Yeğeni Ebuseleme Gülen, geçtiğimiz günlerde Fethullah Gülen’in “kara kutu” olarak bilinen Cevdet Türkyolu tarafından ABD’nin Pensilvanya eyaletinde bulunan çiftlikten kaçırıldığını ve öldürülebileceğini iddia eden paylaşımlar yaptı. Ebuseleme Gülen’in X hesabından yaptığı paylaşımların yankıları sürüyor.
Ruşen Çakır izleyicilerden gelen sorularla son yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. İlginç bir yayın olacağını tahmin ediyorum, çünkü Fethullah Gülen sonrası Fethullahçılığı konuşacağız. Bunu neden yapıyoruz? Ben bir yayın yaptım Ebuseleme Gülen’le, biliyorsunuz. O yayının ardından bayağı bir tepki geldi, özellikle Fethullahçılardan. Ama konuyu izleyenlerden tepkiler geldi. Kısaca bunu bir özetleyeyim. Ondan sonra Fethullahçılığı konuşacağız ve bu yaptığım Ebuseleme Gülen yayınının öyküsünü yarın başlı başına bir yayında anlatmak istiyorum. Neden yaptım? Nasıl yaptım? Onun detaylarını orada vermeyi düşünüyorum. Ama öncelikle şunu söyleyeyim: Fethullah Gülen’in kardeşi Mesih Gülen’in oğlu olan Ebuseleme Gülen sosyal medyada birtakım çıkışlar yapıyor, îtirazlar dile getiriyor ve özellikle Fethullahçılığın tepesindeki bâzı isimlere yönelik suçlamalar getiriyor. Daha sonra amcasının Pensilvanya’daki o meşhur çiftlikten kaçırıldığını iddia ediyor. Bunun ardından yine bu hareketin içerisinden çıkmış olan ve yurtdışında yaşayan Ahmet Dönmez, bir gazeteci var — ki şu anda yurtdışında çok sayıda Türkiye’den gitmiş, Fethullahçılığın içerisinden çıkmış gazeteci var; onların içerisinde bana göre dikkate alınması gereken ilk ve belki de tek kişi; diğerlerinin çoğu, yine eski bildiğimiz şeyleri anlatıp duran ve o yapının kayıtsız şartsız savunuculuğunu yapmaya çalışan insanlar. Ahmet Dönmez önce bir kayıt yapmış, daha sonra yayınlamış. Ona baktığımız zaman çok ilginç birtakım şeyler anlatıyor. Bizzat kendisinin tanık olduğu, yaşadığı olaylar ve bu yapı hakkında söyledikleri var.
Şunu anlıyoruz ki Ebuseleme çok da fazla olayın merkezinde olan birisi değil; ama amcası olması nedeniyle Fethullah Gülen’e ulaşması çok da zor olmayan birisi. Kimileri bunları çok önemli buluyor. Özellikle dünya çapında dağılmış olan Fethullahçı yapılanmanın isimlerine bağlı kişilerin bâzıları bunu çok önemsedi, bâzıları bunu bir kara çalma gibi değerlendirdi; kendisinin aslında akıl hastası olduğu, bipolar olduğu, şu olduğu, bu olduğu gibi bir şeyler söyledi. Ama bu pandoranın kutusunu bir açtı. İlk defa böyle bir şeye tanık oluyoruz. Yarınki yayında bunu daha fazla anlatacağım, ama şunu söylememe izin verin: Şu âna kadar Fethullahçılık içerisinden çıkmış olan birtakım îtirafçılar var biliyorsunuz; ilk akla gelen Hüseyin Gülerce, Latif Erdoğan gibi isimler ya da Nurettin Veren gibi isimler. Bu isimlerin şu âna kadar toplumun bu konuda aydınlanması husûsunda hemen hemen hiçbir katkıları olmadı, kendilerini kurtarmak dışında. Öncelikleri kendilerini kurtarmaktı. Burada değişik bir olaya tanık olduk ve bu anlamıyla Ahmet Dönmez’in başlattığı, onun yaptığı, tabiî ki cemaatten diğer insanların, Fethullahçılığın değişik yerlerindeki insanların daha fazla tanık oldukları bir şeydi. Benim yaptığım bir anlamda bunu da Türkiye’ye taşımak oldu ve tabiî ki her zaman olduğu gibi, hayâtım boyunca başıma geldiği gibi Fethullahçılardan sürekli azar, küfür, hakaret işittim. Öyle küfürler var ki şaşırırsınız. Ve tabiî ki gazetecilik dersleri, gazetecilik öyle olmaz böyle olur falan gibi şeyler. Neyse, şimdi Fethullahçılık ne oluyor bunu konuşalım. Nasıl yapacağı?;Sizlerden benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarındaki chat bölümlerine yorumlarınızı, sorularınızı, eleştirilerinizi aktarmanızı istiyorum ve bundan hareketle konuşmaya başlayalım.
Soruların ışığında, girizgâh yapmayayım ama şunu söylememe izin verin. Şimdi arkadaşlar önce bir fotoğraf gösterecek. O fotoğrafta, “Fethullah Gülen kaçırıldı” vs. dendi, âkıbeti belli değil. Hattâ bâzıları dediler ki: “ABD Türkiye’ye iâde etti, Türkiye’ye geliyor” ve merkezden bir fotoğraf servis edildi. Bu fotoğrafta Fethullah Gülen çok kötü bir durumda gözüküyor. Ve ben bunu Ebuseleme Gülen’e sorduğum zaman, o bunun eski bir fotoğraf olduğunu söyledi. Ardından başka bir olay yaşandı, dün gördük: Üç Fethullahçı gazeteci, evet, en solda Metin Yıkar, ortada Adem Yavuz Arslan ve onun yanında Abdülhamit Bilici. Bunlar normalde ABD’nin başkenti Washington’da yaşıyorlar. Fethullah Gülen Pensilvanya’da başka bir yere taşınmış. Muhtemelen Cevdet Türkyolu’nun sâhip olduğu bir yere. Bu gazeteciler Fethullah Gülen’i görmeye gidiyorlar ve görüyorsunuz, böyle yan yana dizilmişler, saygılı bir şekilde hocalarına bakıyorlar.Ama hocalarıyla konuşamıyorlar, çünkü doktorları konuşamayacağını söylüyor. Yani acayip bir fotoğraf, böyle ne diyeceğimi şaşırdım. Şimdi burada niye çekiliyor bu? Bir: Türkiye’ye gönderilmedi, tamam, bunu anladık. İki: Sağlığı çok da kötü değil. Eh işte. Bir de: Kaçırılmadı. Şimdi sağlığının çok da kötü olmadığını göstermek fikri doğru olabilir; ama sağlık nedeniyle konuşamadığı diye açıklama yapılınca işler karışıyor. Bir de tabiî konuşamadığı için de oraya kendi rızâsıyla mı gitti, yoksa başka türlü mü gitti bunu da öğrenme imkânı olmuyor. Ama biliyoruz ki bu giden kişiler, o evde Fethullah Gülen’i oraya götüren ve onun yanında duran ve fiilen bu yapının, dünya çapındaki küresel şebekenin kontrol merkezinde bulunan kişilerle birlikte çalıştıkları için dolayısıyla onlar bir kaçırılma olayının gerçek olmadığını söylüyorlar.
Şimdi bu fotoğraf bize şunu gösteriyor ki: Fethullah Gülen’in sağlığı çok da elverişli değil. Zâten yaşı bayağı ilerlemiş, 86 yanılmıyorsam. Ve o fotoğrafta ve yapılan açıklamada da gördüğümüz gibi… Ha bir de şunu söyleyeyim; bu gazeteciler, üç gazeteci Fethullah Gülen’i görüyorlar ama bir şey konuşamıyorlar. Oradaki insanlarla konuşup, sonra yaklaşık bir saatlik, hattâ bir saatten fazla video yaptılar. Yani konuşacak ne buldular, nasıl buldular o da ayrı bir şey. Neyse, tamam, yaptılar. Ve görüyoruz ki Fethullah Gülen, şu hâliyle bu şebekeyi yönetme kapasitesinden uzak. Peki kim yönetiyor? Birtakım isimler var. Bu isimleri telaffuz etmenin çok da fazla anlamı yok. Çünkü bu isimlerin hiçbirisi Türkiye’de genel kamuoyu tarafından bilinen isimler değil. Bu isimler daha çok bu yapının içerisindeki kadrolar tarafından bilinen isimler. Hattâ bu yapının alt kademeleri tarafından da bilindiklerini sanmıyorum. Dolayısıyla şu hâliyle bakıldığı zaman görülüyor ki şu anda birileri bu şebekeyi yönlendiriyor ve ondan sonra da Fethullah Gülen hayâtını kaybetse ya da artık hiçbir şey yapamayacağı kesinleşmiş olsa da herhalde bu kişiler bu işi sürdürecekler. Peki sonra ne olacak? Evet, şimdi sorularınıza gelelim.
Muharrem Palaz diyor ki: “Tarîkatlarda tarîkat liderinin sağlığı bozulduktan veya öldükten sonra mîras kavgası başlıyor. Bu mîras kavgasında en büyük sebep güç ve para, tarîkat veya cemaat üyeleri bunu izliyor. Bu kavgada ya taraf oluyorlar ya da sessiz kalıyorlar. Sesini çıkaranların da hâin veya ihânet içinde olduğunu söylüyorlar. Bu hiç değişmiyor. Bu yapıları ayakta tutan güç ve para mı?” Muharrem Bey’in söyledikleri büyük ölçüde doğru. İsmailağa ve Menzil olaylarında da bunu yaşadık, biliyorsunuz. Menzil’de kardeşler birbirine düştü. Ama Fethullahçılık, Türkiye’deki tarîkatlardan ziyâde dünya çapında değişik dinler ve inanışlardaki culte’lere benziyor. Burada şöyle söyleyeyim; meselâ Menzil dergâhında, tarîkatında bir şeyh vardı, ama o şeyhten önce de o yapı vardı ya da İsmailağa Cemaati’nde aynı şekilde vardı. Orada kişiler değişse bile yapı sürebilir. Fakat burada benim tercih ettiğim adıyla Fethullahçılık var. Fethullahçılık Fethullah Gülen’le başladı.Bunun sürebilmesi için Fethullah Gülen gibi karizmatik bir isim olması lâzım. Şu hâliyle bakıldığı zaman o yok. Ve dolayısıyla, tabiî diğer yerlerde de yaşandığı gibi bir şey olma ihtimâli çok yüksek. Kapışma, mal paylaşımı sorunu… Çünkü bu yapı ne kadar darbe yemiş olursa olsun hâlâ dünyanın dört bir tarafında okulları, vakıfları, şirketleri olan bir yapı ve bunlardan belli bir gelir elde ediliyor ve bâzı kişiler de bu gelirlerle yaşamlarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla iş biraz karışacak, biraz değil fazlasıyla karışacak.
Volkan Tağal: “Ebuseleme Gülen’in sözlerinde ‘Fethullah Gülen iyi, çevresi kötü’ gibi bir yaklaşım vardı. Bu size ne kadar gerçekçi geliyor?é Hiç gerçekçi gelmiyor. Ama o da yayının birçok yerinde, “Tabiî ki kendisinin elinde güç var” diye söyledi zâten. O bir refleks olarak bunu söylüyor olabilir. Ama Fethullah Gülen’den bağımsız bir şekilde, onun haberi olmadan birilerinin büyük işler karıştırması bence mümkün değil. Bundan sonra zâten, Fethullah Gülen şu anda çok etkili olmadığı için çok bir şey söyleyemeyiz.
Badem demiş ki: “Ebuseleme Gülen’in yıllardır sessiz kalıp şimdi konuşuyor olması mânîdar değil mi?” Her şey mânîdar. Yani 6 yıl önce konuşsaydı da, “O târihte konuşması mânîdar değil mi?” diyecektik. İnsanların birtakım öyküleri var. Yani bunu kestirmek mümkün değil. Neden böyle oldu, ne tetikledi vs. bilemiyorum. Onun iddiasına göre artık dayanamamış. Birçok kişi de onun yalan söylediğini iddia ediyor, oradaki Fethullahçılık içerisindeki kişiler. Ama sonuçta bu söylediklerinin bir karşılığı var. Karşılığı var ki çarşı karıştı. Bir sohbet odası vardı, Ahmet Dönmez’in yayınının ardından Twitter’da yapılan bir sohbet odası vardı. Orada çok kişi ağlayarak konuştu. Onun özellikle Tansu Çiller oyunu hakkında söyledikleri falan birçok kişiyi yaralamış.Yani tabiî ki “Olmaz böyle bir şey, sallıyordur herhalde” diyenler de var, ama pekâlâ olabileceğini düşünenler de var.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Dodo Alkan: “Fethullah Gülen öldükten sonra hareketin devam etme ihtimâli nedir?” Hareket devam eder, ama nasıl devam eder? Çünkü çok büyük bir hareket. Öyle, kimsenin, “Fethullah Gülen öldü” –kendi tâbirleriyle– “Hocaefendi öldü, artık herkes evine dağılsın” diyecek hâli yok. Burada çok kişi dümene geçmek, olayı yönetmek isteyecektir. Birtakım imtiyazları olanlar var, ciddî sayıda. Bunlar imtiyazlarını kaybetmek istemeyeceklerdir. Bir de şöyle bir şey var tabiî: Okullar var, şirketler var. Bunların da, “Fethullah Gülen öldü, hadi çocuklar gidin, okulu kapatıyoruz” diyecek hâlleri yok. Bir şekilde sürecek, ama nasıl sürecek? Çok parçalı mı sürecek, tek parça olarak mı yoluna devam edecek? Bunların hepsi başlı başına bir önemli soru işâreti.
Faruk Kimsesiz diyor ki: “Canınızı hiç sıkmayın, moralinizi hiç bozmayın. Sizi tâkip edenlerin eğitim, zekâ seviyesi ve hayat görüşleri belli insanlar. Aynen devam Ruşen Bey.” Canımı sıktığı yok, moralimi bozduğu yok. En zor zamanlarda, Fethullahçıların Türkiye’de “Ali kıran baş kesen” olduğu zamanlarda da benimle uğraştılar. O zaman bile bir şey yapamadılar, şimdi hiç yapamazlar. Ağladıklarıyla kalıyorlar; hepsi değil tabiî, yani birçok kişi daha sâkin, medenî bir şekilde konuşmaya çalışanlar var. Onları ayırt etmek lâzım. Ama gerçekten böyle bir can havliyle bu; kesinlikle can havliyle… Yoksa ne yani? Gülüp geçersin. Ama bir diğer husus da şu, bunu söylememe izin verin: Ben öyle “FETÖ” diyen, bilmem ne diyen, “Her şeyi bunlar yaptı zâten, bunlar şöyle kötü, böyle kötü” diyen, bu resmî ağızla konuşan bir insan değilim — ki böyle konuşan insanların büyük bir kısmının zamânında Fethullahçılıkla çok iyi ilişkisi olduğunu da biliyoruz. Ben daha ilk baştan îtibâren, bilenler bilir, Fethullahçıların askerî okullara sızdığını arkadaşım Can San’la birlikte ilk ortaya çıkaran gazeteciyim.Fethullahçılıkla ilgili 1990’da çıkan Âyet ve Slogan’da yazdığım bölüm hâlâ ortada. Yani ben buna alışığım, onlar bana alışamıyorlar. Onlar hâlâ benden çok rahatsız oluyorlar. Eğer onların istediği gibi, adları lâzım değil, bâzı “FETÖ’ye karşı mücâhitlik” yapanlar gibi olsaydım memnun olurlardı. Ama şunu biliyorlar; benim gibi sâkin bir şekilde konuşan insanlar kendi tabanlarına ulaşıyor. Ulaştığı için rahatsız oluyorlar, rahatsız olmaya devam etsinler.
“Yapı şeffaflaşıp büyür mü, yoksa karanlıkta saklanıp marjinalleşir mi?” Doğan Özkan sormuş. Bu şeffaflık meselesi çok önemli. Hattâ sözünü ettiğim, çarşamba akşamıydı yanlış hatırlamıyorsam, sohbet odasında bana da söz verdiler sağ olsunlar, İsmail Bey söz verdi, orada da söyledim. Ben yıllardır Fethullahçılık üzerine yazılarımda bu hareketin şeffaf olmadığını söyledim. Hattâ “Fethullah Gülen’e açık mektup” diye Vatan gazetesine bir yazı yazmıştım, köşe yazısı. Orada da, o mektupta da, “Neden şeffaf değilsiniz? Şeffaflaşmayı düşünüyor musunuz?” demiştim. Ondan sonra birçok Fethullahçı da bana, “Kim şeffaf ki? Bu Türkiye’de şeffaf olmak mümkün mü?” falan dediler. Ama o sohbet odasında dinlerken, “Fethullah Gülen kaçırıldı” iddiaları ya da “Türkiye’ye götürüldü” iddiaları karşısında birçok Fethullahçı, dünyanın dört bir tarafındaki Fethullahçılar merak ediyorlar ne oluyor diye. Şeffaflık lâfı telaffuz edildi birçok kişi tarafından. Demek ki şeffaflık herkese lâzımmış. Bu yapı bundan sonra şeffaf olur mu? Hiç sanmıyorum. Kimin elinde kalacak, nasıl olacak bilmiyorum; ama yeni yöneticilerin şeffaf falan olacağını sanmıyorum. Şeffaf oldukları anda şöyle bir şey olur: Çok da fazla bu işi götüremeyecek insanlar oldukları anlaşılır. Çünkü Fethullah Gülen o kadar hegemonik bir isimdi ki onun yerini almaya tâlip olacak insan ya da insanlar hiçbir zaman onun yerini dolduramayacaklar.
Armağan Yıldız: “Ruşen Bey, Türkiye’de hükûmet bu gelişmeleri tâkipte midir ve bir strateji için şartları kolluyorlar mıdır? Yoksa artık ajandalarında yoktur mudur? Bir de magazin merâkı; içeride korkanlar da var mıdır?” Korkan çok var. Meselâ bir tânesini söyledim: Emre Uslu denen polis eskisi. Ne yapmış? Biz saat 14.00’de yayın yapacağız dedik, saat 14.00’de kalkmış, Amerikan saatiyle herhalde sabahın köründe kalkmış, izlemiş ve aklı sıra yayın hakkında, yayının ne kadar boş vs. olduğu üzerine sosyal medyada paylaşım yapmış. Korkmayan insan böyle şeyler yapmaz. Bu kadar can havliyle yapanlar, bir şeylerin, denizin bittiği gibi bir duygu içerisinde davranıyorlar. Başkaları da var. İsimlerini vermek çok da şart değil. Ama doğrudan Emre Uslu’nun korktuğunu yüzüne söylemiş olduğum için burada da söyleyebilirim. Öteden beri, çok eskiden beri tanırım, korkağın tekidir. Bunu herkes de bilir, yakınındaki insanlar da bilir. Ama zâten bu hareketler böyle birtakım insanlarla çok daha kolay yol alabileceklerini düşünüyorlar, onu özellikle belirtmek lâzım. Devlet tabiî ki bu işi tâkip ediyordur, bütün detaylarını yakından tâkip ediyordur. Ve muhtemelen içinde elemanları vardır, devşirdikleri vardır ya da baştan yerleştirdikleri vardır. Ama ne yaparlar onu bilemiyorum. Şu âna kadar devletin izlediği, kendi tâbirleriyle “FETÖ’ye karşı mücâdele” stratejileri bana göre büyük ölçüde fos. Bir kere binlerce kişiyi cezâevine koymak kadar saçma bir şey olamazdı, yaptılar. Bunun bedeli hepimiz için çok ağır oluyor; ama esas olarak bu kişiler ve âileleri için çok ağır oluyor. Bu kişileri içeri sokmuş olmaları; yani böyle bankaya hesap açmış, şu sendikaya üye olmuş, şu derneğe üye olmuş, Zaman gazetesine abone olmuş diye insanlara yaşattıkları mağdûriyet, devletin başarısız olmasını sağladığı gibi, Fethullahçıların da yurtdışında en büyük sermâyesi oldu. Hep bunu kullandılar; hep bunu, özellikle cezâevindeki kadınlar ve çocuklar konusunu kullandılar. Çok malzeme verdi devlet zâten onlara. Bu yanlışları yapan bir devlet, yeni dönemde doğruyu yapar mı? Açıkçası çok emin değilim. Çok da beklemiyorum.
Şâir Sonat: “Dünyada olduğu gibi Türkiye’nin de gelecek yüzyılında bu gibi yapılara yer bulunmamaktadır. Devlet desteği olmadan ayakta kalabilmeleri mümkün değildir.” Şâir Bey, herhalde… Yok, böyle bir şey yok. Her zaman olacak. Dünyanın her yerinde bu tür yapılar olacak, olmaya da devam edecek. Bunun birçok sosyolojik, psikolojik nedeni var. Bunları sâdece devlet destekli yapılar olarak görürseniz yanlış yapmış olursunuz.
“Gülen’den sonra dümeni kim alır?” Demin de söyledim, birtakım isimler dolaşıyor ama isimlerin hiçbir anlamı yok. Çünkü bu isimleri bilmiyoruz. Yani bilmiyoruz dediğim, tanımıyoruz. Öyle önemli, yani kamuoyuna mal olmuş isimler yok ortada.
Ercüment Sarıyıldız: “Ebuseleme Gülen’in açıklamalarından anladığım kadarıyla cemaatte aile üyeleri ile A Takımı arasında cemaati ele geçirme kavgası var. Âile daha çok tabana yönelik açıklama yapıyor. Sizin fikriniz nedir?” Ercüment Bey, böyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Çünkü şöyle bir örnek vereyim; Ebuseleme Gülen’in benimle perşembe günü saat 14.00’te yayın yapacağı öğrenilince –bunu biz tanıttık, biliyorsunuz, duyurduk– hemen apar topar babası Mesih Gülen’e bir sosyal medya hesâbı açtırıldı ve orada kendisine bir video çektirildi. Ve orada da baba, “Benim oğlum hastadır, onu kullanıyorlar” vs. gibi açıklamalar yaptı. Yani bu Ebuseleme’nin yaptığının babasının rızâsı ve yönlendirmesiyle olduğu doğru değil. Âile çok önemli değil Fethullah Gülen yapılanmasında. Yani tabiî ki Fethullah Gülen’in âile fertleriyle, kardeşiyle yeğenleriyle birtakım ilişkileri muhakkak vardır; ama onların sırf Gülen soyadı taşıyorlar diye çok büyük yerlerde olduğunu söylemek mümkün değil. Meselâ bu Ebuseleme Gülen de öyle hareket içerisinde çok üst düzeyde birisi değilmiş. Hattâ bir iş ona verildiği zaman, iddiaya göre Fethullah Gülen, “Ya, başkasına verseydiniz. Bu âile ferdi” dermiş — öyle söylüyorlar.
Bir izleyici diyor ki: “Meseleyi etraflıca işlediğiniz için teşekkürler. Ben Ebuseleme’nin samîmî olduğu izlenimini edindim. Deli falan da değil bence. Dillendirdiği argümanlar tutarlı” demiş. Yani burada şöyle bir şey var: Çok uçuk, uyduruk falan olsaydı çok da üzerinde durmazlardı. Ama çok üst düzeyde isimlerle ilgili bir şeyler söyledi ve o isimler açık açık önce yazılı, sonra videolarla açıklamalar yaptılar, uzun uzun açıklamalar. Şerefleri üzerine yemin ettiler. Ben bunu sordum zâten izlediyseniz. O da, “Ben bunları niye uydurayım ki?” dedi. Bilemiyorum artık. Birisi yalan söylüyor tabiî ki. Hangisi yalan söylüyor, artık herkesin takdiri başka.
Sokaktaki Adam/Suat Oktay Şenocak: “Bu fırsatı onlara devlet mi verdi, devleti yöneten seçilmiş irâde mi?” Zamânındaki fırsatı mı kastediyorsunuz anlamadım. Onun için cevap veremeyeceğim.
Safiye Asarlıoğlu: “Zavallı insanlar için bir af umûdu olabilir mi?” Yani demin bahsettiğim cezâevindeki kişileri kastediyorsunuz. Af umûdu, yani şu hâliyle Erdoğan’ın böyle bir şeye girişeceğini açıkçası düşünmüyorum; ama Türkiye’de iktidar değişirse belki bir şeyler değişir. Fakat tabiî burada hep şu gözetilecektir: Devlet diliyle FETÖ bir tehdit olarak stratejik algıda, “Millî Güvenlik Siyâset Doktrini”, öyle diyorlar ya, orada nasıl bir yerde olduğuna bakacaklardır. Bana kalsa birçoğunun içeri girmesi zâten büyük bir haksızlıktı. Darbeye doğrudan karışanlar dışındakilerin, darbenin ve örgütün devlet içerisindeki o eski tâbirle “paralel yapılanması”nda bizzat yer alanlar, bunu yönlendirenler, yok işte bilmem “Adliye İmamı”, yok “Hava Kuvvetleri İmamı” vs. gibi insanlar dışındakilerin zâten cezâevine konmasının bir anlamı yoktu. Bir an önce bırakılmaları tabiî ki bence doğru olur; ama devletin bu noktada olduğu kanısında değilim.
“Sizce AKP ders almış mıdır?” demiş H. İtimat. Almadı, bu kadar net, almadı. Yani birlikte yola koyuldular, birlikte büyüdüler, önlerini iyice açtı; sonra da çok acımasız bir şekilde hesap sormaya kalktı. Eğer Fethullah Gülen doğrudan Erdoğanéı hedef almasaydı, belki başka şeyler yaşanırdı. Ama sonuçta üzerinden bayağı bir zaman geçti ve çok ağır bir fatura oldu. Bu faturayı hepimiz ödedik, ödüyoruz, ödeyeceğiz.
Başak Zülfikar: “Seküler büyümüş bizler böyle dinî yapılardaki bağlılığı anlayamıyoruz. Böyle bağlılık hissetmelerindeki psikolojik ve sosyolojik altyapıyı değerlendirebilir misiniz?” Şimdi, olayın sâdece sekülerlikle ya da seküler olmamakla alâkası olduğu kanısında değilim. Bu tabiî ki bir İslâmî hareket olma iddiasıyla, Nurculuğun yeni bir yorumuyla ortaya çıkmış bir yapı. Ama tekrar söyleyecek olursam; dünyadaki culte’lerle çok benzeşiyor ve culte’lerin dünyadaki büyük bir kısmı da orta sınıf hareketidir. Türkiye’de şöyle bir şey oldu: Fethullah Gülen bu sistemi kurduğunda birtakım iyi hâlli insanlardan aldığı paralarla eğitim kurumları, dershâneler, okullar vs. açtı ve buralarda da yoksul âile çocuklarını, tamâmı olmasa bile önemli bir kısmını aldı ve bunlar da büyük ölçüde muhâfazakâr âilelerin çocuklarıydı. Ve olay bir din üzerinden gidiyordu. Tamam, eyvallah. Ama bu olay tam da böyle değil. Şimdi baktığımız zaman, Fethullahçıların içerisindeki insanların eğitim düzeyi, mâlî düzeyi ortalamanın bayağı üzerinde. Bir orta sınıf hareketi hâline geldi. Onu özellikle vurgulamak lâzım. Olayı sâdece sekülerlik olarak tanımlamamak lâzım. Tabiî buradaki en önemli husus, bunların büyük bir kısmının çocuk yaşta bu harekete giriyor olmaları, âilelerinin rızâsıyla giriyor olmaları. O yaşta çocukların yönlendirilmesi daha kolay oluyor.
İzleyicilerimize şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Medyascope olarak bu tür yayınları yapabilmemiz sizlerin desteğiyle mümkün. Yani şöyle şeyler oluyor; Fethullahçılar bana lâf atarken ya da Medyascope’a lâf atarken bize “foncu” diyorlar. Biz, evet, Batı’dan fon alıyoruz, bunu da açıkça söylüyoruz; ama amacımız sizlerden gelen desteklerle ve reklâm gelirleriyle bunu yapabilmek. Ama yapamıyoruz. Burada sizin desteğiniz çok önemli. Ve şunu da özellikle söyleyeyim; Pensilvanya’dan ya da şuradan, yok işte San Diego’dan kalkıp, “Siz Amerikan bilmem neyisiniz” falan demeleri de işin ayrı bir komedi yanı. Evet, desteklerinize ihtiyâcımız var. Patreon ve YouTube üzerinden Medyascope’a destek olabilirsiniz. Fethullahçılar dâhil, onlar da olabilir, hiç îtirâzımız yok.
“Gülen ölünce AKP ile barışan klikler çıkar mı cemaatin içinden? Erdoğan, ‘Ne olursan ol gel’ modundayken…” Önder Atar? Bu çok iyi bir soru gerçekten Önder Bey. Evet, hani İngilizce tâbiriyle “Why not?” olur. O tabiî, devletin burada ne yapacağıyla da alâkalı bir şey. Bir tür böyle bir pazarlık kapısı aralarlarsa, o zaman birtakım gruplar, okullar, şunlar bunlar böyle bir yöne gidebilirler pekâlâ. Bu ihtimal var. Ve bence en çok da bundan korkuyorlar. Birileri Fethullah Gülen’den sonra kopup gider mi, ülkeye dönmek ve barışmak gibi arayışlara girer mi diye.
“Türkiye dışındakilerin son dönemdeki ‘Dolandırıldık’ çıkışlarını; Enes Kanter, Hakan Şükür vs. nasıl değerlendiriyorsunuz? Tabanlarını düşünürsek, Fethullahçılık çözülme sürecinde mi ya da bitti mi?” Armağan Yıldız sormuş. Bu dolandırılma meselelerinin ne kadar örgütle doğrudan alâkası olduğunu bilmiyorum açıkçası. Onun için sorunuza tam cevap veremeyeceğim. Ama ortada bir şey olduğu belli. Hakan Şükür’ün de Enes Kanter’in de birtakım şikâyetleri olduğu belli. Şunu da çok iyi hatırlıyorum; daha önceki dönemlerde hep böyle bir şeyler oluyor, Fethullahçılarla ilgili bir şeyler yazıp çizdiğimizde bize hep Enes Kanter şeyleri yollarlardı, bana. Bu sefer hiç gelmedi, hiç. Enes Kanter kayboldu. Yani işte “Bizim Enes Kanter’imiz var. Ne haber?” yollu şeylere tanık olmuyorum. “Allah Allah!” demiştim. Evet, bir şeyler karışmış orada, ne olduğunu çok fazla bilmiyorum.
“X’te sohbet odasında sizin de olduğunuz 4 saatlik yayında katılanların büyük çoğunluğu hâlâ eski tas eski hamam konuşmaya devam ettiler, hiç ders çıkarmamışlar. Bu körü körüne bir bağlılık mı?” Vallahi benim gördüğümde hepsi öyle değildi. Körü körüne bağlılık gösterenler de çok komiktiler açıkçası, çok komiktiler. Yani şunu demeye çalışıyorlar: “Her şey kontrol altında. Çok fazla soru sormaya gerek yok. Her şey yolunda. Merak edecek bir şey yok” vs. diyorlar ve bunu neye dayandırdıkları belli değildi. Ama meselâ hâlâ aklımda durur; Kanada’da TIR şoförlüğü yapan şahıs meselâ, çok etkileyiciydi. Onu dinleyip de dünyanın değişik yerlerindeki bir Fethullahçı’nın ondan etkilenmemesi mümkün değil. Çünkü bu Ebuseleme Gülen’in söylediği şeyler orada, o yapı içerisinde bir şeylerden rahatsız olup, ama tam olarak kopamayan insanlara uzatılmış bir el gibi geliyor bana. En çok da bundan rahatsızlık duyuyorlar. Ve hele Fethullah Gülen’in artık eskisi gibi sürekli konuşup insanları kontrol altında tutma durumu olmadığı bir dönemde patlak verince bu iş, dağılmaya yol açabilir diye korkuyorlar — ki bence dağılacak.
Tayfun Tufan: “Sizce Fethullahçılık neden hâlâ gündemde yer edecek kadar önemli? Ülkede bir etkinliği yok, kamuoyu oluşturacak gücü yok. İlgilisi için anlamı var; ama normal vatandaş için sizce ne anlamı kaldı?” Tabiî ki insanlar unutuyorlar, ama düne kadar bu ülkede hâkimdiler. Bu ülkede 15 Temmuz darbe girişimini onların yaptığı konusunda çok yaygın ortak bir kanı var ve bu insanlar her yerdeydiler. Herkesin yakın çevresinde, hele Anadolu’da herkesin tanıdığı, hapiste, işinden olmuş, şu olmuş, bu olmuş, yurtdışına kaçmış birileri var. O kadar da gündemden çıkmış değil. Bir de tabiî şu var: Acaba geri gelirler mi? Gelirler mi? İktidar değişirse geri gelirler mi? Hele muzaffer bir edâyla gelirler mi, kaldıkları yerlerden devam ederler mi? Bu soruların hepsi var. Tabiî insanlar bu soruları konuşmak istemiyorlar, o ayrı. Ama bu sorular var, devletin gündeminde bu var. Arada sırada yine, o kendi tâbirleriyle “FETÖ operasyonları” vs. yapıyorlar. Yani bu anlamda o kadar da gündem dışı değil. Tabiî şöyle bir husus var: Eski güçleri yok, tamam. TürkiyeEde de güçleri yok, tamam. Ama hâlâ bir şeyleri etkileme güçleri, TürkiyeEde etkileme güçleri var. O konuda Türkiye’nin gerçekten en gelişmiş yöntemlerine sâhip insanlar. Meselâ “Meral’i Gıdıkla” oyunu… Ne yapıyor? Bir oyun yapıyor. PlayStation ya da bilgisayar oyunu yapıyor. Orada Meral Akşener’e yönelik çok saygısızca şeyler yapıyorlar. Ve buradaki amaç ne? “Bunu Cumhur İttifâkı yapmış” deyip, vs. vs.. Ya, bunu düşünebilen bir yapıdan bahsediyoruz. Bunu düşünebilen bir yapı, kim bilir başka neler yapıyor? Kim bilir nerelerde bir şekilde uzantıları var? Yani ben meselâ bâzı şeylerde gözüme çarpan, özellikle birtakım sert çıkışlarda, açıkçası insanlardan şüpheleniyorum. Bu kadar yüksek sesle böyle bir Erdoğancılık yapanlar, meselâ Reisçilik yapanların pekâlâ bir Fethullahçılık bağlantısı olabileceğinden işkilleniyorum. Ben mi paranoyak oldum, neyse ama… Yani şunu açık söyleyeyim; her şeyin beklenebileceği bir yapıdan bahsediyoruz. Yani ahlâkî kriterleri îlân bir yapı değil bu.Yani şimdi meselâ diyelim ki, bilmeyen bir insana söyleyelim; bunlar dînî bir yapı, İslâmî bir yapı, temel şeyleri önce ahlâk ve mâneviyat, değil mi? Ondan sonra ben bana gelen küfürleri göstereyim. Yani birazcık dinî terbiye almış bir insan bunları etmez yani. Çünkü buradaki din, bir araç. Burada başka bir şey var. Burada o culte’ün kendisi esas amaç olmuş. Yani İslâm, Sâid-i Nursî falan, bunların hepsi bir yerden sonra anlamsız. Orada tek dertleri kendi iktidarlarını, kendi güçlerini muhâfaza edebilmek.
Volkan Akyıldırım: 1Ebuseleme ‘Susacağım’ dedi son bir tweet’le, ama konuşmalı. Siz ikinci bir röportaj yapmayı deneyecek misiniz?” Yani şu âanda yapmamı gerektirecek bir durum olduğunu sanmıyorum. İleride bir şeyler gelişirse, belki olur. Ama öyle kolay kolay susacak birisine de benzemiyor açıkçası. Ama birtakım şeyler, âilesi üzerine baskılar gibi şeyler olabilir — ki oluyor, onu biliyoruz. Ondan dolayı başka şey yapar mı bilmiyorum.
Önder Atar: “Dün ağırladığınız Ebuseleme ve başka kişilerin getirdiği nedâmet, Gülen sonrası AKP ile barışma, normalleşme hamlesi için yol yapma olabilir mi?” Yok, öyle örgütlü planlı bir olay olduğunu sanmıyorum, öyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Öyle bir şey olsaydı daha farklı insanlar çıkardı bence. Yani daha çok kişisel bir öykü var burada, ben öyle görüyorum. Yani öyle örgütlü bir olay değil. Meselâ Fethullahçılar’a sorsanız, kimisi “MİT’in elemanı” diyor, kimisi “Akıl hastası” diyor, kimisi bilmem ne diyor. Yani onu etkisizleştirmek, îtibarsızlaştırmak için ellerinden ne geliyorsa söylüyorlar. Yani îtibarı ne derece vardır, yoktur, bilmiyorum; ama söylediklerinin bir karşılığı var. Ve bunun da bir kişisel öyküden kaynaklandığını düşünüyorum.
Fahri Şen demiş ki: “Ruşen Bey, sıhhatler olsun.” Evet, dünkü yayından sonra ne olur ne olmaz deyip kılık değiştirdim, başıma bir şey gelmesin diye.
Mustafa Yavuz: “Fethullah Gülen’le röportaj yapmak ister misiniz Ruşen Bey?” Bunu hep istedim, hep beni reddetti. Neden reddettiğini de anlıyorum. Hattâ arada sırada bana sataşanlar, “Sen Hocaefendi sana röportaj vermedi diye ondan kinlisin” diyor. Komik bir şey. Şimdi de isterim, ama işte demin söyledim. O fotoğrafı bir daha göstersin arkadaşlar. Üç gazeteci gittiler, 4-5 saat yol yapmışlar Washington’dan Pensilvanya’ya, tek kelime konuşamadan dönmüşler. Ben buradan kalkıp, okyanus ötesine geçip bir şey konuşmadan niye dönmeyeyim ki yani? Öyle bir şey olmaz. Yapmak istedim, hep istedim. Darbe sonrasında da istedim; ama hiçbir şekilde o beni istemedi, istemeyecek. Çünkü –bir kere daha sosyal medyada paylaşmıştım– iddianâmede bir belge var; Fethullah Gülen’in elyazısıyla bulunan birtakım notları koymuşlar. Orada kendisi benim hakkımda, “Hizmet’e en büyük düşman Ruşen Çakır’dır” demiş. Ben düşman falan değilim, kimseye düşman değilim. Ama biliyorsunuz, onların çok sevdiği bir şey vardır: “Kullanışlı aptal devşirme”. Çok kişiyi kullandılar böyle. Ben kendimi kullandırmadığımı düşünüyorum. Değişik seferler beni de denedikleri oldu, ama ben yine kendi bildiğim gibi yaptım. Ondan dolayı Fethullah Gülen’in bana özel bir antipatisi olduğunu biliyorum. Neyse, bu olay benim olayımın ötesinde başka bir olay. Burada Türkiye’nin yakın târihine damga vurmuş bir hareketten bahsediyoruz. Eski gücü olmasa bile hâlâ gücü olan bir hareketten bahsediyoruz. Cezâevinde yüzlerce, binlerce sempatizanı, militanı olan bir hareketten bahsediyoruz. Türkiye’nin hâfızasına yer etmiş bir hareketten bahsediyoruz ve bu hareketin geleceği bizim için çok önemli.
Doğan Bey diyor ki: “Devlet onursuzluk, îtirafçılık, iftirâcılık dayattığı için yapı dağılamıyor.” Evet, yani diyorlar ki: “Îtirafçı olun”. Bir insan îtirafçı olmak istemeyebilir –olmak isteyenler çıktı tabiî–, îtirafçı olmak istemeyebilir, ama kopmak isteyebilir. Böyle çok insan tanıyorum. Yurtdışında tanıdığım, gerçekten kendi hesaplaşmasını yapmış çok insan var, çok değerli insanlar da var. Tabiî böyle bir hareketin içerisinden gelip de arınmak çok kolay olmasa gerek; ama başardığını düşündüğüm bâzı insanlar var. Bâzıları öyle yapıyorlar, ama bana çok inandırıcı gelmeyenler de var. Ama bâzılarını gerçekten biliyorum. Hattâ bir ara bu konuda kendileri birtakım web sayfaları falan da yaptılar, birtakım tartışmalar da yaptılar. Bu kişiler îtirafçı değil, îtirafçı olmayacaklar; ama kendileriyle, geçmişleriyle ve bu hareketle hesaplaşıyorlar.Devlet onlara îtirafçılık dayattığı için bu kişilerin etkisi sınırlı oluyor. Bu devletin çok yanlış bir politikası bence. Halbuki gerçekten bir hesaplaşmayı yapan, bu konuda ufuk açıcı şeyler söyleyen ve topluma katkıda bulunabileceği belli olan… Ben meselâ bunlardan birisiyle, Prof. Gökhan Bacık’la yazılı bir röportaj yaptım. Görmüş olanlar vardır, görmeyenlere de tavsiye ederim. Kendisi Avrupa’da yaşıyor, hocalık yapmaya devam ediyor.Eskiden de tanıdığım ve Fethullahçılık içerisindeyken de nevi şahsına münhasır bir siyâsetbilimciydi. Ve çok önemli şeyler söyledi, çok önemli hesaplaşmalar yaptı. Dolayısıyla şimdi onu da diğerleri gibi, işte meselâ Emre Uslu, Ekrem Dumanlı gibi, sâhibinin sesi insanlara yaklaşımınızla bu tür insanlara yaklaşımınız aynı olursa o zaman olmuyor. Ama devlet, “devlet aklı” denen şey Türkiye’de maalesef donmuş bir şey. Bu konuda da çok fazla verimli olacağını sanmıyorum.
Evet, yavaş yavaş toparlayalım. Yarın bu yayının öyküsünü biraz daha anlatacağım. Bugün bahsettim ama ayrıca bir anlatacağım. Özellikle îtirafçılık, demin de sözünü ettiğimiz îtirafçılıkla ifşâcılık arasındaki farkı anlatmak istiyorum. Bu, gazetecilik açısından da çok önemli bir şey. Bir de tabiî şöyle şeyler oluyor: “O zaman şunu da çıkart, bunu da çıkart” diye Fethullahçılar bana birtakım sözüm ona gazetecilik siparişleri veriyorlar. Onlara cevabımı da yarın vermeyi düşünüyorum. Evet, şu anda noktayı koyalım. Birazdan “Haftaya Bakış” yapacağız. Kadri maalesef yine olamayacak, çünkü hasta. Çok uğraştı iyileşmek için bugüne, ama olamadı. Yine biz geçen hafta olduğu gibi Kemal Can’la Fethullahçılık’tan da konuşacağız. Artık ben konuşmam, Kemal’e sorarım. Ama onun dışında Meral Akşener konusunu ve tabiî ki Hakkâri’ye kayyum atanması konusunu konuşacağız. Burada noktayı koyalım. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.