Ruşen Çakır yorumladı: “Maneviyat zabıtaları”nı beklerken

Ruşen Çakır, küçük yaştan itibaren İslami çevrelerde büyüyen, medreselerde eğitim alan ve daha sonra camilerde çalışan ancak daha sonradan kendini bu alandan çeken İbrahim Şişik ile arayışını, ne yapmak istediğini, nasıl tepkiler aldığını konuştu.

Şişik, YouTube kanalında tartıştığı konuları yakın çevresiyle konuşamadığını, başkalarına ulaşmak için kanalı açtığını ve bu amacına ulaştığını düşündüğünü dile getirdi.

AKP’nin dindar nesil yetiştirme politikalarının ters tepmesi ve toplumda deist, ateist ve agnostik gençlerin sayısının artması da tartışmalara yol açıyor.

Geçtiğimiz haftalarda din ve felsefe konulu videolarıyla tanınan YouTuber Diamond Tema, Yer6 isimli YouTube kanalında sosyal medya fenomeni Asrın Tok ile yaptığı tartışmada şeriata dair görüşlerini savundu. Tema, şeriata neden karşı çıktığından bahsetti ve Tok’a karşı kullandığı argümanlarda hadis derlemesi Sahih-i Buhârî’den örnekler verdi. Tema’nın “Şeriatın haricindeki hiçbir sistemde altı yaşındaki bir kızla evlenemezsin” yönündeki sözleri ve Hz. Muhammed ile ilgili yaptığı açıklamalar nedeniyle “halkın bir kesimini ve dini değerleri aşağılama” suçlarından hakkında soruşturma başlatıldı, yakalama kararı çıkarıldı.

Daha sonra eski Diyanet İşleri Bakanı Mehmet Görmez, Habertürk’e verdiği bir röportajda “maneviyat güvenliği” kavramından bahsetti ve “Özellikle Batı dünyasında İslamofobik nefretin yaygınlaşmasından sonra seçilen en kötü yollardan bir tanesi İslam ümmetine peygamber üzerinden saldırmak, onun ailesi üzerinden saldırmak. Bundan dolayı diyorum ki, bir maneviyat güvenliği sorunu var. Sosyal medyada başlayan din tartışmaları, bilhassa bilişim ve iletişim devriminden sonra, bütün hayatın bütün alanlarını etkilediği gibi, tabii olarak bizim dini hayatımızı da etkiledi ve derinden de etkilemeye devam ediyor” dedi.

Ruşen Çakır, Görmez’in söylediği “maneviyat güvenliği” kavramını yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bugün genç bir müezzinle, daha doğrusu eski bir müezzinle kısa bir sohbet yaptık, saat 14.00’te yayınlandı. İzlemediyseniz izlemenizi öneririm. Tamâmen İslâmî câmia içerisinde büyümüş, sonra dine hâkim olmuş, ama sonra da sorgulamaya başlamış bir kişi. Kendisi bunu açık açık YouTube’da anlatıyor. Aslında çok kişi var böyle. Özellikle ilâhiyat câmiasında, Diyânet câmiasında çok kişi var. Daha önce yaptığım yayınlarda bahsettiğim bir kitap yapılmıştı meselâ, Dip Dalga diye. O kitapta, adlarını vermeyen çok sayıda kişiyle, dinden uzaklaşmaları, mesâfe koymaları üzerine görüşülmüştü ve bunların içerisinde hatırı sayılır ölçüde Diyânet mensûbu ya da ilâhiyat fakültelerinden mezun veya hocalık yapan isimler vardı. Şimdi İbrahim Şişik bunlardan cesur bir isim, kendi adıyla konuşan bir isim. Bu aslında çok yaygın, son dönemde çok öne çıkan bir husus. Ben de değişik vesîlelerle bu konuyu ele almaya çalışıyorum. Zîra devletin kendisi, AKP iktidârı bundan şikâyetçi. Millî Eğitim Bakanlığı’nın, Diyânet’in değişik araştırmaları var. Gençlerde, özellikle de muhâfazakâr âile gençlerinde, çocuklarında deizm, ateizm, agnostisizm gibi şeylerin yayıldığı yolunda tespitler var. Ve bunu ne yapmaları gerektiği konusunda bayağı bir arayış içerisindeler, bunu biliyoruz. Burada açıkçası, AKP iktidârının özellikle son yıllarda devlet eliyle yukarıdan aşağıya toplumu İslâmîleştirme, daha da İslâmîleştirme –Türkiye toplumu zâten İslâmî bir toplum ana hatlarıyla–, daha da İslâmileştirme çabalarının nasıl ters teptiğinin bir örneği. Aslında benzer olaylar birçok ülkede yaşandı; en çarpıcı örneği İran’dır. İran’da devlet eliyle kadınların başının örtülmesi zorunluluğu gibi uygulamaların ne tür ters tepkiler yarattığını görüyoruz. Ve bütün bunlar ancak otoriter, hattâ totaliter yöntemlerle hayâta geçirilebiliyor. Şimdi Türkiye’de de böyle bir olayla karşı karşıyayız. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduğunu düşünen ve bu düşüncesinde de haklı olan kesimler var. Bu kesimler bir yandan bunu çok göstermemeye çalışıyorlar; gizli raporlar hazırlanıyor, alenen söylemekten ürküyorlar, çünkü kendilerinin sorumluluğu altındaki bir olay. Ama diğer yandan da bunu engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Şimdi bu noktada son bir gelişme oldu. Geçtiğimiz günlerde Diyânet İşleri eski başkanı Prof. Mehmet Görmez, Habertürk’te Mehmet Akif Ersoy’a konuk oldu. Aslında konuk olmasının en temel nedeni, Diamond Tema’nın Hz. Muhammed hakkında söyledikleri ve çıkan tartışma, yakalama karârı gibi hususlardı. Hadisler ve başka konular da konuşuldu. Fakat orada Prof. Mehmet Görmez “mâneviyat güvenliği” diye bir kavram dile getirdi. Bunca yıldır bu alanda çalışan bir gazeteci olarak mâneviyat güvenliği diye bir kavram duymamıştım. Ama şimdi duyunca da herhalde benim hatâm diyorum. Ama mâneviyat güvenliği denen lâf gerçekten bir acâyip. Nitekim Prof. Mustafa Öztürk hemen olayı gördü ve bir videoyla Mehmet Görmez’e reddiye yaptı. İzlemediyseniz izlemenizi öneririm. Benim yapacağım bir reddiye değil, ben bir gazeteci olarak birtakım gözlemlerimi söylemek istiyorum. Öncelikle Prof. Mehmet Görmez’in böyle bir çıkış yapmasını çok yadırgadığımı özel olarak belirtmek isterim.Kendisini çok önceden, daha Diyânet İşleri Başkan Yardımcısı değilken, öğretim üyesi olduğu yıllardan beri biliyorum ve Türkiye’de ilâhiyat câmiasında, özellikle Ankara ilâhiyat çevresinde gerçekten müstesnâ bir yere sâhiptir ve Mehmet Görmez de bu konuda gerçekten öne çıkan isimlerden birisiydi. Daha sonra 2003’te Ali Bardakoğlu’nun –ki Ali Hoca da Türkiye için apayrı bir değerdir– onun yanında Diyânet İşleri Başkan Yardımcısı olarak göreve başladı, 2003’te yanılmıyorsam. Ondan sonra da Ali Bardakoğlu, kendi isteğiyle 2010’un Kasım ayında ayrıldı ve yerini Mehmet Görmez aldı ve iyi bir tercihti gerçekten. 2017’ye kadar 7 yıl Diyânet İşleri Başkanlığı yaptı Mehmet Görmez. Elinde her türlü imkân vardı. Biliyorsunuz, bütçe îtibâriyle Türkiye’nin en önde gelen kurumlarından birisi Diyânet. Kimsenin de bir şeye karıştığı ettiği yok. Burada 7 yıl görev yapmış birisi, görevden ayrıldıktan 7 yıl sonra Türkiye’de mâneviyatın zor durumda olduğunu usturuplu olmaya çalışan bir dille dile getiriyor. Ve mâneviyatın bekası, millî mâneviyatın bekası gibi kavramları kullanıyor. Yani bu “beka” lâfının din konusunda, mâneviyat konusunda dile getirilmiş olması gerçekten çok acı bir durum. Bekayı biliyorsunuz; özellikle otoriter rejimler bir tehdit olarak, devletin birliğine, ülkenin birliğine yönelik bir tehdit olarak kullanırlar. Türkiye’de Erdoğan bunu yıllardır yapıyor ve bunun için de devletin bekası adı altında temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını, hattâ ortadan kaldırılmasını, hukuk devletinin ortadan kaldırılmasını savunurlar ve yaparlar. Savunmasalar bile bunu yaparlar. Gerekçe nedir? Devletin bekasıdır meselâ. Meselâ Fethullahçıların darbe girişimi buna çok elverişli bir zemin hazırladı ve Erdoğan olağanüstü hâli devletin bekası diye dayattı. Ve burada Fethullahçılar’a ek olarak çok sayıda hoşlanmadığı kişiyi de hapse attı, işinden etti vs.. Gerekçe neydi? Devletin bekası. Bir tehdit olacak, tehditler olacak; yani dış tehdit, iç tehdit, terör vs., beka. O belli bir yere kadar geldi, ama bir yerden sonra yürümez oldu. Şimdi Mehmet Görmez bize mânevi beka, milletin bekasını, insanlığın bekasını armağan ediyor. Şimdi burada ciddî bir şekilde ele alınması gerekiyor diyor; “Siyâset erbâbının, hukuk erbâbının, ilim erbâbının, annelerin, babaların, öğretmenlerin bu konuyu konuşması lâzım. Eğer konuşulacaksa, bunların konuşulması lâzım. İnsanlığın öncelikli meseleleri budur diye düşünüyorum” diyor.

Şimdi, âileler, eyvallah, diyelim ki ilim erbâbı, eyvallah. Bunları konuşuyorlar, tamam, konuşsunlar. Diyelim ki mânevi anlamda bir sorun olduğunu görüyorlar, insanların mâneviyattan uzaklaştığını düşünüyorlar, bunu dert ediyorlar, bunu görüşsünler, etsinler, tartışsınlar, ellerinden geleni yapsınlar. Bu tamâmen sivil bir şey. Ama siyâset erbâbı, hukuk erbâbı ne arıyor burada? Hukuk ne yapacak, ne yapabilir? Yani hukuk bu tür şeylere ne yapabilir? “Mâneviyat tehdit altında…” Diyelim ki tehdit altında, size göre tehdit altında. Ama burada hukuku niye gündeme getiriyorsunuz? Niye siyâsetçiyi gündeme getiriyorsunuz? Bunlar sivil alanlardaki tartışmalardır. Anladığım kadarıyla Mehmet Görmez, tabiî son dönemin, dünyada yeni sağın ya da aşırı sağın, sağ popülizmin ve Türkiye’de de şu günlerde çok fazla dilinde olan LGBTİ+ meselesini de burada gündeme getiriyor ve bunu da mâneviyata yönelik bir tehdit olarak algılıyor belli ki. Olabilir; ama burada hukuku niye karıştırıyorsunuz? Ne olacak? Ya da orada programı yapma konusu olan Diamond Tema konusu, hadisler, Hz. Muhammed’in evlilikleri konusu. Bunlara bir ilâhiyatçı çıkıp “Öyle değil, böyle” diyebilir, başkaları başka bir şey diyebilir, eyvallah. Ancak hukukçu niye devreye giriyor? Siz bunu söyleyen bir kişi hakkında yakalama karârı çıkarılmasına îtiraz etmediğiniz andan îtibâren başka bir yere giriyorsunuz.Ben de buna ne diyorum: “Mâneviyat zâbıtaları” konacak o zaman. Yani ne olacak? İnsanlar, âileler seferber, bilim insanları seferber –her kimse onlar–, siyâsetçiler seferber, hukukçular seferber… Neyi avlayacaklar, neyin peşine düşecekler? Mâneviyatı zor duruma düşürenlerin peşine düşecekler. Nasıl yapacaklar bunu? Soran, sorgulayan, eleştiren, belki hakaret eden, belki başka türlü ya da işte eşcinselliği vs., o tür kabul görmeyen cinsel yönelimleri yasaklayacak mısınız? Onları tâkip mi edeceksiniz? İnsanlar, CİMER’e mi şikâyet edecekler? İşte, “Bizim yandaki komşu Ramazan’da içki içiyor” ya da “Hz. Muhammed hakkında şunu dedi” ya da “Benim oğlum sosyal medyada böyle videolar izliyor” diye insanlar bir yerlere mi şikâyet edecekler? Bu konuda yasaklar mı çıkacak? İnsanları birer zaptiye, zâbıta mı yapacaksınız? Ne yapacaksınız, nedir mesele?

Mâneviyatta bir sorun varsa, ki herkesin mâneviyatı kendine bir kere her şeyden önce, böyle millî mâneviyat diye bir şey yok. Herkesin, milletinin bir parçası olarak kendi mânevi birtakım düşünceleri, görenekleri, âdetleri, inanışları vardır, şudur budur. Ama burada bir mâneviyat dayatması, devletin, hukukun bir mâneviyat dayatması gibi bir şey olamaz. Bunu yapmaya çalıştığınız zaman, işte o zaman ne oluyor? Örnek olarak İran’da Besiçler var. Besiçlerin ne olduğunu bilmiyorum biliyor musunuz? Bunlar sözüm ona sivil gönüllüler. Halbuki aslında devlet tarafından bayağı görevlendirilen ve ödüllendirilen insanlar. Ve bunlar sokaklarda, şurada burada insanların, özellikle kadınların peşine düşüyorlar. Bu, İran gibi, medeniyetlere beşiklik yapmış bir ülkenin son yıllardaki en büyük utançlarından birisidir. Artık eskisi kadar güçlü olamıyorlar. Çünkü biliyoruz, bâzı videolar sizin önünüze de düşüyordur, insanlar, özellikle kadınlar, onlara birçok yerde ağızlarının payını, hak ettiklerini veriyorlar. Eskisi kadar kolay değil o kadar. Ama bir dönem İran’da bu tür organizasyonların, bu tür din zâbıtalarının ya da zaptiyelerinin bayağı hâkim olduğu, terör estirdiği dönemler oldu. Peki, bunlar yapıldı. Ne oldu? İran daha dindar bir toplum mu oldu? İran’ın dindarlığına halel mi geldi? Hayır. Ne oldu? Görünürlüğünü olabildiğince aza indirdiler bu yolla. Yani aslında olay bir mâneviyatı korumak, insanları mânevi olarak güçlendirmek ya da yanlış olduğu söylenen yerlere sapmasını engellemek falan değil; insanların görünürlüğünü engellemek. Yani şimdi bu son dönemde o kadar gündemde olan ve özellikle birtakım din âlimlerinin de çok kullandığı, siyâsetçiler gibi, LGBTİ+ meselesinde ne yapacaklar, insanları kendi kafalarına göre tedâvi mi edecekler? Böyle bir şey yok, olmuyor zâten. Dünyada yok böyle bir şey. Bu bir cinsel yönelim. Ama ne yapıyorlar? Görünmez kılmak. Ne yaparsanız yapın, görünmeyin, göstermeyin, başkalarına kötü örnek –kendi tâbirleriyle– kötü örnek olmayın. Bunu engellemek. Ama meselâ Türkiye’de ne oluyor? Onur Haftası engelleniyor, ama her seferinde yapılıyor. Çünkü burada insanlar kendi haklarına sâhip çıkma bilincine sâhipler.

Şimdi burada nasıl bir şey yapma arayışındalar: “Biz sizi, Diyânet olarak o kadar bütçesiyle, o kadar medyasıyla, o kadar câmisiyle, o kadar hutbeleri vs.’siyle bir noktaya çekemiyoruz. Bir kısmınızı çekiyor olabiliriz, ama bir kısmınızı çekemiyoruz. O zaman o çekemediğimiz kişilerin üzerine, onlara karşı birtakım güvenlik önlemleri alalım.” Nasıl olacak bu? En fazla, bunlar görünmez olacaklar, seslerini kısacaklar, dinden çıktılarsa kendilerine saklayacaklar. Öyle sağda solda kalkıp din hakkında eleştirel bir şeyler söylemeyecekler ya da cinsel yönelimleri devlet tarafından kabul edilen heteroseksüellik dışında bir şeyse bunu öyle açık etmeyecekler. Hele kamusal alanda asla bir yerlerde konuşmayacaklar, kendilerinin böyle bir hakkı olduğunu söylemeyecekler. Söylerlerse ne olacak? İşte o zaman “hukuk erbâbı” devreye girecek. “Hukuk erbâbı” denilen de herhalde nedir? Mahkemelerdir. Türkiye’de bağımsız, tarafsız yargı da yok. Devlet eliyle bu olayları susturmaya, insanları sindirmeye, gözlerini korkutmaya çalışılacak. Bu çok acı bir husus. Yani siz şimdi 7 yıl Diyânet İşleri Başkanlığı yapıyorsunuz ve bunun muhâsebesini doğru dürüst yapmıyorsunuz ya da bir başkası, 20 küsur yıldır ülkeyi yönetiyor Erdoğan, burada kendi muhasebesini yapmayıp, “İnsanlar, yeni teknolojilerle herkes her şeye ulaşıyor.” Eh, ulaşsın, ne var bunda? “Ama işte yanlış fikirler, mâneviyatı, mânevî bekamızı, milletin bekasını tehdit edecek fikirler geliyor. Eh, siz de kendi fikirlerinizle bunlarla mücâdele edin. “Hayır efendim, bu fikirler dolaşıma girmesin, engelleyin.” Nasıl engelliyorsunuz? Engellemek de çok kolay olmuyor artık biliyorsunuz teknolojide, VPN var, başka şeyler var. O zaman ne yapmaya çalışıyorsunuz? Birilerini cezâlandırmaya çalışıyorsunuz. Onları susturmaya, başkalarına ibret olsun diye cezâlandırmaya çalışıyorsunuz ve burada tamâmen otoriter, hattâ totaliter bir yönelime giriyorsunuz. Aslında mâneviyatın güvenliği diye bir şey söylediğiniz anda ve kendinizi de özellikle bu sektörde –sektör açıkçası bu, biliyorsunuz–, “mâneviyat sektörü” içerisinde konumladığınız zaman, bu aslında sizin kendi başarısızlığınızı, hattâ iflâsınızı îtiraf etmenizdir.

Şimdi bilmiyorum görüyor musunuz sosyal medyada, benim önüme hep düşüyor; birtakım sarıklı, cübbeli insanlar acâyip acâyip şeyler söylüyorlar, fetvâlar veriyorlar, cennet tasvirleri yapıyorlar. Şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar, abuk sabuk şeyler. Bunları kim dolaşıma sokuyor? Ateistler sokuyor. Bayağı bir hesap var, sosyal medya hesapları ateizmle ilgili, adında ateizm geçen hesaplar. Ateistler,alenî ateizm için propaganda yapan, mücâdele eden kişiler için vallahi, Allah için, kaynak bol. O kadar çok şey var ki. Öyle birtakım insanlar çıkıp öyle şeyler anlatıyorlar ki, ondan sonra ateist alıyor bunu, pekâlâ din karşıtı propagandasında kullanıyor. Şimdi bütün bunlar ortadayken –işte, yanmayan kefen satanlar, şu olanlar, bu olanlar ortada cirit atarken–, din üzerinden ihyâ olanlar… Geçen bir tâne gördüm, Marmara Bölgesi’nde bir yerdeydi yanılmıyorsam, Kur’an kursu için para topluyorlar, dükkân dükkân geziyorlar. Her dükkândan çıktıktan sonra bir Mercedes arabaya binip başkasına gidiyorlar vs.. Şimdi böyle ortamlar, böyle olaylar varken, böyle realiteler varken, din üzerinden elde edilen bayağı nîmetler varken; siz, şu ya da bu şekilde bireysel arayış içerisinde olan, birtakım sorgulamalar yapan insanların karşısına, “Siz bizim güvenliğimizi ihlâl ediyorsunuz’” diyerek çıktığınız zaman, hiç kimse kusura bakmasın ama bu hiçbir şekilde hakkaniyet ile bağdaşmaz. Ama onun ötesinde de tam anlamıyla nâfile bir şeydir. En fazla yeni bir sektör oluşturursunuz. Nedir bu sektör? Dinden çıkanları ispiyon etme sektörü olur. Birileri buradan ekmek yer. Tabiî bu arada bol miktarda asılsız itham, bilmem ne olur. Ama her şeyin ötesinde, Türkiye hâlâ anayasasında laik bir ülke, fikir ve inanç özgürlüğü olan bir ülke. Nasıl yapıyorsunuz bunları? Yapamazsınız. Tamam, diyelim ki yaptınız; ama hiçbir şey elinize geçmez. Yanı başınızda yaşanan İran örneğine bakın, orada da görün. Yani bu zaptiyelerle, zâbıtalarla, polisle, yargıyla, kelepçeyle çözülebilecek bir şey değildir. Mâneviyatın güvenliği, bekası falan olmaz. Herkesin mâneviyatı kendisine. Kimse bir başkasına, “Benim mâneviyatım senin mâneviyatından daha iyi, daha kapsayıcı” diye bir şey dayatmaya kalkamaz. Ama maalesef Türkiye’de öyle büyük bir çözülme yaşanıyor ki, hiç beklemediğiniz insanlar böyle dolaylı lâflarla insanlara bir güvenlik sorunu olarak, “Mâneviyat elden gidiyor” dayatması yapıyorlar. Allah kolaylık versin, ne diyelim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.