Ruşen Çakır’la Hafta Başı’nın yeni bölümü yayında. Çakır, Fethullah Gülen’in ölümünün ardından yaşanacakları, Yenidoğan Çetesi’ndeki son gelişmeleri, yeni çözüm süreci iddialarını, Özel’in Demirtaş ziyaretini ve İmamoğlu’nun açıklamalarını değerlendirdi.
Ruşen Çakır’ın konukları şöyle:
- Roj Girasun yeni çözüm süreci iddialarını ve geçmişteki çözüm sürecinde yaşananları yorumladı.
- Ankara’da gazetecilerle bir araya gelen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, pek çok konuya ilişkin soruları yanıtladı. Özgecan Özgenç İmamoğlu’nun açıklamalarını aktardı.
- CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Güneydoğu gezisinden önce Edirne Cezaevi’nde eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etti. Ayşegül Karagöz Edirne’den anlattı.
- Gülseven Özkan Yenidoğan Çetesi’nde son yaşanan gelişmeleri anlattı.
Fethullah Gülen öldü
Fethullahçılığın kurucusu ve lideri Fethullah Gülen, 83 yaşında öldü. Gülen, 1999’dan beri Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Pensilvanya eyaletinde yaşıyordu.
Özgür Özel’in Demirtaş ziyareti ve Güneydoğu gezisi
CHP Genel Başkanı Özgür Özel Demirtaş’ı ziyaret etti.
Demirtaş, Özel’e “Kadınların Çığlığını Duyuyoruz” başlıklı çağrı metnini iletti. Ayrıca aynı metni sosyal medya hesabından paylaştı. Ziyaretin ardından konuşan Özel, çözüm süreci tartışmaları hakkında “Mutlaka ve mutlaka samimiyet çağrısı yapıyoruz” dedi.
Özel, daha sonra yaptığı açıklamada Güneydoğu‘ya gerçekleştireceği ziyaretin önemli bir parçası olarak Demirtaş’la görüşmenin, bölgedeki ziyaretlerin anlamını pekiştirdiğini belirtti.
İmamoğlu, Ankara’da gazetecilerin sorularını yanıtladı
Ankara’da gazetecilerle bir araya gelen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, cumhurbaşkanı adaylığından CHP’nin 2023 seçimlerinden bu zamana kadarki performansına kadar pek çok konuya ilişkin soruları yanıtladı. “Bu seçimi kaybedersek kendi uyuşmazlığımızla, hazırlıksız olmamızla biz kaybederiz” diyen İmamoğlu, ayrıca günü geldiğinde cumhurbaşkanı adayını halkın belirleyeceğini söyledi.
Yeni çözüm süreci iddiaları
Türkiye siyasetinde çözüm süreci tartışmaları yeniden gündeme geldi. Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışında DEM Partili vekillerle el sıkıştı. Ardından Abdullah Öcalan’a yönelik yaptığı çağrı, sürecin yeniden başlayıp başlamadığına dair tartışmaları tetikledi.
- OKUYUN – Türkiye’nin çözüm süreci serüveni: Diyalogdan müzakereye, müzakereden çatışmaya (2013-2015)
Yenidoğan Çetesi’nde son gelişmeler
İstanbul, Tekirdağ-Çorlu’da 112 Acil Çağrı Merkezi çalışanlarıyla işbirliği yapan suç örgütüne yönelik iddianame hazırlandı. Suç örgütü, bebek acil hastalarını, anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk etti. Ardından iddianamede sevk edilen bebeklerin ölümlerine yol açarak haksız kazanç sağladıkları yazdı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bu “Hafta Başı” yayınımız çok yoğun geçecek. Zâten yoğun bir gündemimiz vardı. Bunun üstüne dün Fethullah Gülen’in Pensilvanya’da öldüğü haberi eklendi. İşler iyice karıştı, yoğunlaştı ve birçok konu üst üste geldi. Peki, ne konuşacağız? Öncelikle Fethullah Gülen’den biraz bahsedeceğiz tabiî ki. Bu konuda ben bugün kendim bir değerlendirme yaptım, ardından eski Fethullahçı siyâsetbilimci Prof. Gökhan Bacık’la çok iyi bir söyleşi yaptık. İyi olması tabiî ki Gökhan’ın sâyesinde oldu. Daha devâmı da gelecek; ama bugün de biraz bahsedeceğiz. Özgür Özel’in Selahattin Demirtaş ziyâreti var. Ondan sonra da Güneydoğu’ya gidecek olması var. Bunları konuşacağız. Ama bunun öncesinde de bir başka husus var: Ekrem İmamoğlu’nun Ankara’da gazetecilerle yaptığı uzun kahvaltı, orada söyledikleri. Çok önemli şeyler söyledi. Bunları ele alacağız. Ve en sonunda da, tabiî arada yeni bir çözüm süreci mi oluyor, bunları Roj Girasun’la konuşacağız. Ve nihâyet “Yenidoğan Çetesi” olayını, bu olayı başından îtibâren tâkip eden muhâbir arkadaşımız Gülseven Özkan’la konuşacağız. Şimdi öncelikle Fethullah Gülen meselesine bir bakalım. Öleceği bekleniyordu; hattâ daha önce de öldüğü söylenmişti, öyle olmadığı anlaşıldı, vs.. Son dönemde daha az mesaj verir olmuştu. Verdiği mesajlarda, görüntülerde de zâten sağlığının çok iyi olmadığı anlaşılıyordu. Nihâyet dün, Pensilvanya’da bir hastânede öldüğü söylendi. Örgütün, şebekenin hesapları resmî açıklama yaptı ve en son, Ankara’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da olayı resmen doğruladı, Adalet Bakanı da doğruladı ve gördük ki artık Fethullah Gülen’in öldüğüne bir şüphe yok. Pensilvanya’ya –ya da ABD’ye diyelim– gömüleceği de kesin. Onun dışında, tabiî kesin olmayan şu: Bundan sonra bu hareket nasıl yoluna devam edecek? Bu konuda sabah bir şeyler söyledim, daha sonra da söyleriz; ama Fethullah Gülen’in yerini alabilecek bir kişi olmadığı muhakkak. Belli ki bir ekip yönetecek; ama ekibin eski heyecânı… ki heyecan zâten özellikle 15 Temmuz’dan sonra çok kötü bir şekilde azalmıştı. Toparlayabilecek bir potansiyel gözükmüyor. Ama tabiî ki tüm dünyaya yayılmış olan bu olayda, Türkiye’deki bütün operasyonlara rağmen hâlâ varlığını bir şekilde sürdüren, ama en önemlisi cezâevlerinde yüzlerce, binlerce kişinin olduğu bir yapıdan bahsediyoruz. Daha uzun bir süre konuşacağa benziyoruz bunu. Bugün önce Dışişleri, sonra Adalet Bakanlığı ayrı ayrı Fethullah Gülen üzerine açıklamalar yaptılar. Evet, Hakan Fidan’ın özellikle Fethullahçı yapı içerisinde kalan kesimlere çağrısı önemli. Nitekim bugün Prof. Gökhan Bacık da, yeni dönemde belirleyici olanın, hareketin yeni lider kadrosundan ziyâde devletin ne yapacağı olduğunu söyledi. Çünkü Fethullah Gülen’in ölümünün ardından bu yapının dağılma potansiyeli çok daha güçlü. Fakat dağılacak olan bu yapının insanlarının ya da yakınlarının nereye gidecekleri meçhul. Şu hâliyle bakıldığı zaman belki de birçok kişi, kopmayı düşünen birçok kişi, gidecek yeri olmadığı için mecbûren orada varlıklarını sürdürecekler. Bu anlamda Hakan Fidan’ın söylediğini bir yeni devlet stratejisinin ipucu olarak görmek, zorlama olabilir belki ama hiç de fena fikir olmayabilir. Çünkü 15 Temmuz’dan bu yana uygulanan o acımasız, hiç ayrım gözetmeden herkesi tepeden tırnağa biçme stratejisinin tıkandığını ve ters sonuçlara yol açtığını görüyoruz. Daha bir kazanmaya yönelik, özellikle Fethullahçı âilelerin çocuklarını tekrar toplumun eşit bireyleri hâlinde kabul etmeye yönelik birtakım stratejiler olursa daha hayırlı olabilir diyelim. Bu konuyu daha çok konuşacağız. Ama şimdi öncelikle Ankara’ya bağlanalım, konuyu değiştirelim. Ekrem İmamoğlu’nun kahvaltısını Ankara’da arkadaşımız Özgecan Özgenç tâkip etti. Özgecan bize anlatsın. Tabiî, önce Fethullah Gülen için ne dediğini sorayım. Ne dedi?
Özgecan Özgenç: Bugün Fethullah Gülen’in ölümü sorulduğunda, Ekrem İmamoğlu, “Allah’a havâle ediyorum” dedi. Elbette, “Türkiye târihine kara bir leke olarak geçen bir örgütün lideri” olarak Gülen’den bahsetti. “Allah’a havâle ediyorum” derken de, başka oluşumların, devlet içerisine sızabilecek başka yapılanmaların, örgütlerin tehlikesine aslında işâret etti. Gülen hakkında, “Benim için başka bir önemi yok” dedi. “Ancak başka örgütlerin, oluşumların üreme ve türeme kapasitesi var bu ülkede. Hâlâ ülkenin kurumlarına sızan, güzel dinimizi, inancımızı âlet ederek mekanizmalar oluşturan yapılar var” dedi. Gündeminde Yenidoğan Çetesi de vardı ve buna atıfta bulunarak, “Çocuğunu, bebeğini koru. Bırak cemaati; insanının bebeğini, çocuğunu koru” diye tepki gösterdi. Bu cemaatlerin, yapılanmaların devlet içerisindeki yapılanması noktasında, geçtiğimiz dönemlerde devletin yaptığı hatâlara üstü kapalı bir şekilde gönderme yaptı diyebiliriz İmamoğlu için.
Ruşen Çakır: Peki Özgecan, niye siz gazetecilere Ankara’da kahvaltı verdi Ekrem İmamoğlu? Belli ki Belediyeler Birliği’nin toplantısı için gitti, kendisi de başkanı. Daha önce de gitmişti; ama böyle bir şeyi Ankara’da gazetecilerle ilk defa yapıyor, değil mi?
Özgecan Özgenç: Evet. İzleyicilerimize şunu açıklamakta bir beis yok Ruşen Çakır; Ankara gazetecilerinin talebiydi aslında bu. Geçtiğimiz sene CHP’nin kurultayı öncesinde benzer bir buluşma yaşanmıştı İstanbul’da. CHP’yi tâkip eden muhâbirlerin özellikle İmamoğlu’yla İstanbul’da bir söyleşisi olmuştu. Geçtiğimiz ay Belediyeler Birliği toplantısı için geldiğinde, İmamoğlu’nun ekibiyle, basın ekibiyle bir araya geldiğimizde, kendisinin önemli bir aktör olduğunu ve bu süreçte Ankara gazetecilerinin de sorularını yanıtlayabileceğini söylemiştik aslında bir grup gazeteci olarak. Yeni bir planlama değildi. Ve bugün Türkiye Belediyeler Birliği Meclis toplantısı için Ankara’ya geldi İmamoğlu. Bu toplantı öncesinde de medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle bu kahvaltı organize edildi. Yani bu talep gazetecilerden gitti diye tekrar söylemiş olayım. Kendisi aslında bu buluşma için yapılan, “Ankara’ya ısınma turu mu?” yorumlarına da konuşmasının hemen başında, daha sorulmadan cevap verdi. “Böyle özel bir kapsamı yok” dedi. “5 yaşında Ankara’ya gitmiştim, o günden beri Ankara’ya zâten sıcak bir insanım” dedi. “ ‘İmamoğlu Ankara’ya açılıyor’ yorumlarının cevâbı budur” diyerek, Atatürk’ün emâneti olduğunu ve medeniyet şehri olduğunu vurguladı sâdece. Bugünkü buluşmanın özü îtibâriyle verilebilecek net cevap bu.
Ruşen Çakır: Peki, şunu merak ediyorum: İktidar yanlısı kuruluşların temsilcileri de var mıydı? Yoksa daha çok, hani daha muhâlefete yakın yerlerden mi gazeteciler vardı?
Özgecan Özgenç: Herkes vardı Ruşen Çakır. Pek çok soru soruldu, iki saati aşkın bir kahvaltı soru-cevap faslı sürdü. Çok çeşitli sorular, gündemde aklımıza gelebilecek pek çok başlığa dâir sorular soruldu. Kendi cenâhından, kendi kanadından soru soran isimler de oldu elbette; ama genel olarak herhangi bir iktidar kanadından geliyormuşçasına soruların sorulmadığını söyleyebilirim. Bu süreçte özeleştiri yapılıp yapılmadığı da İmamoğlu’na soruldu. Hem ana akım temsilcileri, gazete, televizyon, internet haber kuruluşları gibi pek çok görüşten, pek çok cenâha yakın basın mensubu bu sabah kahvaltıdaydı. 50’den fazla kişi olduğunu söyleyebilirim.
Ruşen Çakır: Şunu bir kısaca geçelim; esas Kürt meselesi, yeni çözüm süreci iddialarını sormak istiyorum; ama ya parti içi tartışmalar –en çok bu konuşuluyor–, adaylık tartışması, CHP’nin yeterli muhâlefet yapmadığı vs.? Herhalde bu konu birkaç soruda kendisine sorulmuştur diye tahmin ediyorum. Gördüğüm kadarıyla –hızlıca bakabildim–, “Yok böyle bir şey” dememiş.
Özgecan Özgenç: Cevapları genel olarak temkinliydi diyebilirim. Hem partisine yaptığı eleştiriler de vardı, bu eleştirileri yapıcı eleştiriler olarak adlandırmayı tercih ediyorum ben. “Kaybedersek kendimiz kaybederiz. Uyuşmazlığımızla, hazırlıksız olmamızla kaybederiz” dedi. Sen Ankara’ya geldiğinde Ruşen Çakır, Özgür Özel’le bir röportaja gitmiştik, hatırlarsın. O ifâdeyi bize kullanmıştı: “Sağ açık Mansur Yavaş, sol açık Ekrem İmamoğlu” demişti. Bu ifâde tekrar bugün soruldu. Aylardır da hatırlatılan, Özgür Özel’e de bu ismi geçen isimlere de sorulan bir soru aslında bu. “Sağ açık, sol açık” meselesinde, aslında Genel Başkan’a katılmadığı yönünde ve bu konuda Genel Başkan’a sempatik eleştirilerini de ilettiği yönünde bir cevap verdi Ekrem İmamoğlu. “Biz yol arkadaşıyız, takım arkadaşıyız, bir yarışmış gibi algılanmasına üzülüyorum” dedi, cumhurbaşkanı adaylığı konusunda adının sık sık Mansur Yavaş’la birlikte geçmesi konusunda. Kendisi bu yol arkadaşlığı konusunda, her aşamada, “yol arkadaşlığı, yol öncülüğü” gibi ifâdeler de kullandı. Tam ifâdeyi şu an göremedim, ama haberimizde çok detaylı bir şekilde bunları yazdık. Kendisinin her aşamada olduğunu vurguladı. Bu yol arkadaşlığının hedefinin tek olduğunu ve bunun da CHP’yi iktidâra getirmek olduğunu söyledi. “Genel başkanım, bu hedefe ulaşmak konusunda en az benim kadar kararlıdır” dedi bu “sempatik eleştiri” açıklamasını yaptıktan sonra. CHP’nin muhâlefetinin, özellikle toplumsal meselelere muhâlefetinin yetersiz olduğu eleştirileri konusundaki görüşü de soruldu İmamoğlu’na. Bu son zamanlarda Yenidoğan Çetesi gündemdeyken Özgür Özel’in Manisa’da, Antalya’da çeşitli programlarda boy göstermesi çokça eleştirilmişti, özellikle sosyal medyada da çokça hedef alınmıştı. Bu konuda muhâlefetin kriz anlarında yapacağı şeyi yaptığını, CHP’nin doğru yerde durduğunu söyledi Ekrem İmamoğlu. Artık bu sürecin öncesinde de sonrasında da sorumluluğun kurumlarda, iktidârın kurumlarında, bakanlıklarda olduğunu işâret etti ve kendi sorumluluklarının, CHP’nin sorumluluğunun tâkip etmek olduğunu ve bunu yaptıklarını dile getirdi. Dikkat çekici bir nokta vardı, henüz o kısmı siz görmediniz, birazdan haberimiz yayınlanacak: Erdoğan’ın adaylığı soruldu. Erken seçim meselelerine nasıl yaklaştığı, bir erken seçim öngörüp öngörmediği ve 2028’den önce, normal târihinden bir süre önce yapıldığı takdirde Erdoğan’ın yeniden aday olmasına nasıl yaklaşacağı soruldu. “Hukuka dâir engeli olmadığı takdirde Erdoğan’ın aday olması haktır. Bu konuda bir yorum yapmam doğru olmaz” dedi. Bence açıklamalarında, o alışılagelmiş adaylık veya başka eleştiriler dışındaki önemli kısımlardan birisi buydu Ruşen Çakır. “Erdoğan’ı cumhurbaşkanı olarak görmek istemem genel seçimden sonra. Ama ondan önce nerede olacağı beni ilgilendirmiyor. Hukukun işlemesi, adaylıkların meşrû bir düzende oluşması şarttır” dedi. Yani yasaların izin verdiği çerçevede bir erken seçimde Erdoğan’ın aday olması konusunda bir yorum yapmaktan imtinâ etti İmamoğlu diyebilirim. Şu iddialar da, elbette “Ahmak Dâvâsı” da soruldu, gündem oldu. Bu konuda “Yargıçlara güvenmek istiyorum” derken, CHP’nin yeterli tavrı gösterip göstermediği eleştirileri de gündem oldu. Ekrem İmamoğlu, bu konuda Genel Başkan’ın koordinasyonunda çalışan genel merkezdeki ekipten bahsetti. “Dün de konuştuk” dedi. Dün de bir toplantı yapıldığını aktarabiliriz. Genel Merkez’in oluşturduğu bu komisyon hem başka partilerle muhâlefet ve MHP ile AKP’ye de gitmek üzere planlanmış tur kapsamında temaslarını sürdürüyor, hem de İstanbul İl Başkanlığı’yla koordine şekilde “Ahmak Dâvâsı” üzerine sıklıkla çalışıyor. Bu hususta genel merkezin çok sıkı çalıştığını da söyledi. Yalnız olmadığı mesajını da verdi Ekrem İmamoğlu. Bir de şu iddia elbette kulislerde çokça yankılandı: Ekrem İmamoğlu’nun “Ahmak Dâvâsı”nda bir cezâ çıkması ihtimâline karşı bu sürece CHP genel başkanı olarak girmesi gerektiği yorumları soruldu. Kendisine de bu yorumların geldiğini söyledi, “Ancak ben öyle fırsatçı biri değilim” dedi. Şu noktada pencereyi kapatmadı diyebilirim; “Bir süreç gelişir” diyerek devam etti bu konudaki sözlerine. “Böylesi bir kavramla değil” dedi. Yani “Bir ‘Ahmak Dâvâsı’ gerekçesiyle değil, şu an için görevimin başındayım, İstanbul’a hizmet ediyorum” dedi. Ama “Bir süreç gelişir ya da dönemin sonu olur, başka bir vesîle olur” diyerek açık kapı bıraktı. “Böyle bir süreç oluşana kadar İstanbul’a hizmet etmeyi çok önemli buluyorum” dedi. Herhangi bir konuda, ne adaylık ne genel başkanlık adaylığı konusundaki iddialar hakkında o kapıları tam olarak kapatan açıklamalar yapmadı diyebilirim. Öne çıkan başlıklar olarak söyleyeceğim bunlar. Çok daha detayları haberimizde yer alacak.
Ruşen Çakır: Bir şey daha soracağım tabiî; birazdan sana Özgür Özel’in Güneydoğu ziyâretini de soracağım. Herhalde bu açılım iddialarını da sordular ya da sordunuz Ekrem İmamoğlu’na, değil mi?
Özgecan Özgenç: Tabiî ki.
Ruşen Çakır: Buna yeşil ışık yakıyor mu, yoksa buradan bir şey çıkmaz mı diyor? Ne diyor?
Özgecan Özgenç: Söylediği şu kısım önemliydi: “Kürt meselesini çoktan çözmeliydik. Cumhuriyet’in 2. yüzyılında bu mesele kalmamalıydı” dedi. İktidârın adımlarına, özellikle Devlet Bahçeli’nin el sıkışmasına bir anlam yüklemenin şu aşamada erken olduğu görüşünü paylaştı İmamoğlu. “ ‘Şimdiye kadar bu el neden sıkılmadı?’ diye sorulmalıydı” dedi. Birlik berâberlik mesajları verdi elbette. Şimdiye kadar Kürtlere ilişkin, Kürt sorununa ilişkin söylediği söylemlerine ters düşen bir şey söylemedi; eşit yurttaşlıktan bahsetti. Ancak iktidar bunu bir seçim stratejisi olarak getiriyorsa, hiç getirmemesi gerektiği vurgusunu yaptı. Bu konuda CHP’nin de önce iktidârın amacının ne olduğunu anlaması, görmesi gerektiği konusunda bir minik uyarı da yaptı diyebilirim.
Ruşen Çakır: Peki, Özgür Özel yarın Meclis’te grup toplantısı yapıyor. Ondan sonra akşam da Diyarbakır’a yola çıkıyor. Ve sen de gidiyorsun, sen de tâkip edeceksin. Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan’la berâber baştan sona izleyeceksiniz, haberleştireceksiniz. Şu ziyâreti bir anlatsana bize. Cumartesi gününe kadar sürecek diye biliyorum. Diyarbakır’dan başlayacak, bayağı bir yere gidecek ve gittiği yerlerde, hemen hepsinde gördüğüm kadarıyla DEM Partili belediye eş başkanlarını da ziyâret edecek. Nasıl bir program var önümüzde?
Özgecan Özgenç: Öncelikle Güneydoğu programını birazdan Ayşegül de anlatacak, ama bugün Edirne’den başlattı diyebiliriz.
Ruşen Çakır: Onu birazdan Ayşegül’le konuşacağız. Arkadaşımız Ayşegül senden sonra, seni yolladıktan sonra, bize Edirne’den İstanbul yolunda Özgür Özel’in Selahattin Demirtaş ziyâretini anlatacak. Evet, çok önemli, senin de belirttiğin gibi. Önce Selahattin Demirtaş, ertesi günü akşamı Diyarbakır… Evet, ne var o gezide, neler var?
Özgecan Özgenç: Yarın grup toplantısından sonra, senin de dediğin gibi, Diyarbakır’a hareket edecek. Yarın için bir programı yok. Çarşamba günü Güneydoğu turuna start veriyor. Diyarbakır’da başlayacak program. Sırasıyla Batman, Mardin, Şırnak, Hakkâri ve Van’da temasları olacak. Pazar gününe kadar 6 gün boyunca Doğu-Güneydoğu turunda Özgür Özel ile biz de berâber olacağız. DEM Partili belediye başkanları, belediye eş başkanlarını ziyâret edecek. Kayyum atanan Hakkâri ve AKP’nin geçtiğimiz seçimlerde kazandığı, hattâ taşımalı seçmen tartışmalarıyla çokça gündem olan Şırnak dışındaki bütün il ve büyükşehir belediye başkanlarını ziyâret etmesini bekliyoruz. Roboskili âileleri ziyâret edecek, Şırnak Uludere’de. Programında Roboskili âileler de var. Program dâhilinde sınır karakollarını ziyâret edecek. Amedspor ziyâretini yine yazmıştık. CHP’nin bu bölgede, Özgür Özel’in ziyâretlerini gerçekleştirdiği bölgede kazandığı tek belediye Batman’ın Hasankeyf ilçe belediyesi. Hasankeyf’te bir ziyâret olacak ve burada CHP’lilere, orada toplanan kalabalığa da hitap edecek. Bir miting olmasa da, oradakilere bir seslenme programı da düşünülüyor. CHP’nin il gezilerini program çalışmaları kapsamında da yürüttüğünü biliyoruz. Bu gezilerde hem il-ilçe örgütleriyle bir araya gelecek, hem de sivil toplum kuruluşlarıyla, bölgenin ileri gelenleriyle de bir araya gelecek. Mardin’de, Mardin Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk’ün kendisini bizzat ağırlayacağını biliyoruz. Kendi konutunda demek yanlış olmaz, konutunda da bir yemek yiyeceklerini biliyoruz. Biz bu temaslar boyunca Ferit Aslan’la birlikte yanında olacağız Özgür Özel’in. İzleyicilerimize de anbean aktaracağız.
Ruşen Çakır: Yanında kimler olduğunu biliyor muyuz? Ben Sezgin Tanrıkulu’nun olacağını biliyorum, ama o kadar. Bayağı geniş bir ekip mi söz konusu?
Özgecan Özgenç: Geniş ve 6 gün boyunca zaman zaman değişebilecek uzun bir program. Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu bu programın sâdece yanında olmayacak, düzenleyenler arasında da, yani bu tek tek temasların nasıl kurulacağı konusunda da sorumluluk alan isimlerden birisi. MYK üyeleri yanında olacak Özgür Özel’in; pek çok milletvekili de olacak. Henüz hangi gün, nerede hangi programın olacağı tam olarak netleşmedi. Bugün MYK toplantısından sonra netleşmesini ve kendisine hangi isimlerin eşlik edeceğinin bugün belli olmasını bekliyoruz. Ancak pek çok yöneticisi, milletvekili Özgür Özel’in yanında olacak bu 6 gün boyunca.
Ruşen Çakır: Şimdi birazdan Ayşegül’ün anlatacağı Edirne ziyâreti sonrası yaptığı açıklamada, Kürt meselesi konusunda çok somut şeyler söylemiş. Dolayısıyla orada da bayağı somut olarak bir şeyler söyleyecek ve iktidârın başlattığı varsayılan ya da “Başlatacak mı acaba?” denilen yeni olayın dışında kalmayacağını göstermiş olacak ve bu gezi de bunu perçinleyecek, değil mi?
Özgecan Özgenç: Geçtiğimiz grup toplantısında bunun mesajını vermişti aslında Ruşen Çakır. Sıkılı yumrukları gevşetmek için bu ziyâreti yaptıklarını ve bu olası yeni çözüm süreci tartışmalarına ilişkin ne söyleyecekse bu gezide söyleyeceklerini söylemişti. Hem Demirtaş ziyâreti hem de bu gezide vereceği önemli mesajları sâhiden bekliyoruz. Demirtaş’ın selâmıyla bu ziyâretlere başlayacak olması bizim açımızdan oldukça önemli. Bu yarınki grup toplantısında da elbette buna dâir mesajları olacaktır. Ancak esas sözünü Diyarbakır’dan, Van’dan söylemesi bizim de beklediğimiz şeyler. Hangi başlıkların olabileceğine, öne çıkan nelerin olabileceğine dâir bugün yine MYK toplantısında bâzı şeylerin şekilleneceğini düşünüyoruz. Bugün 16:00’da başlayacaktı MYK toplantısı. Özgür Özel’in Edirne ziyâretinin ardından biraz sarkma oldu, 18:00’de başlayacak. Biz de buradan yine bir şey öğrendikçe aktaracağız. MYK’da da bu mesajların içeriğine dâir bir şey şekilleneceğini, yarın sinyallerinin verileceğini ve Diyarbakır’da tam olarak duyacağımızı söyleyebilirim.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Özgecan, sağ ol. Şimdi Edirne’ye uzanacağız. Sana teşekkürler ve iyi yolculuklar. Orada hakîkaten haberin Allah’ını bulacaksınız. Çok yoğun olacak, yorucu olacak. Ama ben meselâ Erbakan’la gitmiştim bir kere Güneydoğu gezisine. Hayatımın en verimli gezilerinden birisiydi. Bu o kadar olur mu bilmiyorum, umarım öyle olur. Tekrar iyi yolculuklar, kolay gelsin diyelim.
Özgecan Özgenç: Çok teşekkürler.
Ruşen Çakır: Ve Edirne’de Ayşegül Karagöz’e bağlanıyoruz. Ayşegül Karagöz arkadaşımız Edirne’de bu olayı tâkip etti, kendisine detayları soralım. Ayşegül, merhaba.
Ayşegül Karagöz: Merhaba, iyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Şimdi Özgür Özel’i dinledik, çok pozitif konuştu. Hem uzatılan el konusunda pozitif konuştu hem Selahattin Demirtaş’a ayrıca bir önem atfetti. Bu mesajlar çok açık ve net; yarın akşam da Diyarbakır’dan o büyük gezisine başlıyor. Orada hava nasıldı? Edirne’de bayağı bir ilgi vardı diye görüyorum. Gördüğüm kadarıyla hem medyanın ilgisi var hem CHP de bayağı kalabalık gitmiş. Neler gördüğünü, söylediklerinden önce neler gördüğünü, atmosferi biraz anlatır mısın?
Ayşegül Karagöz: Evet Ruşen Çakır, aslında şöyle ifâde edebilirim: Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Edirne Cezâevi’nde tutuklu bulunan HDP eski genel başkanı Selahattin Demirtaş’ı ve Selçuk Mızraklı’yı ziyâret etmek için zâten öncesinden Adalet Bakanlığı’na başvuru yapmıştı. Bugün saat 11:20 civârında cezâevinin önüne geldi. Tabiî Özgür Özel gelmeden önce biz basın mensupları orada bekliyorduk Özgür Özel’in gelmesini. Ve basın mensuplarının ilgisinin yoğun olduğunu söylemek mümkün; çünkü çok fazla basın mensûbu, Özgür Özel’in vereceği mesajları tâkip etmek için gelmişti. Özgür Özel geldiğinde, Demirtaş’ın avukatları Arafta Düet (Dipnot Yayınları, Temmuz 2024) isimli kitabını verdi Özgür Özel’e. Demirtaş’ın yeni kitabı Arafta Düet ve bir çağrı metni takdim etti. Bu çağrı metni Özgür Özel’e verildikten ve Özgür Özel içeri girdikten yaklaşık 15 dakika sonra, Selahattin Demirtaş’ın Twitter hesâbından da yayınlandı. Ne diyor peki o çağrı metni bize? Aslında orada Demirtaş, görüşmeye ilişkin olarak, erkek şiddetine vurgu yaptı, âcil ve orta vâdeli alınabilecek önlemleri sıraladı. Her dilde hizmet veren Alo Şiddet Hattı kurulması gerektiğini söyledi, 6284’ün tartışılmadan uygulanmasının önemine aslında vurgu yaptı orada. Bu kitabı aldıktan sonra ve avukatlarla kısa bir görüşmeden sonra –ki o da yaklaşık 1 dakikalık bir süre zarfında gerçekleşti– Özgür Özel aracıyla geldi. Avukatlar hem kitabı hem de çağrı metnini takdim etti. Ardından, yaklaşık 45 saniye, 1 dakika süren bu alışverişten sonra cezâevinin içerisine girildi. Yani 11:30 sularında cezâevinin içine girdiğini düşünürsek eğer, Özgür Özel’in cezâevinden çıkması saat 14:00-14:15’i buldu. Yani yaklaşık 2,5 saatlik bir görüşme gerçekleştirildi içeride. 2,5 saat boyunca Özgür Özel cezâevinin içerisindeydi. Bu uzun bir süre. Biz çünkü belki 1-1,5 saatlik bir süre beklerken, aslında 2-2,5 saate yakın bir süreden bahsediyoruz.
Ruşen Çakır: Pardon, sözünü kestim. Yanında kaç kişi girdiler ziyârete, onu biliyor musunuz tam olarak?
Ayşegül Karagöz: Kaç kişi girdiklerini bilmiyorum, ama yanında Veli Ağbaba ile Sezgin Tanrıkulu da vardı. Söyleyebileceğimiz iki milletvekili vardı yanında. Sezgin Tanrıkulu ile Veli Ağbaba, benim gözüme çarpan iki milletvekilimiz. Onlar da Özgür Özel’le berâber aracın içerisinden çıktı, avukatlarla selâmlaştı, ardından cezâevinin içerisine girdiler. Tabiî ki cezaâevinin içerisinde görüşmeye dâhil oldular mı, yoksa dışarıda mı beklediler bu konuda net bir bilgim yok ne yazık ki.
Ruşen Çakır: 2,5 saat gerçekten, senin de vurguladığın gibi, çok uzun bir süre. Bayağı bir şey konuşmuş olmaları lâzım. Şimdi, Özgür Özel’in yaptığı açıklamada, gördüğümüz ya da bizim verdiğimiz kısmında uzatılan el ve Selahattin Demirtaş’a yönelik söylediği olumlu şeyler var. Ama meselâ başlıklar aktarıldı mı, size bilgi verildi mi? Bu 2,5 saat boyunca havadan sudan konuşmadılar herhalde, çok siyâset ağırlıklı konuşmuş olmaları lâzım.
Ayşegül Karagöz: Özgür Özel çıktığında bir açıklama yaptı tabiî; ama bizim orada bildiğimiz ve Selahattin Demirtaş’ın da görüşme sonrası avukatları aracılığıyla attığı tweet’ten bildiğimiz, Kürt sorununa değindikleri, demokrasiye değindikleri, dış politikaya değindikleri, doğa haklarından emekliye, gençlerden çocuklara, özellikle kadınların sorunlarına değindiklerini biliyoruz. Hattâ Özgür Özel bunun üzerine vurgu yaparak açıklamasında da söyledi. Selahattin Demirtaş da Twitter’dan yaptığı açıklamasında kadın haklarına ve çözüm önerilerine değindi. Son günlerde gerçekleşen bu yenidoğan bebeklerin hastânelerde öldürülmesine ilişkin soruna da değindi. Bunların konuşulduğunu biliyoruz. Türkiye’nin temel sorunlarının ve bunların çözümlerinde siyâsetin aldığı roller üzerine konuştuklarını biliyoruz. Zâten Selahattin Demirtaş da görüşme sonrası bir tweet attı, o tweet’te de bunlardan bahsetti. Teknik olarak işbirliğinin önemine, bu el sıkışmanın seremonisine ve bundan sonraki sürece ilişkin, hem Kürt sorununa hem Türkiye’deki demokrasi sorununa ilişkin olarak bu konular ve bu konular için çözüm önerileri üzerine konuştuklarını biliyoruz. Zâten Özgür Özel de konuşmasında bunların sinyallerini verdi. Önemli başlıklar verdi çünkü. Demirtaş da attığı tweet’te aslında bunları söyledi, bize de aktarmış oldu. Özgür Özel yaptığı konuşmasında hem Demirtaş’ın yeni kitabına atıfta bulundu, onun üzerine konuştuklarını söyledi; hem de bu çözüm sürecine ilişkin konuştu. Hemen benim dikkatimi çeken önemli başlıklardan belki bir kısmını burada aktarabilirim, hem de üzerine tartışabiliriz isterseniz. Bu ziyâretin önemli olduğunu söyledi Özgür Özel. Daha önce planladığı bir ziyâret olduğunu ve gecikmiş bir ziyâret olduğunun da altını çizdi. Bir de zâten az önce Özgecan Özgenç de anlattı, yarından îtibâren Özgecan da Özgür Özel’i Doğu’da ve Güneydoğu’da anbean tâkip ediyor olacak. Bu ziyâretten, yani Doğu ve Güneydoğu ziyâretinden önce yapılan bir ziyâret olmasının da önemini vurguladı. Aslında o ziyâretin ilk bugün Edirne’den başladığını da söyledi. Bu da önemli bir açıklamaydı aslında. Çünkü Doğu’ya ve Güneydoğu’ya ziyârette bulunmadan önce Demirtaş’ı ziyâret etmeleri gerektiğini söyledi. Eğer ziyâret etmeden oraya gitselerdi eksik kalacağını belirtti, bunu da ifâde edebiliriz.
Ruşen Çakır: Ayşegül, son olarak şunu sormak istiyorum. Şimdi, Özgür Özel ziyâretin öneminin altını çizmiş. Siz gazeteciler olarak oraya İstanbul’dan karayoluyla gittiniz, 2,5 saat de orada beklediniz. Değdi mi diyeceğim; değmiştir herhalde de… Peki bu gerçekten târihî anlamı olan bir ziyâret mi? Sen nasıl görüyorsun? Yoksa, “Selahattin Demirtaş’ı birçok siyâsetçi ziyâret ediyor zâten” deyip, çok da fazla önemsenmeyecek bir şey mi?
Ayşegül Karagöz: Tabiî bunu siz uzmanlar, duayen gazeteciler daha iyi yorumlar, ama ben yeni bir gazeteci olarak şunu söyleyebilirim: Bence bu önemli bir ziyâretti. Zâten Özgür Özel de vurguladı orada, “Biz uzatılan eli geri çevirmeyiz” diye. Ben bu ziyâretin önemli olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda Doğu ve Güneydoğu ziyâretinden önce yapılmasının da önemli mesajlar verdiğini düşünüyorum. Yani oraya boşuna gittiğimizi veya Özgür Özel’in bu ziyâretinin amaçsız bir ziyâret olduğunu düşünmüyorum ben. Ama tabiî ki bunu yorumlayabilecek olan gazetecilerdir ve bu işin uzmanları bunu daha iyi yorumlar diyerek, kendi şahsî fikrim elbette bu görüşmenin boşu boşuna olmadığı yönünde.
Ruşen Çakır: Ayşegül, orada o kadar saat kaldın, görüşünü söylemekten çekinme. Biz ayrıca yorumlarız, o ayrı. Ama çok sağ ol, bütün oradaki meslektaşlarımıza da geçmiş olsun. Ama önemli bir olaya tanıklık ettiniz. Teşekkürler, kolay gelsin.
Ayşegül Karagöz: İyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Evet, konuyu ele almaya devam ediyoruz. Birazdan Roj Girasun stüdyoda olacak ve onunla, “Bahçeli’nin uzattığı el hakîkaten bir şeylerin kapısını arayabilir mi?” sorusunu konuşacağız. Evet, yeni bir çözüm süreci mi? Roj, sen o sırada daha çok gençtin.
Roj Girasun: Evet, ama bölgede yaşayan herkes gibi bütün süreçleri çok yakından tâkip edip yorumlamıştık. Yani hem sonrasında hızlı bir çatışmalı sürecin başlaması sebebiyle bir anda bir belirsizliğin ve şiddet sarmalının içine düştü bütün toplum, hem de diğer taraftan ne oldu ne bitti çok anlayamadı insanlar doğrusu ve Çözüm Süreci bittiğinden beri, “Yeniden bir süreç olacak mı?” tartışması devam etti.
Ruşen Çakır: Her seçim öncesi özellikle, değil mi?
Roj Girasun: Evet.
Ruşen Çakır: Özellikle de AK Parti’nin Kürtleri, “Geldi, geliyor, bu sefer olacak” diye tabanı diri tutmaya çalıştılar, ama eli Bahçeli uzattı.
Roj Girasun: Evet, yani işin ilginç kısmı şu: Cumhur İttifakı 2017 yılında kuruldu ve 2017 yılından bu yana bu çözüm tartışmaları, Kürt meselesiyle ilgili adımlar her konuşulduğu anda, aslında Cumhur İttifâkı’nın söylem sınırlarını Milliyetçi Hareket Partisi’nin belirlediği, Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir çözüm önünde engel olacağı ve bu Cumhur İttifâkı dağılmadan Kürt meselesinde yeni bir arayışa pek imkân olamayacağına dâir bir genel kanaat vardı. Görünen o ki Bahçeli’nin uzattığı el biraz bu ezberleri bozmuş oldu. Tabiî bu neden kaynaklanıyor? Yani bu Türkiye’nin iç dinamiklerinin zorladığı bir mesele mi, yoksa bölgesel dinamiklerin mi? Bunu da ayrıca sormak lâzım.
Ruşen Çakır: Burada insanlar neredeyse yazı-tura atıyor. Genel eğilim, “İç nedenler, dışarısı bahâne” diyenler var. Ben açıkçası çok emin değilim. Tabiî ki Erdoğan yeniden seçilmek istiyor falan, ama Ortadoğu’da şu âna kadar olanlar ve bundan sonra olması muhtemel gelişmeler hesaba katılınca, Bahçeli’nin “İç cepheyi güçlendirelim” çıkışının bir karşılığı olduğunu düşünüyorum. Sen ne dersin?
Roj Girasun: Evet. Ben bu defa iç dinamiklerden bölgesel meselelere bir gidiş değil, böyle bir okumadan ziyâde, bölgesel dinamiklerin içeride bir çözüm arayışına zorladığını düşünüyorum. Hele ki seçimlere bu kadar uzun bir zaman varken böyle bir adım atmak, hattâ buna Bahçeli’nin iknâ edilmiş olması, Bahçeli üzerinden böyle bir adımın atılmış olması, daha çok güvenlik bürokrasisinin de Türkiye’nin kadim devlet refleksleriyle buna bir hal çâresi aradığını gösteriyor en azından. Ama “Bu bir süreç mi, bir durum mu, bir süreç başladı mı?” diye soracak olursanız, henüz bir sürece evrilmeye yakın bir durum gibi görüyorum. Çünkü henüz kim ne istiyor, kim ne talep ediyor, kim ne veriyor gibi bir pazarlığın düşünülmediği, hesap edilmediği ve bunun üzerinden de yeni bir hâlin ortaya çıkmadığı kanaatindeyim.
Ruşen Çakır: Peki, şimdi Amberin Zaman Al-Monitor’da bir haber yaptı. Dedi ki: “Güvendiğim kaynaklara göre, Öcalan Kandil’le görüştürüldü. Kandil’den ‘Peki, bizim geleceğimiz ne olacak?’ sorusu gelince de onlara bağırarak telefonu kapattı” diye bir haber yaptı. Ve her iki taraftan, yani Kandil’den yalanlama geldi. Murat Yetkin’in bir yazısından öğreniyoruz ki üst düzey güvenlik yetkilileri de Türkiye’de bunu yalanladı. Kimisi, “Bu aslında Nisan 2024’te Murat Karayılan’ın dile getirdiği –‘Bize ahlâksız bir teklifte bulundular’ demişti ya?– o olayı kastediyor” dedi. Şu anda Öcalan… yani o haber doğru olursa bambaşka bir şeyden bahsediyoruz demektir.
Roj Girasun: Şöyle: Yani bu tür yalanlamalar çok oluyor. Hatırlıyorsunuz, önceki çözüm sürecinin ilk yalanlanması çok üst düzeyden gelmişti ve çok sert bir açıklamayla gelmişti. Kemal Kılıçdaroğlu, “Eğer böyle bir süreç yürüyorsa, biz buna bir kredi veriyoruz, bir açık çek sunuyoruz” gibi bir konuşma yapmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan o dönem başbakandı sanırım. Bu açıklamaya karşın, “Bizim İmralı ile görüştüğümüzü iddia edenler şerefsizdir” gibi böyle üst perdeden bir tonlama ile açıklama yapmıştı. O yüzden aktörlerin aslında neyi yalanladığı çok önemli değil. Yani haberler spekülatif olabilir, içeriğinin doğruluğu sorgulanabilir; ama bahsettiğimiz gazeteciler de, özellikle Amberin Zaman da, biliyoruz ki bugüne kadar yaptığı haberlerde çok altı boş şeyler söylemedi. Yani güvenilir gazeteciler olduklarını söyleyebiliriz. O yüzden hani buraya girmeden görünen hal, Bahçeli’nin elini uzatması, bu elini uzatmasını îzah etmesi, sonra bunu tekrar etmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buna dâir Bahçeli’nin açıklamalarının altını çizmesi, sonrasında yaptığı başka açıklamalar; yani önceki çözüm sürecini hatırlatan ve “Bu yanlışları tekrar etmeyeceğiz” mukabilinde açıklamalar bir şeylerin yürüdüğünü söylüyor bize. Ama bu hangi tonda yürüyor, nasıl bir zemini var, bu soruların hepsi cevâbını arıyor. Zâten bunlara dâir konuşacağız muhtemelen.
Ruşen Çakır: Evet, tabiî. Şimdi, Amberin’in haberinde de bulunan, uzun zamandan beri bir algı var: Öcalan daha yakın, yani İmralı daha yakın, Kandil daha uzak — ki aslında geçen çözüm sürecinde de böyleydi. O dönemde de biz İmralı’ya gidemiyorduk, ama Kandil’e gazeteci olarak gidebiliyorduk ve ben biliyorsun Duran Kalkan’la, Murat Karayılan’la, Cemil Bayık’la birkaç kere röportaj yaptım. Çok temkinliydiler. Meselâ Murat Karayılan’ın o geri çekilme karârını açıkladığı, onlarca gazetecinin geldiği basın toplantısının ardından gazetecilerle yaptığı sohbette, meselâ hep bir ayağı frende gibiydi. Cemil Bayık da kezâ öyle. Yani şöyle bir yaklaşımları vardı: “Öcalan bir şey istiyor, biz de ona riâyet ediyoruz, ama olmayacak gibi”. Şimdi daha farklı bir bakış var sanki.
Roj Girasun: Evet. Yani şöyle: Bir önceki DEM kanadından başlayalım belki. Şimdi bu bahsettiğiniz temkin hâli, DEM Parti dâhil olmak üzere her yerde var. Ama bu temkin hâlini geride bırakan başka bir şey var: İyimserlik ve uzatılan eli tutma arzusu. Diğer taraftan Kandil, yani başka bir aktör olarak, başka bir kurum olarak Kandil’e dönüp baktığımızda, önceki çözüm sürecindeki kötümserliğin yanında, aynı zamanda bu bölgesel savaşın ortaya çıkaracağı yeni dinamiklerin yeni fırsatlar doğurabileceğine mukabil bir zihin görünüyor. En azından yazdıkları yazılar, basında çıkan ifâdeler bunu söylüyor. Ama Öcalan’ın 2013’ten bu yana özellikle çok net şekilde Türkiye’de silâhlı mücâdelenin yollarının artık kapandığını, daha doğrusu silâhlı mücâdelenin artık Kürt meselesinin çözümüne dâir bir hak arayışı olmasından vazgeçilmesi konusunda zihni çok net. Artık Kürt meselesinin başka yollar, başka araçlar yoluyla ifâde edilmesine, siyâset kurumunun başka şekilde dizayn edilmesine dâir gizli olmayan şeyler var. Yani buna dâir net bir zihin var. Önceki çözüm sürecinde bu noktada bir gerilim yaşandı; yani her ne kadar Kürt siyâsetinin kendi içinde başka bir dili olsa bile, yani bu kurumlar bunun bir şekilde üstünü örtse, başka isimler bunu çok kamuoyuna açıklamasalar bile, böyle bir gerilimin 2013 ile 2015 arasında yaşanan çözüm sürecinde olduğunu biliyoruz. Ve bu sır olmayan mesele, tabiî bugün başka bagajları ve bâzı avantajları da getiriyor berâberinde. Çünkü bir yeni çözüm hâli –süreç demeli miyiz dememeli miyiz o başka bir soru ama–, bu yeni durum en nihâyetinde şöyle bir avantajla da başlıyor: Artık taraflar birbirlerinin sınırlarını daha iyi biliyor, ne isteyeceklerini daha iyi görüyor ve önceki çözüm sürecindeki hatâları yapmaktan daha çok imtinâ ediyorlar, temkin hâlini güçlü bir yerde tutuyorlar.
Ruşen Çakır: Şimdi, ben geçen İdris Baluken’le yayın yaptım. Çözüm Süreci’ndeki İmralı heyetindeydi o. Sâdece İmralı değil Kandil’e de gidiyorlardı – Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve o. Üç tâne husus öne çıkarttı; ama bunların en çarpıcısı: Geçmişte şeffaflık sorunu yaşadıklarını, bir de “üçüncü göz ihtiyâcı”nı söylemişti — ki o târihlerde de bu dile getirilmişti az buçuk. “Üçüncü göz” nedir? İki taraf müzâkere ederken üçüncü bir tarafın onu uyarması falan. Bu üçüncü göz denince, genellikle dışarıdan birileri anlaşılıyor; ama meselâ Meclis böyle bir rol oynayabilir mi? Şu anda daha fazla Meclis’in öne çıkacağı bir şey olabilirmiş gibi geliyor bana ve tabîi şeffaflığı da berâberinde getirir bu.
Roj Girasun: Bu çatışma/çözüm meseleleri biraz karışık meseleler; ama aynı zamanda bu konuda devâsâ bir literatür de var. Bu üçüncü göz genelde başka bir devletin arabulucu olduğu formüller oluyor ya da yabancı bir kurumun arabulucu olduğu formüller oluyor.
Ruşen Çakır: Türkiye’nin de öyle üçüncü göz olduğu yerler var, değil mi?
Roj Girasun: Türkiye’nin de var, evet, onu diyecektim: Filipinler’de Türkiye bir üçüncü gözdü ve arabulucuydu. Yani aslında Türkiye’nin bu konuda bir deneyimi de var. Hattâ İnsânî Yardım Vakfı İHH bu konuda arabulucu gruplardan birisiydi — Türkiye’deki İslâmî yardım kuruluşlarından birisi. Yani Türkiye’nin böyle bir deneyimi oldu. Ama önceki çözüm süreci, tırnak içerisinde, biraz daha “yerli ve millî”ydi aslında. Biraz da bu yüzden üçüncü bir göz arama telâşı pek olmadı, arzusu pek olmadı. Çünkü Oslo Süreci’nde biraz bu sızan bilgiler, yani dışarıya sızan kayıtlar, orada yaşanan güvensizlik, o sürecin belki arabulucular eliyle yürütülmesini engelledi. Ama benim asıl gördüğüm şey, bu yeni sürecin biraz hızlanarak gitmesi gerektiği konusunda taraflarda bir mutâbakat görünüyor; yani zihinsel bir mutâbakat hâli var. Çünkü önceki çözüm süreci çok fazla zamâna yayıldı. Bir taraftan şeffaflık probleminden bahsediyoruz, evet. Yani taraflar ne konuştu, ne oldu, ne bitti ve süreç niye bozuldu meselesine dâir herkesin başka cevapları var — süreç çok şeffaf ilerlemediği için. Ama diğer taraftan da her şey çok konuşuldu. Yani çok konuşuldu, çok îlân edildi, Âkil İnsanlar toplumun her tarafına gittiler. Yani bölgenin, Türkiye’nin her yerine gittiler geldiler. Bu mesele çok fazla görünür bir hal aldı, vs.. Belki problemlerden biri biraz da buydu. Yani şeffaflıkla alâkalı ben çok ciddî bir problem olduğu kanaatinde değilim. Yani İdris Baluken’e o konuda katılmıyorum. Ama başka tarafların da, örneğin muhâlefetin de sorunun çözümüne müdâhil olmadığı ve o önceki çözüm sürecinin büyük eksiklerinden birisinin bu olduğu kanaatindeyim. Biraz da bugünkü çözüm sürecini, bugünkü durumu bence avantajlı kılan meselelerden birisi belki bu olabilir.
Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Bugün Özgür Özel’i gördük; çok net bir şekilde, “Uzatılan ele sâhip çıkarız” dedi ve şimdi de Güneydoğu’ya gidecek, Salı gününden îtibâren. Bayağı kapsamlı bir gezi yapacak, gitmeyeceği yer yok. Ve orada her gittiği yerde DEM Partili belediye eş başkanlarıyla da buluşacak. En büyük buluşmayı tabiî ki Ahmet Türk’le yapacak Mardin’de, o ayrı. CHP’nin burada geçen seferkinden farklı olarak “Evet” demesi ve dâhil olmaya niyetli olduğunu açıkça beyan etmesi birçok şeyi değiştirebilir mi? Çünkü burada şöyle bir mesele var: Yani Bahçeli’nin bu hamlesinin DEM Parti’yi muhâlefetten uzaklaştırma hamlesi olarak yorumlayanlar için burada bir ârıza var. Yani CHP’den uzaklaştırmak istiyorsun, ama CHP de geliyor. Yani şimdi anlatabiliyor muyum? Böyle karışık bir durum var.
Roj Girasun: Şimdi aslında önceki çözüm sürecine Kemal Kılıçdaroğlu, haksızlık etmeyelim, bir kredi verdi. Yani hattâ bahsettik ya programın başında; Tayyip Erdoğan bu eli itti. Yine Öcalan’ın görüşme notlarında, muhâlefetin de bu sürece dâhil edilmesi gerektiğine dâir uyarıları var. Hattâ, “Bu süreç Meclis’te daha çok konuşulsun. Kendinizi bu anlamda garantiye alın” diye dönemin HDP’li vekillerine, siyâsetçilerine altı çizili şekilde uyarıları var — ki sonrasında yaşanan şeyler bunda ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Ama bugün tabiî bu normalleşme meselesiyle berâber belki, bu normalleşme tartışmalarıyla berâber, Cumhuriyet Halk Partisi’nin buraya müdâhil olabilmesinin imkânları daha fazla var. Çünkü daha önce Bahçeli de çok sert bir yerdeydi. Yani önceki sürecin bug’larından birisi, Bahçeli’nin kesinkes karşıtlığı ve MHP’nin sert muhâlefetiydi, radikal muhâlefetiydi. Şimdi bugün bir milliyetçi supap da var. Eğer bir süreç yürütülecekse, toplumdaki milliyetçi kaygıyı azaltacak bir milliyetçi aktörle de yürütülebilir bu. MHP’nin o yüzden burada olması anlamlı. Ama diğer taraftan, diğer toplumsal kesimleri bu süreçte ancak Cumhuriyet Halk Partisi gibi bir siyâsal partinin varlığı iknâ edilebilir. Bence Kürt siyâsetinde de artık Demirtaş’ın da bir aktör olarak bu sürece dâhil olacağı görülüyor, önceki çözüm sürecinden farklı bir şekilde. Ancak Demirtaş gibi bir figür buradaki toplumsal muhâlif kesimlerin de endîşelerini büyük oranda azaltabilir.
Ruşen Çakır: Tam ona gelecektim. Şimdi Özgür Özel’i izlediğimizde, hem uzatılan eli takdir etti, olumlu şeyler söyledi; ama özel olarak Selahattin Demirtaş’ın çok önemli olduğunu söyledi. Ben daha yeni, “Türkiye’nin Selahattin Demirtaş’a ihtiyâcı var” yayını yapmış birisi olarak, tabiî ki buna katılıyorum. Ama orada bir “ama” var. Çünkü sizin Rawest olarak yaptığınız bir araştırmada, Selahattin Demirtaş’la ilgili bulduğunuz bulguların, meselâ Kürt hareketine yakın bâzı yayın organları tarafından çok sempatik karşılanmadığını da biliyorum. Yani orada Kürt hareketi içerisinde, Selahattin Demirtaş’ın konumu ve netliği hâlâ belli değil. Anladığım kadarıyla Demirtaş, Öcalan’ın önceliğini, varlığını ve esas alınması gerektiğini kabul ederek, kendine bir bakıma iyice güvenli bir alan da yarattı, ama hâlâ bir sorun var sanki.
Roj Girasun: Yani şöyle: Siyâsî partilerde bu tür liderlerin ortaya çıkması, aktörlerin büyümesi bir gerilim alanı yaratır ve mesele bence bu gerilimin varlığından ziyâde, bunun yönetilebilirliği. Yani bir kontrollü gerilim bütün siyâsî partilerde muhtemelen var. Tabiî yani Kürt siyâseti gibi, özellikle dışarıdan operasyonlara çok fazla mâruz kalan siyâsî yapıların bâzı bulgulara böyle bir şüpheyle, korkuyla yaklaşması, buna dönük eleştirilerin yapılması da olağan karşılanabilir. Ama diğer taraftan da araştırmaların namusuna da güvenerek söylediğim başka bir şey: Demirtaş’ın o olağan hâle gelmiş, Kürt siyâseti içerisindeki aktörlerden ve fenomenlerden birisi olmanın artık dışına tekabül ettiği. Bunu bence bütün toplum görüyor. Yani siz de bir deneyimli gazeteci olarak herhalde 30 yılı aşkın süredir Kürt siyâsetinde Demirtaş dışında bir ikinci aktörün bu kadar öne çıktığını hatırlamazsınız. O yüzden bu önemli bir mesele. Ama burada Öcalan’la Demirtaş’ı karşı karşıya getirmek bence zâten problemli meselelerden birisi; böyle bir korku üretmek problemli. Birilerinin murâdı, diğerlerinin korkusu olabilir bu mesele. Ama ben, Öcalan’ı ve Demirtaş’ı, bu süreçte birbirlerini tamamlayabilecek, birbirlerinin pozisyonunu güçlendirebilecek iki aktör olarak işâretleyebilirim. Yani Demirtaş’ın bu süreçte Öcalan’a dâir, onun karşısında duran veya eksilerini işâret eden bir yerden ziyâde, onun misyonunu güçlendiren ve söylediği sözün farklı toplumsal kesimlerde de iknâ ediciliğini artıran bir aktör olarak öne çıkmasını daha mümkün görüyorum.
Ruşen Çakır: O zaman tabiî şöyle bir husus var: 1) Öcalan üzerindeki tecrîdin kaldırılması; 2) Selahattin Demirtaş ve diğer –tabiî ama öncelikle Selahattin Demirtaş sembol anlamda– siyâsî tutukluların serbest bırakılması gibi iki önemli adım bekliyoruz. Yani “bekliyoruz” dediğim, bu adımlar bir şekilde atılırsa bayağı bir yol gidilmiş olacak sanki.
Roj Girasun: Yani aslında bir taraftan gördüğümüz şey: Devlet Bahçeli, Öcalan üzerindeki tecrîdin kaldırılmasına dâir bir çağrı yaptı. Yani bu ironik olarak böyle bir taraftan, çünkü Öcalan’a “Buyur konuş” çağrısında bulundu. DEM Parti de bardağın dolu tarafından yaklaştı meseleye. Bunu Öcalan’a yönelik tecrîdin kaldırılmasına dönük bir politik hamle olarak gördü. Evet, Öcalan’ın konuşması gerekiyor ki ne düşündüğünü bilelim. Yani bunun dışında her şey aslında şu an biraz fal bakmak oluyor. Her ne kadar kanaatlerini bilsek dahi, tahmin ediyoruz. Bu tahminlerin ötesine meseleyi taşıyabilmek, yani önceki pozisyonlarını sâdece yorumlamaktan ziyâde, artık ne söylediğini ete kemiğe büründürmek açısından Öcalan’ın konuşması üzerindeki tecrîdin kaldırılması bir anlam ifâde edecektir. Diğer taraftan da Demirtaş meselesi var. Demirtaş 8 yılı aşkın süredir cezâevinde. Kasım ayında 8. yılını doldurmuş olacak. Türkiye’de bu kadar uzun süre cezâevi yatmış bir siyâsî parti genel başkanı yok. Evet, Türkiye siyâsal târihinde çok fazla sayıda siyâsal liderin cezâevinde yattığını biliyoruz; ama hiçbiri bu kadar uzun süre cezâevi yatmadı. Ve dönüp baktığımız zaman, Demirtaş örgüt üyesi dahi olsaydı, bu kadar uzun süre bir tutuklulukta kalmaması lâzımdı, bu kadar cezâ yatmamış olması gerekirdi. O yüzden biraz, kendisinden hazzetmeyen kesimlerin de, tırnak içerisinde, “bir tatmine” ulaştığını, cezâsını çektiğine dâir bir tatmine ulaştığını belki söyleyebiliriz. Diğer taraftan da böyle bir mesele konuşulacaksa, uluslararası denklemde Kürt meselesi, bölgesel denklemde Kürt meselesi, iç dinamikler nezdinde Kürt meselesi, toplumun dönüp sizi duyabilmesi için bir iyi niyet adımı olarak, bir güven artırıcı adım olarak yapılacak ilk şeylerden birisi Demirtaş ve diğer tutukluların serbest bırakılması olacak. Çünkü bu tutuklulukların çok net şekilde hukukî tutukluluklar olmadığını, siyâsî bir hesapla bu tutuklulukların devam ettiğini hepimiz biliyoruz. Eğer böyleyse bunun bir şekilde sona erdirilmesi lâzım. Yoksa aksi durumda söylenen sözler çok alıcı bulmayacaktır.
Ruşen Çakır: Roj, çok sağ ol. Biliyorum, sen şimdi Diyarbakır’a gideceksin ve Özgür Özel’in bütün gezisini izleyeceksin, değil mi?
Roj Girasun: Evet.
Ruşen Çakır: Haftaya pazartesi yine burada oturacaksın. Senden rapor alacağım. Çünkü sen o bölgeyi çok iyi biliyorsun. Orada Rawest olarak çok araştırma da yaptınız. Hattâ neyi bulmuştunuz en son? Bölgede ikinci parti CHP diye bulmuştunuz, değil mi?
Roj Girasun: Yok.
Ruşen Çakır: Yani ikinci partileri, seçmenin ikinci partileri…
Roj Girasun: Evet, ikinci partileri. Ama metropol Kürtlerinde CHP’nin Kürtlerin artık ikinci partisi konumuna geldiğini görmeye başlamıştık, özellikle 31 Mart seçimleri sonrası.
Ruşen Çakır: O zaman şimdiden randevuyu verdik. Rawest Direktörü Roj Girasun’la yeni başlayan dönemin ne olduğunu, bir durum mu yoksa bir süreç mi olduğunu konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Şimdi yenidoğanlar meselesini muhâbir arkadaşımız Gülseven Özkan’la konuşacağız. Evet, Yenidoğan Çetesi, çok büyük bir skandal, çok acı verici bir olay. Ve bu olayı başından îtibâren tâkip eden arkadaşımız Gülseven Özkan. Merhaba Gülseven.
Gülseven Özkan: Merhaba.
Ruşen Çakır: Çok soru var, ama hızlı hızlı gidelim. İnsanlar bir yerde hem merak ediyor hem de bir yerde yorulmuş durumda, çok üzgünler. Ve hep de şöyle bir şey var: “Buradan bir şey çıkacak mı acaba?” Genellikle bu tür şeyler daha çok örtbas oluyor, ama sanki bu sefer çıkacak gibi. Önce sorayım: Nasıl başladı bu soruşturma?
Gülseven Özkan: Şöyle, 27 Mart 2023 yılında CİMER’e bir ihbar düşüyor. Bu ihbarda da bir doktorun terörle bağlantılı olduğu ve SGK’yı dolandırdığı şeklinde bilgiler yer alıyor. Sağlık Bakanlığı’na bu ihbar düşüyor ve Sağlık Bakanlığı soruşturma izni veriyor. İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne dosya gidiyor ve Sağlık Müdürlüğü de komisyon kuruyor, birtakım araştırmalar yapıyor. Aslında bunun derin bir şey olduğunu görmeye başlıyorlar ve Emniyet’le ortaklaşa bir süreç yönetiyorlar. Sağlık Bakanı bunun üç bakanlık arasında gizli yürütüldüğünü söyledi. Dolayısıyla da bu süreç sonunda, 21 Mayıs 2023’te bu soruşturma başlatılıyor ve 27 Nisan 2024’te operasyon yapılıyor. Şu anda 47 şüpheli var, 22’si tutuklu.
Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Kaç tutuklu?
Gülseven Özkan: Şu an 22 kişi tutuklu.
Ruşen Çakır: Onlar doktor, hastabakıcı…
Gülseven Özkan: Evet, adı geçiyor. İşte 112 servisinde şöyle bir durum var bu çete olayında: Devlet hastânelerinden özel hastânelere sevklerin yapıldığı; bunların da çağrı merkezi üzerinden, iddianâmede çete üyesi olduğu iddia edilen kişilerce yönlendirme yapıldığı ve bu doktorun anlaştığı hastânelere yönlendirildiği. Burada işte servis şoförü var, orada çalışan hemşirelerden bahsediliyor, bu Fırat Sarı’nın çetenin lideri olduğu belirtiliyor. Böyle bir ekip ve bu ekiple birlikte böyle bir örgütten, çeteden bahsediliyor.
Ruşen Çakır: Sonuçta burada bu yapılan tezgâhla bebekler öldü.
Gülseven Özkan: Evet.
Ruşen Çakır: Bu bebekler bütün bu süreç içerisindeki ihmalden, bakımsızlıktan, özensizlikten ölüyorlar. Normal şartlarda bu tezgâha girmeselerdi yaşayacaklardı, değil mi?
Gülseven Özkan: Evet. Burada en az 10 bebeğin adı geçiyor, en az 10 bebeğin öldüğü bilgisi var. Aslında bunlar nasıl öldürüyorlar, bunlara baktığımızda –âilelerle de konuştuk, biz hastânelere de gittik ama– iddianâmede çok çarpıcı bilgiler var. Bebeklere yanlış ilâçlar verildiği, yoğun bakımda olmaması gerekirken yoğun bakıma alındığı, ondan sonra pasif ötanazi yapıldığı… işte, örgüt kurmak, SGK’yı dolandırmak, kasten adam öldürmek, yanlış tedâvi, yanlış ilâç verilmesi, antibiyotik verilmemesi…
Ruşen Çakır: Peki kaç hastâne var?
Gülseven Özkan: Yani şu anda iddianâmede ruhsatı iptal edilen 10 hastâne var, 9’du 10’a çıktı. Bu 10 hastâne de belirtiliyor. Bunlardan biri de aslında eski sağlık bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun sâhibi olduğu hastâne.
Ruşen Çakır: 10 hastânenin ruhsatı iptali edildi, ama daha fazla hastâne söz konusu.
Gülseven Özkan: Evet, daha fazla hastâneden bahsediliyor ve Türkiye genelinde pek çok yerde olduğu söyleniyor. Çok fazla şikâyet var bununla ilgili; onlardan da bahsedeceğim. Biz bu olay yaşandıktan hemen sonra hastânelere gittik, oraları gezdik ve orada çok çarpıcı şeylerle karşılaştık.
Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Evet, sen gittin. Fırat Sarı, çete lideri o mu?
Gülseven Özkan: Evet, iddianâmede çete lideri olarak o geçiyor.
Ruşen Çakır: İş adresine de gittiniz.
Gülseven Özkan: Evet, onun iş adresine de gittim.
Ruşen Çakır: İnsanlarla konuşabiliyor musunuz?
Gülseven Özkan: Yani şöyle: Bâzı başhekimlere, yardımcılarına, oradaki yetkililere ulaşmaya çalıştım. Şimdi, iddianâmede çok çarpıcı ifâdeler var. Onlardan hemen bahsedeyim: “Bırak ölsün, fişini çekelim, zâten ölecek birazdan” şeklinde, gerçekten kan dondurucu şeyler var. Şafak Hastânesi”ne gittim öncelikle; burada hemşireler şaşkındı, pek bilmediklerinden bahsettiler. “Bilmiyoruz, haberimiz yok” dediler. Hem bunları gazeteci olarak anlamaya çalıştım, hem “Böyle bir şey duydunuz mu?” diye sorarak ilk izlenimleri edinmeye çalıştım. Çünkü ben her hastânenin bebek yoğun bakım servislerine gittim ve aslında oradaki durumu gözlemlemeye çalıştım. Daha sonra baktım, insanlarla, âilelerle konuşmaya çalıştım. En son, gazeteci olduğumu söyleyip yetkililere ulaşmaya çalıştım. Tabiî âilelere de gazeteci olduğumu söyledim. Şimdi, bâzıları konuştu, bâzıları konuşmadı. Örneğin Avrupa Şafak Hastânesi’nde, “Herhangi bir sorun yok. Böyle bir şeyle karşılaşmadık” dediler. Üst düzey bir yetkiliyle konuştum, o dedi ki: “İki yıldır bizim servisimiz kapalı. Bu bir sabotaj. Bizi sevmeyenler, rakip görenler bundan dolayı bu işlemi yaptılar. Biz kesinlikle herhangi bir şey yapmadık, böyle bir şeyi kabul etmiyoruz” dediler. Bu hastânelerden Fırat Sarı’nın çalıştığı aslında en önemli hastânelerden biri Reyap Hastânesi. Orada da bir yetkiliyle konuştum. O da dedi ki: “Bizde açılmış soruşturma yok. Şimdiye kadar hiç bebek ölümüyle ilgili bize şikâyet gelmedi, herhangi bir şey yapılmadı. Biz denetleniyoruz ve Sağlık Bakanlığı’nın prosedürüne uygun olarak hareket ediyoruz. Dolayısıyla bu iddialar kesinlikle yalandır” dedi. Oranın yoğun bakım servisinde bir babaanne ve bir baba vardı. Onlar birlikte gelmişti ve çocuklarını bekliyorlardı. Yani, “Biz olayı duyduktan sonra o kadar korktuk ki burada yatasımız geldi. Her gün gelip gittik, bir an önce bebeğimizi çıkarmaya çalışıyoruz” dedi. Bebekleri de hastâne kapandığı için sevk edildi.
Ruşen Çakır: Mehmet Müezzinoğlu’nun hastânesinin adı neydi?
Gülseven Özkan: Avcılar Hospital.
Ruşen Çakır: İptal edildi. Kendisi, “Vicdânım rahat” dedi.
Gülseven Özkan: Evet.
Ruşen Çakır: Durum ne orada?
Gülseven Özkan: Oraya dün gittim, orada neler var diye. Hastânenin tabelaları sökülüyordu, belediye ekipleri geldi ve tabelaları söktü. Hastânenin içine girdim, çocuk yoğun bakım servisi ve diğer servislerinin çoğu boştu. Birkaç tâne yetişkin hasta vardı, onları sevk etmeye başlamışlardı. Ambulanslar gelip gidiyordu. Orada da aslında yetkililerle konuştum daha önce de gittiğim gün, pazar günü. Oradaki insanlar da bu iddiaları kabul etmediler, reddettiler. “Şikâyet dosyası yok” dediler. Pazar günü gittiğimde de kapıda çok fazla insan vardı, tepkili insanlar. Hattâ camları çatlamıştı; muhtemelen birtakım darbeler almış hastâne, tepkiden dolayı. Ağlayan bir kadın vardı, annesinin hastânede öldüğünden ve yanlış tedâvi uygulandığından bahsediyordu. Yine bebeğinin bu hastânede doğduğundan, tedâvi gördüğünden, ama şu an engelli olduğundan, yürüyemediğinden bahseden bir anne vardı. Çevreden de çok fazla insanlar vardı. “Burası bize yakın, geliyoruz, tedâvi alıyoruz; ama çok da şüphe duyduğumuz şeyler var” diyenler oldu. Yani orada en çarpıcı şeylerden biri aslında şuydu. Bir anne vardı, anne dedi ki: “Benim bebeğim burada tedâvi görüyordu, değerleri farklı çıkıyordu ve ben bundan şüphe duydum. Başka bir doktora götürdüm, bana ‘Yoğun bakıma alınacak’ dedi. Ben de yoğun bakıma vermek istemedim, başka bir doktorun görmesini sağladım. Raporlarına bakınca aslında çocuğun yoğun bakıma ihtiyâcı olmadığı, ilâçla düzelebileceği bilgisi verildi. Ben de bunun raporlarını alıp, hastâneye getirip çocuğumu çıkardım ve kurtardım” dedi. Ve ayrıca, “Ben bütün organlarımı bağışladım, ama bu olaydan sonra başvurumu iptal ettim. Çünkü yarın ben yaralanırsam, sistemden bana ulaşırlar ve beni öldürürler, organlarımı bir şekilde alırlar” dedi. Yani bu kadar güvensiz. Aslında kadının anlattığı şey, devlete güveninin azaldığı ve bunu çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor.
Ruşen Çakır: Şimdi, Eski Sağlık Bakanı’nın hastânesi karışıyor. Şimdiki Sağlık Bakanı’nın İl Sağlık Müdürü olduğu zamâna dayanıyor. Bir önceki Bakan Fahrettin Koca ortalıkta gözükmüyor. Halbuki çok severdi. Ne oldu, konuşmuyor mu?
Gülseven Özkan: Hayır, konuşmuyor. Ben de iki defa aradım, kendisine mesaj attım, görüşmek istediğimi söyledim. Daha önce kendisiyle ilgili haber de yapmıştım.
Ruşen Çakır: Herhangi bir yere de konuşmadı değil mi?
Gülseven Özkan: Hayır, konuşmadı, herhangi bir yere de konuşmadı. Çünkü zâten bunlar onun döneminde ortaya çıktı. Kendisi bu konuyla ilgili oldukça bilgi sâhibi, ama konuşmadı. Kemal Memişoğlu da, “Gerekli denetimleri yaptık” dedi. Aslında insanların burada sorguladığı önemli şeylerden biri de şu: Bu süreçte hasta kabul ettiler mi? Bebekler yine bu hastânelere yönlendirildi mi? Neden gerekli önlemler alınmadı? Neden hastâneler hemen kapatılmadı? Bunlar ciddî sorular. Bunlar başka servislerde de olabilir, farklı birimlerde de olabilir. Dolayısıyla Bakan da, “Biz sevki durdurduk, birtakım denetlemeler yaptık” diyerek önlem aldıklarını anlattı.
Ruşen Çakır: Buradaki mesele tam olarak nedir? Yani, devlet hastânelerindeki yoğun bakım üniteleri, yenidoğan yoğun bakım üniteleri yetersiz diye özel hastâneler… Çünkü çok büyük ve çok sayıda yoğun bakım ünitesi kurmuşlar. Belli ki baştan bu tezgâh yapılmış yani.
Gülseven Özkan: Evet, ama zâten şöyle bir eleştiri var: Özel hastâneler hastalara müşteri gibi bakıyorlar. Dolayısıyla, onlar için önemli olan, ne kadar hasta kabul ederlerse o kadar çok para kazanıyorlar.
Ruşen Çakır: Ne kadar gece kalıyorsa…
Gülseven Özkan: Ne kadar gece kalıyorsa, ne tür şeyler var vesaire…
Ruşen Çakır: Bu paraları SGK’dan mı tahsil ediyorlar?
Gülseven Özkan: SGK’dan da tahsil ediyorlar, evet. Bu soruşturma kapsamında âilelerden de para almışlar. Örneğin Fırat Sarı, bir hastaya, 24 gün boyunca onun hastânesinde yoğun bakımda kalmış bir bebek için, “Senin kalbinde bir sorun olabilir” diyormuş. Babasının anlattığına göre, bir gün “İyi” diyormuş, bir gün “Kötü” diyormuş. En sonunda, “Kalbinde bir sorun olabilir, bir doktor var, onu getireyim” diyor. Dışarıdan bir doktor getiriyor, o bakıyor ve ona 9-10 bin lira para veriyor. Hani böyle bir sistem aslında. Dolayısıyla çocuğu en son hayâtını kaybediyor.
Ruşen Çakır: Peki, mağdur olan âileler ne yapabilir şimdi?
Gülseven Özkan: Yani mağdur olan âileler savcılıklara şikâyette bulunuyorlar, suç duyurusunda bulunuyorlar. Özellikle gönüllü avukatlardan destek alıyorlar. Çünkü bâzıları bu süreçte desteğe ihtiyaç duyuyor, gönüllü avukatların kendilerine destek olmasını istiyorlar ve toplumla berâber, gerekli cezâyı almalarını, haklarının korunmasını istiyorlar ve hastânelerin tamâmen kapatılmasını talep ediyorlar. Burada Sağlık Bakanlığı’na da yetkililere de çağrıda bulunuyorlar.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Gülseven. Gerçekten acı bir konu ve daha çok konuşulacak. Ve tabiî yenidoğan bebekler için yapılan bu uygulama, bu suiistimal, yaşlıların yoğun bakım servisleri gibi birçok yerde de karşımıza çıkabilir ya da gereksiz ameliyatlar, şunlar bunlar…
Gülseven Özkan: Yani Medyascope’un sosyal medyada paylaştığı haberlerin altında çok inanılmaz yorumlar geliyor. İşte, yaşlılar için de var, böbrek hastaları için de var, engelli merkezleri için de var. Anneleriyle ilgili, âileleriyle ilgili çok ciddî iddialar var.
Ruşen Çakır: Tam, “Bir dokun, bin ah dinle” olayı oldu.
Gülseven Özkan: Kesinlikle.
Ruşen Çakır: Ama herhalde bundan daha vahşisi olamaz. Yani daha dünyaya gelemeden bebeklerin hayatlarına kastetmek… Evet, Gülseven Özkan, çok teşekkürler.
Gülseven Özkan: Ben teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Bu hafta çok yoğun bir hafta. Bakalım nasıl tamamlayacağız. Hepsini ele almaya çalıştık. Fethullah Gülen’in ölümünü konuştuk. Ekrem İmamoğlu’nun kahvaltısında verdiği mesajları bize Özgecan Özgenç anlattı. Ardından Özgür Özel’in Selahattin Demirtaş ziyâretini Ayşegül Karagöz anlattı. Roj Girasun’la “Yeni bir çözüm süreci mi?” sorusunun cevâbını birlikte aradık. Ve nihâyet Yenidoğan Çetesi skandalını arkadaşımız Gülseven Özkan’la konuştuk. Hepsine tekrar çok teşekkür ediyorum. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.