Bir mozaik olarak Türkiye (24) – Türkiye’de Protestanlar üzerine Ali Kalkandelen ile söyleşi

Bir mozaik olarak Türkiye‘nin 24. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Ali Kalkandelen ile Türkiye’de Protestanları konuştu.

Protestanlar kimler? Nerelerde yaşıyorlar? Türkiye’de Protestanlığın tarihi nedir? Protestanların yaşadıkları sorunlar neler?

Bir mozaik olarak Türkiye (24) – Türkiye'de Protestanlar Ruşen Çakır konuğu Ali Kalkandelen anlattı

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ 24. bölüme kadar geldik. Daha çok devamı olacak. Bu zamana kadar birbirinden farklı yapıları, toplulukları ele aldık. Bugün Protestanları ele alacağız. Protestanlar, dünyada Hristiyanlığın önemli bir kolu. Katoliklikle beraber dünyada çok yaygın bir inanış, ama Türkiye’de o kadar yaygın değil, ama var. İşte bunları Ali Kalkandelen ile konuşacağız. Protestanlar kimdir, nedir, ne yaparlar, sıkıntıları var mı? Bütün bunları Ali Bey’le konuşacağız. Ali Bey, merhaba.

Ali Kalkandelen: Merhaba.

Ruşen Çakır: Girişte de söylediğim gibi Protestanlık dünyada epey yaygın, özellikle Batı’da çok yaygın. Ama Türkiye bir İslam ülkesi olduğu için, yani nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olduğu için çok güçlü olmadığını düşünüyoruz. Buna gelmeden önce öncelikle şunu söyleyeyim: Gerçekten Protestanlık yok gibi bir inanış mı Türkiye’de?

Ali Kalkandelen: Türkiye’de aslında Protestanlığı Hristiyanlık kutusuna, çerçevesine koyarsak, şu anki durumu değerlendirirsek, ‘‘Türkiye’de Hristiyanlık var mı?’’ sorusunun cevabının dahilinde değerlendirebiliriz. Türkiye’de Hristiyanlık ne kadar varsa Protestanlık da o kadar var diyebilirim. Yani hiç güçlü değil, çok cılız, çok zayıf. Tarihini düşündüğünüzde Hristiyanlığın Ortadoğu’da ortaya çıktığını, orada doğduğunu düşündüğümüzde Türkiye’nin önemli bir rolü var. Çünkü orada doğdu ama Anadolu topraklarında büyüdü ve gelişti. Aslında doğum yeri Ortadoğu ama büyüdüğü, geliştiği ve dünyaya yayıldığı yer Anadolu toprakları. Hatay mesela çok önemli, Antakya çok önemli bir yer. Ve Antakya’dan bütün dünyaya, sonra Ege Bölgesi’nden bütün dünyaya yayılan bir inançtan bahsediyoruz. Ama sizin söylediğiniz gibi, bu genel olarak da kimsenin herhalde gözünden kaçmayan bir gerçektir; bugüne baktığımızda çok zayıf, zayıf bir grup var Türkiye’de Hristiyanlar. Ve Protestanlar da bu grubun içerisinde nispeten daha küçük bir grup.

Ruşen Çakır: Peki, tarihi nedir Türkiye’de Protestanlığın? Her ne kadar Hristiyanlığın tarihi Ortadoğu deseniz de Protestanlığın tarihi çok daha sonraya dayanıyor. Türkiye topraklarında mesela Osmanlı döneminden beri var olan bir inanış mı, kiliseleri ve toplulukları var mı; yoksa daha çok Cumhuriyet dönemine mi özgü?

Ali Kalkandelen: Aslında Protestanların tarihi 1800’lü yıllara gidiyor Anadolu’muzda. 1800’lü yılların ortalarına doğru, 1831’de bildiğim kadarıyla, misyonerler Türkiye’ye gelmeye başlıyorlar Amerika’dan ve İngiltere’den. Osmanlı döneminde o zaman da bir açıklık var. Geliyorlar ve özellikle bu müjdeyi, yani bizim dinimizle İsa Mesih’le ilgili müjdeyi halka duyurmaya çalışıyorlar; ama bir dirençle karşılaşıyorlar İslam toplumundan dolayı. Sonra buradaki Hristiyan gruplara yöneliyorlar, özellikle Ortodokslara yöneliyorlar temel olarak. Ve ilk Protestan kilisesi Bebek’te, 1840 yılında kuruluyor. Bununla birlikte bu girişim büyüyerek devam ediyor. Okullar, hastaneler bu süreç içerisinde açılıyor, kuruluyor Türkiye’mizde. Ve başka kiliseler de kurulmaya ve açılmaya başlıyor Protestan cemaatine ait. Ancak çoğunlukla bu insanlar Ortodoksluktan gelen insanlardan oluşuyor. Cumhuriyete geldiğimizde, başlarda biliyoruz ki 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı hiç kimse için kolay bir zaman değildi; Protestanlar için de kolay zamanlar değildi. Ama özellikle Protestanlar tarafından kurulan hastaneler ve okullar o dönemlerde daha aktif bir şekilde Cumhuriyetin başlangıç zamanlarında hizmet ediyorlar. Daha çok dini bir yönde değil, ama hizmet bağlamında hareket ediyorlar. Protestanlık neredeyse 1980’li yıllara kadar çok cılız bir şekilde var olduğu kitleyle devam ediyor. O 1800’lü yılların ortalarından kalan kitle bir şekilde devam ediyor. Sonra 1980’lerde Türkiye’deki Batı’ya açılma, Demir Perde’nin yıkılması ve Türkiye’ye olan etkisiyle yeni misyonerler Türkiye’ye gelmeye başlıyorlar. Ve Türkiye’deki Protestanlık dediğimizde aslında, Ortodoksluktan gelen grupları dahil etmezsek, yeni bir akım olarak 1980’lerden bu zamana devam eden bir akım. O zamandan bu zamana da çok büyük bir değişimle değil ama ufak ufak değişimlerle büyüyerek devam ediyor Türkiye’deki Protestan kitlesi.

Ruşen Çakır: Burada şunu sormak istiyorum: Siz yakın bir zamana kadar Türkiye’deki Protestan Kiliseler Birliği’nin üst düzey yöneticisiydiniz. Bu birlik derken kaç kiliseden bahsediyoruz? Kilise derken neden bahsediyoruz? Bir de onu bilmek istiyorum. Sizin kilise dediğiniz yerler diyelim ki İstanbul’un herhangi bir semtinde herhangi bir vatandaşın “Burası kilise” dediği yerler mi, yoksa daha farklı mı?

Ali Kalkandelen: Bizde kilise kavramı… Bu güzel bir soru gerçekten, aydınlatılması gereken bir soru. Çünkü bizim kültürümüzde kilise dediğimizde genellikle insanlar büyük binaları, kilise binalarını, klasik binaları anlıyorlar. Ama kilise tarifi öyle değil. Kilise cemaat demek, topluluk demek. Ve bizlere, Protestanlara daha doğrusu bakarken bu bağlamda bakmak, onları daha iyi anlamak ve yorumlamak açısından önemlidir diye düşünüyorum. Ve 1980’den bu yana aslında kitle olarak büyürken kiliseler olarak da büyüdük. Ama bu büyüme, küçük çapta olduğu gibi aynı zamanda kiliseler olarak da küçük çapta, daha çok büyük şehirlere; Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya gibi şehirlere odaklı olarak devam etti. Şu anda baktığımızda, bütün Türkiye genelinde yaklaşık 200’e yakın kilisenin olduğunu söyleriz. Ama kilise derken, yine az önce söylediğimi tekrar etmek durumunda kalırsam, binadan bahsetmiyoruz; bir topluluktan bahsediyoruz. Yani, kendilerini Hristiyan olarak adlandıran insanların bir araya geldikleri yerleri kastediyoruz, bir araya gelmelerini kastediyoruz. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda, Türkiye’nin geneline yayılmış yaklaşık 200’e yakın Protestan kilisemizin olduğunu söyleyebilirim. Ve bu kiliseler, 1980’lerden itibaren bir araya gelip birlikte dua etmek, birbirlerinin sıkıntılarını dinlemek ve problemlerine, sorunlarına nasıl çözüm bulabilirler sorusunu sormak, düşünmek için bir platform oluşturdular 1990’ların sonuna doğru ve dernekleştiler, dernek kurdular. Birlik dediğimizde aslında biz bu derneği, bu derneğe üye olan toplulukları ve bu derneğin yapmış olduğu hizmetleri kastediyoruz.

Ruşen Çakır: Birçok topluluğu ölçmek Türkiye’de çok kolay olmuyor. Ama siz daha böyle kiliseler ve cemaatler şeklinde örgütlendiğiniz için herhalde üç aşağı beş yukarı kaç kişinin bu topluluklara dahil olduğunu daha fazla tahmin edebiliyorsunuzdur kilise sayısını bildiğinize göre. Ne kadar bir insan topluluğundan bahsedebiliriz Türkiye’de?

Ali Kalkandelen: Şunu belirterek devam edeyim: Protestanlar dediğimizde Türkiye’de İslami kökenden gelen, sonradan araştırarak ve karar vererek Hristiyanlığa geçenleri kastediyoruz. Bu sayı, 1980’lerden bu yana artarak devam etti. 1980’lerde 10-15 kişi şeklindeydi. Ama günümüzde bu sayı, kilise katılımı anlamında, cemaate katılım anlamında 10.000-12.000 civarında. Ama her yerde böyle gruplarımız yok, her yerde böyle insanlarımız bir araya gelemiyorlar. Bir araya gelecek ortamları yok, kendilerini gizliyorlar, saklıyorlar ya da çeşitli gerekçelerle bir araya gelemiyorlar. Dolayısıyla bütün bu grubu bir araya koyduğumuzda, sayı olarak yaklaşık 25.000 ile 30.000, belki 35.000 kişi olduğunu söyleyebilirim.

Ruşen Çakır:‘‘Çekiniyorlar, dile getiremiyorlar’’ dediniz. Tam da onu sormayı düşünüyordum. Herhalde özellikle İslam dininden ya da bir Müslüman anne babadan doğup daha sonra Hristiyanlığı seçmek kolay olmasa gerek ya da seçtikten sonra bunu dile getirmek… Herhalde böyle çok öykü vardır değil mi sizde?

Ali Kalkandelen: Kolay değil. Yani ben bunu sadece dini açıdan, o inanç bu inanç açısından değerlendirmenin biraz zayıf kalacağını düşünüyorum. Bizim gibi bir toplumda, Ortadoğu toplumuna daha yakın bir toplumda farklı olmak kolay değil. Her şekilde bu böyle. Sadece bizler o sıkıntıyı yaşamıyoruz, eminim izleyicilerimizin arasında da “Biz de aynı durumdayız” diyenler olacaktır. Ama özellikle Protestanlık, daha doğrusu Hristiyan olmak İslami bakış açısından, İslam’ı bırakıp Hristiyanlığa geçmek hiç de kolay değil, hiç kimse için kolay değil. Ben de mesela, 32 yıl oldu. O ilk araştırmaya başladığımda — tabii o zamanlar sayılarımız çok daha azdı, kilise sayılarımız üçü beşi geçmiyordu — arkadaşlarım tarafından zorlandım, dışlandım, iteklendim. İşte, ‘‘Sen inancını bilmiyorsun, senin beynin yıkandı’’ vesaire, bu tip bir sürü ithamla, işte bir sürü söylemle karşı karşıya kaldım. Ama ben kişisel olarak kendi ailemden çok büyük bir baskı, çevremden çok büyük ciddi bir baskı görmedim. Ama bunu gören çok insan var ve bundan korkan çok insan var. Özellikle gençler, kendi ekonomik ve sosyal bağımsızlıklarına sahip olamadıkları için inançlarını en yakınlarına açıklamaktan çekiniyorlar, kendilerini sevdiklerinden emin olmalarına rağmen. Hayatlarını düşünebiliyor musunuz? Anne baba, evlatları için canlarını verir sonuç olarak, öyle düşünüyoruz. Ama mesela inanç konusu olunca insanlar birdenbire sertleşebiliyorlar evlatları bile olsa, çok sevdikleri çocukları bile olsa. Öyle hikayelerimiz çok. İşte evinden kovulmak istenen, dışlanan ailesinden, harçlıkları kesilen, ondan sonra mirastan payları kesilmekle tehdit edilen, eve hoca çağrılan, dini bir eğitim almaya zorlanan, beraber ibadet yerine camiye gitmeye zorlanan çok kişi var, çok hikaye var.

Ruşen Çakır: Yasal olarak ne durumdasınız? Dönem dönem birtakım sorunlar yaşadığınızı biliyorum ama siz Kiliseler Birliği’nde yöneticilik yapmış birisi olarak bunlara daha hakimsinizdir. Yasal olarak ‘‘Türkiye’de Protestan olmak’’ diye bir suç yok herhalde. Bunu yaymak da herhalde suç değil, laik bir ülkede olduğumuz için. Ama herhalde birtakım sıkıntılar yaşıyorsunuz diye tahmin ediyorum.

Ali Kalkandelen: Evet, haklısınız. Türkiye’nin, daha doğrusu Osmanlı’nın Protestanları bir mezhep olarak, bir dini grup olarak kabul etmesi de 1800’lü yılların ortalarına, yanlış hatırlamıyorsam 1850 ya da 1870 o 20 yıl içerisine dayanıyor ve o zamandan bu zamana Protestanların varlığı teknik olarak kabul ediliyor. Ancak günümüzde Türkiye’mizde kilise dendiğinde daha çok insanlar Katolik ve Ortodoksları düşünüyorlar. Bu arada şuna da değinmekte fayda var, incitmek istemem ya da bahsetmemiş olmak istemem; Protestan olan ama diğer kökenden gelen, Ortodoks kökenden gelen Protestan kiliseleri de var. Mesela Ermeni Protestan kiliseleri var ülkemizde. Yasal olarak hamdolsun bunun için gerçekten minnettarız. Ülkemiz Ortadoğu’da ve diğer kıyaslanabilecek ülkelerle birlikte bakıldığında dini özgürlükler açısından kıyaslanamayacak derecede, hatta çok üst seviyede bir yerde. Bizler mesela inancımızı değiştirdiğimizi açıkça özgür bir şekilde dile getirebiliyoruz. Biliyorsunuz eskiden kimlik belgelerinin üzerinde din hanesi vardı. Nüfusa gidip oralarda din hanelerimizi değiştirebiliyoruz. Ben bunu 31 yıl önce yaptım, bugün daha kolay bir şekilde insanlarımız yapabiliyorlar. İbadetlerimizi özgür bir şekilde yapabiliyoruz, bir araya gelebiliyoruz. Ama bununla birlikte, bu özgürlüklerle birlikte özgürlüklerin sadece, hani, kepçeyle alıp kaşıkla verildiğini de bir şekilde görmemezlik edemeyiz. Özellikle, herhangi bir partiyle, herhangi bir yönetimle kesinlikle bağlantılı olarak söylemiyorum; biz Protestanlar, Hristiyanlar her zaman beraber bulundukları devletlerin yasalarına, yönetimlerine büyük saygıyla davranmışlardır, kabul etmişlerdir. Şu anda da Türkiye’deki bütün Hristiyanların da aynı olduğuna, aynı çerçevede baktığına eminim ama zorluklar yaşıyoruz gerçekten. Bu zorluklar, benim, bu özellikle bahsettiğiniz yöneticilik dönemimde gördüklerim itibariyle, özellikle son 3-4 yılda — dediğim gibi minnettarız hükümetimize, devletimize — aslında Erdoğan zamanında, Cumhurbaşkanımız Erdoğan zamanında daha rahat ettiğimizi de söyleyebilirim.

Ruşen Çakır: Özellikle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan ama Türkiye’de misyonerlik faaliyeti yapan yabancılara yönelik birtakım sorunlar yaşandığını biliyoruz. Hatta bir Rahip Brunson olayı vardı, tüm dünya çapında kriz bile oldu. O Protestandı, değil mi, Rahip Brunson?

Ali Kalkandelen: Evet, evet, Protestandı.

Ruşen Çakır: Bir diğeri de tabii çok daha sert bir olay, Malatya’daki katliam, değil mi?

Ali Kalkandelen: Evet.

Ruşen Çakır: Onlar da yanılmıyorsam Protestandı.

Ali Kalkandelen: Bravo, doğru. O herhalde son 50 yıl içerisinde yaşadığımız en uç deneyim oldu bizim için, Protestan cemaati için. O üç kardeşimizin Malatya’da öldürülmesi… Birisi Alman, diğer iki kardeşimizin öldürülmesi bizim için en uç nokta oldu, evet.

Ruşen Çakır: Bu sizde nasıl bir travmaya yol açıyor? Çünkü çok önemli olaylardı.

Ali Kalkandelen: Hristiyanlar olarak tabii böyle bir İslami egemenliğin olduğu bir toplumda böyle bir şeyle karşılaşmış olmanın zor olduğunu kabul ederiz hepimiz. Ve o zaman özellikle kiliseleri çok etkiledi. O zaman da kiliselere katılımlar azaldı, pazarları cemaatlerin sayısı, katılımcıların sayısı çok azaldı. Hristiyanlıkla ciddi olarak ilgilenen insanlar varsa onların dikkatleri dağıldı, korku geldi. Aynı zamanda aile baskısı bu dönemde, özellikle çocuklarını korumak, işte aile üyelerini korumak için uyguladıkları baskı arttı. Aynı zamanda içsel olarak böyle bir şeyin… Kilise önderlerine aynı şekilde, biliyorsunuz, o olaylar olduğunda bir liste ele geçti ve o listenin içerisinde başka pek çok kilise önderinin de ismi vardı. Yani onlar da öldürülecekler listesindeydi ve devletimiz o insanlar için, özellikle o pastörlerimiz için koruma atadı. Ama günümüze geldiğimizde, bugüne geldiğimizde, bugün o baskının sizin söylediğiniz gibi özellikle misyonerler bağlamında ciddi bir şekilde devam ettiğini görüyoruz. Sayısal olarak baktığımızda, 100’e yakın aile, var olan vizeleri iptal edilerek, oturumları iptal edilerek veya başvuruları reddedilerek ülkeden gitmeye zorlandı. Biz bunu Protestan cemaati olarak açıkça, özellikle Hristiyanlara ve Protestanlara karşı bir etki, bir eylem olarak gördük. Özellikle de şu bakımdan bunu daha açık bir eylem olarak görüyoruz. Aynı şekilde yıllardır Türkiye’de bulunan ve bir Türkle evli olan, bir Türk vatandaşıyla evli olan yabancılar, işte fark etmiyor, Avrupa’dan ya da daha doğudan yabancılar da Türklerle evli olmalarına rağmen, yıllardır çok iyi Türkçe konuşmalarına rağmen ve çocukları olmalarına rağmen Türk vatandaşı ve Türk okullarına giden her şeyiyle, onların da aynı şekilde yurt dışı — yani sınır dışı demeyelim, o kadar sert değil ama — vizeleri iptal edildi, oturumları verilmedi ve Türkiye’yi, ülkeyi terk etmeye zorlandı. Bunu gördük. Bunu görünce, dolayısıyla bunun özellikle misyonerlere yönelik, Hristiyanlara ve kiliselere yönelik bir eylem olduğunu daha kolay anlayabiliyoruz bu açıdan baktığımızda.

Ruşen Çakır: O zaman şöyle de bir husus da herhalde vardır, sizlere de bakıldığında, yani ‘‘kökü dışarıda’’ diye bakanlar herhalde toplumda vardır. Öyle değil mi?

Ali Kalkandelen: Ben dediğim gibi 31 yıldır Hristiyanım ve uzun yıllardır da kilisede liderlik yapmaktayım, kilisemizde önderlik yapmaktayım ve bu her zaman her Hristiyanın karşılaştığı, yüzleşmek zorunda olduğu bir gerçek. Yani bunu yürekten bir ikna oluşla, zihinsel ve ruhsal bir ikna olmuşlukla kabul ettiğimiz bu inançlar ne yazık ki birçoğunluk tarafından beyin yıkanması olarak algılanıyor, para karşılığı yapılıyor olarak algılanıyor ya da ‘‘Size ne vadettiler’’, işte ‘‘Senin eşin yabancı mı?’’, ‘‘Kızlar için mi, kadınlar için mi, erkekler için mi, yurt dışına gitmek için mi Hristiyan oldunuz?’’ vesaire, bunlar hepimizin karşılaştığı, sık sık duyduğu genel dedikodu.

Ruşen Çakır: Nasıl toparlayalım Ali Bey? Nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz Türkiye’de Protestanlar için? Yani şu haliyle özellikle son 3-4 yıldır çok fazla sıkıntı yaşamadığınızı söylediniz. Bayağı bir kiliseleriniz var, faaliyetlerinizi sürdürüyorsunuz. Misyonerler konusunda birtakım sorunlar yaşıyorsunuz, onlar sizi de doğrudan bir şekilde ilgilendiriyor tabii. Ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Protestanların devletle, hukukla çok büyük bir sorunu olmadığını ama kamuoyunun hala tam kabullenemediğini de söylediniz. Anladığım kadarıyla öyle. Bundan sonrası için nasıl bir şey görüyorsunuz? Türkiye’de Protestanlara nasıl bir gelecek düşünüyorsunuz? Tahmininiz nedir? Mümkün olduğu kadar realist bir tahmin rica ediyorum.

Ali Kalkandelen: Evet, inanın öyle olmaya çalışıyorum sorduklarınıza cevap verirken de. Yani dediğim gibi doğru, iyi durumdayız, başka ülkelerle de kıyasladığımızda inancımızı özgür bir şekilde deneyim edebiliyoruz, pratik edebiliyoruz. Kiliselerimizi oluşturabiliyoruz, topluluklar olarak bir araya gelebiliyoruz pazar günleri ya da herhangi bir günde. Dernek veya vakıf çatısı altında inancımızın gereklerini yerine getirebiliyoruz ve bunun için de gerçekten minnettarız. Ben Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk yönetime geldiği günlerde, seçildiği günlerin birisinde yaptığı konuşmayı hatırlıyorum ve bu beni gerçekten o zaman çok ümitlendirmişti ve teşvik etmişti. ‘‘Başka bir inanca sahip bir tek kişi bile olsa, bizler Türkiye Cumhuriyeti olarak onların haklarının korunması için elimizden geleni yapacağız’’ demişlerdi ve ben bunun nispeten gerçekleştiğini görüyorum. Hatırlarsanız, Sarıyer’de geçen aylarda bir kiliseye, Katolik kilisesine saldırı olmuştu ve ondan sonra bir vatandaşımız orada ölmüştü. O günden bu yana devletimiz kapılarımızda, kilise binalarımızda toplantılarımızın olduğu günlerde koruyor, bizlere bir zarar gelmemesi için, hiç kimseye bir zarar gelmemesi için elinden geleni yapıyor. Bununla beraber, diğer sıkıntıları da yaşamıyor değiliz. Mesela bina problemi çok büyük bir problem. Kiralarda oluyoruz ve diyelim ki iş hanının giriş katında veya 1.-2. katlarında, öyle yerlerde toplanmak zorunda kalıyoruz ve ne belediyelerden ne de yerelde ne de genelde, bu artık hak diyeyim, ama bu haklarımızın görüldüğünü ve yardım aldığımızı görmüyoruz. Aksine zorlanıyoruz. İşte zabıtayla, başka yönlerden üzerimize gelindiğini görüyoruz, böyle bir yerde böyle bir oluşum yapmaya hakkımızın olmadığını bize sürekli dillendiriyorlar. Mezarlık yerleri mesela. İstanbul’da bugün bir kardeşimiz ölse, bir Hristiyan Protestan ölse gömülecek yeri yok tabiri caizse. Çünkü biliyorsunuz, bir Protestan olarak, bir Hristiyan olarak kimliğinizde eğer Hristiyan yazıyorsa, başvurduğunuzda Mezarlıklar Müdürlüğü’ne sizi Müslümanların olduğu bir yere gömmeyecekler. Hristiyanların olduğu bir yere gömülmenizi isteyecekler. Ama Protestanların gömülebileceği bir yer yok. Bu uzun zaman bir problem olarak önümüze çıktı. Sonunda İstanbul Belediyesi’yle uzun konuşmaların sonunda, bütün vaatlere rağmen, büyük vaatlere rağmen bu konunun hala ayakları yere oturmadı ve hala bir problem olarak duruyor. Ve aramızdan Hristiyan bir kardeşimiz ölse, geçenlerde oldu bu, onlara gösterdikleri yer, Kilyos’ta kimsesizler mezarlığının bir köşesi. Oraya gömmek durumunda kalıyoruz yani. Oysa biz istiyoruz ki, kendi yerimiz belli olsun, kendi alanımız belli olsun; Anadolu Yakası’nda, Avrupa Yakası’nda. Böylece biz de işte bakımını yapalım, temizliğini yapalım, böyle presentable bir yer olsun, bize yakışan bir yer olsun, bir ibadet ve bir dini gruba uygun bir yer olsun istiyoruz. Ama bir türlü, bir türlü bu konuları çözemiyoruz. Gelecek nedir? Bence Türkiye’deki Protestanların, Hristiyanların geleceği, dünyanın geleceğiyle ve ülkemizin geleceğiyle çok ilintili diye düşünüyorum. İçten içe, ben dürüst bir şekilde bunu söylediğiniz için, sorduğunuz için size samimi olarak söylemek istiyorum; yani karın altından suyun aktığını, güçlü bir suyun aktığını görüyorum. İnsanların inançlarını değerlendirme, eleştiriler getirme ve bunun doğrultusunda başka inançları araştırma konusunda da daha cesur olduklarını görüyorum. Ve Hristiyanlığın, Protestanlığın da çok ciddi bir şekilde insanların düşündüğü alternatiflerden bir tanesi olduğunu görüyorum. Ateistleşme, deistleşme, işte bu tartışmalar, biliyorsunuz, basında her zaman, bugünlerde her yerde görüyoruz. Ama bununla birlikte ben ciddi bir şekilde Protestan cemaatinin sayısının artma eğiliminde olduğunu da dürüst bir şekilde size söylemek istiyorum.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ali Bey. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 24. bölümünde bizlere Türkiye’deki Protestanları anlattı Ali Kalkandelen. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.