Ruşen Çakır’ın konuğu Fehim Taştekin: İran’ın cevabını beklerken

Ruşen Çakır konuğu Fehim Taştekin ile Ortadoğu’da son yaşananları, Hamas lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesini, Netanyahu’nun pervasızlığını, ABD’nin duruşunu ve İran’ın cevabını Taştekin’in İran savaşı göze alıyor mu? yazısıyla beraber değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Gazeteci Fehim Taştekin konuğumuz. Tabiî ki Ortadoğu’yu konuşacağız, ama esas olarak İran’ı konuşacağız. Fehim, merhaba.

Fehim Taştekin: Merhaba.

Uzun zamandır seninle baş başa yayın yapmamıştık. Bakalım, arayı kapatalım. Sen şimdi dün “İran savaşı göze alıyor mu?” diye Gazete Duvar’da bir yazı yazdın. Çok uzun bir yazı, çok değişik kaynaklardan ve açılardan yaklaşan bir yazı. Aslında ben okuduktan sonra sorunun cevâbının muğlak olduğu sonucuna vardım. Tekrar sana sorayım, anladığım kadarıyla İran… Yani şöyle özetleyebilir miyim: İran bir şeyler yapmak istiyor, ama bu savaşa yol açmasa iyi olur gibi bir noktada mı?

Fehim Taştekin: Evet, yani muğlaklık zâten bir strateji. Herkesin, bütün devletlerin aslında böyle büyük oyunlar peşindeyken en fazla başvurdukları bir yöntem. Şimdi İran, bir misilleme yapma baskısı altında. Bunu yapmadığı takdirde İsrail’in daha fazla el yükselteceği, daha saldırgan olacağı, belki İranlı liderleri de hedef alabileceği yönünde bir değerlendirme var. Ama “Bu misillemeyi nasıl yapalım da bir savaşa yol açmasın” düşüncesi var. “Savaşı göze alıyor mu?” sorusu son derece önemli. Şimdi bu nasıl olacak da savaşa yol açmayacak? Bunu nasıl kalibre edecekler? Bunun hazırlığını nasıl yapıyorlar? Geçen sefer bunu yaptıkları zaman, öncesinden Amerikalılar vs. bundan haberdardı ve onlar da hazırlık yaptılar. İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar birazcık, kenarından Almanlar, bölgede Ürdün, Suudî Arabistan derken, böyle bir koalisyon oluştu ve İsrail’in canını çok acıtmayan; ama İran’ın da şiddetini gösteren, bir savaşa yol açmayan misilleme böyle formüle edildi. Bu sefer İran bu pazarlığa girmiyor, girmek istemiyor; mesajları en azından bu yönde. Şimdi bakıyoruz: Ürdün üzerinden, Mısır üzerinden, hattâ Suudîler üzerinden, son olarak Katar üzerinden mesajlar verip bu işi abartmadan geçiştirmeye ya da kurtarmaya çalışan bir Amerikan beklentisi rolü var. Ama onlara da verilen yanıt aşağı yukarı aynı: İran bir misillemeden vazgeçmeyecek. Peki, bu savaşa yol açar mı? Şimdi dikkat çekici bir değerlendirme var, o da şu — diyorlar ki İranlılar: Savaştan kaçınmak için, daha büyük bir savaşı daha fazla yakınlaştırmamak için, İran’ın savaşa hazır olduğunu söylemesi lâzım, yani oyunun kuralını değiştirmesi lâzım. Bu şu anlama geliyor: Şimdiye kadar “Biz savaştan kaçınıyoruz, savaş istemiyoruz” retoriği, İsrail’in saldırılarını daha fazla artırdığı, İsrail’i frenlemeyen, İsrail karşısında caydırıcılık oluşturmayan bir tuzağa dönüştü; yani İsrail’in işine yarayan bir tuzağa dönüştü. “O yüzden biz bu kez farklı bir pozisyon almak zorundayız” diyorlar. Ama şimdi meselâ İsrail tarafına baktığımız zaman, onlar da, yani İran eğer stratejik noktaları vurursa –ki bu sefer mesela SİHA değil de doğrudan balistik füzelerle, yani tespiti ve önlenmesi zor bir yöntem kullanacağı söyleniyor, öyle bir öngörü var–, bu durumda meselâ askerî tesisler, stratejik bâzı tesisler vurulursa, İsrail şimdiden önleyici saldırıdan bahsediyor. İsrail yanıt verecek, buna mukabil İran da yanıt verecek. Bu sarmal, işte, Netanyahu’nun tuzağına ülkeyi çekecek. İsrailliler böyle diyorlar; yani o tuzak da Amerika’nın da dâhil olduğu bir savaş. Hâlâ belirsizlik buradan kaynaklanıyor. Yani evet, İran bir şey yapacak, Hizbullah bir şey yapacak, herkes buna hazır. Hattâ Amerikalılar geri sayıma başladılar. İşte Trump bile 24 saat içerisinde beklediğini söyledi, başkaları 48 saat içinde beklediğini söyledi. Böyle bir beklenti var. Meselâ bugün gördüğüm haber: Kamala Harris’le Biden’a, yani hem Hizbullah’ın hem İran’ın yanıt vereceği, bunun belki 48 saat içerisinde gerçekleşebileceği yönünde. Fakat İran’ı burada bir şekilde… geri adım demeyelim de, yani İran’ı sınırlayacak bir formül arayışı da var. Onu da işte Katar tarafından duyuyoruz: Acaba Gazze konusunda bir ateşkes anlaşması çıkarsa İran bu misilleme hakkından vazgeçer mi?

Evet, tam bunu soracaktım. Bu birçok yerde de karşıma çıktı; Batı’nın, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin verebileceği, havuç ve sopa denir ya, buradaki havuç olarak akla sâdece o geliyor. Ama şöyle de bir husus var: Oonun tek başına İran’ı tatmin edecek bir şey olması bana çok iknâ edici gelmiyor. Tabiî ki hoşuna gider, ama topraklarında çok önemli bir konuklarını göz göre göre katlettiler. Yani bu, “Tamam, biz de karşılığında ateşkes veriyoruz” diyerek hallolacak bir şey gibi gelmiyor. O söylediğin tabiî ki önemli, ama tek başına İranlılar için –az buçuk ben de İran’ı bildiğimi düşünüyorum senin kadar olmasa da–; ama İran rejimi için nokta koyacak bir şey olamaz sanki.

Fehim Taştekin: Yani birincisi, İranlılar bu manevraya güvenmiyor, onu söyleyeyim. Yani Gazze’de ateşkes olur, Biden bu konuda daha fazla Netanyahu’ya baskı yapar. Şimdiye kadar baskı yapmadı, yeterli baskı yapmadı. Tam tersi, İsrail’i temin eden bir pozisyon içerisinde yer aldı. Netanyahu’nun da artık ateşkese yanaşmadığını, Mossad şefleri bile yüzlerine karşı son güvenlik toplantısında söyledi bunu. İsrail gazeteleri yazdı. Hattâ Şin Bet Başkanı diyor ki: “Gördüğümüz kadarıyla Netanyahu bu koşullarda anlaşmaya yanaşmayacaktır”. Mossad Başkanı da, “Sen söyle. Biz ne yapacağız? Sen ne istiyorsun?” diyor. O da “Bana baskı yapmayın, gidin Hamas’a baskı yapın” diye fırça atıyor. Şimdi İsrail tarafında bile artık ateşkes konusunda Netanyahu’nun tutumu son derece oyalayıcı ve savaşı uzatmaktan yana belirginleşmişken ve Amerika’da da seçimler varken, Amerikan tarafı nasıl Netanyahu üzerinde baskı üretecek? Bu soru İranlılar için de son derece önemli. Ve İranlılar belki daha sınırlı bir misilleme yapıp bunu da dikkate alabilirler; ama pazarlığın tam olarak hâlâ bir şekilde devam ettiğini, mesajlaşmanın devam ettiğini düşünüyorum. Yani İran burada bir şeyler yapacak, yapmak istiyor, ama bunun ölçeği ne olacak? Yani İsrail’e ne kadar zarar vermeyi göze alıyorlar? Amerikalılar da İsrail’e ne kadar savunma sağlayacak? Bütün bunlar aslında bir pazarlığın parçası. Şimdi sâdece İran tarafına bakmayalım, Amerikan tarafına baktığımız zaman, orada da Biden, mesela bunu Axios yazdı daha önce; “Geçen seferki gibi, 13 Nisan’daki gibi İsrail’i koruyamayabiliriz. İsrail için bir koalisyon oluşturamayabiliriz” uyarıları yapıyorlar. Ama tabiî Netanyahu son derece emin, Amerikan kamuoyu, Kongre’nin de durumu dikkate alındığında, “Eninde sonunda bizi koruyacaklar, mecburlar” şeklinde hareket ediyor. Bütün bu belirsizliklerin her biri pazarlığın bir parçası. Ama biz hâlâ şu noktada değiliz: “İran bundan vazgeçer, İran iknâ edilir” noktasında değiliz. Yani senin altını çizdiğin husus son derece önemli. Dinî Lider Hamaney tâlîmâtı verdi bir kere; “Hazırlığı yapın, hazırlığınız bitince bu iş olacak” diye tâlîmâtı verdi. Ve bunun dışında İran kendini, misilleme beklentisini çok fazla yukarı çekecek şekilde de angaje etti. Kendini misillemeye angaje etti. Bundan geri dönüş müthiş bir îtibar kaybı olur — ki zâten îtibar kaybı oldu. İran’ı bir anlamda aşağıladı İsrail. Bundan geri dönüş bunu kalıcı hâle getirecek. Ve herkes şunu biliyor ki İsrail burada durmayacak, yani hiçbir zaman durmayacak ve yarın yine örtülü savaş kapsamında bir yerleri vuracak, sûikast yapacak falan.

İstersen biraz olayın başına dönelim. Şimdi meselâ sen de şunu tartışıyorsun: “Hangi yolla bu yapıldı?” Hepsinin ayrı bir önemi var. New York Times’ın haberi, önceden yerleştirilmiş bomba meselesi çok ciddî bir şekilde içeride Devrim Muhâfızları’nı da kapsayan bayağı bir casus ağını gerektiriyor, değil mi? Çünkü olayın gerçekleştiği yer, Devrim Muhâfızları’nın koruması altındaki bir bölge, bir binâ. Devrim Muhâfızları’nın açıklamasındaki gibi güdümlü füze, kısa menzilli güdümlü füze de olsa, İran toprakları içerisinde. Yani bu, İsrail’in İran içerisinde çok ciddî, üst düzey bir operasyon yapabildiğini gösteriyor — ki bu ilk değil biliyorsun. Daha önce de defalarca, meselâ nükleer programda çalışanlara yönelik de oldu, başka şeylere yönelik de oldu.

Fehim Taştekin: Evet.

Şimdi, İran hakkında biliyoruz ki İran çok büyük bir devlet geleneğine sâhip ve şahlık rejiminden de aparılmış bir istihbârat yapılanması var. Yani eskiden var olan yapı, adı değişerek de olsa sürüyor. Bu nasıl oluyor? Yani bu, çok büyük bir îtibar kaybı değil mi İran rejimi için? Bu aslında ilk değil. Ben geçenlerde meselâ baktım, “İsrail’in İran’a yönelik gerçekleştirdiği operasyonlar” diye bayağı bir külliyat var. Üstüne bir de biliyorsun, IŞİD’e atfedilen ya da başka birtakım silâhlı örgütlere atfedilen terör eylemleri de var. Yani İran son dönemlerde çok kırılgan bir hâle geldi.

Fehim Taştekin: Şimdi, çok temelde söylenmesi gereken şeyler var. Önce bu New York Times haberiyle ilgili birkaç şey söylemek isterim. Şimdi bunların hepsi bana göre psikolojik harbin parçaları. New York Times’ta ve arkasından Daily Telegraph’ta çıkan haberlerde olayın oluş biçimine dâir, İsrail üzerindeki baskıyı azaltacak bir senaryonun hızlı bir şekilde devreye sokulduğunu görüyorum. O da şu: Zâten bu iki ülke öteden beri onlarca yıldır örtülü savaş içerisinde. Karşılıklı saldırılar, sûikastlar, vekil güçler üzerinden hesaplaşmalar zâten oluyor. Bu ilk değil. O yüzden bu da onlardan birisi — bu bir. İkincisi, içeride işbirlikçi olması, Devrim Muhâfızları içerisinde tartışmayı doğrudan İran’ın içine çekecek ve İran güçleri arasında da bir münâkaşaya neden olacak bir hamle. Şimdi, İran bunu gördü ve arkasından Devrim Muhâfızları da kendi senaryosunu ortaya koydu. Orada meselâ füze demiyor, bunun dışında diğer hava araçlarından bahsetmiyor; sâdece bir mermiden bahsediyor. Şimdi bu mermi nasıl bir mermi? Nasıl taşınan bir mermi? Bir şeyle mi atıldı, bir füze olarak mı geldi; yoksa bir SİHA’yla mı geldi? Bunu söylemiyorlar. Meselâ ben bir İranlı kaynakta gördüm, yakından geçen bir teleferik var ve onun ikinci durağı oraya çok yakın. Oradan atılmış olabilir deniliyor, ama Devrim Muhafızlârı bu konuya girmedi. Devrim Muhâfızları’nın hikâyesi, biraz kendi güvenlik açığını ve bu güvenlik açığıyla ilgili tartışmayı bitirmeye yönelik. O da buna yönelik bir açıklama yapıyor. Yani: “İçeriden kimse satın alınmadı, işbirliği yapılmadı”. Nitekim Yargı Erki Sözcüsü, yanılmıyorsam bugün sabahleyin açıklama yaptı. Diyor ki: “Batılı gazetelerde yer aldığı gibi, böyle onlarca Devrim Muhâfızı ya da güvenlik görevlisi tutuklanmadı, böyle bir şey olmadı”. Ama soruşturma var. Şimdi, işin psikolojik harp tarafı birazcık misillemenin nasıl yönlendirilmesiyle alâkalı. Yani olay nasıl olursa, misilleme de ona göre şekillenecek. Meselâ örtülü bir savaş kapsamında bir sûikast ya da bir bombalama eylemi ise, İran da örtülü savaşa uygun kendi yanıtını verir. Balistik füzelerle falan değil. Ama bir füzeyle, uçaktan atılmış bir füze ya da bir drone vs. ile olduysa tabiî İran üzerindeki misilleme baskısı, devletten devlete misilleme baskısı olur. Yani bir vekil güç kurtarmaz bunu, Hizbullah’ın vereceği yanıt kurtarmaz İran’ı. İran içerisinde de artık, İran bu şekilde aşağılanırken, “Hizbullah bizim adımıza vursun” şeklinde böylesi bir mekanizma işe yaramıyor, îtibârını kurtarmıyor. İşte bu baskıyı azaltmak ya da artırmak bu senaryolarla biraz bağlantılı. Bir diğer konu, İsrail yeryüzünde en profesyonel sûikast ve casusluk şebekesine sâhip bir devlet ve bu konuda son derece tecrübeliler. Pek çok ülkede yüzlerce kez bunu yaptılar. O yüzden de İran gibi büyük bir coğrafyada, İran gibi iç ilişkileri güçlü, İran gibi içinde çatışmacı unsurların olduğu bir yerde, İran gibi komşularıyla sorunu olan bir coğrafyada İsrail’in sızması, adam devşirmesi, birilerini satın alması hiç de zor değil. Yani bu çok şaşırtıcı bir şey değil. Nüfus olarak, coğrafya olarak müthiş büyüklükte bir yer ve de onlarca yıldır çalışıyorlar. Meselâ Azerbaycan’la geliştirdikleri ilişkiler var; Kürdistan bölgesiyle geliştirdikleri ilişkiler var; Körfez ülkeleriyle –yani İsrail’i tanımayan Körfez ülkeleri dâhil–, onlarla geliştirdikleri inanılmaz işbirliği söz konusu vs.. Bütün bunlar İran’ın kırılganlıklarını artırıyor. Ha, bir de iş tutuş tarzın; yani evet, SAVAK güçlüydü, şimdi SAVAK’ın yerinde olan Devrim Muhâfızları’nın kendi istihbârat gücü, normal istihbârat servisi vs., bunlar son derece güçlü. Bunlar doğru; ama ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, unutmayalım ki Mossad CIA’ye de çelme takıyor. Yani kaç kez CIA ile oyun oynadılar, kaç kez Amerikan gizli belgelerini Beyaz Saray’dan, şuradan buradan sızdırdılar. Bunlar çok büyük ciddîskandallara yol açtı. Yani İsrail ve Amerika arasında bunlar hep olan şeyler. Ne kadar güçlü olursanız olun, bunlar olacak. Ama İran’daki zâfiyet biraz tevekkül. Aslında bu coğrafyanın en önemli sıkıntısı; işte, her şeyi Allah’a havâle eden bir anlayış da var. Meselâ Cumhurbaşkanı’nın bindiği helikopterin hâli, sonra düşmesi. Bütün bunlar, İran’da güvenlikle ilgili bakışta bir sorun olduğunu zâten gösteriyor. Yani hiç şaşırtıcı değil bunlar. Ben meselâ Meşhed’den Tahran’a bir uçağa bindim, yıllar önce, yanılmıyorsam 95’te; uçağa bindim ve uçak havada ârıza yaptı. Aslında tankları taşıyan bir uçağı yolcu uçağına çevirmişler. Böyle iskemleye oturur gibi oturduk, numara yok, bir şey yok falan. Her şey çok tuhaf ve garipti. Ve havadayken birdenbire uçağın burnu düştü, süzülüyoruz falan. Bütün herkes ağlamaya, dua etmeye başladı, “Düşüyoruz” diye. Neyse ki en yakın havaalanına geri dönüş yapmayı başardı. Sonra işte, tamam, biz hallettik, 2 saat zeminde oturduk falan filan. Yeniden aynı uçak, tekrar ârıza filan. Ben orada protesto ettim, dedim ki: “Bizi bu uçağa bindiremezsiniz, böyle bir şey mümkün değil. Uçak belli ki problemli. Bu kadar insanı nasıl bindirirsiniz?” “Ya, bir şey olmaz” falan dediler. Ben binmedim tabiî uçağa. Bu da olay oldu; istihbârat geldi benimle konuştu. Yani “Nedir derdin? Senin sıkıntın ne arkadaşım? Nesin, necisin?” falan diye. Bayağı bir iki farklı yerden, istihbârat soruşturması demeyeyim de, yani havaalanında öyle bir diyalog dayaşadım.

Tabiî bir de şöyle bir şey var: Yani daha yeni Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın öldüğü bir olay var. Hani senin anlattığın olayda yine siz kurtulmuşsunuz, ama koca Cumhurbaşkanı hayâtını kaybetti. Belli ki orada da yine eski helikopter vs. olabilir. Sûikast olduğunu düşünenler de var. Bir de olayın bir devâmı var, biliyorsun. Arama çalışmalarındaki fakirlik, hatırlıyorsun, böyle arabanın üzerine haritalar koymak falan. Hattâ Türkiye SİHA’ları buldu dendi, sonra İran “Biz bulduk” falan yaptı. Yani Cumhurbaşkanı’nın hayâtını koruyamayan ve daha sonra da bedenine ulaşamayan bir devlet imajı daha yeni oldu. 

Fehim Taştekin: Şimdi tabiî, Amerikan ambargosu vs. ile parça bulamıyorlar; bunların hepsi doğru. Uçakları yenileyemiyorlar, ellerindeki stoklar eski, falan filan, bunlar doğru. Fakat İran’ın Amerika’yla karşı karşıya geldiği bir çeşit meydan okuma hâlinin 79’dan beri devam ettiği bu süreçte savunma konseptlerinin orantısız bir şekilde geliştiğini görüyoruz.Meselâ balistik füze, savunma sistemleri son derece gelişti, ilerledi. Bölgede İran’a bu anlamda karşı koyacak herhangi bir güç yok. Yani son derece ciddî balistik füzeleri var — ki bunların yardımıyla mesela Hizbullah’ın geliştirdiği ya da Yemen’de Husilerin geliştirdiği birtakım şeylerin nasıl Demir Kubbe’yi delebildiğini görüyoruz. Bunlar küçük şeyler değil; ama başka yerlerde ciddî anlamda kendi hâline bırakılmış ve bir entegre güvenlik sistemini sakata getiren açıklar var. Yani işte İsrail’in meselâ nükleer bilim adamlarına yönelik sûikastleri vs.. Şimdi elbette eskiden beri İran’da; meselâ işte Halkın Mücâhitleri gibi sûikast tecrübesi olan örgütler eskiden beri var. Şimdi bunların sayısı arttı. İsrail bunlarla çok rahatlıkla işbirliği yapabilir, bunlarla çalışabilir. Bunların hepsi olasılık dâhilinde; olasılığın ötesinde olağan şeyler daha doğrusu. Fakat dediğin gibi burada teknik anlamında bir tarafta çok ileri bir teknoloji kullanıyor. Meselâ işte Devrim Muhâfızları’nın uzay komutanlığı ve uzay çalışmaları var, uzaya füze gönderme vs.. Bütün bunlar son derece ileri bir seviyeyi gösteriyor. Ama öte tarafta da bir helikopter, bir sivil bir uçak gibi konularda da tabiî ki ciddî bir açmaz var. Şimdi Ruslar da, meselâ bu kadar araları iyi, yani ilişkiler son zamanlarda savunma boyutuna da vardı, Ruslar da ciddî anlamda bölgedeki ülkeleri gözetiyorlar. Tabiî Rusların Araplarla gözettiği ilişkiler var. Hattâ geçmişte İsrail’le gözettiği ilişkiler vardı. Onları küstürmemek için meselâ İran’ın istediği birtakım ileri teknolojileri vermedi. S-400 anlaşması var, hâlâ teslim edip etmeme tartışması devam ediyor. Su-35 uçakları var meselâ.

Bizim S-400’leri yollayalım oraya. Bizde var, ama kullanmıyoruz. Fehim, seni yakalamışken, en iyi bildiğin konudan da sormak istiyorum: Suriye. Yani şimdi eskiden Filistin’le ilgili bir şey olduğu zaman ilk baktığımız yer Suriye’ydi, öyle değil mi? 

Fehim Taştekin: Evet.

Yani meselâ Hamas dendiği zaman da Suriye’ye bakıyorduk. Biliyorduk, İran hep var; ama Lübnan dendiği zaman da Suriye’ye bakıyorduk. Ama Suriye artık devre dışı. Yani sonuç olarak bugünden baktığımda, Suriye’de son dönemde yaşananlardan en çok istifâde eden ülke… Herkes bedel ödedi; Türkiye ödüyor, Suriye ödüyor, başkaları da ödüyor. Ürdün meselâ göçlerden dolayı falan… Ama en kârlı çıkan da İsrail. Yani şu anda meselâ şu Gazze olayı, Suriye’nin eski gücünde olduğu bir zamanda olsaydı herhalde farklı akardı değil mi târih?

Fehim Taştekin: Şimdi, bu 2011 sonrası yaşanan bütün gelişmelerde İsrail’in eli rahatladı. Çevrede İsrail’in düşmanı ne kadar ülke varsa hepsi bir şekilde parçalandı, rejimler değişti vs.. Meselâ Erdoğan’ın Suriye politikası da en fazla İsrail’e yaradı. Ne kadar “Filistin dâvâsı” falan deseler bile. Hamas o rüzgâra kapıldı, Şam’ı terk etti. Halbuki Müslüman Kardeşler Suriye yönetimine 70’lerden beri savaş açmış durumda, ülkede terör örgütü kabul ediliyor; ama Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu siyâsî bürosunu Şam’da tutuyor. Siyâsî büro her yerden kovulmuş. Yani Ürdün’den kovulmuş, Tunus’tan kovulmuş, bir şekilde çıkmak zorunda kalmış, Beyrut’tan çıkmış, her yerden çıkmış, gelmiş Şam’da koruma altındayken, işte o dönem Türkiye’nin ve Katar’ın yönlendirmesiyle Şam’ı terk ettiler. Şimdi bu güvensizlik… yani Esad zâten Müslüman Kardeşler’e güvenmiyordu. Hamas da böyle yapınca ve bu 7 Ekim olayı da Hamas tarafından başlatılınca, Esad yönetiminin daha soğukkanlı bir tutum sergilediğini söyleyebiliriz. Bu sâdece işin bir tarafı. Diğer tarafta tabiî Suriye kırpılmış, mahvedilmiş bir ülke, mecâli yok. Böylesi bir büyük hesaplaşmanın içerisine girecek gücü de yok. İşte, İran’a mecbûren izin veriyor. İran oradan operasyonlar yürütüyor. Lübnan hattı hâlâ besleniyor. Ama meselâ direniş ekseninin böyle îlân edilmiş resmî üyesinde durmuyor. Yani bir içerideki ülkenin mahvedilmiş hâli, bir Hamas’ın güvensiz tutumu, yani Suriye açısından. Tabiî, Hamas heyeti 2022’de Şam’a gitti, aralarını düzeltmek için bir anlamda özür niyetinde bir ziyâret etti. Bütün bunlar o güven ilişkisini bir kere ciddî anlamda sarstılar. Üçüncü mesele: Suriye yönetimi bir süreden beri İran’ı da dengeleyecek şekilde Araplarla ilişkileri düzeltmeye çalışıyor. Arap Birliği’ne döndü; Suudî Arabistan’la, Birleşik Arap Emirlikleri’yle ilişkileri ilerletmenin derdinde. Bunu da gözetiyor. Yani bir anlamda İran’ın oyun planına kendini kaptırmayan bir tavırla Arap ülkelerine de: “Bak, ben son derece îtidalliyi” demek istiyor. Ama bu şu demek değil yani: Hizbullah’a desteği kesti, İsrail’e düşmanlığı azalttı, bitirdi, işte Golan’dan vazgeçti. Böyle bir şey de değil bu. Biz nüanslardan bahsediyoruz. Tabii bu nüanslar dışarıda işte bu tür çıkarımlara ve okumalara da yol açıyor. Mesela Şark-ül Avsat gibi ya da El Arabiya televizyonu gibi yerlere baktığımız zaman, sürekli olarak şunun üzerinde duruyorlar: “Evet, Esad kendini çok kaptırmadı, çok soğukkanlı gidiyor, mesâfeli duruyor” falan diye bu mesajı sürekli veriyorlar. Tabiî ki bu mesaj aynı zamanda Şam’a da verilen bir mesaj. Yani: “Bak, senin bu tutumun bizim açımızdan kıymetli. Sen bunun kıymetini bil” demek istiyorlar bir taraftan da. Çünkü onların en önemli sorunu, İran’ın elinin kolunun bölgeden kesilmesi. Bunun için de şu anda meselâ İsrail’in yapıp ettiklerine çok da ses çıkarmıyorlar. Hattâ memnun gözükenler bile var. Suriye’nin ahvâli birazcık bu şekilde üç ayaklı bir şeyle îzah edilebilir diye düşünüyorum.

Şimdi son olarak tekrar başa dönelim. Bir şey yapacak, ama ayarı iyi yapmak istiyor. Ve en önemli husus da İran bir bölgesel savaşı tercih etmiyor. Ama buradaki sorun şu: Anlaşıldığı kadarıyla İsrail bölgesel savaşı provoke ediyor ve etmeye de devam edeceğe benziyor. Bu uyumsuzluk aşılabilir mi? Batı’nın da buna müdâhil olma şansı pek yok sanki ya da niyeti de pek yok.

Fehim Taştekin: Şimdi, Amerikalılar burada ne yapacaklar? Onların tavrı son derece önemli ve Netanyahu’nun bunu net olarak algılaması lâzım, anlaması lâzım. Yani bunu nasıl yansıtırlar bilmiyorum. Meselâ şu işe yaramadı: 13 Nisan’daki misillemede Biden yönetimi Netanyahu’ya şunu söyledi: “İsrail’i koruyacağız, ama İran’a kesinlikle müdâhale etmeyeceğiz. İran’a saldırmayacağız, bu işin parçası değiliz. Ola ki böyle bir şey yapmaya kalkışırsan, yalnız başına kalırsın” dediler. Ama Netanyahu Kongre’de ayakta 57 kez, 22 kez de oturarak öylesine bir alkışlandı ki, arkasından, yani oradan Biden’a nanik yaptı, affedersiniz. Sonra gitti Beyaz Saray’da da ağırlandı. O gazla geldi, el yükseltti ve döner dönmez işte Fuad Şükür’ü ve Haniye’yi öldürttü. Son derece kritik, krizi yükselten, gerilimi tırmandıran iki atış yapıldı. Şimdi burada Amerikan tarafında da artık oyunun değişmesi lâzım. Amerikan tarafı ikide bir diyor ki: “Ben bölgesel savaşı önlemek için varım, ama İsrail’i de koruyacağım”. Şimdi, ikisi bir arada nasıl olacak? Yani İsrail’i sonuna kadar koruyacaksanız İsrail durmaz. Bunu nasıl sürdürebilirsiniz? Ama bir taraftan da, evet, İran büyük bir ülke. Elbette İran rejiminin yıkılmasını çok istiyorlar. Bunun için çok uğraştılar; ama İran, Avrupa’nın da Amerika’nın da göze alabileceği bir ülke değil. İran, Asya ile Avrupa arasında Türkiye’den sonra bir çatı gibi. Yani burası çökerse Avrupa biter, mahvolur. Böyle bir ülkenin yıkılması, sâdece orayla sınırlı kalmayacaktır. O çatının yıkılması Pakistan’ın da Afganistan’ın da gitmesi anlamına gelir. Bölge cehenneme döner. Yani bu senaryo son derece tehlikeli bir senaryo, Amerikalılar da bunu biliyorlar. Zâten böyle olmasaydı şimdiye kadar İran’ı hallederlerdi, aradan çıkarırlardı. Meselâ 2003’te Irak’ı aradan çıkardıkları zaman baktılar ki, bunu İran’a taşıyamazlar. Mike Pompeo gibi isimler İran’ın bombalanmasını istiyordu vs., hiçbirisi olmadı. Çünkü Amerikan establishment’ı farklı değerlendiriyor. Buradaki riskleri görüyor. Meselâ Yemen için de aynı şeyi yaptılar. Suudî Arabistan’da vaktizamânında iki tâne savaş çıktı, yani birisi hâlen devam ediyor. O zaman da: “Biz Husileri bitireceğiz” falan diyorlardı. Hem ortada henüz İran desteği falan da yoktu. Meselâ Amerikalılar, Amerika’nın gizli yazışmalarında, “Bu olmayacak bir şey, tamâmen fantezi” falan diyorlardı. Şimdi küçük bir güç için bu değerlendirmeyi yapan Amerikalılar, İran için de son derece kendileri açısından ciddî birtakım değerlendirmeler yaptılar, yapıyorlar. O yüzden Amerikalılar savaş istemiyor. Peki savaş istemeyen bir gücün yapması gereken şey nedir? Evvelâ Gazze’de ateşkesi sağlamak. Gazze’deki ateşkesi sağlarlarsa, bence İran’ı etkileme şansları, İran’ı bağlama şansları var. Hâlâ var yani. Ama bilmiyorum tabiî arkada ne dönüyor.

Evet, ateşkesi bekliyoruz. İran’ın yapacağı misillemeleri, her halükârda bir şey yapacak, onu bekliyoruz. Ondan sonra da o yapacağı şeyin… Tabiî şu da çok önemli değil mi? “Sivil hedef mi askerî hedef mi?” gibi meseleler. Bir de isâbet meselesi. Geçen sefer sen de bahsettin. Hani Şam’daki başkonsolosluğa yapılan İsrail saldırısının ardından yaptıkları şeyler İsrail tarafından büyük ölçüde Batı’nın desteğiyle bertaraf edildi. Çok ciddî bir zarar görmedi. Yani füze atmak tek başına bir anlam ifâde etmiyor, öyle değil mi? Yani füzenin bir yerde etkili, sonuç alıcı olması gerekiyor. Bütün bunları bekleyeceğiz ve tabiî ki bir yandan da dua edeceğiz ki bölgesel savaş çıkmasın. Türkiye için ne dersin? Bütün bunların arasında hiç Türkiye’nin lâfını geçirmedik farkındaysan. Türkiye yok hükmünde mi?

Fehim Taştekin: Aslında yok hükmünde. Yok hükmünde olduğu için de Erdoğan sürekli olarak retorik yükseltiyor, sertleştiriyor; ama altı boş. Yani hâlihazırda İsrail’le ticâret devam ediyor, İsrail’le petrol akışı devam ediyor. Ama Erdoğan İsrail’e girmekten bahsediyor. Yani aslında bu tutarsızlık, bu çelişki hiçbir şey yapmadığından ya da İsrail için yaptıkları devam ettiğinden, bundan kaynaklanıyor. Şimdi tabiî ki Kürecik Radarı, İncirlik Üssü tartışma konuları. İran’da çok konuşuluyor bunlar. Yani İranlılar bunun İsrail’e yaradığını, hizmet ettiğini söylüyorlar, bunu gündemde tutuyorlar. Böylesi bir baskı da oluşacak Türkiye’nin üzerinde. Kuşkusuz Amerika var, Amerika İsrail’i koruyor. Yani ister istemez ben de öyle düşünüyorum. Yani bu radar üssü İsrail’in güvenliğine hizmet ediyor. Bir de AK Parti aslında İsrail’in NATO’daki ortaklık ilişkisinin kurulmasına yeşil ışık yakmış bir iktidar. Bir de böyle bir hatırlatmada bulunmak lâzım. İsrail NATO’dan faydalanıyor. Bu ilişkiyi AK Parti döneminde kurdu… Yani Türkiye veto hakkını kullanmadı, veto etmedi İsrail’in NATO’yla ilişki geliştirmesini. Şimdi, Akdeniz ortaklığı içerisinde İsrail NATO’nun bütün imkânlarından yararlanma şansına sâhip ve bunun müsebbibi de AK Parti. Bütün bunlar konuşulmayıp, sâdece çok tutarsız çıkışlar yapıyor Erdoğan. Bunun bir karşılığı yok. Bu gerilimi düşürme konusunda ciddî bir etkisi var mı? Yok. Yani Amerikalılar vs. adına mesaj iletenler zâten var. Meselâ Umman, Katar bu işi görüyor. İlişkileri normalleştiği için Suudî Arabistan, Emirlikler vs. de aynı minvalde. Şimdi herkes bir şekilde İran’ı nasıl sınırlandırabileceği, bunun nasıl bölgesel savaşa dönüşmeyeceği hesâbıyla İran’a yaklaşıyor. Meselâ Suudîler: “Biz üzerimizden füze geçerse bunları elbet durdurmak zorundayız, kusura bakma” diyor İran’a. Ürdün aynı şeyi söylüyor. Yani herkes bu yangın çıkmasın, çıkarsa da biz nerede duracağız diye düşünüyor. İran’ın yanında durmayacakları kesin. Bütün bunlar bir mesaj teâtîsi içerisinde bir kalibrasyon operasyonuna dönüşüyor. Yani bunu net olarak görüyoruz. Türkiye burada çok etkili bir aktör değil, olamaz da. Yani Türkiye’nin Hamas ile ilişkileri de aslında Hamas’ı bir anlamda Amerikalıların istediği şekilde baskılamak, biraz yormak amacına hizmet ediyordu. Bunu da insanlar görmüyorlar, anlamıyorlar. Yani buradaki tutarsızlığa özellikle vurgu yapmak istiyorum. Askerî anlamda elbette iş kontrolden çıkarsa Türkiye’yi son derece yakından ilgilendirecek bir durum oluşacak. Amerika’nın üsleri var Türkiye’’de, çok sayıda yerde Amerikan varlığı var, CIA’in varlığı var. Şimdi Amerika bu işin içerisine girdiği zaman Türkiye nerede duracak? Pozisyonunun netleştirilmesi lâzım. Suriye’de Türk ordusu var. Suriye işin içerisine girerse, karışırsa, Türkiye’yi birinci dereceden etkileyecek bir güvenlik meselesi ortaya çıkacak. Erdoğan meselâ Lübnan için ciddî bir uyarı yapmıştı; “Lübnan’ın yanındayız” demişti. İşte, Lübnan sâdece Lübnan’la kalmayacak, Suriye’yi de içine alacak vs.. Bütün bu hatlar Türkiye’yi son derece yakından ilgilendirdiği için böyle bir pozisyon alıyor. Yapabileceği bir şey var mı askerî anlamda? Yok, hiçbir şey yok. Sâdece Amerika’yla ilişkilerine ayar edebilir. Bunu yapar mı? Bence yapmayacak, yapmayacaktır. Yani Batı’yla ya da Amerika’yla bu anlamda ne kadar Erdoğan rahatsızlığını dile getirse de ilişkileri böyle bir ilişki değil. NATO’daki katkılarını övgü meselesi ve Batı’daki yerini sağlamlaştırma vesîlesi yaptığı için o topa Erdoğan girmeyecektir.

Fehim, çok sağ ol. Seninle şunu konuşamadık: Hani Türkiye’de bâzıları, “İsrail ve İran danışıklı dövüş yapıyor” diyor ya? Onu biliyorsun değil mi? 

Fehim Taştekin: AK Parti çevrelerinde söyleniyor. Yani böyle bir danışıklı dövüş değil; ama bunlar devlet, bunlar ufak örgütler değil, bunlar devlet. Devlet aklı, çok çetrefilli oyun çevirmeyi gerektirir ve İran bu konularda Ortadoğu’da belki de klasında en iyi oyunculardan birisi. Amerikalılarla hem kavga eder hem konuşur, görüşür. Pek çok ülke yapıyor, ama İran bu çelişkileri çok daha derin bir şekilde idâre edebildi. Tabiî buna girersek anlatılması gereken çok şey var. Son 44 yılda, yani 45 yılda demek lâzım ama, Amerikan elçiliğinin basılmasından beri şekillenen o kadar çok operasyon var ki. İsrail de bu işin bir parçası. Bunlar danışıklı dövüş yapıyorlarmış falan, hiç de öyle değil tabiî. İşin içerisinde, çok ciddî… 1988’de 293 yolcusuyla düşürülmüş bir İran uçağı var. Sen danışıklı dövüş diyebilir misin böyle bir şeye?

Evet Fehim, çok teşekkürler. Şu Erdoğan-Esad görüşmeleri başlarsa seninle yayın yapmak için şimdiden randevuyu alıyorum. Bakalım olacak mı, onu bekliyoruz. Tam onu beklerken işler iyice karıştı. Çok sağ ol. Beklemeye devam ediyoruz. Kolay gelsin. İyi günler.

Fehim Taştekin: Teşekkür ederim. Hoşça kalın, sağ olun.

Evet, Fehim Taştekin’le, “İran’ın cevâbını beklerken… İran ne yapar, ne yapabilir, yapacağı şeyleri neye göre hesaplayacak ve bundan sonra ne olabilir?” diye konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.