Yeni çözüm tartışmalarının yumuşak karnı: Suriye | Amberin Zaman Ruşen Çakır’a anlattı

Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) komutanı Mazlum Kobani, Al-Monitor’den Amberin Zaman’a konuştu. Kobani, TUSAŞ tesislerine saldıran PKK’lıların Suriye’nin kuzeydoğusundan geldikleri iddiasını reddetti. AKP iktidarının Kürt politikasını değiştirmesine ve olası bir “çözüm sürecine” sıcak bakacaklarını.belirten Kobani, görüşmelerin Rojava’daki statünün yok edilmesini hedeflemesi halinde ise başarısızlıkla sonuçlanacağını söyledi.

11 Ekim’de de Gazeteci Amberin Zaman Al-Monitor’de.yayımlanan haberinde Öcalan’ın Kandil’deki PKK liderleriyle görüşmesine izin verildiğini yazdı. Zaman’a konuşan kaynaklar, Öcalan’ın PKK liderlerine “silahları bırakmayı müzakere etmenin zamanı geldi” dediğini aktardı.

Kobani, Al-Monitor’a verdiği özel röportajda hükümetin, saldırganların kendi kontrolündeki bölgelerden geldiği yönündeki iddiasını yalanladı. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da PKK’nın TUSAŞ saldırısının. “Suriye’den sızma şeklinde” yapıldığını öne sürmüştü.

Yeni çözüm tartışmalarının yumuşak karnı | Ruşen Çakır ve Amberin Zaman yayın kapağı
Yeni çözüm tartışmalarının yumuşak karnı: Suriye | Amberin Zaman Ruşen Çakır’a anlattı

Amberin Zaman çözüm sürecini, Mazlum Kobani’nin açıklamalarını Yeni çözüm tartışmalarının yumuşak karnı: Suriye yayınında Ruşen Çakır’a anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkmasıyla başlayan yeni dönem diyelim, artık adı açılım mıdır süreç midir, anlaşamıyoruz ama, yeni dönem tüm hızıyla sürüyor. Peş peşe haberler geliyor ve dönüp dolaşıp işler bir yerde bölgesel bir hal alıyor; özellikle Suriye’ye, Suriye’nin kuzeyine, Kürtlerin Rojava dediği bölgeye odaklanılıyor. İşte bütün bunları Amberin Zaman’la konuşacağız, Al-Monitor’un kıdemli muhâbiri Amberin Zaman. Amberin, merhaba.

Amberin Zaman: Merhaba.

Ruşen Çakır: Şimdi öncelikle Sezar’ın hakkı Sezar’a diyelim. Sen Al-Monitor’da bir haber yaptın ve dedin ki: “Güvenilir kaynaklardan…” – birkaç kaynak, iki ya da üçtü, şimdi rakamı unuttum…

Amberin Zaman: Üç.

Ruşen Çakır: Ankara’yla Kandil arasında birtakım temaslar olduğunu söyledin. Hattâ Öcalan’la Kandil’in görüştürüldüğünü, aralarında tartışma çıktığını, Öcalan’ın telefonu Kandil’deki muhâtaplarının suratına kapattığını yazdın ve her iki taraftan da peş peşe yalanlamalar geldi. Fakat Devlet Bahçeli’nin çıkışından sonra yapılan değerlendirmelerde –hattâ birtakım haberler de çıktı bu konuda– Ankara’nın, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin İmralı’yla, Kandil’le, hattâ Suriye’deki PYD/YPG yapılanmasıyla değişik kademelerde birtakım temasları olduğu yolunda. Şimdi bunun üzerinden bir geçelim istiyorum. Ne kadarlık bir zaman diliminden bahsediyoruz? Bu son bir iki ayın olayı mı, son bir yılın olayı mı?

Amberin Zaman: Birincisi, esas görüşmeler devlet ve Apo’nun arasında; devlet ve Kandil’in arasında değil. Bu görüşmeler akabinde bir şekilde Kandil’le de temas kurulduğu anlaşılıyor. Millet telefon mu değil mi buna takılmış vaziyette. Kocaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Abdullah Öcalan ile Kandil’deki gerillaları görüştürmek isterse elbette bunu başarabilecek çapta, değil mi? Yani bu kadar bu telefon üzerinde durulması bana biraz komik geliyor. Netîcede “süreç” mi… işte sen de belirttin, tam adını nasıl koyarsanız koyun, bir şeyler oluyor. Zaman dilimine gelince, Kandil ve Öcalan arasında benim tespit edebildiğim ilk temas –ne şekilde tam olarak yapıldığını tabiî bilmiyorum ama– Nisan ayındaydı. Devlet ve Apo zaten sürekli konuşuyor, bunu biliyoruz. Seçim öncesi ve sonrası bir temas zâten var; ama tırnak içerisinde ”çözüme yönelik bir irâde”nin son aylarda, özellikle de yerel seçimlerden sonra oluştuğu anlaşılıyor.

Ruşen Çakır: Peki şimdi Devlet Bahçeli’nin peş peşe çıkışları, en son “Öcalan gelsin, DEM Parti grubunda konuşsun” demesi hakkında ne düşünüyorsun? Bunlar olağanüstü, yani sıradışı şeyler, çok çarpıcı şeyler. Bu bir ciddiyeti mi gösteriyor sence, yoksa başarı şansı olmayan bir hamleyi mi?

Amberin Zaman: Birincisi, sonucunu öngörmek için çok fazla erken diye düşünüyorum. Herkes şu anda pozisyonlarını almakla meşgul. Devlet Bahçeli’nin çıkışı elbette çok çarpıcı ve önemli; çünkü yıllarca elinde urgan tutup “Apo asılmalı” diyen bir figürden söz ediyoruz. En ağır dilli, Kürt hareketini ve Kürt hak taleplerini dışlayan bir figür olarak önümüzde dururken, Apo’yu Meclis’e çağırması tabiî ki çok önemli. Ama bu mevcut sürecin itici gücü tabiî ki Recep Tayyip Erdoğan ve karşısına muhâtap alınan, kendisiyle direkt görüşülmese de, aracılarla muhâtap alınan Abdullah Öcalan var. İki adam var karşımızda ve bir irâde söz konusu. Hangi sâiklerle bu irâdenin öne konulduğunu da ayrıca konuşabiliriz; ama kesinlikle bir irâde olduğunu görüyoruz. Bu çocuk oyuncağı değil. Devlet Bahçeli de kaç yıllık siyâsî bir figür; herhalde kendisini maymun edecek hâli yok, değil mi? Birtakım şeyler konuşuldu, öngörüldü ki böyle bir adım atabildi.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi olay dönüp dolaşıp bölgesel noktalarda düğümleniyor. Benim son dönemde gördüğüm, PKK’ya yakın yayın organlarında çok güçlü bir bölgesel gelişme vurgusu var; İsrail ve İran vurgusu çok var. Yani yurtdışında çıkan yayın organlarında ya da Kandil’den yapılan açıklamalarda çok ciddî bir bölgesel vurgu var ve bu bölgesel vurgunun ağırlıklı yönü de Suriye. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçakta yaptığı son açıklamanın da önemli bir kısmını Suriye oluşturuyordu, biliyorsun. Gerek Esad’la görüşememesinden duyduğu hayal kırgınlığını dile getirirken, gerekse ABD’nin bir süre sonra Suriye’de Kürtleri satacağını, yalnız bırakacağını söylediği bölümlerde vs.. Sence bu son dönemde yaşadıklarımızın ana nedeni bölgesel gelişmeler ve muhtemel gelişmeler mi ve özellikle Suriye mi?

Amberin Zaman: Elbette çok önemli gelişmeler yaşandı. Hamas’ın 7 Ekim saldırısının akabinde hiç görmediğimiz olaylar yaşandı — İran’ın direkt olarak İsrail’i hedef alıp, İsrail’in de direkt olarak İran’ı hedef alması gibi. Tabiî büyük bir bölgesel savaşın tetiklenebileceğinden söz ediliyor. Ve İsrail İran’ı hedef alırken, İran’ın Kürtlerinin bir şekilde ayaklanabileceği, orada birtakım rejim unsurlarıyla, Devrim Muhâfızları’yla falan anlaşarak, oradaki özellikle PKK meyilli unsurların bir anlaşmaya varıp, gene işte Suriye’de olduğu gibi Türkiye’nin bir şekilde rahatsızlık duyarak büyük bir güvenlik tehdidi olarak algılayabileceği bir durumun oluşmasından söz ediliyor. Ama ben bunu çok fantastik ve abartılı buluyorum. Çünkü birincisi, zâten gördük; İsrail’in en son İran’a yönelik saldırısının çok kısıtlı olduğunu ve öyle bir yere götürecek nitelikte olmadığını net biçimde gördük. Bence Amerika da buna asla izin vermeyecektir. İkincisi, İran’daki Kürt nüfûsu çok farklı Suriye’dekinden. Suriye’deki Kürt nüfûsu gayet homojen; hepsi Kurmancî konuşuyor, hepsi Sünnî. Oysa İran’daki nüfus bir kere çok daha önemli, 8-9 milyon Kürtten bahsediliyor ve neredeyse yarısı da Şiî. Önemli bir kısmı da asimile olmuş durumda. Orada Fars kültürü, biliyorsun, çok hâkim. Yani Farslarla Kürtler arasındaki makas çok daha dar, Türklerle Kürtler arasındaki makasla kıyaslandığında. Bir kere birbirlerinin dilleri arasında çok büyük bir fark yok. Yani bir sürü şey var orada İran’ın durumunu farklı kılan. Dolayısıyla, Suriye dedin, evet, Suriye ve burada târihin bir tekerrürü söz konusu. Neden? Çünkü 2013’te başlatılan süreçte de, Suriye’deki iç savaş patlak verip de rejim Kürt bölgelerinden anlaşarak çekilip muhâliflere karşı savaşı sürdürdüğünde, tabiî ki Türkiye bir şekilde bu durumun önünü alabilmek için, daha ciddî bir Irak Kürdistanı senaryosu yaşanmaması için masaya oturdu, Apo ile masaya oturdu. Ve o sıralar hatırlarsan, Suriyeli Kürtler de gidip geliyordu Ankara’ya. Salih Müslim İstanbul’a gelip gidiyordu, Türk yetkilileriyle görüşüyordu. İlham Ahmed Ankara’ya gidip geliyordu, Asya Abdullah gelip gidiyordu ve o sıralarda aynı zamanda buna paralel olarak Abdullah Öcalan’la görüşmeler sürüyordu. Ama tabiî öne sürülen talepler aslında son derece gerçek dışıydı. Ne talep ediliyordu Kürtlerden, Suriyeli Kürtlerden? “Siz gelin, bu bizim desteklediğimiz Sünnî muhâliflerle bir olun, Esad’ı birlikte devirelim. Aynı zamanda da senin böyle bir şeyler kurma hayalin varsa, kendi halkın için bir şeyler yapmak gibi bir fikrin varsa, gel ondan vazgeç” gibi bir şey kondu önlerine. Şimdi gene bakıyoruz: Tabiî o süreç sonra çöktü ve tam tersi, Türkiye’nin –özellikle son dönemde de tanık olduğumuz şekilde– Suriyeli Kürtlere yönelik saldırıları yoğunlaştı. Erdoğan ne diyor uçakta, ne dedi? İşte, “Oranın lağvedilmesi lâzım, oradaki yönetimin. Oradaki yapı kendisini feshetmeli bir şekilde, yok etmeli bir şekilde” diyor. Şimdi böyle başlarsan işe, yani bunun başarıya ulaşması, Suriye Demokratik Güçleri Komutanı Mazlum Kobani’nin de bana dün yaptığımız söyleşisinde dediği gibi, bu şekilde başlarsan bu sürece –“süreç” diyoruz artık, süreç diyelim— başarıya ulaşması mümkün değil.

Ruşen Çakır: Peki, burada şöyle bir şey söylemek istiyorum. Sen kendisiyle yeni röportaj yaptın, bayağı kapsamlı bir röportaj, birçok konudan bahsediyor. Ankara ile bir şekilde üçüncü şahıslar üzerinden görüşmeler olduğunu da doğruluyor. Orada şu çok çarpıcı geldi bana. Sen soruyorsun, diyorsun ki: “Öcalan eğer şunu şunu derse, yani Ankara’nın talepleri doğrultusunda size bir tâlîmat verirse ne yaparsınız?” diye soruyorsun. Şimdi metin önümde değil ama sen biliyorsun. O, “Hayır, böyle bir şey demez” diyor. “Derse kabul etmeyiz” demiyor, “Demez” diyor. Hakîkaten demez mi?

Amberin Zaman: Bugüne kadar demedi öyle bir şey. Bundan sonra der mi? Yani karşılığında bunu dedirtecek kadar ne alabilir? Bunlar tabiî önümüzdeki en önemli sorular şu an için. Ama yani başa dönersek, Kürt sorununun çözümünde eğer devlet samîmîyse, tabiî ki Suriye ile değil, Türkiye’nin kendisiyle başlar. Eğer böyle bir örgüt varsa karşımızda, bu yani ânîden kendiliğinden oluşmadı ki. Birtakım koşullar, bir kontekst içerisinde oluştu. Nedir yani? Kürtlere yıllarca Türkiye’de eşit muamele yapılmadı ve sen oradan başlayacaksın işe ve hedeflerini de mütevâzı tutacaksın. Yani biliyoruz ki bu birkaç kez denendi ve olmadı. Gerçekçi hedefler koymak lâzım. Ve ne olabilir bunlar? Mâdem anayasayı değiştirmekten söz ediliyor… Ve temelinde bu işin, bölgesel kaosun… işte, Türkiye’ye muhtemel tehditler, özellikle İsrail kökenli tehditler… bu beni güldürüyor. Türkiye bir NATO ülkesi ve şu an îtibâriyle de İsrail’e Türkiye üzerinden harıl harıl petrol akışı sürüyor ve ihrâcat da sürüyor. Yani, anlatabiliyor muyum? Buradaki esas mesele… Tabiî ki güvenlik bürokrasisi Suriye’deki olaydan, durumdan son derece rahatsız. Çünkü oradaki yönetimde bulunan kişiler daha önce PKK’de yer alıyorlardı ve birtakım PKK’li üst düzey komutanların oraya gidip geldiğini de biliyoruz. Ama onu bir kenara koyalım. Esas mesele tabiî burada, hani bir irâde var ama hangi sâiklerle öne konuluyor bu irâde? Erdoğan’ın siyâsî geleceği meselesi var. Özellikle de milliyetçi sağda doğan boşluk meselesi var. Çünkü bence bu son seçimlerin de gösterdiği gibi ve son kamuoyu yoklamalarına baktığımız zaman, örneğin programınıza sıkça çıkarttığınız Özer Sencar’ın da bulguları bunu doğruluyor: Bir Mansur Yavaş figürü var. Her ne kadar kartvizitinde CHP dese de Mansur Yavaş milliyetçi, sağ kökenli, o düşüncede bir insan ve ortada bir milliyetçi sağ oy havuzu var. Ve orada eriyen bir MHP ve dağılmaya artık yüz tutmuş bir İYİ Parti var.Bu oyların adresi gittikçe kime yöneliyor, oklar kime yöneliyor? Mansur Yavaş’a. Ve kamuoyu yoklamalarında da Mansur Yavaş hep ilk sırada çıkıyor, değil mi? Siz şimdi Tayyip Erdoğan olsanız ve Devlet Bahçeli olsanız, biraz kaygılanırsınız değil mi? Yani siz iktidarda kalmak istiyorsanız, özellikle Erdoğan üçüncü kez cumhurbaşkanı seçilmek istiyorsa –tabiî ben yeni bir şey söylemiyorum burada izleyicilere– artık Kürtlerin oylarına ihtiyâcı var değil mi? Çünkü öbür oylar, o denge, o milliyetçilerle 2015’te kurulan denge artık dağıldı, yok oldu. Şimdi hal böyleyken, oturuyorsun masaya; ama bunu bir dayatma şeklinde sunuyorsun. Bir taraftan, “Suriye’deki Kürtler, siz lağvedin oradaki yapınızı. Hadi bavulları toplayın, işte ne hâliniz varsa görün” diyorsun. Tuhaf bir şey aslında. Çünkü orası Suriye. Türkiye’ye düşmez Suriye’nin iç meselesine karışmak. Ne dedi Mazlum Kobani? Dedi ki: “Suriye’deki Kürtlerin çözümünün adresi Şam’dır”. Onu yapıyorsun, öte yandan da PKK’ye diyorsun ki: “Biz seni yendik, artık silâhlarını bırak”. Abdullah Öcalan’a da bunu söyletmek istiyorsun. Tamam, olabilir. Ama o zaman bunun karşılığında da Kürt sorununun çözümüne yönelik somut adımlar atman lâzım, yani atmak zorundasın. Bunu sırf bir teslimiyet, bir çözülme…, “Hadi işte, biz seni yendik”… bu kadar. Nasıl olabilir bu? Bunun adı barış olabilir mi? Olamaz.

Ruşen Çakır: Amberin, şunu sormak istiyorum son olarak: Suriye’de SDG ya da YPG, adı neyse, o güçlerin arkasında, yanında koalisyon, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri olmasaydı herhalde bambaşka bir durum olurdu, değil mi?

Amberin Zaman: Elbette. Çünkü Amerika’nın oradaki fizikî varlığı 900’e yakın; belki daha fazladır şimdi, çünkü son süreçte biraz güç kaydırdılar oraya. Tabiî ki onların en büyük güvenlik şemsiyesi Amerika; delik deşik de olsa, çünkü Türkiye sürekli oraya saldırıyor. Amerika oradan çekildiği an tabiî dengeler çok değişir ve orada ne olup biteceğini hiç kimse kestiremez. Trump kazanırsa ne yapar? Harris kazanırsa ne yapar? Ama uzun vâdede Amerikan askerinin orada kalacağını zâten ben düşünmüyorum. Ama şuna inanıyorum: Eğer Türkiye, kendi içerisindeki Kürt sorununun çözümüne yönelik birtakım somut adımlar atar ve bu savaş sona erer, taraflar silâhları bırakırsa –yani bir büyük devlete yakışan da bu zâten– bunun mutlaka bölgede olumlu yansımaları olacaktır. Ve orada Kürtler kendi sorunlarını çözmeye gayret ederken, Türkiye’nin de yapıcı bir rolü olabilir. Ve bu sâdece Türkiye’yi yüceltir, anlatabiliyor muyum? Ve her mânâda herkese bir kazan-kazan senaryosu sunabilir böyle bir tutum. Ama böyle bir niyet var mı? Yani böyle bir şey öngörülüyor mu? Henüz bunları söylemek için çok erken olduğuna inanıyorum; ama, “Neden olmasın?” diyorum. Netîcede Recep Tayyip Erdoğan, her ne kadar eleştirsek de, Atatürk’ten sonra Türkiye’nin gördüğü en cesur lideri. Ve bizi gene ofsayta düşürdü, değil mi? Hepimiz, “Böyle bir şey mümkün değil” derken, bunu konuşuyor bulduk kendimizi yeniden, bir olası barış sürecini. Ve geriye bıraktığı mîras bu olursa, barış olursa ne kadar güzel olur. Keşke bu cesâretini, bu risk alma kabiliyetini –başka hiç kimsede olmayan ve hâlâ kitleleri peşinden sürükleyebilecek bir liderden bahsediyoruz– böyle bir şey için kullanabilirse, Cumhuriyet’in 101. yıldönümünde, ne âlâ.

Ruşen Çakır: Amberin, çok teşekkürler, sağ ol deneyimlerini, görüşlerini bizimle paylaştığın için. Evet, Al-Monitor kıdemli muhâbiri Amberin Zaman’la konuştuk. Gözlerin esas olarak daha çok Suriye’de olduğu bir sırada, Amberin bize bunları yorumladı. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.