Bana sorarsanız, Bekri Mustafa’nın Yeni Cami’ye imam olmasıyla Adana’nın vergi rekortmeninin Demirspor’un teknik direktörü olması arasında pek bir fark yok.
Geçen sene Adana’da en çok vergiyi ödemek maaşlı birinin üstüne kalmış.
Şaka değil, şimdilerde A Milli Takım’ı çalıştıran Vincenzo Montella, Adana’da vergi şampiyonu olmayı başarmış.
Nerede bu Adana’nın büyük tarımcıları, pamukçuları, Çukurova’nın sahipleri, sanayicileri…
Ülke hakikaten çok tuhaf, maaşlı çalışan nasıl olur da vergi sıralamasında zirveye çıkar?
Maaş, adı üstünde, bir çalışanın geliridir; demek, bir de bir yerde bir işveren olmalı.
Böyle Marx’a kadar gitmeye, ücret, fiyat, kâr teorilerini günümüze uyarlamaya, emek, sömürü, artık değer kavramlarına başvurmaya falan gerek yok hiç.
Maaşlı insandan vergi rekortmeni çıkıyorsa orada iktisadi anlamda ciddi bir bozukluk var demektir.
Mesela, Türkiye’nin en bilinen hukukçularından Gönenç Gürkaynak’ın senelerdir vergi rekortmenleri listesinden inmemesini kanıksadık, artık bize ilginç gelmiyor, haber değeri kalmadı.
“Bir avukat vergi listesinin tepesinde kendine nasıl bir yer bulur?” diye soran varsa da bir elin parmaklarını geçmiyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
En önemli sanayi şehirlerimizden biri olan Kocaeli’nde ise bir futbolcu vergi sıralamasında ikinci olmuş -tüh, maalesef birinci değil.
Geçen sene, mahalli seçimlerde, sosyalist partinin genel başkanı şehrin en büyük beldesindeki işçi sayısının yoğunluğuna bakarak, belediye başkanlığına adaylığına koydu.
İşçilerin bu arkaik sosyalist ezberlere dönüp baktığı olmadı, evet, ama bu sonuç Kocaeli’nin bir sanayi şehri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Neredeler peki?
Tavana yayılması gereken vergi sadece tabanda kaldı, şu çalışan kesim olmasa neredeyse vergiyi ödeyen kimseyi bulamayacağız.
Üstelik, bu vergi de beyan edilmiyor, kimse vergi beyannamesi doldurmuyor, kaynağında kesildiği için neredeyse kimse her ay maaşından kaç lira vergi ödediğini bilmiyor.
Vergi bilincinden azade bir toplumuz.
O bilinç olmayınca da “kamu parasının” kaynağı sorgulanmıyor; seçmen bir türlü o paranın kendi parası olduğuna, dolayısıyla da şeffaflığın, hesap verilebilirliğin, denetim şart olduğuna bir türlü ikna olmuyor.
Düşünsenize, kabaca her 3 liralık verginin 2 lirasının dolaylı toplanmasına, asla bir vergi reformu yapılmamasına, vergi mükellefi sayısının toplam nüfusa oranının düşüklüğüne, bir otomobil ya da cep telefonu alırken birkaç tane de devlete alışımıza öyle alıştık, bunları öyle kanıksadık ki muhalefet bile bunu konu etmiyor.
İhalelerin 21B ile rekabet dışı verilmesi, KÖİ’lerin yarattığı zararlar, asla tasarruf edilmeyen itibar, ihtiyaca bakılmaksızın her yere havaalanı açmak falan hep bu kamu parasının nasıl harcanacağı sorgulanmadığından oluyor.
Kendi paramızı devletin sanıyoruz.
Sonra bir yetkili çıkıp “Doğalgazı sübvanse ediyoruz, devlet olarak bir bölümünü biz ödüyoruz” dediğinde, neredeyse boynuna sarılıp teşekkür edecek hale geliyoruz, ama “Kimin parasıyla kime caka satıyorsun?” diye kesinlikle sormuyoruz.
AKP’nin ekonomi alanındaki en büyük fiyaskosu, yeniliğe ayak uyduramamak oldu.
Türkiye’nin yirmi sene önceki en büyük şirketlerini alın, gelin bugünkülerle karşılaştırın, birçoğunun aynı olduğunu göreceksiniz.
Devletin sınırsız imkânlarıyla rekabetten münezzeh şirketleri saymazsanız, Türkiye’nin hâlâ eski tip enerji ve sanayi ürünleriyle üretim yaptığını görürsünüz.
Çip üretemiyoruz, ihracatımızda yüksek teknolojili ürünlerin payı hiç yükselmiyor, şöyle dünyayı silkeleyecek ne bir fikrimiz ne bir şirketimiz var ama bunları dert etmek yerine nasıl daha çok buzdolabı ya da atlet üretebileceğimizi tartışıyoruz.
Aynı zaman diliminde bir de Amerika’ya bakalım.
GAFA ekonomisinden bahsedebiliriz herhalde; Google, Amazon, Facebook, Apple…
Hepsinin yaşı muhtemelen sizden küçüktür.
Yeni teknoloji işte budur, bu markalardır.
Nerede General Motors, nerede Exxon, nerede Boeing, nerede eskinin namlı şirketleri?
Hepsi gözden düşüyor, yarın bunlar da düşecek, yapay zekâ hayatımıza tam anlamıyla girdiğinde bildiğimiz mesleklerin birçoğu kaybolurken tamamı dönüşecek.
Ama yeni ekonomiye uyum sağlamanın yolu bu, kaynaklar kıt olduğu için daha verimli olanlar gelip tepeye oturacaklar.
Ekonomi sürekli kaynakları en verimli yerlere aktarmaya çalışacak.
Don yaptığında zayıf ağaçların ölmesi ve bu sayede ormanın güçlü kalması gibi, verimsiz şirketler sahneden çekilecek yerlerini yeni teknolojiyi en etkin şekilde kullananlar alacak.
Bizdeki durum ise bir atalet örneği, yerimizde saydıkça gerilediğimizin farkında değiliz.
Dünya nüfusunun yüzde 1’ini oluşturuyorken dünya ekonomisindeki payımız yüzde 1’in altına düştü.
Görebildiğim kadarıyla, milletvekilleri içinde bir tek Burak Dalgın çıktı ve acil ihtiyacımız olan zihniyet devriminin kıvılcımını yakarak Silikon Vadisi’ne büyükelçi atanmasını önerdi.
Rekabet etmemiz gereken ülkelerle aramızdaki mesafe o kadar açıldı ki koşarak yetişmemiz mümkün değil, sıçramamız lazım, bu da her şeyden önce bir zihniyet değişikliğini şart koşuyor.
İyi de bu büyük dönüşümü neyle yapacak ve nasıl finanse edeceğiz?
Evvela, eğitim sisteminin tepeden tırnağa değişmesi gerekiyor.
Çünkü bugünkünün aksine iyi eğitim yaratıcılığı getirecek, yaratıcılık ise yüksek teknolojiyi ve verimi…
Verimi artırmadan rekabette başarılı olma ihtimalimiz yok.
Peki acil ihtiyaçlarımızı, en başta eğitimi, sağlığı, altyapı yatırımlarını, depreme dirençli kentler inşa etmeyi bu vergi sistemiyle mi finanse edeceğiz?
Montella gibi maaşlı çalışan birinin vergi rekortmeni olabildiği bir şehir ekonomisiyle bunların hiçbirini yapamayacağımız kesin.
Ha tabii bana derseniz ki bu anlattıkların bizim için lüks, okulların tuvaletlerini temizleseler bize yeter, diye, haklısınız derim, söyleyecek başka bir sözüm de kalmaz.