Yıllarca Süleymancılar’ın yurtlarında kalmış, üniversite eğitimi tamamladıktan sonra kendi deyimiyle “bir sabah namazından sonra insanlar uykuya dalmışken, ortalık sessiz sakinken valizini toplayıp kaçmış” bir izleyicimden uzun bir e-posta aldım. İçeride bulunduğu süre boyunca cemaatin bir önceki lideri Ahmet Arif Denizolgun’un mahrem sohbetleri başta olmak üzere Süleymancı yapılanma hakkında “hemen hemen her şeyi gördüğünü” düşünen, ismi bende saklı bu izleyicimin yazdıklarının “kapalı kutu” bu cemaati anlamada epey yararlı olacağını düşünüyorum. Sizi, “Yazacağım hiçbir şeyin ‘zamanında çok çektiği için abartıyor’ gibi bir hezeyanla yazılmadığını, sadece gerçekler ve içeriden gözlemler olduğunu özellikle belirtmek istiyor. Bugün tüm cemaatlere ve tarikatlara karşı çok ciddi mesafesi olan birisiyim” diyen eski Süleymancının yazdıklarıyla baş başa bırakıyorum.
Süleymancılar neye inanıyor?
Ehli sünnet damarından gelmekteler. Süleyman Hilmi Tunahan’ın Silsile-i Sâdât’ın son halkası olduğuna inanırlar. Bu silsile Peygamber’den sonra bugüne kadar ehli sünnetin sancağını taşıyan evliyalardan oluşur ve dört halife sonrası sırasıyla cumhuriyet dönemine kadar gelir. İsmailağa da benzer şeye inanır, onlar bu Silsile-i Sâdât’ın ortalarından bir yerden Mahmut Ustaosmanoğlu’na dal çıkarırken Süleymancılar ucunu Süleyman Hilmi Tunahan’a bağlarlar. İsmailağa’nın Süleymancılık ile ritüelleri ve inanış şekilleri hemen hemen aynı olduğu için şu an İsmailağa cemaatindeki bölünmeyi ve kavgayı insanlar pek anlamıyorlar ama benim için çok anlaşılır.
Kur’an’dan sonra hadisleri de olduğu gibi kabul ederler ancak yaşadığımız ülke Süleymancılara göre dârülharp olduğu için (şeriatla yönetilmeyen yere denir) hadisleri ve Kur’an’ı biraz kendilerine göre yorumlarlar. Giyim kuşam konusundaki örnekleri Kemal Kacar’dır: Onun kumaş pantolon, bıyık vs. şekillerine tabi olurlar. Bir nevi tarihselcilik yaparlar, “Dönem, Peygamber dönemi olmadığı için cübbe şalvar bu devirde olmaz, o yüzden bu şekilde giyinelim” derler. Dua ederken eller kapatılır, eller açık dua edenleri alaya alırlar.
“Zamanında elleri açıkken dua edenlerin elleri kapanmış ve sonra Hıristiyanlar gibi dua etmişler, onların haline düşmemek için eller kapalı dua edelim, eller açık dua edenler mekruh yapıyor” diye düşünürler. Kendileri haricindeki herkesin cehenneme gideceğini düşünürler, kendileri haricinde inanan insanların cennete gitmesi o kadar zordur ki, Süleymancıların inanışına göre Süleymancı olmayan herkesin cehenneme gideceğini söylemek yanlış olmaz. Kendileri fırka-i nâciye, doğru yol ve ehli sünnetin tek doğru yolu olduğunu hadislerden kendilerine göre yorumlayarak ihvana ve talebelere anlatırlar. İnandıkları sahih hadislere göre şarkı dinlemek haramdır, kot pantolon giymek haramdır, kız öğrencilerin üniversite okuması haramdır, kız öğrencilerin okula gitmesi haramdır vs.
Yurtlarda neler yapılıyor?
6. sınıfa gelen çocukları 5. sınıf biter bitmez yurda alırlar. Fakir ailelerin ve muhafazakâr ailelerin çocukları çoğunluktur ama zengin çocuklar hiç yoktur denemez.
Fethullahçılar bulundukları kentin en zenginlerini ve en parlaklarını yurda almak gibi bir strateji güderken Süleymancılar’ın böyle bir derdi yoktur. Yurda gelmek isteyen herkesi alırlar. Eğer bir yurt doluysa ve kapasite yoksa öbür yurda alırlar ama açıkta bırakmazlar.
Yaz döneminde ortaöğretim öğrencilerine bir-iki haftalık tatilden sonra yaz boyu Kur’an, ilmihal ve Arapça dersleri okuturlar. Okul başladığında ise her gün bir buçuk saat ”yurt dersi” okuturlar.
Her ”talebe”nin bir grubu vardır. Kimi Kur’an’a giriş dersi alır, kimi Kur’an dersi alır, kimisi ise Arapça derslerini alır. Kademeli olarak dersleri çocukların durumuna göre dağıtırlar. Okullar varken bir buçuk saatlik bu zorunlu yurt dersi haricinde normal okul derslerine çalışmaları için talebeleri dersliklere alırlar.
Beş vakit namaz cemaatle yurt içinde mescitte kılınır. Sabah namazı için herkesi sabah ezanından önce benim eziyet diyebileceğim yöntemlerle uyandırırlar. Hocaların kapılara anahtarla vurması, omuzdan silkelemesi vs. gibi. Sabah namazından sonra 1-2 saatlik bir uyku verirler ve sonrasında her gün temizlik yaptırırlar. Askerdeki mıntıka temizliği gibi düşünülebilir. Sonrasında kahvaltı verilir ve herkes okullara dağılır.
Hatim ve ihvan
Çarşamba, perşembe akşamları hatim dediğimiz halka şeklinde hatimler yapılır, buna ihvan dediğimiz, cemaatin para kaynağı olan cemaat bağlıları da katılır. Haftada iki gün, özellikle cumartesi öğlenleri sohbet yapılır. Bu sohbetler Peygamber’in ve ashabın önemi, rabıtanın önemi vs. klasik mucizeler, nakiller, hadisler, cemaat liderlerinin kerametleri vs. gibi şeyler anlatılır. Sohbeti dinleyen cemaatin yarısı uyuklar. Cumartesi sabah namazından sonra “evrad-ı şerif” denilen Arapça dualar okunur, bu ritüellerde uyumayan bir kişi bile yoktur. Ayrıca her gün sabah namazından sonra 15 dakika ”rabıta” yapılır. Bu rabıta dediğimiz şey, cemaat liderini (Süleyman Hilmi Tunahan) mezarının önünde diz dize hayal edip kalpten kalbe nur akması gibi düşünmektir. Rabıtayı herkese öğretmezler, cemaatte belli süre geçirenlere rabıta ritüeli öğretilir. Diz üstü oturup başını kalbine eğip 15 dakika şeyhi hayallemek gibi bir şeydir. 15 dakika bittikten sonra tespih çekilir ve dua okunur. Yine tabii ki uyumayan bir kişi bulunamaz, sofu gibi görünen talebeler haricinde herkes bu ritüelde uyur.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Süleymancılığın “eğitim müfredatı”
Arapça, yurt dersi dediğimiz şey nedir, buna bir paragraf ayırmak isterim. Süleymancılığın bir eğitim müfredatı var. “Elif ba” dediğimiz Kur’an alfabesinden başlar, Kur’an’dan sonra sarf, nahiv, izhar, kuduri, şerif, izhar, molla cami vs. gibi dünyanın en saçma ve anlamsız demode bilgilerinin sırasıyla talebelere anlatıldığı kitaplar serisi vardır. 6. sınıftan, tekamül dediğimiz üniversite mezuniyet dönemine kadar tüm bu kitaplar dönem dönem talebelere okutulur. İçeriği gerçekten içler acısıdır. “Dereye veya kuyuya düşen bir hayvanın olduğu kuyudan abdest alınır mı, alınmaz mı?” gibi sorulara cevaplar verilir. Mutezile denen İslam’ın görece akılcı ekolünü aşağılayan alıntıları içeren kitapları Osmanlıca okuturlar. Dolayısıyla verilen bu eğitim bir kişinin pratik Arapça öğrenmesinden ziyade, ehli sünnetin önemli yazarlarının bin yıl önce yazdığı kitapların ibaresinin okunması gibi bir eğitim süreci vardır.
Üniversite tamamlandıktan sonra tekamül denilen bir yıllık izole yurt hayatını üniversite bitiren herkese şart koşarlar. Öyle ki X bir kişi,İTÜ Elektronik Mühendisliği’nden bu sene mezun oldu diyelim. Hemen piyasada çalışmasını istemezler, bir sene ara vermelidir ve bir sene tekamül kursunda yine benzer akla ziyan Arapça eserlerden bir eğitim almalıdır ve bu sayede ”hocaefendi” olmalıdır.
Süleymancıların ilim konusunda zirvesi tekamül mezunluğudur. İlkokul mezunu olup da hocalık yapmak isteyen kişiler okula gitmezler ve tüm hayatları bu dersleri öğrenmektir. Üniversite mezunu olup da bir sene kariyerine mola verenler de hocalık yapmaya hak kazanır ama tahmin edileceği gibi önemli bir bölümü tekamül mezuniyeti sonrası kendi hayatına devam etmeyi tercih eder. Yurtta hocalık yapması için bir baskı kurulur ancak ”kurs hocalığı” mecburi de tutulmaz. Tekamülden sonra hayatına ya hoca olarak devam edersin ya da piyasada işgücüne karışır ihvan olarak devam edersin. Eğer hoca olmak istemezsen bir ”Süleymanlı” olarak ”teşkilat”taki sonraki görevin yurda hatimlere gelmek, çocuğunu yurda vermek, fitre, zekat, öşür ve zarf içine para şeklinde yurda maddi yardımda bulunmaktır.
Hiyerarşi nasıl?
En tepede ”Abimiz” diye tabir edilen kişi vardır. Kemal Kacar’dan sonra Ahmet Arif Denizolgun ve şimdi Alihan Kuriş cemaat mensupları için ”abimiz”dir. Mutlak otoritedir ve ilahi bir güç onu başa getirmiştir. Cemaat liderliği (Abimiz) aile içinde devam eder. Yabancıya gücü teslim etmezler. Alihan Kuriş sonrası yine aile içinden birisi sancağı teslim alacaktır.
Merkez İstanbul-Ümraniye’dir ve tüm Türkiye (hatta dünya) Ümraniye’den yönetilir. Her ilin bir merkez yurdu vardır, talebe organizasyonu bu merkezlerden mahalle, köy yurtlarına dağılacak şekilde taksim edilir. Bilgi akışı da yukarıdan aşağıyadır. Mahrem bilgiler Ümraniye’de kapalı sohbetlerde ”Abimiz”in sohbetlerinden yazıya dökülür ve bu kısa sohbetlerdeki metinler yukarıdan aşağıda tüm il idarecilerine teslim edilir, il idarecileri de kapalı devre iletişim sistemleriyle (mail, toplu sms vs.) cemaate dağıtılır. ”Abimiz”in Ümraniye’de yaptığı sohbetlerin içeriği bu şekilde tüm dünyadaki ihvana ulaştırılır. Bu sohbetlerin içeriğini, eğer özel bir zaman değilse (seçim gibi) rabıtanın önemi, Süleymancılığın nasıl ulvi bir makam olduğu, buralara sıkı sıkıya sarılmak gerektiği vs. gibi ağdalı sohbetler ve içerikler oluşturur. Yani onlara göre hayatın ve öbür dünyanın anlamını, şifrelerini içeren kutsal sohbetlerden oluşur. İçeriği üzerine çok kafa yormaya gerek yoktur.
Kademeye göre harçlık
Yurt idarecileri, yurt hocaları ve yurt hizmetlileri kademesine göre harçlık alır. Bekar olan hoca ile evli olan hocanın maaşı arasında fark vardır. Yemeleri, içmeleri, kiraları ve faturaları merkez yurt tarafından karşılanır ve bekar hocalar yurtta kaldıkları için onlara ayrıca kira, yakacak vs. gibi yardımlar yapılmaz. Zaten bekar bir hocanın bir hayatı olmadığı için paraya da ihtiyacı yoktur. Yurtta yer içerler, herhangi bir sosyal hayatları yoktur. Eğer İstanbul dışında bir yerdelerse senede bir İstanbul’da “kabri şerif” denilen yere dua etmeye giderler, İstanbul’da Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı gezerler sonra memlekete geri dönerler.
Yurtta talebelerden para talep etmezler. Sadece aylık yurt ücreti adı altında cüzi bir miktar talep ederler. Bunu da Kemal Kacar’ın ”çorbada tuzunuz olsun” lafı üzerinden almaya başlamışlar. Ondan önce hiç alınmıyormuş. Ödemeyenler için sohbetlerde duyuru yaparlar ama hiç ödemeyeni de vardır, yarısını ödeyen de vardır. Yurtların asıl amacı para kazanmak olmadığı için (böyle söylerler, amaçları dini mübini İslam’a insan yetiştirmekmiş) bu aylık bedellerin ödenmemesini çok büyük bir problem olarak görmezler. Günümüz ekonomik koşullarında insanların ciddi barınma krizi yaşadığı bir durumda, bu yurt bedellerinde bir değişiklik yaptılar mı bilmiyorum. Bu bedel dışında yurttaki kimseden hiçbir bedel talep etmezler. (Takvim satmak, tavuk satmak falan hariç)
Süleymancıların gelirleri
Gelirlerini “fitre”, “zekat”, “öşür” diyerek cemaatten ve insanlardan toplarlar. Her yurtta para toplamaktan sorumlu bir hoca vardır, her yurdun bagajı geniş bir aracı vardır ve bu araç ile sağdan soldan parasal yardım veya ürün toplarlar. “Yurt talebelerinin yemesi içmesi için” diye anlatırlar. Ayrıca yurtta da zarf adı altında elden nakit para toplarlar. Hangi yurdun ne kadar para topladığını yurt idarecileri haricinde kimse bilmez.
Para kazanma yollarını çeşitlendirmek için son 10 yılda epey adım attılar. İlk başta Ümraniye’de Hisar Continental Hastanesi’ni açtılar, ki oldukça büyük bir hastanedir, talebe ve hocalara göstermelik yüzde 10 indirim yaparlar. Besmelesiz kesilen tavuk işinden rahatsız oldukları için “kuru yolum tavuk” diyerek “İslami tavuk kesen” Toros Tavukçuluk’u açtılar. Buradan cemaate tavuk satarlar. Yine birkaç marketleri var, adı Arden (Ahmet Arif Denizolgun’un kısaltması) En büyük gelir kaynakları Fazilet Neşriyat.
Burada her cemaat üyesinin evinde muhakkak olan takvimleri basılır ve satılır. Ayrıca yurtlarda okutulan Arapça kitapların basımı da buralarda yapılır. Talebeleri fazlaca takvim alma konusunda tatlı-sert teşvik ederler. Son yıllarda da İsabet Okulları adı altında özel okulları açtılar ve her yere de açmaya devam ediyorlar. Çocuklarını devlet okullarına ya da özel okullara yollamak yerine kendi özel okullarında İslami ilimleri de araya katarak okutmak isterler. Bu nedenle bu okulları açmışlardır. Bu okulların öğretmenleri ve öğrencilerin büyük çoğunluğu da cemaat mensubudur. Hem para kazanacakları bir girişim hem imam hatiplere alternatif hem de çoluk çocuklarını “dinsiz ve laik” okullardan uzakta tutmak. Bir taşla üç kuş vurduklarını düşünürler.
Süleymancıların siyasi yaklaşımları
Süleymancılık Kemal Kacar döneminden beri siyasetin göbeğinde olan ancak AKP ile birlikte siyasetten en azından lider kadro tarafından soyutlanan bir oluşum haline geldi. Ahmet Arif Denizolgun siyaset konusunda çok meraklı ve istekli hamleler yaptı. Bakanlık macerasını herkes biliyor. Az bilinen bir konu ise Mehmet Ağar’ın Demokrat Partisi’nden 2007’de milletvekili adayı olmasıdır. O dönem Demokrat Parti ve Ağar oy potansiyelini artırmak için Denizolgun ile bir araya geldi ve Demokrat Parti’nin tüm mitinglerine Süleymancılar akın etti. Özellikle İstanbul mitingine öyle büyük bir katılım olmuştur ki, AKP’nin mitinglerine benzer. Antalya milletvekili adayı olmasına rağmen haliyle Mehmet Ağar’ın partisinin adayı olduğu için DP ile birlikte Süleymancılar da nal topladı ama o dönem Türkiye genelinde yüzde 5 civarı oy alan DP’nin tüm oyunu kendilerine bağladılar ve “ülke genelinde yüzde 5 çoğunluğumuz var” diye düşündüler çünkü Süleymancılar haricinde Ağar ve DP’nin bir gücü yoktur.
Neden AKP değil de DP sorusunun cevabı ise az bilinen ama basit bir konu: Kardeşlerin cemaat liderliği konusundaki çekişmesi. Ahmet Arif’in kardeşi Mehmet Beyazıt büyük kardeş olması sebebiyle cemaatin başına geçmeyi arzuluyordu ama Ahmet Arif lider oldu. AKP’nin kurucularından biri olan Mehmet Beyazıt bu vesileyle siyasetin yardımıyla cemaati de ele geçireceğini düşünüyordu. AKP ile olan bu birliktelik Ahmet Arif’i AKP’yi kategorik olarak reddetmeye yönlendirdi. Bu nedenle aralarındaki çekişme siyaset arenasına da yansıdı. O dönem sert AKP muhalifi olan Ağar’ın yanında saf tuttu.
AKP’den uzaklaşıldı mı?
Ayrıca ideolojik olarak AKP’nin siyasal İslamcı görüntüsü, dini suiistimal eden aslında gerçek İslamcı olmayan görüntü de ideolojik olarak Süleymancıları AKP’den uzaklaştırdı diyebilirim. Ama asıl nedenin kardeşler arasındaki çekişme ve siyasi güç kullanarak cemaati ele geçirmeye çalışma çabası olduğunu düşünüyorum. Seneler içerisindeki tüm seçimlerde AKP’nin karşısında sağda kim varsa ona oy verildi ve AKP tüm yurtlarda lanetlendi. Bir dönem Kasımpaşa’daki yurtları da AKP’li belediye tarafından yıkıldı. Emri, biat etmedikleri için Erdoğan’ın bizzat verdiğini iddia ederler. Bu yıkım gerilimin üst noktasıdır, cemaat içinde bir travma yaratmıştır. Sonrasında AKP nefreti daha da büyüdü. AKP’ye oy verdiği düşünülen cemaat üyeleri yurtlardan atıldı, sohbetlere ve hatimlere alınmadı.
Süleymancılar kime, nasıl oy veriyor?
Her seçim döneminde kapalı iletişim araçlarıyla en üst kademeden aşağıya yani cemaate oy verilmesi gereken parti deklare edildi. Devlet Bahçeli, “Reisçi” olana kadar tüm oylar MHP’de toplandı (DP dönemini ayırıyorum, o dönem DP’ye yüklenildi) Son dönemde ise oylar İYİ Parti’de toplandı ancak ihvanın önemli bir kısmının AKP karşıtı tutumdan rahatsız olduğunu ve AKP’ye kaydığını düşünüyorum. Son seçimlerde ise bölgesel tercihte bulundular ve AKP karşısında en güçlü muhalif aday kim ise ona oy verdiler. Başkanlık seçiminde de Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verdiler. Sıradaki seçimde de AKP’nin karşısında en güçlü kim varsa ona oy vereceklerdir. Ekrem İmamoğlu için de “zamanında Süleymancıların yurtlarında kalmış” vs. gibi argümanlarla (doğru olup olmadığını bilmiyorum, buna inanıyorlar) ılımlı bir bakış var.
Bugün ülkenin yaşadığı ekonomik, siyasal, kültürel bunalımın sebebi olan AKP için “Biz en başlarda görmüştük, ‘Abimiz’ demek ki büyük adam, sıradan birisi bunları göremez, o dönem en güçlü olan partinin bile ileride nasıl böyle bizi rezil edeceğini görmüş, demek ki manevi işaretler alıyor” vs. şeklinde çıkarımlar yaparlar.
Ahmet Arif’in kardeşi Mehmet Beyazıt AKP’nin hem kurucuları arasındaydı hem de bir dönem milletvekilliğini yaptı. Kendisi medya önünde çok görünmez, cemaati ele geçirme işini oğlu Fatih Süleyman’a bıraktı. Fatih Süleyman 2018’de AKP’den vekil oldu, 2023’te de aday gösterildi ama seçilemedi. Ama cemaati ele geçirme operasyonu başarısızlıkla sonuçlandı. Şu an Fatih Süleyman kripto dolandırıcılığı vs. gibi birçok nedenlerle cemaat lideri Alihan Kuriş’i ve cemaat yöneticilerini suçluyor ama kanıtsız ve neden suçladığı belli olduğu için etkisi olmuyor. Hele cemaat içerisinde hiç olmuyor, Bu kişileri sapmış ve yoldan çıkmış olarak görüyorlar. Dolayısıyla söyledikleri şeyleri ciddiye almaya gerek yok. Güç şu anda tam olarak Alihan Kuriş’te ve o ne derse onun dediği oluyor.
Fethullahçılarla karşılaştırma
Fethullahçılarla en başından beri çekişirler. Fethullahçılar yurtlarına ve kolejlerine en zengin veya en parlak öğrencileri alırken Süleymancılar geneli fakir, dini hayatı önceleyen her ailenin çocuğunu yurduna alır. Fethullahçıların yurdunda ve kolejlerinde dini eğitim öncelenmezken Süleymancılar bu konuda çok daha katıdır. Fethullahçılar Müslüman görünen ama amacı devlette en önemli kademelere yerleşmek iken Süleymancılar’da, ne askeriyede ne devlette güçlenmek hiçbir zaman amaç olmamıştır. Süleymancılara göre devlet tağuttur, dârülharp’tir, laik sistemin içinde aktif rolde olmamak gerekir. Yurtların devamına kim eyvallah ediyorsa ona yakın olmak gerekir. Askerlik zaten dinsizliğin, cünüplüğün ve abdestsizlerin kol gezdiği yerdir, uzak durmak gerekir. Fethullahçılar ise çekirdekten buralara adam yetiştirir.
Dolayısıyla ”FETÖ gitti SÜTÖ geldi” yorumlarını düz mantıkla üretilmiş argümanlar olarak görüyorum. Sempatizanları elbette vardır ama ne devlette ne de askeriyede kadrolaşmaları yoktur, teşvik edilmez, hatta istenmez. Menzil, İsmailağa, Hakyol gibi cemaatler iktidara yakın oldukları için kadrolaşırken Süleymancılar iktidarla ters düşmenin de etkisiyle devlet içinde güçlü değiller. Herhangi bir darbe ya da ülkeyi ele geçirmeleri gibi bir durum benim nazarımda söz konusu bile değil. yurtlarında da bunun için bir ideolojik eğitim veya özel kadro yapılanması vs. olmuyor. Bu açıdan Fethullahçılar’dan tamamen ayrılıyorlar. Teşkilatlanma konusunda ise İsmailağa’dan bile daha güçlü olduklarını düşünüyorum. Hem yurtiçinde hem de yurtdışında çok fazla yurtları var. Hemen hemen her ilde ilçede muhakkak bir yurtları vardır.
Peki genel amaçları ne?
Şaşırtıcı bir şekilde genel amaçlarının ehli sünnet yoluna insan kazanmak olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar idarecileri en iyi yemekleri yiyen ve cemaatin en gözde kaynaklarını tüketen grup olsa da tüm bu grubun hareketlerini gözlediğimde amaçlarının İslami eğitimler vermek olduğunu düşünüyorum. Diyanet’in camilerinde mecbur kalmadıkça Cuma namazı, bayram namazı vs. kılmazlar çünkü Diyanet imamlarının “cünüp” olduğunu ve arkalarında kılınan namazın kabul olmayacağını düşünürler. İmam hatiplere zaten temelde karşıdırlar çünkü İslami eğitimi yanlış verdiklerini düşünürler.
Dünya üzerinde kendileri haricinde İslam’ı doğru anlayan, yaşayan bir grup yoktur ve kendilerine göre Süleymancılar hariç ve Silsile-i Sâdât’a cemaat olanlar haricindeki tüm herkes cehennemliktir. Bunu açıkça söylemezler ancak cennetin şartını kendilerine göre öyle bir belirlemişlerdir ki, pratikte bir Süleymancı haricinde cennete kimse gidemez. Mürşid-i kamile bağlananlar sırattan sonra direkt cennete alınacaktır. Yurtların amacı da insanları cehennemden korumak ve mürşidin sancağı altında cennete gitmektir. Medyaya konuşmuyor olmalarının sebebi ise ”etliye sütlüye karışmadan, dikkat çekmeden gemiyi yüzdürmek”tir. Ayrıca gizli olan şey tılsımlı gibi daha fazla dikkat çeker. Biraz da bu merdiven altı işlerin verdiği tılsımla büyüyorlar. Dışarıdan içerisine bir ayna tutsak bütün büyü bozulacak, o nedenle de dışarıya açılmak, röportaj vermek, kapılarını açmak istemezler.
“Böyle geldik, böyle gideriz” kafası
Ayrıca bu grup ve mensupları aşırı özgüvenlidir. Çünkü onlara göre kendileri cennete gidecek ve fırka-i naciye oldukları için, dışarıdaki herkes de cehenneme giden cehennem odunu olduğu için niye birilerini muhatap alsınlar? YouTube yorumlarının altına bakarsanız “siz kimsiniz konuşalım, sizi neden ciddiye alalım, neden konuşalım?” gibi nobran yorumları görürsünüz. Bu tam olarak cemaat liderlerinin de bakış açısını yansıtır. Bu aşırı özgüvenli bakış açısının da insanları kaale almamanın bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Çok radikal bir şey olmadıkça kimseye röportaj vereceklerini düşünmüyorum. Çünkü onlara göre denklik yok, siz cehennem odunusunuz, onlar ise fırka-i naciye. Bu yaklaşımın kendileri lehine pozitif sonuç ürettiğini, göz önünde olmanın ise aktivitelerini baltalayacağını düşünüyorlar.
Esasen saklayacakları bir şey yok, yurtlarda akla ziyan Arapça kitaplardan kimsenin bir şey anlamadığı veya anlamasına gerek olmayan sorulara cevap üretmek haricinde yaptıkları pek bir şey yok. Beş vakit namaz, sohbet, hatimler, evradı şerifler, kurbanlar, bol yemeli içmeli kermesler vs. vs. bunlar artık Türkiye toplumunda gayet normal ve sıradan aktiviteler gibi görünüyor ama kendilerini de bunlarla pazarlamak ve göz önünde olmak da istemiyorlar. “Böyle geldik, böyle gideriz” kafasındalar ve bu narsist özgüven sonsuza kadar devam edecekmiş gibi gözüküyor. Kapalı kutu oldukları için ilgi çektikleri aşikâr ancak çok da merak edilecek bir tarafları olduğunu düşünmüyorum.