Ruşen Çakır’ın konuğu Hatem Ete: AKP kıl payı yine birinci parti

AKP nasıl yine birinci parti oldu? AKP’de neler olacak? CHP’nin oyları neden azalıyor? Küçük siyasi partiler ne durumda? YRP’nin yükselişi sürüyor mu?

Ruşen Çakır konuğu Hatem Ete ile PANORAMATR’nin Eylül ayında çıkan raporundaki sonuçlara göre kararsız seçmenin yükselişin, Erdoğan’ın siyasi geleceğini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

 Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PANORAMATR’nin Türkiye seçim araştırması direktörü Hatem Ete ile konuşacağız. Hatem, merhaba.

Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Her ay yapıyorduk, sonra ara verdik. Daha doğrusu siz ara verdiniz; yazın yapmadınız araştırma.

Hatem Ete: Ağustos ayında yapmadık, evet. Yılda bir ay. Aslında bu yıla kadar yapıyorduk, ama Ağustos ayında genelde abonelerimiz de tâtilde oluyor, siyâsete ilgi biraz daha düşük oluyor, dolayısıyla böyle bir ayı araştırmasız geçirelim dedik.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Şimdiki araştırma çok çarpıcı; birçok yönden çok çarpıcı. Birincisi, başlığa çıkarttığımız gib, AK Parti’nin kıl payı birinci parti olması; yani CHP’nin birinciliği kaybetmesi. Ama ona gelmeden önce, çok daha önemli olduğunu düşündüğüm mesele, kararsızlar meselesi ve baktığımız zaman, birinci parti kararsızlar. Önce bunu bir konuşalım; sonra, siz kararsızları dağıtmadınız, onu da ayrıca soracağım. Ama öncelikle kararsızların durumunu konuşalım ve kim bunlar, diğer cevaplardan hareketle ne tahmin ediyorsunuz? Bunlar daha çok iktidâra mı yakın, muhâlefete mi yakın? Daha önceki araştırmalarınızda çıkan oranlarla kıyasladığınız zaman, nasıl bir durumda kararsızlar, onu bir anlatır mısın?

Hatem Ete: Tabiî. Şimdi kararsızlar meselesi önemli gerçekten. Genelde oy vermeyeceğini söyleyenlerle birlikte, toplamda %20 civârında olduğu zaman, %25’e de çıktığı zaman biz bunu çok olağan karşılıyoruz. Çünkü Türkiye’nin gündeminde bir seçim yok. Dolayısıyla seçmenin de siyâsî parti âidiyeti ancak seçime yakın bir zaman netleşiyor. Uzak olduğumuz için de belli oranda bir kararsızlık durumu olabilir diyoruz. Fakat şimdi gördüğümüz, seçimlerden sonra oy vermeyeceğini ifâde edenlerle birlikte, oran %25’in üzerinde. Ve üstelik her ay da bu oran artıyor. Normalde, siyâsî partiler kendilerini yeniden konumlandırdıkça bunun da biraz daha netleşmesi, daralması gerekir. Ama bu ay bizim bulgumuz, kararsız seçmen oranı %35’e dayandı — oy vermeyenlerle birlikte değerlendirdiğimizde, yani oy vermeyeceğini ifâde eden katılımcılarla birlikte topladığımızda. Ben bunu siyâsetin şu an içinde bulunduğu bu hareketlilikle, arayış süreciyle ilişkilendiriyorum. Seçmen, seçimlerden sonra siyâsî partilerin tutumuyla ilgili henüz herhangi bir netleşme yaşamamış gözüküyor. Bu bir memnûniyetsizlik izhârı. Geleneksel olarak bu kararsız seçmenin yaklaşık yarısı AK Parti seçmeni oluyordu. Yani diyelim ki %20 civârında bir kararsız varsa, bu %20’nin %8-9’u mutlaka AK Parti seçmeni oluyordu. Şimdi de bu devam ediyor. Yani AK Parti seçmeni başka bir yere yönelmek yerine kararsız blokunda durmaya devam ediyor. İkinci büyük çoğunluğu İYİ Partililer teşkil ediyordu; daha önceki seçimde İYİ Parti’ye oy vermiş olan katılımcılar şimdi kararsız blokunda durmaya devam ediyorlardı. Bu ay gözlemimiz, CHP’lilerin bir kısmı da, yani 31 Mart seçimlerinde CHP’ye oy vermiş, 14 Mayıs’ta CHP’ye oy vermiş seçmenin de kararsızlar içindeki oranında bir artış oluşmaya başlamış. Bu aslında bize şunu ifâde ediyor: Seninle defalarca aslında bu programda konuştuk; seçimlerden sonra asıl büyük sorumluluğu seçmen CHP ve AK Parti’ye verdi. Siyâseti dizayn etme, yeni siyâsal gündemi, rotayı, stratejiyi belirleme işlevini bu iki partiye yükledi ya da basitçe Erdoğan’a ve CHP’ye yükledi. Şimdi, Erdoğan bugüne kadar bu beklentiyi karşılamaya yönelik planlı, belli bir yol haritası içerisinde hareket ettiği izlenimi veren bir söylem ya da politika değişikliği yapmadı. O nedenle de seçmen orada durmaya devam ediyor. CHP bir yola giriyor mu girmiyor mu beklentisi vardı; seçimlerden sonra Özgür Özel’in tutumu üzerinden bâzı işâretler belirmişti. Ama son iki ay, aslında CHP’de çok daha büyük bir karışıklık olduğu duygusu seçmene yansıdı. Ben bu ayın asıl önemli verisinin, bu CHP içindeki tartışmanın, gerilimin, hem CHP’nin oylarına düşüş olarak hem de kararsız seçmenin oranına bir artış olarak yansıdığını düşünüyorum. Dolayısıyla, AK Parti cenâhında çok bir değişiklik yok; orada kararsızlar olduğu gibi durmaya devam ediyor. Ama asıl bu ayın farkı, CHP’li seçmende de bir kararsızlığa yöneliş var ve bu da temelde CHP’nin içinde bulunduğu tartışmalardan duyduğu rahatsızlıkla ilişkili.

Ruşen Çakır: Buna bilâhare tekrar geleceğiz; çünkü AK Parti’nin kıl payı birinciliği ele alması bahsinde de aynı konuyu bir şekilde konuşmamız gerekecek. Ona geçmeden önce şunu sormak istiyorum: Siz ilk defa kararsızları dağıtmadınız.

Hatem Ete: Evet.

Ruşen Çakır: Bunu da vurguluyorsunuz. Şimdi normal olarak nasıl yapılıyordu? Kararsız ve oy vermeyen seçmenler; şu kadar şu parti, şu kadar şu parti, sonra, “Bunlar oranlı bir şekilde dağıtıldığı zaman…” diye ikinci bir tablo yapılırdı. Siz şunu yapmışsınız: Bir, o seçmenin doğrudan tercihini, bir de “Oy vermeyeceğim” diyenleri dağıtmışsınız. Ama kararsızı dağıtmamışsınız. Neden böyle yaptınız?

Hatem Ete: Şimdi bunu 2-3 aydır düşünüyoruz aslında. 31 Mart seçimlerinden sonra sayı çok artınca, yani kararsız oranı çok artınca, bu dağılımı yapmak bir sürü yanlış algıya yol açıyor; siyâsî partilerin performanslarıyla ilgili yanlış kanaatlere yol açıyor. Meselâ doğrudan tercihlerde oyu hiç değişmemiş bir parti, kararsızlar dağıtıldığında bu ay oyunu artırmış gibi gözüküyor ya da oyunu minimum düzeyde artırmış bir parti, kararsızları dağıttığımızda oyunu çok fazla artırmış gözüküyor. Şimdi bu, bizim temelde Türkiye kamuoyu olarak anket okuryazarlığımızda, siyâsî partilerin oy oranını kararsızları dağıttıktan sonra söylemeye daha yatkın. Öyle olunca da çok yanlış bir intibâ oluşuyor. Biz bunu engellemek için, yani daha Türkiye’de, işte 2028’e kadar diyelim seçimsiz bir dönemde –bu resmî târihi baz alacaksak–, dolayısıyla her ay bu gelgitlerle ve bunun oluşturduğu yanlış intibâlarla uğraşmak yerine bir genel ilke koyalım dedik. Normal biçimde, Yüksek Seçim Kurulu’nun yaptığı gibi, Yüksek Seçim Kurulu seçime katılmayanları yok sayıp katılım oranını %100’e endeksleyerek nasıl dağıtıyorsa, biz de oy vermeyeceğini ifâde eden seçmeni dağıtalım, ama kararsız olduğunu ifâde eden seçmeni bir kararsızlık durumu olarak orada muhâfaza edelim dedik. Birinci gerekçemiz buydu. Yani bu, siyâsî partilerle ilgili ve siyâsî partilerin kendileriyle de ilgili yanlış intibâlara yol açıyor diye. İkincisi, biz bu kararsızlık meselesinin kendiliğinden bir siyâsî tutum olduğunu ve bu siyâsî tutumun da altının çizilmesi gerektiğini düşünüyoruz.Bu, rastlantısal bir şey değil; temsil ilişkisinin zayıfladığını gösteren bir şey. Seçmenin siyâsî partilerle var olan, geleneksel olarak çok güçlü olan bağlarının zedelendiğini gösteren, seçmenin siyâsî partilerin performansından duyduğu memnûniyetsizliği açığa çıkaran bir oy oranı ve üstelik de siyâsî partilerin tamâmından daha yüksek bir orana sâhip kararsızlar. Yani şu anda birinci parti kararsızlar partisi; öyle olduğu için de biz bunun altını çizmek istiyoruz. Yani her ay kararsızları da bir siyâsî parti gibi değerlendirip, bu kararsızlardaki içeriğin nasıl dönüştüğünü, hangi siyâsî parti geçmişine sâhip olan seçmenin burada ağırlığının daha fazla olduğunu, bunun oranının artıp azalmadığını da görmenin siyâsetle ilgilenen aktörler açısından da daha anlamlı olacağını düşünüyoruz. O yüzden önümüzdeki 2-3 yıl kendimizi şu şekilde bağladık: Ya bir erken seçim kararı alınıncaya ya da seçimin takvimine bir yıl kalıncaya kadar, biz bu kararsızları dağıtmadan, sâdece oy vermeyeceğini ifâde eden seçmeni dağıtarak devam edelim dedik. Bence bu yeniliği yapmaya da ihtiyaç vardı diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi tabloya bakıyorum, kararsızlar dağıtılsa bile, AK Parti ve CHP, benim hızlı matematiğime göre %30 civârında oylarda gözüküyorlar; bu bile son yerel seçimde aldıkları oyların hayli gerisinde. Ama buna karşılık, açıkçası çok büyük çıkış yapan bir parti de göremiyorum.

Hatem Ete: Evet.

Ruşen Çakır: Şöyle bir şey var, kararsızlar birinci parti, tamam, onu anladık. Ama baktığım zaman bu tabloda hani, “Şunun çıkışı” diye bir şey görmüyorum. Hattâ aksine, çıkışta olan meselâ bir Yeniden Refah Partisi’nin hiç de iyi bir durumda olmadığını görüyorum. Zafer Partisi’nin beklentisi çok yüksek, çok da iyi bir yerde olmadığını görüyorum. Sizin daha önceki çalışmalarınızda bir şekilde tabloya girerdi Türkiye İşçi Partisi; bu sefer “diğerleri” arasında geçtiğini görüyorum. Bu oylar nereye gidiyor?

Hatem Ete: Çok doğru bir soru. Buraya gelmeden kararsızlarla ilgili bir şeyi daha aktarayım ve bu kararsızlar dosyasını öyle kapatalım istersen. Kararsızların bu kadar yüksek olmasının bir nedeni, siyâsî partilerin siyâsî performansı ve siyâset vaadi ile ilgili seçmenin memnûniyetsizliği iken, bir diğer mesele de aslında Başkanlık Sistemi’yle ilgili yeni durum. Seçmen muhtemelen, en az siyâsî partiler kadar, artık bâzı siyâsî aktörlerin de tutumunu gözlüyor ve o tutumuna göre siyâsî partiyi en sonunda netleştirecek. Burada da en fazla ön plana çıkan, aslında Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ın durumu, özellikle Mansur Yavaş. Yine Ekrem İmamoğlu CHP ile çok özdeşleştiği için görünürlükte bu çok etkili olmuyor olabilir. Ama ben bu kararsızlık meselesinde cumhurbaşkanı adayının kim olacağı meselesinin de etkili bir işlev gördüğünü düşünüyorum. Yani bu karışıklık olduğu sürece, bu da kararsızlık oranının artışı olarak gözüküyor. Bu kararsızlar konusunu kapatayım böylece. Dediğin şeye gelince, aslında 31 Mart sonrası siyâsal eksen dediğimiz eksen, AK Parti’nin açık ara birinci parti olma statüsünü kaybettiği, birinciliğin CHP ile AK Parti arasında bir yarışa tâbi olduğu ve bu ikisinin de %30’lar civârında olduğu, hattâ %30’ların altında yer aldığı; geriye kalan 2-3 siyâsî partinin ise neredeyse seçim barajı marjında yer aldığı bir denklem.Dolayısıyla hatırlarsan, seninle konuştuğumuzda üçlü bir banttan bahsetmiştik: Birincilerin olduğu bant %25’ler bandı diyelim; seçim barajı marjında bir bant ve %1 ile %3 arasında ya da %0 ile %3 arasında yer alan bir bant. Dolayısıyla aslında çok sâdeleşti Türkiye’deki siyâsî partilerin durumu ve bunların hiçbirisinde şu anda ciddî bir hareketlilik gözükmüyor. Yani ne AK Parti oyunu artırmış durumda, ne CHP oyunu artırmış durumda. İkisinin oyu da çok fazla düşmüyor. Yani ikisinin hareketliliği +1, –1 düzeyinde devam ediyor bizim gözlemlerimizde. Maksimum zorlarsan +2, – 2 düzeyinde bir hareketliliğe sâhipler ikisi de. Ama ne birisi diğerine açık ara üstünlük ortaya koyabiliyor, ne de yarışı bırakacak kadar geriye düşebiliyor. Yani muhtemelen biz bir iki ay sonra CHP’nin yeniden birinci parti hâline geldiğini görsek de şaşırmıyoruz. Çünkü ikisi belli ki artık aynı denkleme geldi yerleşti ve bu denklemde birbirleri arasında bir ilişkileri olacak. Benzer bir şey ikinciliği paylaşan partiler için de geçerli. MHP biraz daha geride, DEM Parti biraz daha ileride, Yeniden Refah Partisi daha çok gerilere düştü. Ama DEM Parti ile MHP’nin konumu da hemen hemen aynı. DEM Parti seçim barajı marjında, biraz daha üstünde bir yerde duruyor; MHP ise seçim barajının biraz altında bir yerde duruyor. Bunların oy oranında da çok majör bir değişiklik yok. Burada sürpriz olan, Yeniden Refah ve Zafer Partisi’nin, bu büyük siyâsî partilerin seçim arayışıyla çok fazla vakit geçirdikleri bir dönemde yol alamamış olmaları aslında. Yani CHP kendi iç sorunlarıyla meşgul, AK Parti ittifak içi sorunlarla meşgul. CHP’ninki parti içi, AK Parti’ninki ise ittifak içi sorunlar ve bu sorunlar ikisinin de güçlü siyâsî öneriler geliştirmelerini engelliyor. Burada meselâ Yeniden Refah Partisi, AK Parti’nin içinde bulunduğu bu tıkanıklığı aşmaya yönelik bir siyâset önerebilseydi kendi seçmenine, topluma, kararsızlardaki AK Parti seçmenine bir yol önerebilseydi… Benzer bir şey DEVA, Gelecek, Saadet partileri için de geçerli. Oradaki hareketliliği de biraz konuşabiliriz istersen. Burada bir potansiyel var mı yok mu?

Ruşen Çakır: Burada Yeniden Refah Partisi’yle ilgili bir not düşmek istiyorum: AK Parti’nin belediye başkanlarını kademe kademe Yeniden Refah’tan kendi saflarına çektiğini gördük, biliyorsun. Bir de Şanlıurfa, Yeniden Refah’ın kazandığı tek büyükşehir şu anda bağımsız oldu, ama muhtemelen AK Parti’ye geçecek. Bunun, Yeniden Refah seçmeninde bir kırılma yarattığı kanısındayım. Yani şöyle ki, seçtikleri kişiler daha bir yıl dolmadan gittiler. Bu çok acâyip bir duygu ve Yeniden Refah Partisi bunu yönetemedi. Çok şok oldular ve bir şey söyleyemiyorlar.

Hatem Ete: Seninle konuştuk. Yeniden Refah’ın almış olduğu oy oranı üzerinde de bu aktörlerin çok belirleyici bir etkisi vardı. Yani Yeniden Refah Partisi, siyâsî söylem ve politikalarıyla, oluşturduğu kadroyla seçmende AK Parti’ye alternatif bir parti algısı uyandırdığı için seçimlerde bu kadar yüksek oy almadı. Bir sürü yerde çok doğru aktörler tercih ederek, eski AK Partili aktörleri tercih ederek, burada oyunu çok ciddî bir şekilde artırdı. AK Parti’nin adaylarını beğenmeyen seçmene ya da AK Parti’ye güçlü bir mesaj vermek isteyen seçmene bir adres oluşturdu. Şimdi, seçimden bu yana geçen bu 4-5 aylık süre içerisinde Yeniden Refah, eğer seçimlerde aldığı rüzgârı arkasına alıp bunu kendi seçmeni hâline getirmeye yönelik güçlü bir siyâsî performans ortaya koysaydı, kadro genişliğini sürdürseydi, yeni, diri, güçlü bir söylem geliştirmiş olsaydı, ben AK Parti’nin bu adayları, yani bu belediye başkanlarını yeniden transfer etme imkânının da daralacağını düşünüyorum. O zaman bu aktörler de AK Parti’ye kolay kolay geri dönmeyebilirlerdi, yani en azından bir kısmı. Ama son 4-5 aylık süreçte Yeniden Refah’ın o seçimde aldığı rüzgârı, seçimsiz dönemde de bir politikaya dönüştürüp, söyleme dönüştürüp sürdüremediği anlaşıldığı için, aslında hem belediye başkanları nezdinde hem de kendi seçmeni nezdinde kırılgan bir hâle geldi Yeniden Refah Partisi. Biz bunu bu programda birkaç defa konuştuk aslında.Yani Yeniden Refah, bir alternatif oluşturma potansiyeli elde etti. Bunu elbette geliştirip geliştirmeyeceği büyük bir soru işâretiydi; ama seçmen ona, “AK Parti’ye alternatif oluşturabilecek parti arayışındayım, bu sen olabilirsin” mesajı vermişti. Bu süre biraz hebâ edildi diye düşünüyorum. Şimdi, önümüzdeki dönemde de Yeniden Refah’ın bir söylem geliştirip geliştiremeyeceğine, kadrosunu geliştirip geliştiremeyeceğine bağlı biraz bu dinamikler. O anlamda bir etkisi olur, ama belirleyici olan bu değil diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Yeni bir ittifak çağrısı yaptılar biliyorsun, üçüncü bir ittifak, kendi liderliklerindeki. Bu aslında yeni bir fikir gibi geliyor, ama aslında bir anlamda havlu atmak gibi de bir şey. Çünkü normal şartlarda yerel seçimin ardından Yeniden Refah, ülke barajını tek başına geçebilecek bir parti konumundaydı. Şimdi ittifak çağrısı, barajı geçemeyeceğinin îtirâfı gibi. Mâdem buraya geldik, bir de şu konuyu da bir konuşalım. Gelecek, DEVA nihâyet birleşmeye niyetlendiler diyeceğim, ama hâlâ emin değilim. Saadet de bir şekilde olabilir işin içerisinde, en azından grupta olabilir. Bu partilerin birleşmesinin herhangi bir etki yaratabileceğini düşünüyor musun?

Hatem Ete: Nasıl bir birleşme olacağına bağlı. Yani muhâfazakâr seçmende bir arayış olduğu çok açık. Muhâfazakâr seçmenin gözünü diktiği ilk adres AK Parti. AK Parti’den öteye bakacaksa da bu yine muhâfazakâr seçmene hitap edebilecek bir siyâsî parti gibi gözüküyor. Çünkü kararsızlardaki duraklamaları uzun sürdü. Bu şu demek: Mevcut siyâsî partilerden birine yönelmek yerine, temel alternatif olarak hâlâ AK Parti bekleniyor ya da oluşacak yeni bir oluşum bekleniyor. Dolayısıyla muhâfazakâr seçmene hitap eden siyâsî partilerin bir potansiyeli var bence. Gelecek, DEVA ve Saadet bu potansiyeli dolduracak bir aktöre dönüşmediler bugüne kadar. Eğer bugün ikisi arasında süregiden arayış; “Meclis’te bir grup oluşturalım, parti sayısını sadeleştirelim…” –yani bu Gelecek Partisi olabilir ya da DEVA Partisi olabilir– “…bu lider çokluğuna son verelim, birisi lider olsun ve böyle devam edelim” ise, bunun bir heyecan oluşturacağını zannetmiyorum. Evet, bugünkü hâlinden daha iyi olur. En azından Gelecek ve DEVA’daki bu arayışlar bütünleşmiş olur, söylem bütünlüğü sağlanmış olur falan; ama bunun muhâfazakâr seçmenin aradığı cevap olduğunu zannetmiyorum. Burada bu birleşmeye eğer yeni bir siyâsî oluşum izlenimi verilebilirse, havası verilebilirse… Dışarıda bekleyen siyâsî aktörler de var biliyorsun. Birçok muhâfazakâr siyâsî aktör seçimlerden sonra mevcut partilerin yeterince adres olmadığını düşündükleri için yeniden bir arayışa girdiler. Bir sürü yoklamalarda bulundular, toplantılar yaptılar vs.. Onlarla da bir araya gelip yeni güçlü bir dinamik oluşturabileceklerse bir anlamı var. Geride bıraktığımız 3-4 yıl içerisinde çok fazla denendi bu birleşme. Her seferinde iş geldi, “Parti ismi ne olacak?” “Lider kim olacak?” “Görevi bırakan liderin görevi ne olacak?” falan gibi, seçmeni biraz daha fazla uzaklaştıracak şahsî meselelere takıldı durdu. Şimdi de seçmen eğer bunlar etrâfında bir diyalog oluşmaya devam ettiğini görürse, ben yine buranın bir alternatife dönüşeceğini zannetmiyorum. Ama bu birleşme eğer tâze bir siyâsî oluşuma, yeni güçlendirilmiş bir kadroya ve gözden geçirilmiş bir siyâsî söylem çerçevesine dönüştürülüp yeni bir kimlikle ortaya çıkabilirse, bu potansiyelin çok güçlü olduğunu görüyorum ben. Çünkü orada bir seçmen var ve siyâsî aktörü bekliyor diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi bu söylediğin, Gelecek ile DEVA arasındaki bu pazarlıklar, şunlar bunlardan CHP’ye geçebiliriz istersen. CHP son günlerde sâdece parti içi üzerinden konuşuluyor. Daha şimdiden, yok, “Cumhurbaşkanı adayı kim olacak?”, yok, “Ekrem İmamoğlu partinin başına geçerse dâvâ açılmaz ya da siyâsî yasak gelmez”, “Siyâsî yasak gelirse ne olacak?” falan gibi, tam bir CHP iç meselesi olmuş ve anladığım kadarıyla iktidar da Erdoğan da bundan çok memnun. Yani CHP tamâmen kendi içine düşmüş. Aktörler de aslında, meselâ Mansur Yavaş falan da, “Ya, şimdi konumuz bu değil” demiyor; “Partim görev verirse olurum” diyor. Başka bir şey oluyor falan. Benim gördüğüm, yani bunu izleyicilerden gelen tepkilerde de yakın çevremde de görüyorum; insanları biraz, biraz değil fazlasıyla bıktırmış gibi. Sizin de bu araştırmanızda görülen CHP’deki oy azalması ya da insanların kararsıza doğru kaymasında böyle şeyler de etkili oluyordur, değil mi? 

Hatem Ete: Doğrudan etkili oluyor diye düşünüyorum. Bence bu ayın en önemli dinamiği bu. Yani CHP’yi seçmen nezdinde anlamlı bir adrese dönüştüren şey, genel seçimlerdeki o Altılı Masa’daki çokbaşlılığın bitmiş olmasıydı. Yani Altılı Masa çokbaşlıydı. O çokbaşlılık dolayısıyla bir siyâset üretemiyordu. İnsanlar, partiler, birbirlerini kollamaktan diri bir siyâset üretmeye zaman ayıramıyorlardı. Bütün bu gerekçelerle de millet, seçimlerde Altılı Masa’ya bir prim vermedi. Yerel seçimlerde CHP tek başına, bütün o toplumsal muhâlefetin aktörüne dönüştü. Sâdeleştirdi bu adresleri. Ve seçimden sonraki 3-4 aylık süre boyunca da aslında CHP’ye, eğer iyi tasarlanmış bir siyâsal rota, bir siyâsal strateji belirlerse, onu yeni aktör olarak görmeye devam edeceğini de hissettirdi. Hatırlarsan, seçimden sonra Nisan-Mayıs ayındaki seçmen davranışlarını yorumlarken şaşırdığımızı, 31 Mart’ta CHP’ye oy veren seçmenin CHP’de kalmaya devam ettiğini, bunun da sürpriz olduğunu konuşmuştuk. Yani aslında hepimizi şaşırtmıştı bu. Seçmen sâdece yerel seçimlerde stratejik taktiksel bir oy kullanmamıştı. CHP’ye, “Ben önümüzdeki genel seçimlerde de siyâsî sözcüm olarak bir rol veriyorum” demeye başlamıştı. Fakat şimdi, Haziran’dan bu yana, özellikle Temmuz sonrası, Ağustos ve Eylül aylarında, bu geride bıraktığımız üç ayda yaşanan tartışmalar, neredeyse Altılı Masa’nın bütün hâtırasını CHP bünyesinde canlandırdı. Yani Altılı Masa kendisini CHP içinde yeniden klonlamış gözüküyor. Eski tartışmalar, aynı başlıklar, aynı pozisyonlar, yine kısır siyâsî çekişmeler, yine bir aktör olarak bütün bu süreçleri bir mühendislik enstrümanı gibi etkilemeye çalışan bir CHP medyası… Yani bütün o Altılı Masa döneminde insanları ürküten bütün dinamikler son 2 ay içerisinde CHP içerisinde harekete geçmeye başladı. Ve aslında bunun zamânı da zemini de yok. Yani seçimlere epey bir vakit var, Altılı Masa’nın o çoklu yapısı ortadan kalktı, CHP tek başına, bir lider değişikliği oldu falan; fakat buna rağmen CHP’yi birkaç şeyin çok ciddî bir şekilde etkilediğini düşünüyorum. Bu ayki raporumuzda biz onu şu şekilde sâdeleştirdik: Birincisi, bence en belirleyicisi ve bütün bu diğerlerini de etkileyen ana dinamik, CHP’nin seçmene, CHP içi paydaşların bileşenlerin de tartışmasını aldıktan sonra kamuoyuna güçlü bir şekilde sunduğu bir siyâsal önerinin henüz gerçekleşmemiş olması. Yani CHP’nin seçmen için bir potansiyel umut adresi olduğu çok açık; ama bu potansiyeli nasıl hayâta geçireceğine dâir umut verecek, ete kemiğe büründürecek bir siyâsî yol haritası henüz sunabilmiş değil. Bir sürü rotaya savruluyor, hızlıca geri çekiliyor o rotalardan. Bu diğerlerini de etkiliyor bence. İkincisi, CHP’nin muhâlefet yapma tarzı hem bütünlüklü değil, tutarlı değil, hem de güçlü değil. Yani bir hat üzerinde biçimlenmiyor. CHP, muhâlefet etme tarzını, biçimini, üslûbunu ve içeriğini çok sık değiştiriyor. Dolayısıyla bu da seçmende bir probleme yol açıyor. Bu normalleşme meselesini ben ilk günden beri çok destekledim, biliyorsun, bu programda da çok konuştuk. Bunun CHP’ye sağladığı katkının AK Parti’ye sağladığı katkıdan çok daha fazla olduğunu söyledim. Ama bu normalleşme politikasının içeriği neredeyse sâdece ilişkilerde yumuşama olarak algılandı CHP tarafından. Ben bunun siyâsal içerikte bir normalleşme olması gerektiğini düşünüyordum; CHP’nin söyleminde bir normalleşmeye yol açması olduğunu düşünüyordum. Bu yapılmıyor. Üçüncüsü, Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Mansur Yavaş ve Özgür Özel, bu isimlerle şu anda CHP’nin politikasını etkileyen çok net bir dört aktör oluşmuş vaziyette. Yani bu dört aktörün her birisinin kendi öncelikleri üzerinden yürüttükleri söylemlerin tamâmı, CHP algısını dağıtıyor seçmen nezdinde. Dolayısıyla CHP, yine çokbaşlı bir algı oluşturmaya başlıyor. Benim, “Altılı Masa’yı klonladı” dediğim şey temel olarak bu. Yani her birisinin kendi gündemi var, kendi öncelikleri var ve bu öncelikler yine CHP üzerinden hayâta geçiriliyor.

Ruşen Çakır: Meclis’te gördüğümüz gibi, meselâ ayağa kalkma meselesinde Kılıçdaroğlu hemen hızlı bir şekilde Özgür Özel’i hedef alıyor. Yani böyle bir şey de var. Ayrı ayrı şeyler söylüyor olmaları başka, bir de artık birbirlerine de söyler oldular.

Hatem Ete: Yani yine medya üzerinden bu bahsettiğimiz dört aktör, karşılıklı birbirlerinin iddialarına cevap vermeye, ithamlarını cevaplamaya, lâf atmaya vs.’ye başladılar. Bu, CHP’nin seçmen nezdinde 31 Mart’ta oluşturduğu o algıdan çok hızlıca uzaklaştırır CHP’yi. Ben bu ayki temel dinamiğin bu olduğunu düşünüyorum. Seçmen bunu gördükçe CHP’den uzaklaşıp kararsızlar bloğuna geçiyor. O kararsızlardan da eski âidiyetlerine dönüş gerçekleşecek 1-2 ay sonra. Çünkü CHP’nin birinci parti hâline gelmesi, daha önceki seçimlerde AK Parti’ye, İYİ Parti’ye, DEM Parti’ye, Zafer Partisi’ne, Türkiye İşçi Partisi’ne oy vermiş birçok seçmenin AK Parti karşısında güçlü bir adres oluşması için CHP’ye yönelmesiyle oluşmuştu ve seçimden sonraki 5-6 ay da bu sürdü. Şimdi eğer CHP bir an önce bu kendi iç ihtilâfını giderip seçmene yeni bir yol haritası sunarak bu yol haritası üzerinden bir umut oluşturamazsa, tekrar seçmen kendi eski adreslerine dönmeye devam eder ya da kararsızlar bloğunda durup yeni çıkan aktörleri gözlemeye başlar. O anlamda bu ay gördüğümüz şeyin çok ciddî bir ihtar olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, bir ara bahsettin: Erdoğan’dan da pek bir şey görmedik, yani yeni bir strateji görmedik. Şu âna kadar anayasa demenin dışında pek bir şey yok. Bir de tabiî çok ciddî bir olay var; Ortadoğu’da alt üst olan dengelerde bir şey yapamamanın verdiği zorluk da var. Erdoğan neyi nasıl yapabilir? Meselâ şimdi diyorsun ki, insanlar CHP’den tekrar geri dönebilir falan. Orada ekonomide bir mûcize olmayacağı da herhalde anlaşılıyor. Bakıyoruz, enflasyon rakamları işte bugün açıklandı yine. Yani çok büyük bir refah falan, ferahlama falan olmayacak, en azından bir süre. Peki, bunu Erdoğan nasıl toparlayabilir? Yani tekrar geri kazanma ihtimâli… Yani herhalde Erdoğan’ın şu andaki en önemli hedefi, kaybettiği oyları almak. Çünkü o yetiyor ona.

Hatem Ete: Benim görebildiğim kadarıyla, AK Parti seçimlerden sonraki 2-3 aylık bir arayıştan sonra şuna iknâ oldu, yani şunu benimsedi: “Elimdeki seçmeni elimde tutmaya devam edebilirsem, önemli siyâsî hamleleri önümüzdeki bir-bir buçuk yıla erteleyebilirim; çünkü mevcut siyâsal denklemde bu seçmene alternatif olabilecek güçlü bir aktör gözükmüyor. Beni, siyâsetimi değiştirmeye zorlayacak güçlü bir aktör de oluşmuş değil. Dolayısıyla mevcut seçmenimi elimde tutabilirsem, yeniden ya kıl payıyla birinci parti olurum ya da CHP’nin çok gerisine düşmem. Ve dolayısıyla da bunu böyle yürütebilirim. Yeni bir siyâsî hamle yapmaktansa, benim ittifak içindeki işbirliğini, o bütünlüğü korumaya devam etmem daha önemli” diye düşündü. “Bu süre boyunca da ekonomide bâzı düzelmeler falan yaşanırsa, bu benim lehime olur. Artı, muhalefet eğer bir alternatif oluşturmazsa, CHP kendi iç gerilimleriyle uğraşmaya devam ederse de zâten beni zorlayacak bir aktör çıkmaz” diye tasarladı. Ben bu öngörünün, bugün îtibârıyla AK Parti’yi zorlayacak bir yere varmadığını düşünüyorum. Yani bu öngörü ilerliyor gibi görünüyor. CHP, seçmende yeni bir heyecan üretebilecek ciddî bir yapısal siyâsal değişikliğe yönelmiş değil. Muhâfazakâr aktörler AK Parti’ye alternatif oluşturabilecek bir güç birliğine, yeni bir söyleme ya da yeni bir oluşuma evrilmiş değil. İttifak içinde, AK Parti’nin kendi ittifâkı içindeki pürüzler hızlıca giderildi ve devam edildi. Dolayısıyla muhtemelen Erdoğan, bununla devam edebileceğini düşünüyor.Geriye ne oluşacak? Ortadoğu’daki bu endîşe, bu savaş iklimi, mevcut iktidârı korumaya daha elverişli bir denklem oluşturuyor. Hatırlarsan biz bunu bütün süreçlerden sonra da konuşmuştuk: Depremden sonra, etraftaki savaş dinamiklerinden sonra. Yani genelde toplum, bir varoluşsal tehdit yaşadığında mevcut iktidârın gücünü önemser, o güce hitap eder, o gücü önemser. Bunun seçimlerde AK Parti’ye çok ciddî bir güç kanalize edebilecek bir dinamik olacağını düşünmüyorum; ama şu anda mevcut iktidârı hırpalamaya yönelik güçlü huzursuzlukları engelleyecek bir dinamik olur. Yani AK Parti, böyle bir şey var idiyse eğer –ki bu ayki raporumuzda biz o erken seçim talebinin çok güçlü bir talebe dönüşmediğini de ölçümledik–, bu mevcut gerekçeler ve dinamikler, böyle bir talebi de bastıracak bir işlev görür ve dolayısıyla bu böyle devam eder. Dolayısıyla ben, AK Parti’nin önümüzdeki dönemde oyunu belli oranda artırmasını sürpriz görmem. Yani %1, %2 veya %3 düzeyinde bir oy artışı olabilir AK Parti’nin önümüzdeki dönemde. Bunu daha olası görüyorum, yani birincil ihtimal olarak bunu görüyorum. Ama oyunu artıramasa bile, AK Parti’nin mevcut iktidârını şu anki özgüvenle sürdürmesini engelleyecek bir dinamik işlemiyor gibi gözüküyor. Muhâlefet böyle bir rol üstlenmiyor gibi gözüküyor.

Ruşen Çakır: Son olarak, istersen tam bu savaş vs. derken, bu salı günü Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında dile getirip sonra resepsiyonda ortaya çıkan “iç cepheyi güçlendirme” meselesi var. Yani bölge şöyle karışık, böyle karışık; tamam, bundan Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün değil. Ona istinâden de “birlik ve berâberlik çağrısı” yapılıyor — ki MHP’nin DEM Parti’yle el sıkışması bile yaşandı. Bâzıları anlam veremedi, bâzıları mutlu oldu vs.. Şimdi önümüzdeki dönemde iktidârın başını çekeceği böyle bir “Hepimiz kardeşiz, aynı gemideyiz” söylemi, bölgedeki savaştan da hareketle çok fazla dillendirileceğe benziyor. Bu, aynı zamanda tabiî ki muhâlefetin sert muhâlefet yapmasının önünü kesmeyi de hedefleyecek herhalde. Böyle bir stratejiye ben açıkçası şaşırmam; daha ilk günden bunun işâretlerini gördük. İktidar çok fazla bir şey vermeden, muhâlefete belli ölçülerde “Şimdi zamanı değil” diyerek, birtakım şeyleri sîneye çekmesini sağlamaya çalışacak. Ne dersin, bu olur mu? Olursa tutar mı?

Hatem Ete: Şöyle üç boyutu var bu meselenin benim gözümde. Bir, gerçekten de Bahçeli’nin dediği doğru; yani bu tür kritik meselelerde her şey toplumsal iç bütünlüğün güçlü olup olmamasına bakar. Bu da temelde toplumda mevcut gidişattan rahatsız olan birçok toplum kesimlerinin rahatsızlıklarının giderilmesiyle sağlanacak bir şey ve siyâset gerektirir bu; sâdece söylemsel bir yumuşama değil. Yani Türkiye’de uzunca bir süredir konuştuğumuz temel fay hatlarını besleyen hak ihlâllerinin, siyâsal taleplerin karşılanmasıyla ilgili siyâset yürütmekle bu toplumsal iç bütünlük tekrar sağlanabilir. Kürt meselesinden Alevî meselesine, dindarlıktan ifâde özgürlüğüne bir sürü meseleyle ilgili. Bu sadece üslûpla, yeni bir yumuşamayla sağlanabilecek bir şey değil — bu birinci dinamik. Yani o anlamda eğer bir siyâset bağlamında bu yürütülebilecekse, belli bir politika ve söyleme dönüşecekse, bu yerinde ve doğru bir şey. İkinci dinamik, o gece Bahçeli’nin Meclis oturumunda tokalaşırken gösterdiği tutumu ben bir siyâsal stratejinin dışavurumu olarak görmedim açıkçası. Yani zaman zaman Devlet Bahçeli bunu yapar, daha önceki dönemlerde de yapardı. Üstelik daha önceki dönemlerde Alparslan Türkeş de yapardı buna benzer şeyler. Yani MHP ile HDP geleneği, DEM Parti geleneği arasında bu tür sembolik günlerde tokalaşmalar şâhit olduğumuz bir şey. Siyâsetin insânî damarını güçlendirmeye yönelik bu jestler yapılıyor. Daha önce Bahçeli, Ahmet Türk’ün siyâsî tutukluluğunu sorgulayan açıklamalar da yapmıştı ve sonrasında Ahmet Türk cezâevinden çıkmıştı falan. Dolayısıyla ben sâdece Bahçeli’nin bu tutumunu bir siyâsal stratejinin ön adımı olarak görmedim, kapı aralaması olarak görmedim; insâsî bir şey olarak gördüm. Üçüncü dinamik, senin bahsettiğin şey: İktidar da önümüzdeki dönemde buna benzer bir yola başvurur mu? Başvurabilir ve kendisi açısından da doğru bir şey olur.Buna sık sık Erdoğan teşebbüs ediyor zâten. Yani darbe teşebbüsü sonrasında, seçimlerden sonra zaman zaman bu “Türkiye ittifâkı”, “Türkiye ruhu” gibi bir sürü denklem üzerinden Erdoğan bunu yaptı. Bu, siyâsal muhâlefetin hem sınırlandırılmasına hizmet eden bir şey, hem de aslında belli riskleri ortadan kaldıracak bir şey iktidar açısından. Ben bunu da özünde yanlış görmem. Yani genel bir siyâset açısından da, iktidar açısından bu kendi lehine işleyecek bir strateji olsa bile, bunu Türkiye siyâseti açısından olumsuz görmüyorum. Ben muhâlefetin siyâsetsizliğini, iktidarla yürüttüğü ilişkideki diyaloğun normalleşmesinden kaynaklanan bir problem olarak görmüyorum. İkisi birbirinden farklı şeyler. Siyâset çok daha üslûplu, yani ilişkiler çok daha diyalog içerisinde, belli âdâbımuâşeret süreçleri içerisinde yumuşak üslûplarla yapılabilir. Ama yaptığınız muhâlefet sert bir muhâlefet olmaya devam edebilir. Siyâsî ajandalar, içerikler üzerinden sertleşebilir bu muhâlefet. Biz çoğu zaman kamuoyunda bu ikisini birbirinden ayrıştırıyoruz. Yani Erdoğan, eğer bu muhâlefetle daha iyi ilişkiler sürdürecekse, bu, muhâlefetin muhâlefet yapma kapasitesini daraltma psikolojisine yol açmamalı muhâlefet nezdinde. Muhâlefet muhâlefetini çok daha güçlü sürdürmeye devam edebilir diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet, kibar olarak da sert muhâlefet yapılabilir diyorsun.

Hatem Ete: Evet, yapılabilir.

Ruşen Çakır: Hatem, çok sağ ol. Çok önemli bir aşamaya denk gelmiş bu araştırmanız. Bakalım, bir dahaki ay ne olacak? Artık yine her ay yapıyoruz değil mi, ara vermeden?

Hatem Ete: Yaparız. Evet, evet.

Ruşen Çakır: Tamam, çok sağ ol.

Hatem Ete: Siz de sağ olun. Görüşmek üzere.

Ruşen Çakır: PANORAMATR’nin Eylül araştırmasını değerlendirdik. Kararsızlar birinci parti, CHP’de belli bir oy kaybı var ve AK Parti kıl payı da olsa birinciliği geri almış gözüküyor PANORAMA’nın Eylül araştırmasına göre. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.