsın ve müzâkerenin olduğunu görmek çok mümkün, zâten ifâdeler çok net. Şimdi, DEM Parti bir yandan AK Parti ile bu temâsı korurken ve önümüzdeki 4 yılda yeniden barışa ve demokratikleşmeye dâir bir alan açmaya çalışırken; bir yandan da CHP ile ittifak siyâsetinin zeminini korumaya çalışıyor. İstanbul’da ve Mersin’de bunu başardılar. Ben işin doğrusu bu iki siyâsetin birbirine karşı değil; tam tersine birbirini destekleyen siyâsetler olduğunu düşünüyorum. Yani daha formüle edersem eğer: Kürt hareketi Kürt çatışmasını değil de Kürt barışını siyâsal alanda bir müzâkere ve bir yarışma hâline getirebilir. Yani bir siyâsî rekabet unsuru hâline getirebilir bir ölçüde. Türkiye’deki demokratikleşmeye katkı sağlayabilir. Şimdi hâlihazırda Kürt çatışması bir siyâsî rekabet unsuru. Yani bütün aktörler milliyetçilik üzerinden rekabet ediyorlar. Ama bu rekabeti barış siyâsetine dönüştürebilirse Kürt siyâseti, yani Kürt barışını bir rekabet unsuru hâline getirebilirse, burada hem AK Parti’yi dönüştürebilir hem CHP’yi dönüştürebilir. CHP’nin de bence şunu görebilmesi lâzım: Kürt hareketinin AK Parti ile kurmuş olduğu temas ve kayyumların önüne alacak olan bir siyâset İstanbul’un sâhasını genişletir, Mersin’in sâhasını genişletir, İzmir’in sâhasını genişletir ve bu belki 2028’de daha büyük bir değişimi getirebilir. Bu anlamıyla ben şu anda DEM Parti’nin izlemiş olduğu siyâseti görece doğru buluyorum. Yani aynı anda hem CHP ile hem de AK Parti ile konuşmayı tercih eden, müzâkere etmeyi tercih eden; ama bunun içerisinde mücâdeleyi de içeren bir dille konumlanmanın CHP’ye de katkı sağladığı kanaati içerisindeyim. Dolayısıyla burada DEM Parti’yi AK Parti ile bir çatışma zeminine sürükleyecek bir siyâset, sâdece DEM Parti’ye kaybettirmeyecektir. Muhtemelen bu kayyumların önünü açacaktır, ama kayyumları tâkiben bir yeniden merkezîleşme ve yeni bir otoriter dalgayı getirecektir. Dolayısıyla eğer ana muhâlefet ve etrâfında kümelenmiş olan aktörler İstanbul’da, İzmir’de, Antalya’da başka bir yerellik inşâ etmek ve yeni bir siyâset alanı açmak istiyorsa, kayyum siyâsetinin önünü almak durumundalar. Ve bunun da asıl yolu şu an hâlihazırda AK Parti ile DEM Parti arasındaki bir müzâkereden ve diyalogdan geçiyor. Dolayısıyla bu ilişkiyi bence çatışmalı bir ilişki olarak görmemek lâzım ve esâsında CHP, AK Parti ve DEM Parti arasındaki bir üçlü müzâkere ve diyalog zemini güçlü oldukça, bence Türkiye’de değişime dâir bir fırsat penceresi açılacaktır ve belki 2028’de yeni bir değişim çerçevesi ortaya çıkacaktır. Bir daha altını çizeyim: DEM Parti’nin AK Parti ile çatışması başta CHP’ye kaybettirir.
Dolayısıyla buradan, perşembe günü yapılacak olan Erdoğan-Özel görüşmesi aslında DEM Parti’yi birinci derecede yakından ilgilendiriyor diyorsun.
Cuma Çiçek: DEM Parti’yi birinci derecede yakından ilgilendiriyor ve ben işin doğrusu, Özgür Özel’in bu gidişâtı iyi okuduğunu düşünüyorum. Yani burada AK Parti ile kurulmaya çalışılan köprüler ve diyalog zemini, hem CHP’nin sâhasını genişletiyor hem DEM Parti’nin sâhasını genişletiyor. Yani bir bütün olarak baktığımızda, muhâlefetin alanını genişleten bir strateji bu ve ben hâlihazırdaki CHP ekibinin biraz bu hattı gördüğü kanaati içerisindeyim. Umarım bu hattan ilerlemeye devam ederler.
Çok teşekkürler Cuma, çok sağ ol. Güzel bir yayın oldu her zamanki gibi. Eksik olma.
Cuma Çiçek: Ben de çok teşekkür ediyorum dâvet için Ruşen, çok sağ ol.
Araştırmacı Cuma Çiçek ile Kürt hareketinin 25 yıllık yerel seçimler ve yerel yönetimler deneyimini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.