Ruşen Çakır’ın konuğu Altan Tan: Bahçeli DEM Partililere niçin el uzattı?

Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin (TBMM) açılış töreninde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerle el sıkışmasının ardından yapılan açıklamalar, “Yeni çözüm süreci mi?” tartışmasını başlattı.

MHP lideri, Devlet Bahçeli, Meclis’in açılışında DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın elini sıktı.

Bahçeli, DEM Parti’ye uzattığı bu elin “Türkiye partisi olun” teklifi anlamına geldiğini söyledi. MHP lideri ayrıca Tuncer Bakırhan’ın elini sıkmasının doğaçlama olmadığını da vurguladı. Bahçeli bu durumu “iyi niyetli tutum” olarak değerlendirdi.

Bahçeli’nin “Türkiye partisi olun” çağrısına yanıt veren Tülay Hatimoğulları, “DEM Parti zaten bir Türkiye partisi” dedi.

Ruşen Çakır’ın konuğu Altan Tan ile Bahçeli DEM Partililere neden el uzattığını, çözüm süreci ihtimalini yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Devlet Bahçeli’nin DEM Partililer’e uzattığı el ve ardından salı günü grup toplantısında yaptığı konuşmayı ve Türkiye’de yeni bir çözüm süreci mi başlıyor tartışmalarını, Kürt siyâsetinin içinden bir isimle, Altan Tan’la konuşuyoruz. Altan Tan şu anda Diyarbakır’da. Altan, merhaba.

Altan Tan: Merhabalar, hayırlı günler.

Ruşen Çakır: Hayırlı günler. Dönüp dönüp aynı şeyleri tartışıyoruz farkındaysan. Özellikle seçim önceleri Erdoğan’ın Kürtler’e yönelik hamleleri olup olmayacağı konuşulur; ama Devlet Bahçeli’yle ortaklığı nedeniyle bunun çok kolay olmayacağı da vurgulanırdı. Seninle yaptığımız birçok yayın var, biliyorsun. Onlarda da dönüp dolaşıp aynı şeyleri konuşuyoruz. Özellikle de AK Parti’nin Kürtleri var ya –milletvekili, bakan vs.–; onlar hep böyle bunu sürekli sıcak tutmaya çalışırlar, ama bir şey çıkmaz. Ama bu sefer Bahçeli’nin kendisinden bir hamle geldi. Bahçeli, önce Meclis açılışı sırasında DEM Partililer’le el sıkıştı, gayet samîmî bir şekilde. Sonra da salı günü ne dedi? 1Ben öyle rastgele yapmadım, anlık bir olay değildi, bilerek yaptım. DEM Parti’nin Türkiye partisi olmasını istiyorum” dedi. Halbuki daha önce, biliyorsun, “Bu parti kapatılmalı, maaş verilmemeli” falan diyordu. Bahçeli bu eli niye uzattı Altan?

Altan Tan: Çok lâfı fazla uzatmadan söyleyeyim: Bilgi anlamında bir bilgim yok, kafadan atmayı da seven biri değilim; yani birçokları gibi, bu televizyonları her gece dolduran zerzevat gibi kafadan atmayı da sevmiyorum. Ama yorumlarım olabilir, yani görüşlerim olabilir.

Ruşen Çakır: Tabiî, tabiî. Zâten bilmeni kastetmedim. Sence neden? Görüşünü sordum tabiî ki.

Altan Tan: Evet, yani bence… bundan sonra söyleyeceklerimin hepsi yorumdur; isâbetli olabilir, olmayabilir. Şimdi, sen de biraz evvel söyledin ya; işte yıllardır bu mevzûları tekrar tekrar konuşuyoruz. Seninle bizim ilk tanışıklığımız, arkadaşlığımız, 1991’de Refah Partisi’nin Alparslan Türkeş’le kurduğu seçim ittifâkı dönemiydi. 91’den bugüne hesap edersek, ne kadar geçmiş? 33 sene geçmiş, 34. seneye giriyoruz. Şimdi 34 senedir biz bunu defalarca konuştuk, tartıştık. Peki şu an olan biten ne? Benim görebildiğim şu: Birincisi, Türkiye dışarıda sıkıştı. Yani dışarı dediğim, Amerika’yla Çin savaşında, işte İran’ın, Hizbullah’ın, Hamas’ın, yani Çin tarafına düşen, İran tarafına düşen tarafın kesin ve ağır bir darbeyle tasfiye edilmesi; Ortadoğu’nun yıllardır süren yeniden şekillenmesine artık bir şekil verilmesi; Türkiye’nin de bu Çin, İran, Rusya ekseninden tekrar Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği çizgisine çekilmesi için olan biten bir sürü hâdise. Konumuz direkt bu olmadığı için, yani endirekt olduğu için fazla girmeyeceğim ben bu mevzûya. Ama yani şu an, iktidar, hükûmet, Erdoğan, AK Parti, Bahçeli dışarıda sıkıntılı derken bunu kastediyorum. Onun için bunları söyledim. İkincisi, içeride sıkıntılı. İçeride niye sıkıntılı? İçeride de, ne doğru yapıldı, ne yanlış yapıldı, bunları bir yana koyalım bu 22-23 seneyi; ama ciddî bir ekonomik kriz var. Bu ekonomik kriz de Kürt, Türk, laik, dindar, Alevî, Sünnî dinlemiyor. Herkes rahatsız. Herkes rahatsız olduğu için de iktidarda ciddî bir güç kaybı var. İşte, en son yerel seçimlerde de bu açık seçik görüldü. CHP birinci parti oldu. Şu anda da iktidar bir türlü toparlanamıyor. Şimdi içerideki ve dışarıdaki bu sıkıntıları aşması için yollar arıyor. Bir de üçüncü bir sıkıntısı var — ki bence Tayyip Erdoğan için belki de en önemlisi bu: Tekrar başkan olmak istiyor. Yani iktidarı bırakmak istemiyor. Eh nasıl olacak bu? Yani bu zor eşiği nasıl aşacak? Teşbihte hatâ olmaz: Sırat köprüsünden nasıl geçecek? Bunun için hemen seçimlerden sonra Özgür Özel’le başlayan, Ekrem İmamoğlu’nun tasfiyesini içinde barındıran bir yakınlaşma; arkasından, işte bu HDP ile DEM Parti ile olan yakınlık. Ne için bunlar? Birincisi, Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesi için 360 oy lâzım.Bu 360 oy ve erken seçim karârı da CHP veya DEM Parti ile olur; yani başka türlü, sayıyı tamamlama operasyonu olmadan iktidar da yok. İktidârın şu an 360 oyu yok. İlkin bunu sağlaması lâzım; bunun için bir yumuşak zemin hazırlaması gerekiyor. Onun için de, işte, anayasa değişikliği diyorlar. Anayasa değişikliği de tamâmen lâftan ibâret; çünkü yani Kürt meselesini çözmeyecek, Alevî meselesini çözmeyecek, ekonomik çarpıklıkları düzeltmeyecek, hak ve hukuku rayına oturtmayacak, demokratikleşmeyi tam olarak tesis etmeyecek bir anayasa asla yeni anayasa olmaz. İşte, ilk 4 maddeye dokunamazsınız, 4. maddeye hiç dokunamazsınız, 42. maddeye dokunamazsınız, 66. maddeye dokunamazsınız. Eh peki, neyi değiştireceksin? Yani sigorta kanunuyla tapu kanununu mu değiştireceksin? Ama hedef şu: Bir şekilde Erdoğan’ın tekrar seçilmesini sağlamak, yani aday olabilmesini sağlamak, aday olabilmesi için de 360 oyun elde edilmesini sağlamak, bunun için de bâzı siyâsî rüşvetler vermek. Bu siyâsî rüşvetlerin bir kısmı yarı başkanlık sistemine dönüş veya güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş şeklinde olabilir –yani CHP’nin iknâ edilebilmesi için–; Kürtler’le de, yine böyle meseleyi kökten çözmeyecek, ama kısmen bir iyileştirme sayılabilecek, esas ana noktalara dokunmayacak bâzı yumuşamalar olabilir.

Ruşen Çakır: Altan, “yumuşamalar” dedin; şimdi ilk tepkilere bakıyorum. Ben meselâ daha önce burada DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan’la yayın yaptım. Bahçeli’yi sorduğum zaman, çok olumlu cevaplar verdi. “Bunlar iyi şeylerdir” dedi. Şu âna kadar çok olumsuz bir çıkış, “Bizi kandırmak istiyorlar” falan gibi çıkışlar olmadı. Şimdi de meselâ bakıyorum: Sırrı Sakık bir röportaj vermiş; çok önemsediğini söylüyor ve diyor ki: “İktidar bir yol temizliği yapmalı”. Ama bir diğer yandan, iktidar sözcüleri de değişik vesîlelerle –Efkan Âlâ dedi, başkaları da dedi– “Yeni bir çözüm süreci yok” diyorlar. Şimdi anlaşıldığı kadarıyla yeni bir “çözüm süreci”, adı her ne ise böyle bir şey olmayacak; ama bir şey olacak. Sen de dedin ki: “İşte, gönül alıcı bir şeyler…” DEM Parti’nin ve tabiî ki tabanının râzı olabileceği başka ne olabilir? Kürt sorununu çözmeye yönelik köklü bir şey değil, ama birtakım şeyler… Meselâ kayyum atamamak mı? Neler olabilir? Neye râzı olabilir DEM Parti meselâ?

Altan Tan: Yani neye râzı olabileceklerini tam olarak bilemiyorum. Kendileri cevap verecekler. Ama Kürt kamuoyu için şunlar olabilir: Şu an en önemli sorunlardan birisi cezâevi. Yani on binlerce Kürt siyâsetçi veya Kürt meselesi hakkında fikir beyan eden kişi, siyâsetçi olmasa da, bunlar cezâevinde. İkincisi, bunun üç dört misli cezâevi kapılarında, yani ben de dâhil. İşte, cezâ almış, yargılanmış, İstinaf tasdik etmiş, Yargıtay’da bekliyor. Bu konuda bir düzenleme olabilir. Yani en azından cezâevlerinin kısmen boşaltılması için bir şeyler yapılabilir. Onun ötesinde, işte bu kayyum meselesi var. Zâten bir Hakkâri’ye kayyum atanmasının ötesinde başka bir kayyum olayı yaşanmadı. Bu şekilde belediyeler devam edebilir. Kürtçe konser, yazı vs., bu gibi sosyal faaliyetlerde kısmî bir müsâmaha, yani göz yumma olabilir. Tabiî hep bunları “olabilir” diye söylüyorum. Şu âna kadar bir şey yok. Hattâ bilâkis meselâ Diyarbakır’da şu an Kültür Yolu Festivali yapılıyor. Yani, yeni Vali’ye de buradan sesleniyorum, yüz yüze konuşmak nasip olmadı Vali Bey’le; çok yoğun olduğu için herhalde fırsat bulamadı bizim gibi insanlarla görüşmeye. Tabiî, çok ağır yük var üzerinde; büyük devlet adamlarıdır bunlar, öyle boşa geçirecek zamanları yoktur bizim gibi insanlarla. Ona da şunu söylüyorum: Kültür Yolu Festivali düzenliyorsunuz, Kürtçe yok, Kürt yok. Yani hangi kültür, nerenin kültürü? Lüleburgaz’da mı yapıyorsun Vali Bey bunu? Veyâhut da işte Tekirdağ’da mı yapıyorsun bunu? Diyarbakır’da yapıyorsun. Bir etrafına dön bak, yani buranın kültürü ne, edebiyatı ne, sanatı ne, halkın konuştuğu dil ne? Onun için hep “olabilir” diyorum. Yani olur mu, olmaz mı veya bunlar olduğu zaman da tatmin eder mi, ciddî bir çözüm sayılır mı? Bunu DEM Parti kendi değerlendirecek, Kürt halkı da oy verirken kendi değerlendirecek. Ama gönlümüz karamsar cümleler kurmak istemiyor. Siz biraz evvel örnek verdiniz: Sırrı Sakık’ın, Sayın Ayşegül Doğan Hanım’ın, Ahmet Türk’ün beyânatları var. Ama ortada henüz böyle elle tutulur, gözle görülür, balıklama atlanacak bir şey yok. Ha, keşke olsa. Dediğim gibi, karamsar cümleler kurmaktan hoşlanmıyoruz. İşte, meşhur bir lâf var, Osman Bölükbaşı’nın meşhur bir şiiriydi, onun tekerleme kısmında kendi hayâtını anlatırken diyor ki: “Çok arife gördüm bayram görmedim, beyhûde geçen ömre yanarım”. Yani her seferinde, işte, “Şunlar olacak, bunlar olacak, şöyle olacak, görüşülüyor” falan deniliyor. Ondan sonra bunun altından günübirlik basit bir operasyon çıkıyor. İnşallah bu sefer öyle değildir.

Ruşen Çakır: Peki sen yıllardır bunları yaşamış birisi olarak, Çözüm Süreci’nde de çok aktif bir şekilde mekik dokuyanlardan birisi olarak, kişisel olarak ne düşünüyorsun? Hakîkaten bir şeyler iyileşir gibi bir hissiyat var mı içinde, yoksa yine böyle zaman kazanmaya yönelik bir hamle mi söz konusu?

Altan Tan: Şimdi, Yılmaz Erdoğan’ın meşhur bir şiiri var, hepimizin bildiği. Diyor ki: “Ben senin beni sevebilme ihtimâlini sevdim”. Çok güzel bir tanım. Şimdi biz de yani çözüm sürecinin neyini sevdik? Hayâlini… Veya işte, Mevlânâ’ya diyorlar ki: “Şems geldi”. Çıkarıp üzerinde ne varsa hepsini bahşiş olarak veriyor. Diyorlar ki: “Seni kandırdık, aldattık, yalan söyledik”. Diyor ki: “Ben bu yalana bütün bunları verdim, gerçek olsaydı belki canımı verecektim”. Şimdi keşke, keşke ciddî bir şeyler olsa, ciddî hazırlıklar olsa. Ama ben işte bu kadar yıllık iyi kötü tecrübemden sonra, yani bu konuda öyle sahte bir tevâzu içinde de değilim. Bildiğim kadar, çünkü bildiğim konular bunlar, bir ömrü böyle geçirdim. Gördüğüm kadarıyla, bildiğim kadarıyla ciddî bir hazırlık görmüyorum; ama keşke olsa dediğim gibi. Ciddî bir hazırlığı niye görmüyorum? Yani bu işler böyle, “Sabah kalktım, akşam yaptım” değil; bunun bir altyapısı var, görüşülecek insanlar var, kamuoyu var, bir proje hazırlığı var, siyâsî tâbirle “yoklamalar” var. Yani bütün bunlar… Bir kız istemesinde bile, biliyorsunuz, önce işte bohçacılar gider, yakın konu komşu gider, kızla oğlan bir şekilde birbirini görür veya görüştürülür, bir ön hazırlık olur. Ondan sonra da istemeye gidilir, söz kesilir, şerbet içilir, nişan yapılır. Neyse… Ben böyle bir süreç görmüyorum. Yani bana intikal eden, benim şahit olduğum, içinde olduğum bir süreç görmüyorum. Ama tekrar tekrar söylüyorum: Keşke olsa. Çünkü Türkiye hem dışarıda ciddî bir sıkıntı içerisindedir; yani bu Çin, Amerika, Avrupa Birliği çatışmasında. Ortadoğu mutlaka yeniden şekillenecek. Kaç devlet tamâmen çöktü: Irak, Suriye, Lübnan. Yani bunlar Türkiye’yi mutlaka etkileyecek.Buradaki Kürt sorununun mutlaka doğru düzgün bir çözüme kavuşması, Türkiye’nin lehine bir şekle bürünmesi lâzım. Ama işte, “Biz Beşar Esad’la anlaşalım, berâber gidelim”; işte, “Kürtler’i, PKK’yı vuralım, ondan sonra da eskiye dönelim…” Bu kafadan da hiçbir şey çıkmaz. Eğer böyle düşünenler varsa…

Ruşen Çakır: Peki, o bölgesel meseleye tekrar geleceğim; ama şimdi içeriden biraz daha devam edelim.

Altan Tan: İşte, ben devam edeyim istersen. İçeride de, éBizim oylarımız düştü, yeniden başkan olmak istiyoruz”, işte, “Özgür Özel’e başbakanlık teklif edelim, Erdoğan başkan olsun, Özgür Özel başbakan olsun”; veya tersi, yani “Başkanlığı bir CHP’li aday kazandıysa, AK Parti yine en azından koalisyon ortağı olsun, yeni bir anayasada bu parlamenter sistem ve başkanlık sistemiyle ilgili yeni bir düzenleme yapalım, yarı başkanlık gibi…” Bunlar için bu hamleler yapılıyorsa, yazık olur.

Ruşen Çakır: Peki şunu soracağım: Devlet Bahçeli ile şahsen tanışıyor musunuz? Belli bir hukukunuz var mı?

Altan Tan: Yok. Benim şahsen Devlet Bey ile herhangi bir hukukum yok. Yani Meclis’te işte, “Merhaba, merhaba”. Yani onun ötesinde 5 dakika bile bir yüz yüze konuşmuşluğumuz yok. Keşke olsaydı, olabilseydi.

Ruşen Çakır: Ama biliyorsun nasıl birisi olduğunu, siyâsetini biliyorsun. Dolayısıyla Devlet Bahçeli’nin bu eli uzatmasının şimdi politik anlamlarını konuştuk, “Neler olabilir, ne olabilir?” vs. diye. Sembolik olarak ne demek istersin? Daha önce Ahmet Türk ile falan böyle birtakım şeyler olmuştu.

Altan Tan: Şimdi, Devlet Bahçeli’nin bu eli uzatması yeni değil. Biz Parlamento’dayken de yine böyle bir Meclis açılışında gelip ön sıradaki arkadaşların hepsinin elini sıktı. Ahmet Türk cezâevindeyken, verdiği demeçlerle, yani yaşını ve kimliğini gerekçe göstererek çıkmasını sağladı. Yani bunlar, Devlet Bahçeli’nin bu tip jestleri diyelim, bu tip jestleri yeni değil. Yani Ahmet Türk için de kullandı bu jestini daha önceden, eğer “jest” diyebileceksek, yine Meclis’te bizlerin, yani Parlamento’da olanların gelip açılışta elini sıkma şeklindeki jestini daha önceden de yaptı. Ama burada, Bahçeli Tayyip Erdoğan’la konuşmadan, bir mutâbakat olmadan böyle bir hamle olacağını düşünmüyorum. Ama şunu söylüyorum: Bu yapılan hamle, günü kurtarma, kısa vâdede bâzı şeyler yaparak netîcede önümüzdeki siyâsî süreçte AK Parti ve MHP’nin ayakta kalmasını, Tayyip Erdoğan’ın tekrar seçilmesini sağlayacak hamlelere mâtufsa, Türkiye’nin demokrasisi için yazık olur diyorum. Daha ciddî, daha kapsamlı, daha seviyeli işler yapılması lâzım.

Ruşen Çakır: Peki, bir başka soru soracağım — tam bunu en iyi bilenlerden birisin: DEM Parti, Kandil’in ve İmralı’nın onayı olmadan ya da onlara rağmen bir adım atabilir mi?

Altan Tan: Şimdi bunu da çok tartıştık. Yani herkesin bildiği lâfları bana söyletmek istiyorsunuz; öyle bir şey mümkün değil.

Ruşen Çakır: Yok canım, şu anlamda şunu söylüyorum: Yani bu bir…

Altan Tan: Yani bunu sen de en az benim kadar biliyorsun.

Ruşen Çakır: Tamam, okey. O zaman şuna geçelim. Şimdi, demin “dış şartlar” demiştin. Amberin Zaman’ın yazısında şöyle bir cümle var, meâlen söylüyorum: “Bölgede milis güçleri, özellikle Hizbullah konusunda çok büyük darbe yiyen İran’da iktidar içerisinde bâzı gruplar, özellikle Devrim Muhâfızları, PKK’yı kullanma önerisini dile getiriyorlar,” gibi. Bu sana gerçekçi gelir mi?

Altan Tan: Bunların hepsi ihtimal dâhilindedir. Yani biliyorsunuz, İran Ortadoğu’yu destabilize etmek için, yani bunun Arapçasını da söyleyelim, istikrarsızlaştırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bütün güçleri kullanıyor; yani Kandil’in de bugün önemli bir kesimi İran’ın kontrolünde; bunu da herkes biliyor, herkesin bildiği bir şey. Yani senin de bildiğin bir şey, benim de bildiğim bir şey. Ama burada İran gittikçe daralıyor, kolu kanadı kırılıyor. Yani bırakınız PKK’yı veya bir başkasını kullanma veya tekrar böyle büyük hamleler yapma, Lübnan’da ve Filistin’de, yani Hama’’a verdiği desteği sayarsak, Suriye’de bir şey yapamıyorsun; daha ileri şeyler yapabileceğini de ben tahmin etmiyorum. Yani bu da benim bir tahminim. Tutar tutmaz, ayrı bir tartışma konusu. Yani İran bunları isteyebilir, eski tâbirle tevessül edebilir, yani yönelebilir bu tip şeylere, politikalara. Ama ben bu konuda bir güç sergileyebileceğini tahmin etmiyorum. Tabiî esas sorun şu, biraz evvel bir şey sordun: “Kandil Öcalan’dan ayrı bir şey yapabilir mi?” diye. Çözüm Süreci’nde Öcalan –yani ben daha politik bir cümle kurayım, direkt şahıs ismi belirtmeyeyim– Öcalan devlet güçleriyle anlaşmıştı. Yani o zamanki başbakanın adını vermeyeyim direkt. Öcalan anlaşmıştı. Başkanlık Sistemi’nde AK Parti desteklenecekti, Erdoğan desteklenecekti ve bunun karşılığında da Çözüm Süreci başarıya ulaşacaktı, silâhlar susacaktı, PKK gerillaları Türkiye dışına çekilecekti ve bir yumuşama sürecinde adım adım bir şeyler olacaktı. Öcalan’la devlet güçleri bu konuda anlaşmışlardı açık ve net. Bunun aksini iddia eden varsa çıksın desin ki yalan. Bütün görüşme notları görüntülü olarak, sesli olarak, yazılı olarak duruyor; devletin elinde de var, PKK’nin elinde de var. Ama belli güçler bunu bozdu; yani Kandil de bunu bozanların arasında yer aldı. Türkiye’deki derin devlet, Kemalist kadrolar, Gülen Cemaati, Amerika… yani kimler bozdu derseniz, içeriden ve dışarıdan birlikte bozdular. Onun için bugün Öcalan’ın getireceği çözümlerle, Öcalan’ın söyleyecekleriyle Kandil’inki de birebir aynı değil. Yani keşke Öcalan tekrar rahat konuşabilse, tekrar siyâsî sâhaya inebilse. Yani böyle aracılarla, tefecilerle değil de direkt olarak kendi görüşlerini, bir şekilde Çözüm Süreci’nde olduğu gibi ifâde edebilse. O zaman iş daha da kolay olacak. Yani efendim, Kandil ne diyor? DEM ne diyor? Kim kimi dinliyor, niye dinliyor, niye dinlemiyor? Kim kimi kandırıyor? Hükûmet ne diyor? Yani bu aracılar, tefeciler ortadan çıksa, konu çok daha net anlaşılacak, atılacak adımlar da başarıya ulaşacak.

Ruşen Çakır: Peki, nasıl toparlayalım Altan? Diyorsun ki: “Pek sanmıyorum, ama inşallah hayırlara vesîle olur” diyorsun özetle. Böyle özetleyebilir miyiz?

Altan Tan: Ben böyle köklü, bütün Ortadoğu’yu, Türkiye’nin 50-100 yılını şekillendirecek bir hazırlık olduğunu görmüyorum. Ben görmüyorum diye yok da demiyorum; ben görmüyorum, belki benim gözlerim görmüyor. Yani miyopluk var, hipermetropluk var; neyse, uzağı da yakını da belki göremiyorum. Ben böyle bir hazırlık, böyle bir çaba görmüyorum. Ama tekrar şunu söylüyorum: Bunun mutlaka olması lâzım. Günübirlikten bir adım öteye gidebilse, bu yine şans. Yani hepimiz için şans. Bu şansı da ben şahsen desteklerim.

Ruşen Çakır: Çok sağ ol Altan, çok teşekkürler.

Altan Tan: Ben de teşekkür ederim, hayırlı yayınlar dilerim. 

Ruşen Çakır: Sağ ol. Evet, Altan Tan’la Devlet Bahçeli’nin uzattığı elin nelere yol açabileceğini konuştuk. Özetle, pek bir şey çıkma ihtimâli olduğunu düşünmüyor Altan Tan; ama temennî ediyor. Bir Kürt olarak, “Ben senin beni sevme ihtimâlini sevdim” diyerek, Yılmaz Erdoğan’dan hareketle bunu söyledi. Evet, Kürtler bir şekilde yakınlaşma bekliyorlar, ama burada siyâsî hesapların daha fazla olduğunu Altan Tan da söyledi. Bakalım gelişmeler neler gösterecek. Altan Tan’a çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.