Eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişinin yargılandığı Kobani davasında karar açıklandı. Eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş’a 42 yıl, Figen Yüksekdağ’a 30 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel ve Ayla Akat Ata’nın tutukluluk süreleri göz önüne alınarak tahliye edilmelerine hükmedildi. Sırrı Süreyya Önder hakkında ise beraat kararı verildi.
Ruşen Çakır izleyicilerden gelen sorularla Kobani davasını kararlarını değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bu haftanın ilk ortak yayınında sizlerle Kobani Dâvâsı’nı konuşalım. Nasıl yapıyoruz? Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında, oradaki chat bölümlerine sorularınızı, yorumlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyorum. Olay, mâlûm, Kobani Dâvâsı yıllar sonra sonuçlandı. Bâzı kişiler beraat etti, bâzı kişiler cezâ alıp tahliyelerine karar verildi, bâzı kişilerin de cezâ alıp tutukluluk hallerinin devâmına karar verildi. Tabiî ki en önemli isim öncelikle Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’dı. Onlara çok ağır cezâlar verildi ve cezâevinde kalmaya devam edecekler. Ama bu arada Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata ve Sebahat Tuncel tahliye oldular. O anlamıyla da ilginç bir durum ortaya çıktı. Ayrıca, Altan Tan, Ayhan Bilgen, Sırrı Süreyya Önder gibi isimler de beraat etti. Şimdi, Kobani Dâvâsı neden önemliydi? 31 Mart yerel seçimlerinden sonra başladığı varsayılan “normalleşme” ya da “yumuşama” sürecinin bir uzantısı olarak bakıldı. Buradan çıkacak sonuç, normalleşme iddialarının ne derece doğru olduğunu bize gösterecekti. Önemli bir etaptı. Nitekim dâvânın daha önce karar duruşması yapılacaktı, ama karar ertelendi. Geçen perşembe günü ertelenince, dendi ki: “İktidar zaman kazanmaya çalışıyor, iyice düşünecek ve buna göre bir şeyler çıkacak”. Tabiî bu arada bu olayın adlî bir süreç olmadığını hepimiz biliyoruz. Siyâsî bir süreç bu; siyâsî bir dâvâ ve bu karar da esas olarak ülkeyi yönetenler tarafından veriliyor. Nitekim baktığımız zaman, cezâlandırmalarda böyle bir şeylerin gözetildiğini görüyoruz. Kimileri bırakılıyor, kimileri mahkûm ediliyor, kimileri beraat ediyor vs. gibi. Yani herkese aynı muamele yapıldığı söylenemez. Ama tabiî ki öncelikle Selahattin Demirtaş’a ve Figen Yüksekdağ’a bakıyoruz: Ağır cezâlara çarptırıldılar. Şimdi, bunu neyle meşrûlaştırmaya çalıştılar? Birtakım insanların bu olaylar sırasında hayâtını kaybetmesiyle, özellikle de Yasin Börü adındaki bir çocukla. Ama biliyoruz ki bu cezâların hiçbirisi bu konuyla ilgili verilmedi. Bu cezâların hepsi, bu siyâsetçilerin attıkları tweet’ler ve yaptıkları konuşmalar nedeniyle verildi. Yani ortada bir terör faaliyeti vs. yok, bu net. Ama tabiî ki bunu meşrûlaştırmaya çalışan herkes, özellikle Yasin Börü’yü öne çıkartarak bu olayı böyle açıklamaya çalışıyorlar. Ama olayın gerçek yönünün bu olmadığı muhakkak.
Evet, sizlerden gelen yorumlara, sorulara bakalım.
Tayfun Tufan diyor ki: “Erdoğan’ın gerçek stratejisi sizce nedir? Söylemde yumuşama, eylemde sertleşme mi?”
Evet, şimdi ilk gün, perşembe günü bu olay ilk patlak verdiğinde, ilk düşünce olarak tabiî ki yumuşamanın, normalleşmenin suya düştüğü tespiti yapıldı. O sırada ben bir grup gazeteciyle birlikte biliyorsunuz Roma’daydım. Çok konuşuldu, çok spekülasyonlar yapılıyor, o ayrı bir konu. Ama orada bomba gibi düştü kararlar, öyle diyelim ve büyük bir karamsarlığa yol açtı. Sonra Özgür Özel’in açıklaması geldi. Akşam, gece geç saatte Ekrem İmamoğlu’yla röportaj yaptık gazeteciler olarak ve kendisine tabiî ki öncelikle bunu sorduk. O, bunun siyâsî bir dâvâ olduğunu; Selahattin Demirtaş’’a, Ahmet Türk’e verilen bu cezâların Türkiye’ye hiçbir hayrı olmadığını söyledi, vurguladı. Ama normalleşmenin, yumuşamanın –CHP’liler genellikle normalleşme kavramını kabul ediyorlar– normalleşmenin rafa kalktığı şeklinde yorumlamıyorlar. Bunun tabiî ki önemli olduğunu söylüyorlar. Ama normalleşme hâlâ devâm ediyor. Meselâ o soruyu ben sordum: “Erdoğan’ın CHP’yi ziyâreti hâlâ söz konusu mu?” “Tabiî ki” dedi. Yani CHP, bu olay oldu ve bundan sonra böyle şeyler olmayacak gibi bir yaklaşım içerisinde değil. CHP bunu bir ölçüde kınıyor anladığım kadarıyla, gördüğümüz kadarıyla eleştiriyor. Zâten çok güçlü bir şekilde bir CHP heyeti de mahkemeyi izlemişti. Bunu eleştiriyorlar. Daha sonrasında meselâ en son, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu Edirne Cezâevi’nde ziyâret etmiş Selahattin Demirtaş’ı. Ama “her şey bitmiştir artık” duygusu yok. Erdoğan ne yapmak istiyor? Evet, Tayfun Bey’in sorduğu soru: Söylemde yumuşama, eylemde sertleşme. Tabiî ki bu kararlar sertleşme alâmeti. Bâzı tahliye ve beraat kararlarını da akılda tutarak, esas olarak sertleşme var. Ama böyle devam edip etmeyeceğinin herhangi bir işâreti yok. Herkes temkinli yaklaşıyor benim gördüğüm kadarıyla. DEM Parti de böyle yaklaşıyor benim gördüğüm kadarıyla. Aslında bir süreç hâlâ bitmiş değil. Mahkeme karârı, o sürecin tartışmasını daha da sertleştirmişe benziyor. Tabiî ilginç olan başka bir husus; aynı günün akşamında Resmî Gazete’de Erdoğan’ın 28 Şubat tutuklularıyla ilgili af karârı yayınlandı ve ertesi sabah onlar da tahliye oldular. Bu da biliyorsunuz, Özgür Özel’in görüşmede Erdoğan’dan taleplerinden birisiydi. Yani “hem o var hem bu var” şeklinde giden, Erdoğan’ın kendisinin kontrol etmek istediği, sertlik ve yumuşaklığın dönem dönem yer değiştirdiği bir süreç olabilir sanki.
Bir izleyicimiz: “Nasıl bir spekülasyon yapılıyor? Biraz daha açar mısınız?”
Hangi konuda spekülasyon dediğimi hatırlatırsanız, şu anda neyi kastettiğinizi anlayamadım. Ama benim gördüğüm kadarıyla burada hâlâ Erdoğan’ın “gemileri yakmak” gibi bir tavrı yok. Hele CHP’nin hiç yok; çünkü CHP’liler çok ciddî bir şekilde bu normalleşme sürecinin sürmesini tercih ediyorlar. Evet, Sefa Bey, spekülasyon; Roma gezisi… Bu ayrı bir konu, ona başka bir zaman gerekirse değiniriz. Şu anda bununla oynayanlar oynamalarına devam etsinler. O başka bir konu. Yine konuşuruz. Şu anda konumuz Kobani Dâvâsı.
Doğan Özkan diyor ki: “34 kez ağır müebbetten yargılanan insanların 44 yıl cezâevinde kalmaya mahkûm edilmesi, sistemin değişmekte olduğunu göstermiyor mu?” Yani şimdi, 34 kez ağır müebbet deyip 42 yıl vermiş olmaları iyi bir şey değil. Normal şartlarda bu cezâların hiç verilmemesi gerekiyordu. Çünkü bu cezâların hiçbirisi fiil değil. Burada cezaya çarptırılma nedenlerinin hepsi yapılan açıklamalar, paylaşılan tweet’ler vs.. Ağır müebbet vermiş olmalarından tabiî ki iyidir; ama sonuçta iyi bir cezâ değil. Bana göre Selahattin Demirtaş’ın 42 yıl cezâ alması kabul edilebilir bir şey değil.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Muharrem Palaz: “Ahmet Türk’e de 10 yıl hapis cezâsı verildi. İlk kayyum ataması Mardin’e olabilir mi veya bunu belediye meclisine bırakabilirler mi?” Evet, Muharrem Bey, bu ilginç ve merakla beklenen hususlardan birisi bu. Ahmet Türk’ü bir aksilik olmazsa haftaya Mardin’de göreceğim. Hattâ bir söyleşi de yapmayı planlıyoruz. O zamâna kadar biraz daha netleşmiş olur herhalde durum. Evet, bu şu anda belirsiz bir durum. Kayyum ataması yapılır mı? Yani Ahmet Türk nedeniyle kayyum ataması yapılır mı? Normal şartlarda yapılmaması gerekir. Normal şartlarda, eğer Ahmet Türk’ün belediye başkanlığı düşürülürse, kanûnen belediye meclisinin yeni belediye başkanını seçmesi gerekir. O zaman da herhâlde yerine şu anda eş başkan durumunda olan kişi seçilecektir diye düşünüyorum. Ama belediye meclisine bırakmayıp kayyum atarlarsa, o daha sonraki kayyum atama ihtimallerinin de işâretçisi olur. Şu hâliyle temkinli davranmakta yarar var.
Görkem Öge: “Dâvâ ve kararların siyâsî olması, nedenlerin de stratejik olduğu anlamına gelmez mi?” Tabiî ki öyle. Burada ben Erdoğan’ın ya da iktidârın bu konuda kafasının henüz netleşmiş olmadığını düşünüyorum. Tabiî ki bu olay, Selahattin Demirtaş’a, Figen Yüksekdağ’a ve bâzı isimlere yüksek cezâların verilmesi, iktidar içerisindeki şâhin kanadın hoşuna gitti, memnun kaldılar. Ama hâlâ birtakım tereddütleri var, çok da emin değiller. Onlara kalsa, herkesin bu cezâları alıp kimsenin çıkmaması gerekiyordu. Ama bâzı kişiler tahliye edildi. Şu hâliyle bir karışıklık var. Bu stratejinin henüz iktidar kanadında oluştuğunu düşünmüyorum. Erdoğan ne yapacağına karar vermiş değil bana göre. Zaman kazanmaya çalışıyor. Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın ve diğerlerinin de tahliyesiyle sonuçlanacak bir karar olsaydı, o hakîkaten bize, “Normalleşme oluyor” dedirtirdi. Olmadı. “Normalleşme olmuyor” dedirtiyor; ama birtakım tahliyelerin ve beraat kararlarının olması, yine de biraz bekleyelim görelim duygusunu berâberinde getiriyor.
Ali Arısoy: “Sizce nasıl bir durumda konjonktür değişir ve içeridekiler tahliye edilir?” İktidârın değişmesi durumunda ya da değişmesine ramak kalması durumunda ya da şu andaki iktidar koalisyonunun dağılıp yeni bir iktidar koalisyonunun oluşması durumunda. Yani şu hâldeki Cumhur İttifâkı’yla, AKP-MHP ittifâkıyla Selahattin Demirtaş’ın çıkması söz konusu olamaz. Yani olabilirdi, olmadı. Şimdi bundan sonra tahliyesi için durumun değişmesi gerekir. Şu hâliyle böyle bir ihtimal yok, ama olmayacağı anlamına gelmiyor.
Didar Ceren demiş ki: “Kürtlere yumuşama yok galiba. Gezi konusundaki karârı merakla bekliyoruz.” Evet, Gezi karârı ve Kavala konusunda da biliyorsunuz, yeniden yargılama reddedildi, tekrar îtiraz edildi. Bakalım ne olacak göreceğiz. Ama Osman Kavala ve Gezi konusu kesinlikle Erdoğan için daha kolay bir konu olacağa benziyor. Kürt meselesinde, HDP’liler söz konusu olduğunda daha acımasız olduğu muhakkak. Bu, Gezi’dekilere acıdığı anlamına gelmiyor, ama 28 Şubat tutuklularının ardından Gezi tutuklularının da serbest bırakılma ihtimâli –eğer gerçekten bir yumuşama söz konusu olacaksa– var demektir. Ama hemen olmasını beklemek gerçekçi olmaz. Erdoğan biraz daha zaman kazanacak. Şu CHP ziyâretini bir görelim, o zaman daha net görebileceğiz.
Oktay Ay: “MHP ile olan ilişki düzeyi İstinaf sürecini tâyin eder mi?” Oktay Bey, şu hâliyle bu cezâların artık verilmiş olduğunu kabul etmek lâzım. İstinaf’tan falan çok fazla bir şey çıkmasını düşünmek gerçekçi olmaz. Ama dediğiniz gibi, iktidarda bir çatlak olursa o zaman her şey değişebilir. Yani biliyoruz ki bu olaylar, tekrar söylüyorum, bunlar hukukî süreçler değil; siyâsî süreçler. Ve siyâsî süreçler içerisinde bunu göreceğiz.
Bu arada şunu söyleyeyim: Murat Sabuncu’nun yazısını okudunuz mu bilmiyorum, okumadıysanız muhakkak okuyun. Karârın ardından Selahattin Demirtaş’la bir söyleşi yaptı, T24’te yayınlandı, çok çarpıcı bir söyleşiydi. Ben de dün Medyascope’ta, “Niçin Selahattin Demirtaş’tan ödleri kopuyor?” diye bir yazı yazdım. “Ödleri kopuyor”u özel olarak seçtim. Önce “korkuyorlar” diye düşündüm; ama daha fazla etkili olsun diye “ödleri kopuyor” diye yazdım. Ve bana göre gerçekten ödleri kopuyor, herkesin. Ve Selahattin Demirtaş’ı da o röportajda görüyorsunuz, Selahattin Demirtaş aynı zamanda kendi hareketi içerisindeki birtakım kişileri de çok sert eleştiriyor. İsim vermiyor, ama “keneler” diyor, kendisiyle uğraşan keneler olduğunu söylüyor, onlarla da ilk fırsatta hesaplaşacağını söylüyor. Söylediği bir diğer husus da şu: Önümüzdeki dönemde, yeni dönemde aktif siyâset yapmayacağını, ama düzenli yazı yazabileceğini söylüyor. Ve belli ki kendini geri çekmeyecek. Ve bu dâvânın sonucuna baktığımız zaman, bâzıları Selahattin Demirtaş defterinin kapandığını düşünüyor olabilirler; ama çok yanılıyorlar. Tam tersine bu olay Selahattin Demirtaş’ın siyâsî gücünü daha da artırmış durumda. Ve ilk verdiği söyleşiye bakarsak, o da bunun farkında. Aktif siyâset yapmayacak belki, ama konuşmaya yazmaya devâm edecek. Ve o zaman da, önümüzdeki dönemde Selahattin Demirtaş’ın birçok konuda ciddî bir şekilde etkili olacağını söyleyebiliriz. Ve bu, birçok kişiyi korkutuyor. Bunların içerisinde, özellikle tekrar söylüyorum, kendi hareketi içerisinde “kene” diye târif ettiği bâzı kişilerin olması çok mânîdar.
Cüneyt Pala: “ ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ lâfını unutmaz benim bildiğim.” Evet Cüneyt Bey, unutmuyor. Bu lâfı etmiş olmasının bedelini ödüyor. Ama bunu, kendisinden nefret edenler de bilir, hiç sevmeyenler de bilir, şu âna kadar gördük: Hiçbir şekilde geri adım atmadı. Yani teslimiyetçi bir çizgiye falan girmedi. Siyâsî pozisyonunu korudu. Dönem dönem önemli çıkışlar yaptı. Özellikle seçim önceleri yaptığı çıkışlar, meselâ 2019 yerel seçimi öncesi İstanbul’la ilgili çıkışını hatırlayın. Daha sonra Kılıçdaroğlu’na destek açıkladı; ama Kılıçdaroğlu birçok kişiyi olduğu gibi onu da hayal kırıklığına uğrattı vs.. Dolayısıyla, evet, Erdoğan, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü ve başkan olur olmaz da ilk olarak ondan hesap sormaya kalktı.
Ahmet Gülen: “Yaklaşık 5 sene kalan 2030’larda bu sorunun gelişimi ne olabilir?” Yani Kürt sorunu Türkiye’nin en temel sorunu. Bu sorunda bir iyileşme olmadan Türkiye’de bir iyileşme olması söz konusu değil. Ve önümüzde, 2028’de olacağını varsaydığımız yeni bir seçim var. Cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri var. Ve orada, son yerel seçimlere baktığımız zaman, Türkiye’de siyâsî dengelerin çok değiştiğini ve daha da değişebileceğini görüyoruz. Şu hâliyle 31 Mart’tan bu yana CHP’nin izlediği siyâsete baktığımızda, yaptıkları açıklamalara baktığımızda, o aldıkları %37 oyu korumak ve üstüne koymak için çok dikkatli bir şekilde çalışıyorlar. Benim gözlemim o. Başarılı olurlar olmazlar, o ayrı bir konu. Ve bu süreçte, 2028’e giden süreçte, tabiî ki siyâsî aktörlerin Kürt sorununa ilişkin görüşleri, Kürt hareketiyle ilişkileri önemli olacak. Eskisi gibi, yani Mayıs seçimlerinde olduğu gibi, tekrar bir iki Karayılan videosuyla seçim kazanabilecek mi Erdoğan? Çok emin değilim. Dolayısıyla 2030’lara girerken, Kürt sorunu konusunda bayağı bir netleşmenin olacağını düşünüyorum.
Ümit Koç diyor ki: “Demirtaş kimleri hedef aldı? Sayın Çakır gündemin sorusu bu. Üzerine eğilin lütfen.” Yani buna isim vermek… Kendisi vermiyor, benim vermem de çok doğru olmaz. Ama yani değişik dönemlerde, o içeri girdikten sonra HDP, daha sonra Yeşil ve Sol Parti ve en son DEM Parti, buralarda değişik kademelerde görev yapan bâzı isimlerin Demirtaş’a çok fazla sâhip çıkmadığı, bu olayı çok fazla gündemde tutmadığı yolunda hep birtakım iddialar, eleştiriler oldu. Meselâ benim ilk aklıma gelen husus budur. Bir de özellikle yurtdışında çıkan birtakım gazetelerde ya da yayınlarda, Kürt hareketine yakın yayınlarda, dönem dönem üstü kapalı bir şekilde Demirtaş’a yönelik şeyler de yapıldı. Buradaki mesele, Abdullah Öcalan’ın liderliğiyle Demirtaş’ın sivil bir lider olarak sivrilmesi arasında bir sorun görenler oldu ve bu anlamda Demirtaş’ın hareketin en öne çıkan ismi olmasından rahatsız olanlar oldu. İsimlerin kim olduğunu kendisi açıklarsa görürüz. Şu anda benim söyleyebileceğim… yani isim vermek çok doğru değil. Açıkçası böyle, şu kişi bu kişi diyecek hâlim yok. Ama en son meselâ, biliyorsunuz Rawest’in Demirtaş’la ilgili, “Kürt sorunu, Kürt siyâseti ve Demirtaş” diye bir kamuoyu araştırması vardı. Orada, Demirtaş hakkındaki pozitif şeyler üzerine, yurtdışında çıkan –galiba yurtdışında, bilemiyorum– Kürt hareketinin bir yayın organında çok zehir zemberek; Rawest’i hedef alan, ama aslında Rawest’in araştırmasındaki Demirtaş bulgularını hedef alan çok sert bir yazı çıkmıştı ve AKP iktidârıyla işbirlikçi falan gibi suçlamalar da olmuştu.
Mine Atalay: “28 Şubat tutuklularının aynı gün bırakılması, Erdoğan’ın CHP’ye Kürt oyları desteğini engellemeye yönelik mi sizce?” Nasıl bir hesabı var bilmiyorum; ama 28 Şubat tutukluları olayı zâten çok saçma bir şeydi, yani kabul edilebilir bir şey değildi, çoktan yapması gereken bir şeydi. Bu arada onu yaparak, hani normalleşmenin bir adımı gibi hesapladı. Ve bir de tabiî Demirtaş’a ağır cezâ verip 28 Şubat’tan tutuklu olan emekli paşaları serbest bıraktığı zaman, bir anlamda ulusalcı çevrelere de göz kırpmak istemiş olabilir. Yani işte, “Onlar, teröristler ayrı, bunlar ayrı” gibi bir şey yapmış olmak isteyebilir.
Roksana demiş ki: “Kobani temyiz dâvâları kaç yıl sürer ortalama?” Vallahi, yani birkaç yıl olacağı kesin. Çünkü çok geniş bir dâvâ. Ama şu anda kestirmek mümkün değil.
Mehmet Rasim İnceoğlu: “Erdoğan ile konuştuktan sonra insanlar bırakılabiliyorsa ya da tutuklulukları devam edebiliyorsa, o zaman neden hâlâ iktidar bağımsız mahkemeler var gibi davranıyor?” Evet, yani bir aldatmaca bu. Meselâ hemen Saray’dan birtakım danışmanlar, Türkiye’de bağımsız ve tarafsız yargının olduğunun bir kez daha kanıtlandığını söylediler falan. Neye istinâden bunu söylüyorlar? Herkese çok ağır cezâlar verilmemiş olmasına istinâden söylüyorlar meselâ. Yani, “Bize kalsa hepsine çok ağır cezâlar verirdik, hepsine müebbet verirdik; ama bizden bağımsızlar” demeye çalışıyorlar, ama kimseyi inandıramıyorlar. Böyle bir şey yok. Bu olay tamâmen siyâsî bir olay.
“Altan Tan, Medyascope’taki yayında, ‘Demirtaş için bir mağdûriyet yarattılar’ dedi. Bu kullandığı kelime doğru bir kelime mi? Demirtaş 7 yıldır içeride, 42 yıl cezâ aldı.” Mağdûriyet yaratmak… Yani Demirtaş’ın mağdur edildiği doğru; ama hani “mağdûriyet yarattılar” sözü, izlemediğim için bilmiyorum tam ne söylediğini, ama bu cezâ Demirtaş’a bir kıyakmış gibi söylediyse doğru değildir, onu söyleyeyim. Ama sonuçta, cezâya rağmen Selahattin Demirtaş’ın gücünde bir azalma olmadığı muhakkak. Fakat şu da muhakkak ki; Demirtaş tahliye olsaydı çok daha farklı olurdu, çok daha etkili olurdu. Her hâlükârda cezâevinde olmak onun önünü büyük ölçüde kesiyor, bunu kabul etmek lâzım. Tahliye olması durumunda, tekrar, meselâ diyelim ki benim kendisini bu stüdyoda konuk edip yayın yapmam hâlinde, başka yerlerde de yapanlar olursa, çok daha farklı olacağı muhakkak. Bu arada şunu söyleyeyim: Bugün tahliye olan 3 kişiyle; Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata ve Sebahat Tuncel’le, üçüyle de ayrı ayrı, kısa da olsa telefonla konuştum. Kendilerine geçmiş olsun dedim. Üçünü de yıllardır tanıyorum. Hepsiyle ayrı ayrı röportaj yapmışlığım, sohbet etmişliğim vardır. Uzun bir süre cezâevinde geçirdiler ve şimdi de hemen kaldıkları yerden siyâset yapmaya devam ediyorlar. Onlarla konuştuğunuz zaman, anlıyorsunuz ki, zâten bildiğimiz bir şeyi bir kere daha görüyoruz ki: Mahkemelerle, cezâevleriyle, şunlarla bunlarla çözülebilecek bir sorun değil bu. Devlet kendini kandırıyor ve bu karârın sonucunda sevindirik olan birileri de kendilerini kandırıyorlar. Bu cezâların ardından DEM Parti ya da o kapatılsa… ki biliyorsunuz sürekli parti adları değişiyor, ama partiler devam ediyor ve oy almaya devam ediyorlar, belediyeleri kazanmaya devam ediyorlar. İki dönem üst üste kayyum atandı, ama yine insanlar büyük çoğunlukla Güneydoğu’da DEM Partili belediyeleri seçti. Yani bu bir realite. Artık Türkiye’de öncelikle bir Kürt realitesi var; iki, Kürt sorunu realitesi var; üç, Kürt hareketi realitesi var. Kimileri sâdece Kürtleri kabul ediyor ama Kürt sorunu olmadığını düşünüyor. Kimileri Kürt sorunu olduğunu da düşünüyor; ama bunu bir şekilde halledebilecekleri iddiasında. Ama Kürt hareketi realitesini kabul ettiğiniz zaman, şunu yapmak durumunda kalıyorsunuz: Evet, Kürtler var, Kürt sorunu var ve bunun çözümü için Kürt hareketini muhâtap almak gerekir. Bu mahkeme bize bir kere daha bunu çok net bir şekilde söyledi.
Evet, yavaş yavaş toparlayalım, sizlerden gelen sorularla. Ama belli ki perşembeden bu yana bu olay büyük ölçüde dinmiş. Meselâ cuma günü bu yayını yapmış olsaydık, çok daha yoğun olurdu herhalde sorular. Ama ilk andaki heyecan biraz daha yatışmışa benziyor. Önümüzdeki günlerde Selahattin Demirtaş’ın daha çok konuşacağını, daha çok pozisyon alacağını tahmin ediyorum. Onunla beraber bu konuyu daha fazla konuşacağız. Evet, burada noktayı koyalım. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.