Ruşen Çakır’la Hafta Başı (10): CHP’nin düşmana ihtiyacı yok | Türk milliyetçileri Bahçeli’ye ne tepki veriyor?

Ruşen Çakır ile Hafta Başı‘nda gündem CHP içi tartışmalar, Narin Güran davası ve Bahçeli’nin açıklamaları.

  • Murat Sabuncu CHP içi tartışmaları, Özgür Özel’in açıklamalarını yorumladı.
  • Özgecan Özgenç, CHP’de son yaşananları ve açıklamaları anlattı.
  • Narin Güran cinayeti davasında ara karar açıklandı. Sanıkların tutukluluğunun devamına karar verildi. Ferit Aslan anlattı.
  • MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a çağrılarını Tarık Çelenk, Türk milliyetçilerinin ne tepki verdiğini ele alarak değerlendirdi.

Narin Güran cinayeti davasında ara karar

Narin Güran’ın öldürülmesiyle ilgili davanın ilk duruşması üçüncü günün sonunda tamamlandı. Dört tutuklu sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılandığı dava, 26 Aralık Perşembe gününe ertelendi. Mahkeme, sanıkların tutuklu olarak yargılanmasının devamına hükmetti.

CHP içi tartışmalar

CHP’de normalleşme ve kurultay tartışmaları başladı. CHP İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı, Özgür Özel’i hedef aldı. Salıcı, Özel’in yürüttüğü politikaların partide ve seçmenler arasında tartışma yarattığını söyledi. Oğuz Kaan Salıcı, “normalleşme” sürecinin CHP’nin bugüne kadar “normal olmayan” bir siyaset izlediği algısını yaratabileceğini söyledi. Özgür Özel ise tüm bu tartışmalarla ilgili “Genel Başkan olarak bu tartışmayı bitiriyorum” dedi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. ‘‘Hafta Başı’’nda bugün öncelikle CHP’yi konuşacağız. Başlığa “CHP’nin düşmana ihtiyacı yok” diye bir başlık attım. Gerçekten de yok. Her zaman “CHP’liler CHP’lilerin kurdudur” olayının yeni bir versiyonunu yaşıyoruz. Bu konuda meslektaşım Murat Sabuncu ile ve Ankara büromuzdan Özgecan Özgenç ile konuşacağız. Daha sonra Bahçeli’nin başlattığı yeni dönemin Türk sağında ne tür tepkilere yol açtığını, açabileceğini, bütün bunları Tarık Çelenk ile konuşacağız. Ve en son olarak geçen hafta üç gün üst üste yapılan ve ileri bir tarihe ertelenen Narin Güran davasını arkadaşımız, Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan anlatacak. CHP ile başlayalım ve Murat Sabuncu ile hemen topa sert bir şekilde girelim. Murat, ne dersin? Başlığım hakkında ne diyorsun? “CHP’nin başka düşmana ihtiyacı yok” dedim.

Murat Sabuncu: Yıllardır siyaseti takip eden bir gazeteci olarak atılacak en iyi başlıklardan bir tanesini atmışsın. Zaten geçen hafta Hatem Ete ile yaptığınız söyleşiyi de seyrettim. PanoramaTR’nin analizlerini hepimiz dikkatle izliyoruz. Sizin Hatem Ete ile yaptığınız programlar da son derece ufuk açıcı oluyor. Orada da niçin bir ay evvel CHP’nin düştüğünü çok net ortaya koydu. Ne zaman ki Cumhuriyet Halk Partisi içinde insanlar birbiriyle tartışmaya, itişmeye kakışmaya başlıyorlarsa, Cumhuriyet Halk Partisi’nin halk gözündeki inanırlığı, bilinirliği, ne bileyim işte ona verilen destek hemen aşağı iniyor. Bunu da çok net bir şekilde anketlerde, güvenilir kişilerin yaptığı anketlerde görmeye başlıyoruz. Dediğin gibi, CHP kendi içinde kavga ettiği, tartıştığı sürece başka bir türlü siyasi rakibe ihtiyacı yok.

Ruşen Çakır: Başından beri bir Kemal Kılıçdaroğlu olgusu var. Ofis kurdu, sen de gittin gazeteci olarak görüştün, biliyorum. Ofis kurdu vesaire, ve Kılıçdaroğlu bir şeyler yapmaya çalışıyor oldu. Bu arada kendisiyle Özgür Özel de, Ekrem İmamoğlu da birçok kez görüştüler. Ama Kılıçdaroğlu, arada sırada yaptığı çıkışlarla çok ciddi bir şekilde yönetimi, özellikle ‘‘normalleşme’’ konseptini hedef aldı. Şimdi Oğuz Kaan Salıcı’nın o sert çıkışını Kılıçdaroğlu ile birlikte mi okumak lazım? Yani Oğuz Kaan Salıcı bir ara biliyorsun Kılıçdaroğlu’nun veliahtı gibi laflar da vardı yıllar önceden. Olay hakikaten bir Kılıçdaroğlu ekseninde mi gidiyor, yoksa daha farklı bir olayla mı karşı karşıyayız?

Murat Sabuncu: Çok açık ve net şunu söylemek lazım; ben pek böyle iddialı rakamlardan korkarım ama şu anda Meclis’teki CHP grubunun milletvekillerinin üçte birinin Özgür Özel’in bu normalleşme ile ilgili adımlarına karşı çıktığını, bununla ilgili kendi aralarında bir gruplaşma yarattıklarını ve birbirleriyle haberleştiklerini açık ve net bir bilgi olarak söyleyebilirim. Yani milletvekillerinin üçte biri CHP içinde bununla ilgili bir tartışma yürütüyorlar. Oğuz Kaan Salıcı belki de bunun sözcülerinden bir tanesi haline geldi. Yani Kemal Kılıçdaroğlu, eski genel başkan olarak, tam neredeyse bir sene evvel, 5 Kasım’da Özgür Özel’e karşı kaybetmiş bir genel başkan olarak normalleşme ile ilgili itirazlarını söylüyordu. Ama bu grup da bir şekilde milletvekillerinin de, işte daha sonra Orhan Sarıbal destek verdi, yaklaşık 10-11 milletvekili retweet etti bu Oğuz Kaan Salıcı’nın yazdıklarını. Giderek, illa Kılıçdaroğlu’nun yanından çıkmış, onun destekçisi olarak okuyamayacağımız bir kitlenin normalleşme ile ilgili itirazlarını yükselttiğini açık ve net şekilde söyleyebiliriz. Bunun örgütte bir karşılığı var mı? Hemen onu da söyleyeyim. 81 ilin il başkanı, örgüt başkanı biliyorsun, bir bildiri yayınladılar ve iç birlikten bahsettiler, Genel Başkanlarına destekten bahsettiler. Ben bu tip ihtiyaçların ortaya çıktığı anlarda içerideki tartışmanın büyük olduğunu düşünürüm Ruşen, her zaman bakışım öyledir. Yani 81 il başkanı “Biz Genel Başkan’ın yanındayız” diyor. Çünkü bu bir örgütlenme işidir, bu bir organizasyon işidir. Bunu, atıyorum, genel merkez organize edip örgütlüyorsa, bunu örgütleyen kişiler içinde mutlaka sorduğunuz zaman, “Hayır biz böyle düşünüyoruz”u biraz daha zor söyler insanlar falan filan. Bir şey daha söyleyeyim. Bu arada örgütler içinde 10-15 tanesinin de bu normalleşme ile ilgili, ayağa kalkmayla ilgili, bu Genel Başkan’ın da olduğu özel toplantılarda itirazlarını dile getirdiğini de söyleyeyim. Ama bir şey daha düşünüyorum ben. Nasıl erken seçim bir macun gibi tüpten çıktıktan sonra geri koyulamıyorsa, bu kurultay tartışmaları da Ruşen, er ya da geç, ben onun çok uzun olmayacağını düşünüyorum, 2025’in bir yerinde, illa bunu ‘‘Özgür Özel’e muhalif delegeler imza toplar ve buna götürürler’’ diye değil, Özgür Özel de ihtiyaç duyar ve buna götürebilir. Ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken Türkiye daha da riskli bir ekonomik, siyasi iklimdeyken tamamen bu tartışmaları bitirmek için adım atabilir diye de düşünüyorum açıkçası.

Ruşen Çakır: Peki, burada şöyle bir not düşmeme izin ver. İl başkanlarının açıklamasını görünce aklıma ne geldi? CHP kurultayı öncesinde yapılan “Kılıçdaroğlu’nun yanındayız” açıklamaları geldi. Sırf o açıklamaları yapanların imzalarının toplamı Kılıçdaroğlu’na kongreyi aldırıyordu ama kaybetti.

Murat Sabuncu: Kesinlikle katılıyorum. Ben de bu “Genel Başkan’ın tam yanındayız, bizim daha ileriye doğru gitmemiz lazım, içeride tartışma yapmayalım” da senin dediğin fotoğrafın bir benzeri noktasını bana da çağrıştırdı. Ve bir Genel Başkan, hani ben Özgür Özel için bunu söylüyorum, içerideki milletvekillerinin üçte biri, örgütün bir kısmı, işte eski genel başkan falan bütün bunlarla uğraşmak yerine, hakikaten kendini bir şekilde tekrardan hızlı bir şekilde daha da uzatmadan; çünkü belli ki bu tartışma bitmeyecek ve belli ki Özgür Özel’i bu noktalarda, başta normalleşme olmak üzere, sıkıştıracaklar. Bir şekilde, Özgür Özel daha ilerlemeden evvel, önümüzdeki senenin başında böyle bir şeyi kendi talep edebilir. Yani hep şu bekleniyor: İşte Kemal Kılıçdaroğlu taraftarları imza toplarlar, giderler, bunu zorlarlar falan. Tam tersi de olabilir ve burada başka bir şey olabilir. Tabii şu notu da düşmek lazım. Ekrem İmamoğlu, yani Özgür Özel’in Genel Başkan seçilmesinde büyük emeği olan bir insan, bu dakikada, yani diyelim ki bir kurultay kararı alındı, “Hayır, başka bir yerde duracağım” diyebilir mi? Ki belli ki motivasyon olarak Ekrem İmamoğlu parti içinde ciddi bir desteği olan… Ki işte senin yayına gelmeden evvel Kılıçdaroğlu’na yakın bir milletvekiliyle de konuştum, o da bana aynen şunu söyledi: “İmamoğlu, hakikaten fikirleri ve duruşunun tartışsak bile bazı yerlerini, gene CHP içindeki en öne çıkan figürlerden bir tanesi” dedi. Dolayısıyla İmamoğlu genel başkanlık için ‘‘Özgür Bey yerine başka birisi olsun’’, işte atıyorum Gökhan Günaydın ismi anılıyor ya, ‘‘O olsun, böyle yeniden bir yarışa girilsin’’ veya böyle bir şey başlarsa, durduğu noktayı bir sene sonra değiştirir mi noktaları da tabii çok tartışmalı. O yüzden Özgür Özel’in önünü daha açabilmek için kendi isteğiyle kurultayı, beklenenin aksine, muhaliflerden değil de kendi içinden bir istekle gündeme getirebilme ihtimalini 2025 için son derece beklenti içinde ve normal görüyorum.

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir husus var tabii. En büyük eleştiri normalleşme konusunda ne diyorlar? “Biz birinci parti çıktık. Tam da bir şey yakaladık. Ekonomi çok kötü. Normalleşme diyerek Erdoğan’ın elini güçlendiriyor” diye bir önerme var, bu ne zamandan beri var. Ama şöyle de bir durum var: Bu tartışma da Erdoğan’ın elini güçlendiriyor. Yani şu anda CHP içerisindeki bu kavgadan en çok memnun olan herhalde Erdoğan’ın kendisidir. Öyle değil mi? Böyle bir garip bir durumla karşı karşıya kalmıyor muyuz?

Murat Sabuncu: Katılıyorum. Bu arada Özgür Özel açısından baktığımız zaman, normalleşmenin tartışılan pek çok boyutu, kimisi haklı olan boyutu olmasına rağmen, Özgür Özel’i Türkiye’nin bir Genel Başkanı olarak, bir siyasetçi olarak getirdiği projeyle tartışılan, dinlenen bir lideri haline de getirdi. Şimdi bunu da teslim etmek lazım. Üstüne üstlük baktığımız anketlerde kararsızlara gidenler, geri dönenler olsa bile, CHP hala Adalet ve Kalkınma Partisi’nin önünde bir parti noktasında gözüküyor. Dolayısıyla kararsızlar çok yoğun bile olsa demek ki bu normalleşmenin en azından belli bir kısmının toplum tarafından satın alınması diye bir şey var. Tabii sen de ben de alanda çalışmayı seven gazetecileriz. Ben Özgür Özel’le Diyarbakır’a da gittim, Esenyurt’a da gittim. Alanda insanlarla da konuştum. Özgür Özel’in bir şekilde dinlenir bir lider olduğunu da görüyorum Ruşen. Yani tartışmaların, normal tartışmalarının dışında, ürettiği dilin… Mesela kaç gündür tartışılıyor; Esenyurt’ta DEM Parti Eş Başkanı’nı otobüsün üstüne çıkarttı. Kaldı ki Oğuz Kaan Salıcı da “Bu olur mu?” falan diyor. Şimdi düşünsene Ruşen, Türkiye’nin en kurumsal, en çok oyu olan partisinin, milliyetçi partisinin lideri, “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun” diyebilmiş; CHP hala bir şekilde Türkiye’nin en çok oy alan, özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı illerden en çok oy alan partisinin bir eş başkanını otobüsün üstüne çıkarttı diye birbirleriyle kavga ediyorlar. Yani milliyetçi partinin iktidar ortağının lideri, ‘‘DEM Parti grubuna gelsin Öcalan, oradan konuşsun’’ diyebiliyor; ama DEM Parti ile ortak oluşturulmuş, kent uzlaşısıyla oraya gelinmiş, haksız yere kayyum atanmış bir kişinin protesto gösterisinde CHP ile yan yana çıktı diye CHP’nin içini perişan etmeye çalışıyorlar.

Ruşen Çakır: Bir de burada bir not düşmeme izin ver: Oğuz Kaan Salıcı, CHP içerisinde daha solda bilinen bir çevrenin öne çıkan ismiydi diye biliyorum. Onun açıkçası diğer eleştirilerine vesairelerine neyse, ama o DEM Parti ile yan yana, DEM Parti’nin adını anmamıştı ama öyle olduğu anlaşılıyordu. Görünce açıkçası yadırgadım. Normalde CHP’de şey bilinir ya, daha soldakiler Kürt meselesinde daha empatiktir; daha ulusalcılığa yakınlar bu konuda rahatsız olurlar diye bir bilgimiz vardı, ön kabulümüz vardı. Burada açıkçası şaşırdım. Yani şimdi mesela Mardin’de Ahmet Türk’ün yanına çıkması kadar doğal ve nasıl söyleyeyim, doğru bir şey… Açıkçası çok yadırgatıcı geldi bana.

Murat Sabuncu: Ruşen, tabii hepimiz dediğim gibi yıllardır izliyoruz. Ben sana 2021 yılından bir hatırlatma yapayım: Cumhuriyet Halk Partisi ‘‘Doğu Masası’’ kurdu, hatırlıyorsun tabii ki doğal olarak.

Ruşen Çakır: Evet.

Murat Sabuncu: Doğu Masası’nın başında kim vardı Ruşen? Oğuz Kaan Salıcı vardı ve Oğuz Kaan Salıcı’nın başkanlığında Cizre, Silopi, Hakkari, Muş, o bölgelere gidildi, partiye katılım toplantıları düzenlendi. Şimdi ben şunu tam olarak hakikaten anlamak istiyorum, anlayamıyorum da: Eğer Kürt sorunu konusunda böyle bir adım atılacaksa, siz bir dönem evvel Kemal Bey’le beraber Doğu Masası kuran, işte o Van’da hepimizin şahit olduğu Kemal Kılıçdaroğlu’nun otobüsle girdiği andan itibaren oradaki bu memleketin Kürt vatandaşlarının teveccühüyle CHP’nin o “Ankara’nın doğusuna geçemez” şeyinin yıkıldığı olayın mimarlarından bir tanesi olacaksınız; sonra, işte bu ‘‘Çıkar mı çıkmaz mı yukarı efendim, orada otobüste konuşur mu…’’ Yani konuştu da slogan mı attı? Bir haksızlığa karşı ortak partinin bir yerinde, ortaklaşılmış bir yerde bir cümle söyledi, bir konuşma yaptı. O zaman iktidarın ötekileştirdiği bu partiye karşı CHP de bir noktada tavır alsın, yani geçen çözüm arayışları sürecinde olduğu gibi bir adım geride dursun… Bunları biraz garip buluyorum ben Ruşen. Demokratlık bana sorarsan, işte siyaset bir süreklilik aynı zamanda. O sürekliliğin bir yerinde güne, konjonktüre ya da sizin istediğiniz lidere ya da liderliğe tam paralel olmayan bir şeyler olduğu zaman geçmişteki cümlelerden daha farklı bir yere doğru gitmek… Bunları biraz düşünüyorum ama dediğim gibi tabii ki normalleşme ile ilgili tartışılacak bin tane konu var. Açık Radyo kapandı. Furkan Karabay bir gazeteci arkadaşımız, tutuklandı. Bir zemin var mı? Çok zor bir zemin yani. Ama bu zemini zorlamak, bir taraftan bununla ilgili bir karşıt görüş geliştirmek de bence önemli diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, sen geçen hafta bizim açık oturumda, Göksel Göksu’nun yönettiği açık oturumda çok çarpıcı bir laf ettin. Dedin ki; ‘‘Özgür Özel de Mansur Yavaş da adaylıklarını açıkladı’’ dedin. Değil mi özetle?

Murat Sabuncu: Ekrem İmamoğlu dedim, Özgür Özel demedim.

Ruşen Çakır: Özür dilerim ya, Ekrem İmamoğlu. Hayır, o kadar kafam gitti ki, Allah söyletiyor diyeyim. Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş. Evet, orada aslında bütün olaylar dönüp dolaşıp CHP’nin seçime kiminle gireceği hikayesinde düğümleniyor. Ve Mansur Yavaş bugün, biliyorsun, o şeyle ilgili açıklama yapacak, konser paralarıyla ilgili, saat 15.00’te. Mansur Yavaş biraz rahatsız. Ne dedi? ‘‘Sağlı sollu…’’ dedi, sonra ‘‘Partiye laf etmedim’’ dedi vesaire. Geçen ben Burak Bilgehan Özpek’le yayın yaptım, MetroPOLL Araştırma’nın şeyinden hareketle; Mansur Yavaş’ın beğenisinin düştüğünü söyledi ankete göre. ‘‘Neden?’’ dedim. ‘‘Çünkü siyaset konuşmaya başladı’’ dedi. Çok mu abartılı bulursun, yoksa gerçek mi?

Murat Sabuncu: Ben şöyle düşünüyorum: Mansur Bey’i son derece saygın, belediyede iyi işler üreten ciddi bir insan olarak görüyorum. Ama bir taraftan Mansur Bey’i cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında alanda izlemiş bir gazeteciyim. Kemal Kılıçdaroğlu çıkmadan evvel Çanakkale’de bir sahneye çıktı ve orada bir konuşma yaptı. Mansur Bey’in, hani tırnak içinde, lider performansı anlamında Ekrem İmamoğlu’nun biraz daha gerisinde olduğunu düşünüyorum. Birincisi bu. Yani Tayyip Bey’le karşı karşıya eğer kalırsa, CHP adayı olursa, Mansur Bey’in alan ve ekran performansı konusunda sorun yaşayacağını düşünüyorum. Tabii, bu en son konu. Ama daha derin bir şeye baktığımız zaman, Mansur Bey hakikaten ciddi anlamda Cumhuriyet Halk Partisi’ne girdiği andan itibaren CHP’nin çok çalışkan, CHP’ye oy getiren, duruşuyla, özellikle Meral Akşener’in çağrısından sonra durduğu noktadan taviz vermeyen ciddi bir insan. Ama ben, ‘‘Mansur Yavaş konuştukça oyu düşüyor’’ meselesinin biraz daha farklı bir yerinde duruyorum Ruşen. Çünkü Türkiye artık öyle bir noktaya geldi ki ve o kadar açık ki Ekrem Bey ve Mansur Bey’in ikisinin de Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı konusunda iki adayı olduğu, artık sözü sakınmanın, sözden vazgeçmenin zamanı da değil. Yani bir taraftan siz “Ben sadece belediyeyle ilgileniyorum” diyeceksiniz, bir taraftan ama anketleri de izlediğinizi itiraf edeceksiniz. Yani işte, ‘‘Anketler beni hep ileride gösterirken…’’ İzlediğiniz anket herhalde belediye başkanlığı beğeni anketi değil, başka bir yere bakıyorsunuz. Ha başka bir yere bakıyorsanız başka bir söz söylemeniz de beklenir sizden. Ben şöyle düşünüyorum; Mansur Bey’in bu çizdiği çerçeve içinde bundan sonra daha da fazla konuşacağını düşünüyorum ve bu konuşmalar şekillendikçe herhalde hem Türkiye’nin hem Cumhuriyet Halk Partisi içindeki dengelerin, fikirlerin biraz daha farklılaşacağını düşünüyorum. Ama hala Ekrem Bey’in üç noktada biraz daha farklı ve iyi bir profil çizdiğini düşünüyorum. Bir tanesi Ruşen — seninle de zaman zaman yayınlara da Medyascope’a da çıkıyorlar — ‘‘Reform Enstitüsü’’ diye bir yer kurdu. Orada akademisyenlerle bir şekilde bir irtibat halinde, işte ne bileyim, konuşmaları yazılıyor, tartışmalar yapılıyor, orada bir fikir ekibi var. Dönüyorsun, belediyenin ürettiği bürokratlara bakıyorsun; onların her biri, bir kısmı şimdi mesela farklı belediyelerin başkanları. İşte Sinem Dedetaş’tan al, pek çok isme kadar götür. Ekibi kurma, ekibi yönlendirme, ekipten aldığı bilgileri bir şekilde doğru sözlerle paylaşma ve en önemlisi — yine alanda izlediğim İmamoğlu’ndan bahsedeyim, 31 Mart seçimleri evvelinde de izledim, onunla beraber 2-3 mitinge gittim — orada ve sokakta insanlarla kurduğu ilişki, bu bir. İkincisi; Esenyurt’ta Ruşen, son şunu da söyleyeyim, öyle sana bırakayım; 29 Ekim – 6 Kasım arasında Ekrem İmamoğlu’nun çizdiği bir hat var: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarındaki konuşması, 30 Ekim Ahmet Özer’e yapılan operasyonun arkasından, tutuklanmasının hemen arkasından Çağlayan Adliyesi’nin önüne gidip konuşması, 31 Ekim’de Esenyurt konuşması, arkasından Brand Week’te yaptığı konuşma. Yani Türkiye’nin ve dünyanın sorunlarını arka arkaya sıralayıp kendi kurduğu yer. Dolayısıyla İmamoğlu bir taraftan iktidara, Tayyip Bey’e, Cumhurbaşkanı’na karşı bir ciddi rakip olgusunu yaratıyor; bir taraftan da arkasında kendini besleyen ve halkla kurduğu ilişkilerde bir adım önde gözüken bir isim olarak karşımıza çıkıyor. Herhalde Mansur Bey de bütün bunları görüyor ve ‘‘sağlı sollu’’ diye tarif ettiği yerin arkasında da sadece iktidar kanadından gelen değil, başka yerlerden gelen eleştirilerin şekliyle ilgili ben bir soru işaretinin de kafasında olduğunu düşünüyorum. Bunu da son olarak söyleyeyim.

Ruşen Çakır: Evet, bu söylediğin husus çok önemli. Yani bir tarafta bir ekip var, bayağı bir beslenen bir kişi Ekrem İmamoğlu; bir tarafta bu anlamda kıyaslanamayacak anlamda olan bir Mansur Yavaş var. Bu yayına girmeden önce tanıdığım bir ülkücü arkadaşla sohbet ettim Mansur Yavaş konusunda. O da mesela bayağı yakından takip eden birisi. Mansur Yavaş’ın ekip anlamında çok sorunlu olduğunu söyledi, bir kıyas getirmeyecek bir durumda olduğunu söyledi. Ama o tabii ki herkesten oy alabilecek — Kürtler hariç diyelim, çünkü Kürtlere yönelik bir şey söylememeye özel olarak dikkat ediyor — herkesten oy alabilecek bir profile sahip olduğu için kendini daha güvenli hissediyor olabilir. Ama Ekrem İmamoğlu’nun bu özelliği, biliyorsun, daha 2019’u kazanmadan önce başlamıştı. O anlamda gerçekten Türkiye’de az gördüğümüz, belki Erdoğan gibi profesyonel bir siyasetçi. Peki, son olarak şunu sorayım Murat. Biliyoruz ki, iktidar Ekrem İmamoğlu’nun aday olmasını istemiyor ya da daha doğrusu tek başına aday olmasını istemiyor. Yani Ekrem İmamoğlu + Mansur Yavaş + Erdoğan’lı bir tabloyu tabii ki isteyebilirler. Bu mahkeme meselesinde sen kişisel olarak ne düşünüyorsun? Bu tamamen bir bahis oynamaya döndü. Kimileri, ‘‘Asla yapamaz, çünkü bu çok güçlendirir’’ diyor. Kimileri, ‘‘Erdoğan kesinlikle…’’ Çünkü mahkemeyi tartışmıyoruz zaten, Erdoğan’ın tercihini tartışıyoruz. Sence ne yapar Erdoğan?

Murat Sabuncu: Ben açıkçası şöyle düşünüyorum; bir, insanların siyasi hayatları üzerinden yargı yoluyla yapılan operasyonların artık sonunun geldiğini ve iktidarın kendisinin de bu testlerden kendisini iyi ve memnun hissetmediğini düşünüyorum Ruşen. Yani bunu, işte şu anda cezaevindeki siyasetçiler, Demirtaş’tan işte Figen Yüksekdağ’a kadar tutuklu siyasetçiler veya atanan kayyumlar. Hepimiz biliyoruz ki, Tayyip Erdoğan’ın masasının üzerine sürekli anketler geliyor, gidiyor falan. Hani artık toplumun bunlardan sıkıldığını düşünüyor bence iktidar tarafı, bu bir tahmin. Ben de hani bir devletin, iktidarın isteğiyle yargı karşısına çıkmış, yargılanmış bir gazeteci olarak, toplumda şunu görüyorum, ki bunu Tayyip Bey de kendi zamanında, belediye başkanlığı zamanında %100 haksız olarak karşı karşıya kaldığı mahkeme kararından sonra nasıl kartopu gibi büyüdüğünü, büyütüldüğünü, bunun siyasetini bilen bir insan olarak gördüğünü düşünüyorum. Ve kesinlikle şunu düşünüyorum; istinaf belki, yani bunu da tabii utanarak söylüyorum, yani böyle bir yargı kararı üzerinden, birisinin siyasi hayatı üzerinden bunları konuşuyoruz; ama Yargıtay, özellikle 3. Ceza Dairesi’nin değişen profili, yapısı, yeni isimler, son güne kadar demokrasinin kılıcı olarak tutulabilir. Ama son tahlilde, geçen gün Bülent Arınç’ın Cansu Çamlıbel’e söylediği gibi, böyle bir ‘‘ahmak davası’’ üzerinden bu kadar popüler bir insanı yasaklamanın, aynen Tayyip Erdoğan döneminde olduğu gibi, er ya da geç halktan döneceğini düşünüyorum. Çünkü halk hakikaten çok farklı bir ruh haliyle davranıyor, seçimlerde de hep görüyoruz. Halktan döneceğini düşünüyorum. Ama ‘‘Yargıtay bunu onaylamayacaktır’’ diye de kendi içinde, istinaftan emin olamıyorum ama, Yargıtay için böyle bir düşüncem var Ruşen.

Ruşen Çakır: Murat, çok teşekkürler, çok sağ ol. İzlemeye devam edelim, seni de yorumlarınla konuk etmeye devam edelim. Çok teşekkürler.

Murat Sabuncu: İyi yayınlar diliyorum, sağ olun, var olun.

Ruşen Çakır: Evet, T24’ten gazeteci arkadaşımız Murat Sabuncu, CHP içerisindeki kapışmaları yorumladı. Buna devam edeceğiz. 

Arkadaşımız Özgecan Özgenç, CHP kulislerinde neler konuşuluyor, bunları anlatacak. Evet, arkadaşımız Özgecan Özgenç’le konuşalım. Bakalım, CHP kulislerinde neler var. Özgecan, merhaba.

Özgecan Özgenç: Merhaba Ruşen abi, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Evet, Oğuz Kaan Salıcı bombanın pimini çekti. Aslında bomba hep ortadaydı ama nihayet açık açık bu işler olmaya başladı ve peş peşe açıklamalar geldi. En son 81 il başkanının “Kurultay yok, erken seçim talebimiz var” açıklamasına geldik. Şöyle bir genel bir şey çizsene, gerçekten içerisi kaynıyor mu, yoksa az sayıdaki insan bir şey çıkmayacak bir hamle mi yapıyor?

Özgecan Özgenç: Benim edindiğim izlenim ve şimdiye kadarki görüşmelerimizden edindiğim fikri söyleyeyim, başta söyleyeyim en sonda söyleyeceğimi; az sayıda insan, sonucu olağanüstü kurultaya götürmeyecek bir süreç için bir hamle yaptı diyebilirim Ruşen abi. Aslında bir sene oldu, tam 4-5 Kasım 2023, 38. olağan kurultayının üstünden bir yıl geçti. CHP Genel Merkezi bu bir yılı değerlendirirken, tam da bu olağanüstü kurultay çıkışı geldi. 31 Mart yerel seçimleri öncesinde de benzer bir söylem vardı, hatta CHP’nin önemli merkezleri kaybedeceği, büyükşehir belediye sayısının azalacağı ve 1 Nisan’da partinin gündeminde olağanüstü kurultay olmaya başlayacağı konuşuluyordu. 31 Mart’taki tablo bu tartışmaları biraz daha öteledi. Eylül ayında, 4-9 Eylül 2024 tarihlerinde tüzük kurultayı gerçekleşti. Tüzük kurultayı öncesinde de ‘‘Seçimli kurultay olur mu? Bu süreç bir genel başkan değişikliğiyle veya bir yönetim değişikliğiyle sonuçlanır mı?’’ tartışmaları yürütülüyordu. Ancak tüzük kurultayında da herhangi bir seçim gündeme gelmedi. Hatta genel merkezin hazırladığı tüzük komisyonuyla il başkanlarının da içinde yer aldığı tüzük komisyonuyla hazırladığı taslak çok düşük sayıda muhalefet ret oylarıyla kabul edildi. Bu tartışma şimdi yeniden alevlendi. Temelde, Özgür Özel’in Mayıs ayından bu yana yürüttüğü normalleşme sürecine yönelik eleştiriler var. Ancak Oğuz Kaan Salıcı’nın başını çektiği diyebileceğimiz ancak tam olarak Kemal Kılıçdaroğlucu diye yekün bir muhalefet ekibinin olduğunu söyleyemeyeceğimiz bazı rahatsızlıklar var. Salıcı’nın sosyal medya üzerinden yaptığı çağrının ardından ona destek ve tepki açıklamaları da geldi. Ancak şu aşamada bu tartışmaların CHP’yi bir olağanüstü kurultaya taşıyacağını bence söylemek mümkün değil.

Ruşen Çakır: Oğuz Kaan Salıcı’ya Deniz Yücel’in verdiği cevapta bir şey dikkatimi çekti. İstanbul’da senin de izlediğin toplantıda, kamp gibi bir şey yaptılar ya, diyor ki; ‘‘Orada 17 — ya da rakamdan emin değilim — 17 arkadaşımız çıktı, benzer şeyler söyledi. Ama bunların 16’sı, ‘Bunları kendi içimizde tartışmamız lazım’ vesaire dedi ve kurultay falan demedi.’’ Değil mi, öyle bir şey söylemişti yani Oğuz Kaan Salıcı’ya? O toplantıda da alenen bazı isimler, milletvekilleri Özgür Özel’e yönelik eleştirilerini yüksek sesle dile getirmişler; ama kol kırılır yen içinde kalır gibi yapmışlar sanki. Ama şimdi birdenbire olay dışa yansıdı. Bu dışa yansımasının ve bu kadar sert bir şekilde dışa yansımasının nedeni ne olabilir?

Özgecan Özgenç: Bir olağanüstü kurultaya gidebilmek için belli sayıların tutturulması gerekiyor, Ruşen abi. Bunların genel başkan ve parti meclisi çağrısı dışında olağanüstü kurultaya gidebilmek için kurultay delegelerinin beşte birinin noter huzurunda imzalı olarak bu talebi oluşturması gerekiyor. Şu an 1300’ün üzerinde delegesi var CHP’nin. 1200 seçilmiş delege ve milletvekillerinden oluşan doğal delegeler, 1330’a yakın doğal delegesi var ve olağanüstü kurultay çağrısı yapabilmesi için vekil sayısındaki değişikliğe göre en az 265-270 arasında delegenin imzasına ihtiyaç var. Şu an CHP’nin kurultay delegeleri yapısında bu kadar imzayı toplayabilecek, bu sayıyı oluşturabilecek bir potansiyel görünmüyor. Belki de Oğuz Kaan Salıcı ve sonrasında onu destekleyen isimler bu talebi toplumsallaştırarak, yani bu çağrıyı kamuya açarak bir destek toplayacaklarını veya kurultay delegelerinin bu noktada desteğini alabileceklerini düşünmüş olabilirler. Çünkü mevcut durumda, az önce de bahsettim, tüzük kurultayına genel merkezin önerilerine 35-40 arasında sadece itirazlar oldu. Yani bu ret oyları çok düşük oranlarda, çok düşük düzeylerde kaldı. O yüzden bu talebi bir şekilde toplumsallaştırarak, CHP’nin başta normalleşme olmak üzere kamuoyunda eleştirilen bazı adımlarına bir şekilde destek bularak bunu genel merkezin gündemine sokma niyeti taşımış olabilirler. Ancak genel merkezdekilerle konuştuğumuzda da gündemlerinde kesinlikle böyle bir şey olmadığını söylüyorlar. Türkiye’nin gündeminden bahsediyorlar. Enflasyonun, hayat pahalılığının bu ülkenin %60-70 oranında insanın birincil sorun olarak değerlendirdiği meseleler olduğunu ve CHP’nin olağanüstü kurultay tartışmayı şu anda önünde hedeflemediği, böyle bir gündemi olmadığını söylüyorlar.

Ruşen Çakır: Peki, bu hareketin lideri kim? Kemal Kılıçdaroğlu mu, Oğuz Kaan Salıcı mı, yoksa şu anda bilmiyor muyuz?

Özgecan Özgenç: ‘‘Bu hareket var mı?’’, bence esas bilmediğimiz nokta bu. Az önce de söyledim, birlikte hareket eden bir toplam olduğunu söylemek bence zor. Kemal Kılıçdaroğlu’nu geçtiğimiz seneki kurultay öncesinde destekleyen bir ekip vardı elbette. Oğuz Kaan Salıcı’nın çağrısından sonra Ankara bürodan arkadaşlarımız Berfin ve Mahir de toplamıştı, ‘‘Salıcı nasıl muhalefeti temsil eden isim haline geldi?’’ diye. Salıcı, Kılıçdaroğlu’nun yakın çalışma arkadaşlarındandı, örgütlerden sorumlu genel başkan yardımcısıydı. Hatta genel başkanlık için de adı zaman zaman geçiyordu, özellikle geçen seneki kurultaydan önce. Ancak şu an liderliğini üstlendiği bir hareket var mı? Açıkçası ben emin değilim. Dikkate alınan bir isim, tabii ki Kılıçdaroğlu’yla yakın çalışma arkadaşı olması nedeniyle de dikkate alınan bir isim. Ancak benim son kertede yorumum; şu an böyle bir hareket, yani bir şeyleri değiştirebilecek, en azından olağanüstü kurultaya partiyi taşıyabilecek bir hareket olmadığı yönünde olur.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sorayım. Yarınki grup toplantısı herhalde bütün bu tartışmaların ışığında bayağı bir heyecanlı olacak. Ben de yerinde görmeye geliyorum, beraber izleriz. Orada böyle bindirilmiş kıtalar falan görür müyüz, Özgür Özel’e destek verecek, yoksa yine normal bir şey mi olur? Çünkü CHP kendi içerisinde kavgaya tutuştuğu zaman çok büyük bir dinamizm yakalıyor biliyorsun, kendi kendini tüketen. Yayının başlığına da zaten ne dedik? ‘‘CHP’nin düşmana ihtiyacı yok’’ dedik. Yarınki grup toplantısı biraz heyecanlı olur mu?

Özgecan Özgenç: Bunun sinyallerini bugün alabiliriz. Şu an MYK toplantısı sürüyor. Herhangi bir Özgür Özel’e destek çıkacak, özellikle bir ekip yarın için örgütlenirse görürüz. Ama önceki haftalarda da yine Özgür Özel’in destekçilerinin yoğunlukta olduğu grup toplantıları sürüyordu. Zaten bu isimleri, işte Oğuz Kaan Salıcı gibi veya bu süreçte ona desteğini açıklayan, olağanüstü kurultay talebini dillendiren isimleri grup toplantılarında pek görmüyoruz. Milletvekili kampında elbette varlardı, tartışmaları da yürüttüler ama yine yarın Özgür Özel’in sloganlarla alkışlarla karşılanıp uğurlanacağı bir grup toplantısı olacaktır muhtemelen. Bugün ekstra bir hazırlık yapılacak olursa, MYK toplantısının sonunda yine öğreniriz.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, Özgecan. Yarın görüşmek üzere diyelim.

Ve CHP mevzusunu kapatıp biraz Bahçeli’nin başlattığı, adının ne olduğunu henüz bilmediğimiz olaya geçelim. Birazdan Tarık Çelenk’le Türkiye’de sağ kesim, özellikle Türk milliyetçileri Bahçeli’nin bu çıkışına nasıl bir tepki veriyor, verebilir, bunları konuşacağız. ‘‘Mahalle’’ der Tarık hep kendi mahallesine, Türk sağının mahallesine. Bakalım orada neler oluyor. Tarık, merhaba.

Tarık Çelenk: Merhaba Ruşen, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Sağ ol. Bugün Gazete Duvar’da bir röportajın çıktı, değil mi? Orada da kısmen bu konuya girmişsiniz. Doğrudan şunu sorayım. Yani yıllardır o mahallenin içerisindesin, bütün hareketleri biliyorsun, çoğunun kadrolarını yakından tanıyorsun, tabanını da biliyorsun. Devlet Bahçeli, Ekim başından itibaren bir şeyler yapıyor, bir şeyler yapmaya çalışıyor, bir şeyler söylüyor. İlk sorum: Seni şaşırttı mı?

Tarık Çelenk: Beni şaşırtmadı, ondan her an öyle bir çıkış bekliyorduk. Ama bunun mantığında, 1940’lı yıllarda zamanın başbakanı, şimdi hatırlayamıyorum da, demiş ya: ‘‘Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz.’’ Yani bir devlet, bir şeyi onadığı zaman, buna toplumun ya da benim tabirimle mahallenin artık bir söz etmesine gerek kalmıyor. Çünkü burada içgüdüsel bir güven ilişkisi söz konusu. İlke ilişkisi söz konusu değil. Zaten ben onun için “mahalle” diyorum ya da “üst grup kimliği” dediğimiz hikaye de oradan kaynaklanıyor. Yani burada tabii merkezde devlet oluyor, yani en güçlü otorite oluyor ve ancak otorite koruyabilir böyle bir bekayı, bir üst kimliği, bir vatanı; öyle bir bakış tarzı var. Tabii ki Sayın Bahçeli’nin çıkışlarına ciddi tepki oldu. Çözüm sürecinde Erdoğan’a da buna benzer tepkiler olmuştu. Ama tepkiler sonunda sakinleşmeye, ‘‘Bir bildikleri vardır’’a geliyor. Ben sonucu etkileyecek ya da desteği etkileyecek, en azından kalıcı desteği etkileyecek bir tepkinin, bir belirleyiciliğin Devlet Bahçeli’nin çıkışının ardından olacağını düşünmüyorum.

Ruşen Çakır: Ona tekrar geleceğiz, biraz olayı incelemeye devam edelim. Sence Bahçeli böyle bir şeyi neden yaptı? Bu konuda ilk gelen cevap, ‘‘Erdoğan’ı yeniden seçtirmek için bir oyun oynuyorlar’’ yorumu yapılıyor. Muhalif çevrelerde çok yaygın. Bir başka husus, bölgedeki gelişmeler, İran-İsrail gerginliği vesairenin dengeleri çok değiştireceği ve ön almaya çalıştığı yönünde bir yaklaşım var. Bir üçüncüsü de “Hem o var hem o var” diyen yaklaşım var. Sen nasıl düşünüyorsun? Yani çünkü şöyle bir husus var çok açık; kamuoyu yoklamalarında falan ‘‘Türkiye’nin en acil sorunu Kürt meselesidir’’ gibi bir şey de yoktu. Son dönemde terör saldırıları vesaireler de çok yoğun bir şekilde kamuoyunun gündeminde olan bir şey değildi. Biraz “Bayram değil, seyran değil” gibi oldu. Sence neden Bahçeli bu çıkışı böyle bir zamanda yaptı?

Tarık Çelenk: Yani biliyorsun, mesela bugün Neçirvan Barzani’nin yakın bir dostu, orada ticaret yapan bir arkadaşının da söylediği “Onların da haberi var” tarzında. Demek ki yani bu bölgeyle ilgili, bölgedeki muhtemel gelişmelerle ilgili, komşulardaki aktörlerin haberi olan bir hikaye ya da tahmin olan bir hikayeyse, bu kendi çapında bir güvenlik projesi olarak, bir bürokrasi tarafından hazırlanmış bir durum. Her ne kadar ‘‘Erdoğan’ın haberi olmadı’’ diye çok yakın kaynaklarından da ifade edilen bir şey olsa bile, yani bu şekilde Bahçeli’nin oynadığı role baktığımız zaman 2000’lerden bu yana, boş bir konuşma olmadığını, arkasının da dolu olduğunu düşünüyorum. Ve bunun da teyidinin önümüzdeki günlerde, işte bu hafta ya da ikinci hafta yapacağı grup konuşmasının demeçleri ve tavrından da anlaşılabileceğini düşünüyorum. Yani bunları birbirinden bağımsız düşünmek, yani ‘‘Bahçeli bir gün oturdu, böyle bir karar verdi, yani oynamayı seviyor, dengeleri oynamayı, kendi kurmayı seviyor, bunu bireysel yapıyor’’ tarzındaki yaklaşımdan ziyade, ‘‘Bu konuşulan bir konuydu kulisler arasında ve şu anda da hayata geçiyor’’ tartışmaları da var. Bunun hayata geçmesi, başarılı olması ya da uygulanacağı manasına da gelmez. Yani fail de olabilir, başarısız da olabilir, vazgeçilebilir de; ama yani bu çevrede, çevre ülkelerdeki ilgili aktörler tarafından konuşulan üst düzeyde bir konuysa bunun bir nedeni var, bunun bir gerekçesi var diye düşünüyorum. Yani bu içeride pişmiş olan bir konu gibi geliyor bana.

Ruşen Çakır: Sen geçen çözüm sürecinde bayağı aktif bir şekilde yer aldın, akil insanlar heyetindeydin. Hangi bölgedeydin?

Tarık Çelenk: Ben tabii o zaman Akdeniz bölgesindeydim. Orada şehit aileleri çoktu, Yörükler çoktu, CHP’liler çoktu, MHP’li hassasiyet çok yüksekti. Ama tabii orada biliyorsun çözüm sürecinde toplumsallaştıramadı. Yani direkt muhalefet karşıya alındı, MHP ve CHP karşıydı buna. Yani onlarla bir görüşme bile, bilgilendirme bile benim bildiğim kadarıyla üst düzeyde yapılmadı. Zaten otobüsten indiğiniz zaman hep ciddi toplumsal muhalefetle, protestolarla karşılaşıyordunuz. Bazen otellere arka kapıdan alınıyordunuz. Alevi köyleri var, Aleviliğin ilk doğduğu alanlar var Antalya’nın kuzeyinde falan. Çok tepkiliydi ama şehit aileleri, şehit federasyonları falan daha yumuşak yaklaşmışlardı bölgede hatırladığım kadarıyla.

Ruşen Çakır: Orada şöyle bir husus var tabii; o dönemin en net karşı çıkanı MHP’ydi, daha örtülü bir şekilde karşı çıkanı CHP’ydi. Şu anda bakıyoruz ki MHP sanki bir şey başlatıyor, CHP de buna çok da olumsuz yaklaşmıyor. Bütün bunlar, bu sefer işin daha kolay olacağını düşündürtüyor mu sana?

Tarık Çelenk: Belki de çok daha zor olacak. Çünkü bu sefer sanki, işte o zaman, yani bir şekilde tabii kutuplaşma politikasından vazgeçilmeyerek sanki bir toplumsal tabana, en azından AK Parti’yi destekleyen Kürtler ve AK Parti’yi destekleyen liberaller, entelektüeller, Türkiye’nin aydınları arkasına alınarak toplumsallaştırılma çabası içindeydi ve işte demokratikleşmenin de bir parçası hikayesindeydi; ama programı yoktu, endgame yoktu vesaire, son resmi yoktu. Ama şimdi devletin bir dış güvenlik ya da bir iç güvenlik projesi olarak yapılıp da bunun bir işte anayasal hukuki güvencelerin pek tartışılmadığı, bir affın tartışılmadığı, hatta belki Selahattin Demirtaş gibi aktörlerin bile, Osman Kavala gibi aydınların bile affının söz konusu olmadığı, sadece pazarlığa ve aidiyete ya da teslimiyete bağlı olan bir boyun eğdirmeye dayalı olan bir yaklaşım olursa, bunun bir toplumsal zemininin yakalanması biraz zor olur. İkincisi de bunun hukuki ve bir kurumsal zemini olmayınca, bunlar hangi zemin üzerinde duracak? Yani bunun üç ayağı olması lazım. Yani tek ayakta ne durmuş ki şu ana kadar? Yani Türkiye’de ya da dış aktörlerde böyle olur, çok zor olur diye düşünüyorum. Daha problemli olur yani.

Ruşen Çakır: Nitekim Bahçeli’nin açıklamalarının hemen ardından kayyumlar geldi. Hatta bunlardan birisi de Bahçeli’nin kişisel bir hukuku olan Ahmet Türk’ün bizzat kendisiydi, biliyorsun. Ve hatta şey diye de yorumlayanlar oldu, ‘‘Bu, Erdoğan’ın Bahçeli’ye cevabı’’ gibi. Ne diyorsun? Yani hem kayyum atayıp, belki Suriye’ye operasyon da söz konusuymuş, öyle diyorlar. Erdoğan en son benzer bir şey söyledi; iki hattı birleştirmek gibi. Hem Suriye’ye operasyon hem kayyumlar hem de bu sorunu çözmek… Bunlar nasıl olacak?

Tarık Çelenk: Bu işin içinden çıkması en zor soru, yani buna kimse, sen de herhalde cevap bulamadın. Ama tabii en basit cevabı, dünyadaki bu tip çatışmalar ve müzakere süreçlerinde, özellikle müzakereler başlamadan önce, bu tip, işte hatta İspanya’da bombalar falan patladı bildiğim kadarıyla Bask tarafında. Yani bunlar, bu gerginlikler daha yükseğe ulaşıyor. Hatta çözüm ve açılım süreçlerinin hemen öncesinde de buna benzer şeyler olmuştu biliyorsun. Tabii, yani Trump’la beraber bu Kuzey Suriye operasyon konuşmaları falan da daha tartışılıyor. Ama bu müzakerelerin başlamayacağına delalet getirmez. Tabii yani bunun sadece Ahmet Türk’e ve Halfeti gibi, işte Öcalan’ın doğduğu yere — hatta sanıyorum da Türkmenmiş galiba, Kürt de değil galiba Halfeti Belediye Başkanı — bunlara yapılması tabii bunun çok tesadüf olmayacağına işaret ediyor. Ama gene de ben ısrar ediyorum; yani burada bir devletin kendince bir aklı var, bir tasarımı var, bir kaygısı var ve bu yoldan bir deneme yapıyorlar. Yani eğer Rojava’ya operasyon yapılması ya da işte buradaki tutuklamaların dozunun yükseltilmesi, bence bu müzakerelerin olmadığı, şu ana kadar gerçekleşmediği ve de başlamayacağı anlamına da gelmez gibi geliyor bu fotoğrafta.

Ruşen Çakır: Geçen gün ben Burak Bilgehan Özpek’le bir yayın yaptım, MetroPOLL‘ün son araştırmasından hareketle. O araştırma yapıldığında Bahçeli henüz, ‘‘Gelsin, grupta konuşsun’’ dememiş. Ama bir önceki yerde, ‘‘Öcalan silah bıraktırsın’’ dediği; çünkü ‘‘Grupta gelsin, konuşsun’’ çok büyük bir ilgi uyandırdı, tepki de uyandırdı. Ve diyor ki: ‘‘MHP’nin oylarında düşüş oldu. Buna bağlıyoruz’’ diyor. Gerçekten böyle olur mu? Bahçeli’nin bu çıkışıyla MHP oy kaybeder ve diğer bu konuya çok sert çıkan İYİ Parti, — biliyorsun çok net bir şekilde Bahçeli’yi eleştiriyor — Zafer Partisi gibi partiler bundan istifade eder mi?

Tarık Çelenk: Bence etmez. Devletin temsilcisi, karar mekanizması olarak görüyor. İYİ Parti ve diğer partileri, ulusalcı milliyetçi partileri, yeni kurulan partileri ise bir devletin temsilcisi, otoriteyle olan ilişkisinin var olduğunu düşünmüyor. Kendince bir sivil aktör olarak düşünüyor. O açıdan bir şeyin uzun vadede ya da orta vadede fark edeceğini düşünmüyorum bu konuda. Belirleyici bir düşüş olmaz.

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir şeyle bitirelim Tarık. Yakın bir zamana kadar, özellikle her seçim öncesi AK Parti içerisinden bazı kesimler, özellikle AK Parti’nin Kürt kadroları hep derdi ki; ‘‘Cumhurbaşkanı bir şeyler yapmak istiyor, hatta birtakım hazırlıklar var ama MHP engel oluyor’’ diye bir şey vardı. Yani, Erdoğan yapacak, tekrar bir şeyler yapmak istiyor ama MHP engelliyor. Burada bambaşka bir şey oldu sanki ortada. Engellediği söylenen MHP başı çekmeye başladı ve Erdoğan’ın MHP kadar, Bahçeli kadar bu konuya angaje olmadığını görüyoruz. Mesela umut hakkı meselesi Öcalan’ın, değil mi? Erdoğan ağzını açıp bu konuda tek kelime söylemedi. Bahçeli ısrarla söyledi, en son yaptığı konuşmada yine söyledi.

Tarık Çelenk: Haklısın. Burada Bahçeli kendinin devlet adına konuştuğu varsayımıyla ya da kendi kitlesinin onun adına dinlediği varsayımıyla daha rahat ve daha cesur davranıyor. Ama Erdoğan sonuç itibarıyla siyasetçi, pragmatik bir siyasetçi. İçgüdüsel olarak süreçlere bakıyor ve bundan bir kaygı duyuyor. Bahçeli’nin devlet adına duyduğu özgüveni, Erdoğan seçmeni adına duyamıyor ve bunun riskini görüyor. Ve bunun riskini gördüğü için bu süreci, özellikle bu tip bir ikonik radikal çıkışlara karşı daha temkinli karşılıyor gibi geliyor bana.

Ruşen Çakır: Bu anlamda o zaman şöyle diyelim, Mümtaz’er Türköne’nin dediği, devletle hükümet arasındaki ping-pong müsabakasına yakın şeyler söylüyorsun sen de.

Tarık Çelenk: Öyle ama sonuç olarak tabii ortada buluşurlar, yani bu süreç bir şekilde anlaşılır. Yani bu denenecek; çünkü sonuç olarak Trump’la beraber biliyorsun, yeni bir Ortadoğu, yeni riskler ve yeni sürprizler olabilir. Artık bu riskler ve sürprizler karşısında devlet de ya da güvenlik bürokrasisi de kendine göre çareler arıyor. Ama işte en büyük sorun, sadece çareleri toplumsallaştırmayıp bir yumuşak gücün, bir sağduyulu akıldan ziyade, güvenlik bürokrasisinin önerdiği toplumsal/sosyal çözümlerin ne kadar gidip gidemeyeceği ise kaygı veriyor sivil toplumca, bizlerce, bizlerin algılarına göre.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Tarık, katkıların için.

Tarık Çelenk: Rica ederim. Sağ ol, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: İyi günler. Evet, Bahçeli’nin çıkışlarının neye yol açabileceğini, özellikle de Türk sağında, Türk milliyetçi kesimlerinde, hareketinde ne tür tepkilere yol açabileceğini Tarık Çelenk ile konuştuk.

Son olarak geçen hafta 3 gün üst üste yapılan ve ertelenen Narin Güran cinayeti davasını konuşacağız Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan’la. Ferit, merhaba. 

Ferit Aslan: Merhaba, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Evet, Ferit, üç gün oradaydınız, izlediniz. Sanki sıfıra sıfır elde var sıfır mı, yoksa ben karamsar mı bakıyorum?

Ferit Aslan: Ruşen Çakır, aynen senin söylediğin gibi. Soruşturma döneminde Türkiye kamuoyu nasıl Narin’in neden ve kim tarafından öldürüldüğünü öğrenemediyse, üç gün süren duruşma sonunda da maalesef bu iki sorunun da cevabı öğrenilemedi. Biliyorsun, 12 tutuklu vardı bu soruşturma kapsamında, 4 kişinin dosyası ayrılmıştı. Narin’in annesi, abisi, amcası ve Nevzat Bahtiyar’ın dosyası ayrılmıştı ve bu kapsamda yargılamaya Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Üç gün sürdü, gece yarılarına kadar devam etti. Bu dava kapsamında bu duruşmada yaklaşık 35 kişi ifade verdi. Sadece bir kişi ifade vermedi. Belki de o ifade vermeyen kişi, soruşturmanın dosyası ayrılan ve tutuklu yargılanan 15 yaşındaki Ramazan Atasoy’du. Mahkeme salonunda tanık olarak dinlendiğinde, mahkeme başkanı kendisine, “İstersen ifade vermeyebilirsin, bundan vazgeçebilirsin, çünkü senin diğer soruşturmanı da etkileyebilir” deyince, bu da tanıklık yapmak istemediğini söyledi. Bu davada taraf olan Diyarbakır Barosu avukatları ve eski Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren’in itirazına rağmen, Ramazan Atasoy’un ifadesi alınmadı. Bu, şöyle bir yoruma neden oldu: ‘‘Acaba Ramazan Atasoy çekindiği için, duruşma salonunda bulunan Güran ailesinin mensuplarından çekindiği için mi ifade vermedi?’’ şeklinde. Ama diğer ifadeler, diğer tanıklıklar, soruşturma sürecinde takip ettiğimizde olduğu gibi hepsi reddetti, inkar etti. “Bilmiyorum, hatırlamıyorum” gibi muğlak cevaplarla biz de o iki sorunun yanıtını öğrenemedik. Peki, 3 gün süren duruşmada kamuoyu yeni olarak ne öğrendi? Şunu söyleyebiliriz: Salim Güran’ın olay gününe ait sildiği WhatsApp kayıtları geri alınmıştı, bunu öğrendik. Bu WhatsApp kayıtlarında Salim Güran’ın daha çok Nevzat Bahtiyar’la, Nevzat Bahtiyar’ın yerine onun olay günü Hatay’da bulunan kardeşi Vecdi Bahtiyar’la telefonla WhatsApp üzerinden görüştükleri ortaya çıktı. Yine geri getirilen kayıtlara göre Salim Güran, olay günü saat 15.40 sıralarında 41 saniyelik bir görüşme yaptı Nevzat Bahtiyar’la. Bu da ortaya çıktı. Bazı ifadeler daha ortaya çıktı ama dediğim gibi, herkes birbirini suçladı. Güran ailesinin getirdiği tanıklar, — çünkü son gününde Güran ailesi 12 tanık getirdi — Güran ailesinin avukatları, hem o tanıklar hem diğer tanıklar Nevzat Bahtiyar’ı suçladı. Nevzat Bahtiyar da Salim Güran’ı suçladı. Duruşmada eve gittiği zaman ne Yüksel Güran ne de Enes Güran’ı görmediğini, sadece Salim Güran’ı gördüğünü söyledi. Dediğim gibi, 3 gün devam eden ve saatlerce süren yaklaşık 35 tanığın dinlenmesine sebep olan bu duruşmada, ilk duruşmada biz Türkiye’de 85 milyon insanın merak ettiği “Narin niye öldürüldü, Narin’i kim öldürdü?” sorularına cevap bulamadık. Mahkeme son olarak verdiği kararda, Diyarbakır Barosu avukatlarının ısrarı üzerine Ramazan Atasoy’un, yani soruşturma kapsamında tutuklu bulunan en küçük şüpheli durumundaki Ramazan Atasoy’un dinlenmesine karar verildi. Ancak duruşma salonunda değil, adliyede pedagog eşliğinde tanık olarak ifadesinin alınmasına karar verildi. Güran ailesinin istediği askeri üst bölgesine ait olan Şahingöz adı verilen kameranın da kayıt yapıp yapmadığı, kayıt yapmışsa bunun da mahkemeye gönderilmesini istedi. Çünkü biliyorsunuz, ilk günden itibaren Güran ailesi askeri bölgede bulunan bazı kameralarda her şeyin net olduğunu ve bu kameraların izletilmesi istemişti. Duruşma salonunda bu kameraların bir kısmının görüntüleri de izlendi, ancak bir şey tespit edilemedi. Bu arada, duruşma gününde duruşma salonunda Nevzat Bahtiyar’ın olay yerinde keşif yaparken çekilmiş görüntüleri de izletildi. Uzun görüntülerdi, daha önce kamuoyuna çok kısa bir bölümü düşmüştü. Bu görüntülerde de aslında şu ortaya çıktı: Diyarbakır Barosu Eski Başkanı Nahit Eren, İstanbul Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi’nde Narin’in ölüm tarihini belirleyen raporla ilgili çarpıcı bir ifade kullandı. O raporda, bir insanın ne zaman öldüğü, insan vücudu üzerindeki böceklerin yaptığı larvalardan ortaya çıkarılıyormuş. Ancak Narin’in vücudu üzerinde karasal özellik taşıyan larvalar varmış. Yani bu şu demektir: Narin ya başka bir yerde toprakla temas etti ya da daha önceden Narin’in oraya gömüleceği yer hazırlandı, o ceset çuvalı içerisinde o toprağa temas etti ki o larvalar vücudunda vardı. Ancak dediğim gibi, keşif esnasında da yanında bulunan Cumhuriyet Savcısı’nın sorularına Nevzat Bahtiyar’ın tatmin edici cevap veremediğini söyledi. Aracı park ettikten sonra uzun bir mesafe yürüyor, tarlanın içerisinde, engebeli bir tarlanın içerisinde ve 8 yaşında bir kız çocuğunun cansız bedeninin bulunduğu çuvalı düşürmeden oraya kadar indirdiğini ifade etti. Son olarak şunu söyleyeyim. Biliyorsunuz, hani dedim ya, tanık olarak ifade vermek istemeyen bir tutuklu var, 15 yaşında Ramazan Atasoy. Jandarma bununla ilgili bir tutanak tutmuş. Bu tutanakta ne var? Tutanakta da Ramazan’la ilgili 14 Eylül tarihinde tutuklama kararı verildikten sonra jandarmanın hazırladığı tutanağa göre sinir patlaması yaşıyor ve ağlıyor. Bu sırada da, ‘‘Köy muhtarı başımıza bunu bela etti, ne olduysa onun yüzünden oldu’’ diyor. Bir de köy muhtarının tarlaya gelirken kıyafetlerini değiştirdiğini, ancak her iki ayağının ayak bileğine kadar suyun içerisine girmiş gibi ıslandığı yönünde bir ifade var. Jandarmanın, JASAT ekiplerinin tuttuğu böyle bir tutanak da var. Bu da dava dosyasına girdi. Dediğim gibi, 26 Aralık’a ertelendi Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dava.

Ruşen Çakır: Ferit, izin verirsen, canavar gibisin maşallah da, bir soru sorayım. Yani, bütün bunların hepsini nasıl aklında tutuyorsun? Gençlik, böyle bir şey diyelim. Şunu söyleyeceğim, mahkeme başkanı ile ilgili birtakım şeyler okudum, yok cübbesini çıkardığı vesaire. Bayağı kişisel olarak da birtakım refleksler vermiş, değil mi?

Ferit Aslan: Ruşen Çakır, Diyarbakır Adliyesi, Türkiye açısından önemli davalara bakan bir adliye. Geçmişte, hani daha önceki ilk yayınımızda da söylemiştik; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yargılandığı, siyasi yasak aldığı bir dava, KCK ana davasının görüldüğü bir dava, Tahir Elçi davasının görüldüğü bir dava, Şemdin Sakık davasının görüldüğü, yani böyle yoğun kamu ilgisinin olduğu davalara bakıldı. Ama ben bugüne kadar hiçbir davada bir mahkeme başkanı ve mahkeme heyetinin hem sanık tarafına hem müdafi tarafa bu kadar söz verdiğini, bütün taleplerini yerine getirmeye çalıştığını görmedim. Bu pratiği ortaya koyan bir mahkeme başkanı ilk kez görüyorum. Ben de ona şaşırdım. Diyarbakır Barosu’nda yıllardır görev yapan avukatlarla görüştüğümüzde şunu söylediler: ‘‘Tesadüf olarak mı düştü bu mahkemeye, bilinçli mi düştü bilmiyoruz, ama iyi ki bu mahkemeye düşmüş bu mahkeme başkanı’’ diyorlar. Ramazan Dündar adı yanılmıyorsam. Hukuki altyapısı olan bir mahkeme başkanı ve duruşmadaki basın mensuplarının oturma düzeni dahil her şeyle yakından ilgilenen bir mahkeme başkanı. En azından üç günlük duruşmada şunu gördüm; her iki taraf da yani hem müdafi tarafı hem sanık tarafı da bu mahkeme başkanının duruşmayı yönetme tarzından memnun kaldılar. Bazen onlarca kez soru sordu ama bazen sanıkların yargılandığı başka durum veya kişisel durumlarını ilgilendiren sorulara da müdahale etmek zorunda kaldı. Dediğim gibi, böyle ilginç bir hakimle de karşılaştığımı söyleyebilirim Ruşen Çakır.

Ruşen Çakır: Evet, Ferit, çok teşekkürler. Hakimin performansı insanı biraz umutlandırıyor ama üç günlük yaşananlardan pek bir şey çıkmamasının da acayip bir şekilde insanı kahrettiğini de söylemek lazım. Hala bir kız çocuğunu kimin, neden ve nasıl öldürdüğü konusunda net bir şey bilmiyoruz. Yani, hani şöyle olur bazı durumlarda; katil bellidir, kaçmıştır vesaire. Öyle de bir şey yok. Belli ki tutuklananlardan bazıları ya da birisi bu işi yaptı ama hep birlikte bu olayın ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyorlar. Umarız mahkeme bu konuyu aydınlatır. Çok teşekkürler Ferit. 

Ferit Aslan: Teşekkürler, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Evet, ‘‘Hafta Başı’’nı burada noktalayalım. Tam bir saat boyunca konuştuk. Neyi konuştuk? ‘‘CHP’nin düşmana ihtiyacı yok’’ dedik, ardından ‘‘Milliyetçiler Bahçeli’nin çıkışına tepki verir mi?’’ diye sorduk ve nihayet Narin Güran cinayeti davasını konuştuk. Katkı veren herkese, sırayla gidelim; Murat Sabuncu, Özgecan Özgenç, Tarık Çelenk ve Ferit Aslan’a ve bu yayına emeği geçen tüm Medyascope çalışanlarına teşekkürler. Ama esas teşekkürü sizlere borçluyuz. Bizi izlediğiniz için teşekkürler ve lütfen bizi izlemeye, bize destek olmaya devam edin. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.