Ruşen Çakır yorumladı: Yoksa “yeni çözüm süreci” başlamadan bitti mi?

Yoksa “yeni çözüm süreci” başlamadan bitti mi? Ruşen Çakır yeni çözüm süreci tartışmalarında gelinen son durumu Bahçeli ve Erdoğan’ın açıklamalarıyla yorumladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK lideri Abdullah Öcalan için yaptığı çağrı soruldu. Erdoğan, “Bizim aramızda bir anlaşmazlık, bir uyuşmazlık, bir fikir ayrılığı asla yoktur. Ülkemizin 40 yıllık terör kamburundan kurtarma konusundaki hassasiyetlerimiz aynı” dedi.

MHP lideri Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında, Erdoğan ile herhangi bir ayrılık ya da. ayrışmanın olmadığını söyleyerek, Cumhur İttifakı’nın istikrarlı bir şekilde yoluna devam ettiğinin mesajını verdi. MHP’nin “Vakit tamamdır, söz konusu vatandır” paylaşımlarıyla da ilgili konuşan Bahçeli, “Neyi amaçladığımızı merak edenlere de önce vatan nedir onu öğrenmelerini temenni ediyorum. Hiç kimse boş yere hesap yapmasın. MHP ve Cumhur İttifakı, içinde milletin olmadığı hiçbir hedefi kabul etmez, etmeyecektir” dedi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Ekim Salı günü yapılan açılışında. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve milletvekilleriyle tokalaşmasının ardından başlayan çözüm süreci tartışmalarını Ruşen Çakır yorumladı.

Ruşen Çakır yorumladı: Yoksa "yeni çözüm süreci" başlamadan bitti mi?
Yoksa “yeni çözüm süreci” başlamadan bitti mi?

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Türkiye’nin yeni bir çözüm süreci var mı, başladı mı? Ya da Devlet Bahçeli’nin DEM Parti’ye yönelik açılımı bir çözüm sürecinin başlangıcı olarak târif edilebilir mi? Bahçeli’nin özellikle Abdullah Öcalan’ın Meclis’te DEM Parti grubunda konuşmasını talep etmesi ve hattâ kendisine bir tür umut hakkı sunmasıyla iyice gündemi belirleyen bütün bu adımlara bir çözüm süreci denebilir mi? Bir aydır, bir aydan fazla zamandır, Ekim başından beri bunu konuşuyoruz, tartışıyoruz. Ama özellikle de 22 Ekim’den sonra bunu konuşuyoruz ve bu konuda herkes bir şey söylerken sessiz kalan Erdoğan’dı, biliyorsunuz. Özellikle Bahçeli’nin Öcalan konusunda söylediklerine sessiz kaldı. Kendisine bu sorulmadı bile. Ama nihâyet Brezilya dönüşü birileri sormuş, nasıl yaptıysa sormuş. Ama yine içinde bir Öcalan açıklaması, lâafı yok, onu görüyoruz. “Devlet Bahçeli ile aranızda bir sorun var mı?” diye soruluyor ve Erdoğan da net bir şekilde böyle bir sorun olmadığını söylüyor, birlikte bu işi çözme konusunda ortak irâdeleri olduğunu söylüyor. Zâten ondan önce de Devlet Bahçeli, Erdoğan’la aralarında hiçbir sorun olmadığını söylemişti. Yani aralarında sorun olmadığını biliyoruz; fakat bir mutâbakat olduğuna da çok emin değiliz. Şöyle ki, Bahçeli’nin bu çıkışları Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde yapıp yapmadığı da belli olamadı. Ben bu konuda gerek Bahçeli’nin gerekse Erdoğan’ın yaptıkları açıklamaların bu konuya bir açıklık getirdiğini düşünmüyorum. Bana göre bu konuda herkesin farklı bir görüşü var. Çok sayıda insan, özellikle muhâlif kesimden çok sayıda insan, Bahçeli’yle Erdoğan’ın birlikte hareket ettiklerini, birlikte bir oyun kurduklarını ve bu oyun planı gereği Bahçeli’nin ilk hamleyi yaptığını söylüyor. Ben açıkçası bu kadar emin değilim. Birçok konuda ortak bir perspektife sâhip olabilirler; ama bu adımları Bahçeli kendi başına atmışa benziyor ve aslında bir anlamda Erdoğan’ı zor durumda bırakan adımlardı bunlar. Erdoğan ise bu topa çok fazla girmedi. Peki, neydi bu olay? Adı çözüm süreci mi, değil mi? Diyelim ki bu ikinci çözüm süreci. Buradaki mesele, Bahçeli’nin dile getirdiği mesele aslında çok basitti: “Öcalan’ı alacağız, konuşturacağız, DEM Parti’nin imkânlarından da yararlanacağız ve Öcalan Kandil’i silâh bırakmaya iknâ edecek. Kandil de Öcalan dediği için bunu yapacak”. Bu basitlikte târif edilebilecek bir perspektif. Bu olur muydu, olmaz mıydı? Olması mümkün gözükmüyordu. Bunu bir şekilde söylemeye çalıştık. Aslında birazcık konuya hâkim olan kişiler, çatışma çözümü konusuna hâkim olan kişiler olayların bu kadar basit yürümediğini biliyorlar. Örneğin, geçen hafta salı günü Meclis’te sohbet ettiğimiz Özgür Özel de Bahçeli’nin bu yaptığının çatışma çözümü anlamında teknik olarak yanlış olduğunu söyledi. Bunun bir ön müzâkere, müzâkere gibi değişik aşamaları olduğunu, “Öcalan gelecek, bu olayı çözecek” yaklaşımıyla hiçbir şeyin çözülemeyeceğini Özgür Özel de söylemişti. Konuya hâkim olanlar çok daha bâriz bir şekilde bunu söylüyordu. Bahçeli’nin bu perspektifine Erdoğan hiçbir zaman tam olarak dâhil olmadı. Erdoğan’ın Öcalan’la bir sorunu olduğunu sanmıyorum, çünkü özellikle 2019 yerel seçimlerinde Öcalan kozunu kullanmaya çalışmış bir Erdoğan var. Daha sonra Selahattin Demirtaş’ı îtibarsızlaştırmak için Öcalan’a referans vermiş de bir Erdoğan var. Ama burada Erdoğan bu tür bir riski, yani Öcalan’ın bu kadar öne çıktığı bir süreci paldır küldür bir şekilde başlatmayı bence göze alamadı. Burada temel yaklaşımın, açıkçası, Erdoğan’ın daha kısa vâdeli, Bahçeli’nin daha uzun vâdeli düşünmesi olarak görüyorum. Neyse, bütün bunların aslında bir yerden sonra çok anlamı kalmadı. Çünkü şu anda Bahçeli, salı günü yaptığı grup konuşmasında –ki o günün akşamında yazdığım yazıda bunu dile getirdim– geri adım olmasa bile, durdu, ayağını frene bastı ve geçmişe doğru bakmaya başladı. Bahçeli’nin konuşmasında bir hayal kırıklığı vardı. Yani, kendisinin önerdiği, kestirme yoldan hızlı bir şekilde olayı çözme perspektifinden sonuç çıkmayacağını bir şekilde fark etmiş ya da öğrenmiş. Bir ihtimal, Erdoğan’la görüşmesinde Erdoğan’ın ona, tek başına Öcalan’ın baskı yapmasıyla Kandil’in geri adım atmayacağını, silâh bırakmayacağını söylemiş olması da pekâlâ mümkün. Bunu nereden çıkartıyorum? Çünkü şöyle bir cümlesi var, diyor ki: “Burada bütün Kürt kardeşlerime sesleniyorum, PKK Kürtleri temsil edemez”. Yani burada şikâyet konusu PKK. “Şimdi açıkça görüldü ki bir adım ileri gitmek için yola çıkanları engellemeye çalışanlar vardır.” Yani bir şeyleri düzeltmeye çalışanları… “Dün teröristbaşının yoldaşı olanlar şimdi Amerika’nın uşağı olmuşlar.” Teröristbaşı dediği Öcalan, “Onun yoldaşıydınız, ama şimdi Amerika’nın uşağı oldunuz” diyor. Bana göre şöyle diyor: “Öcalan’ı dinlemiyorsunuz, Amerika’yı dinliyorsunuz”. Bu ne kadar Amerika’dır bilemiyorum. Daha sonra, “Biden’ın üvey evlâtlarına Türk milletinin asil evlâtlarını kurban edemeyiz” diyor. Yani doğrudan bir Amerika göndermesi var; ama konuşmanın bütününde önemli bir yer kaplayan İsrail olayı da var. Anladığım kadarıyla Bahçeli başından îtibâren bu olayı bölgesel gelişmeler ışığında okudu. Türkiye’nin gündeminde çok fazla PKK yokken, içeride saldırılar neredeyse bitmişken, dışarıdan gelen haberlerin büyük bir çoğunluğu da Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin ya da MİT’in PKK ya da YPG’ye yönelik operasyonlarıyken, birdenbire Türkiye’ye bu olayı hediye etti Bahçeli. Yani ortada halkın gündeminde çok büyük bir terör sorunu, bölücülük sorunu yokken bunu hediye etti. Çünkü Bahçeli, önce Gazze’de ardından Lübnan’da yaşananların bölgede çok büyük değişikliklere yol açacağını düşündü. Tabiî İran-İsrail gerginliğini, çatışmasını ve bölgenin bir anlamda yeniden tasarlanacağını düşünerek ön almaya çalıştı. Burada bir topluluk olarak, halk olarak Kürtler, bölgenin dört ülkesine dağılmış milyonlarca insanı olan önemli bir güç. Bunlardan özellikle Irak’ta ve kısmen Suriye’de, Kürtler bir tür özerk yapılara sâhipler; ama Türkiye ve İran’da durum böyle değil, bunu biliyoruz. Bu dört ülkenin dördünde de silâhlı birtakım Kürt grupları var. Özellikle PKK, Irak Kürdistan Yönetimi’ni hedef almadan da olsa Irak’ta da örgütlü; ama esas olarak Suriye’de, Türkiye’de ve İran’da silâhlı güç bulunduran bir örgüt. Ve Suriye’de çok açık bir şekilde Batı’dan, özellikle ABD’den destek alıyor, her türlü desteği alıyor. Ve böyle bir yeniden şekillenme döneminde Kürtlerin çok önemli aktörler olacağı… zâten önemliydiler ama önemlerinin iyice artacağı ve bu bağlamda gerek İran’da gerek Suriye’de, gerekse Türkiye’de istikrarsızlaştırma etkisi olabilecek, oradaki dengeleri sarsabilecek olan PKK, bu uluslararası piyasada değer kazanıyor. Benim anladığım kadarıyla Bahçeli, bunu erkenden, çok geç olmadan, özellikle Suriye konusunda çok geç olmadan hızlı bir şekilde halletmeye çalıştı ve ilk akla gelen en kolay çözüm olarak Öcalan üzerinden yürümeyi düşündü. Ama görüyoruz ki buradan şu âna kadar bir sonuç alınmamış. Alınmamış olması, bundan sonra bu çizginin terk edileceği anlamına gelmez. Bir iddiaya göre şu günlerde Öcalan’a yeni ziyâretçiler gidecek; tekrar ya Ömer Öcalan ya da avukatlar. Bakacağız, gerçekten böyle bir ziyâret olacak mı? Bu ziyâretten sonra ne mesajlar verilecek? Bunlara bakacağız. Bunların hepsi önemli olacak. Ama şu aşamada benim gördüğüm kadarıyla çok ciddî bir şekilde tekrar ayaklar frende gidiyor. Erdoğan’a bu sorulduğunda Erdoğan’ın verdiği cevaplar Bahçeli’nin tutumunun hayli gerisinde. Yani “terörsüz Türkiye” diye bir şey söylüyor — ki bunu yıllardır duyuyoruz. PKK başladığından beri Türkiye bunu sürekli olarak vurguluyor. Terörsüz Türkiye hedefine ulaşmak için Erdoğan’ın sunduğu nedir? Bakalım: “Bu terörle mücâdeleyi milletimizle yapacağız ve iç cephemizi sapasağlam hâle getireceğiz. Son zamanlardaki tartışmalar bile terör örgütünün Kürt vatandaşlarımızı nasıl istismar ettiğini, yıllarca onlara anlattıkları hikâyelerin nasıl boşa düştüğünü göstermiştir. Burada terör örgütünün efendilerine sadâkat ve hizmet dışında ideolojisi de dâvâsı da yoktur”. Erdoğan’ın yaptığı, Kandil’i, PKK’yı kitle tabanından, halk desteğinden uzak tutmak. Bu çok eski bir siyâset, çok denendi. Yani “Kürtler başka, terör başka”, “Kürtler başka, PKK başka” ya da “Türk Kürt kardeştir, ayrım yapan kalleştir” gibi sloganlar yıllardır resmî perspektif olarak hayâta geçirilmeye çalışıldı ve hiçbir zaman başarılı olamadı. Bu sefer niye başarılı olsun? Bunun özel bir nedeni var mı? Erdoğan en güçlü olduğu zamanda bile bunu yapamamışken, şimdi en zayıf olduğu bir dönemde bunu nasıl yapacak? “Terörle mücâdele stratejimizi bölgedeki gelişmelere göre yeniliyoruz. Terör örgütünün istismar zeminini ortadan kaldırmaya yönelik sosyal ve ekonomik politikalar geliştirdik ve özellikle dezavantajlı bölgelerde yaşayan insanlarımızın mağdûriyetlerini gidermek için târihî nitelikte adımlar attık. Eğitim, iş imkânları ve sosyal hizmetlerin güçlendirilmesini bu bağlamda özellikle ele aldık”. Bunlar da olayın ekonomik ve sosyal yönleriyle ilgili. Tabiî ki olayın çok ciddî ekonomik ve sosyal yönleri var; ama 1) olay bundan ibâret değil; çok ciddî kültürel, kimlikle ilgili yönleri var ve bu artık geri dönülemez bir noktada; 2) bu olayı ekonomik ve sosyal sorunlara indirgeme yanlışı da yıllarca izlenen bir devlet politikası ve başarılı olamadı; 3) ekonomik ve sosyal açıdan söyledikleri de bölge halkını çok fazla tatmin eden şeyler değil. Tabiî öncelikli olarak bölgeye giden, orada yaşayanlar, ama bölgeyi gözleyen kişiler de, hiç de öyle ekonomik ve sosyal anlamda çok büyük atılımlar yapıldığını falan söyleyemezler. Bir diğer husus da tabiî, en önemli hususlardan birisi, devletin orada seçilmişlere güvenmemesi ve halkın seçtiği belediyelere sistemli bir şekilde kayyum ataması. Bu kayyum uygulaması bile başlı başına, devletin halkı, Kürtleri kazanmayı istemediğinin ya da kazanmayı iyice yokuşa sürdüğünün bir göstergesi. İki dönem uygulandı, şimdi üçüncü dönemde de Mardin’de, Hakkâri’de, Batman’da ve Halfeti’de uygulanıyor. Bakıyoruz, bir tâne bile, “Buralarda kayyum olarak atanan kaymakam ya da vâli geldi, şöyle şöyle hizmetler yaptı ve halkın gönlünü kazandı” diye tek bir örnek bile yok önümüzde. Dolayısıyla bakıyoruz: Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Yani şu anda Erdoğan’ın çizgisi, Türkiye’nin 1980’li yıllardan başlayıp 90’lı yıllar ve 2000’lere kadar gelen çizgisinden çok farklı bir noktada değil. Yani Erdoğan’ın bu anlamda bir dönem bu konuda bir şeyler yapmaya çalışan –ya da yapmaya çalışır gibi yapan diyelim, ki Çözüm Süreci başlı başına çok önemli bir adımdı–, Erdoğan’ın kendi kendini inkârı ve Türkiye’deki klasik resmî söyleme boyun eğmesini bize gösteriyor. Bir ihtimal şöyle bir şey olabilir: Bir ihtimal birtakım temaslar sürüyordur ve bunlar o temaslardan olumlu bir sonuç alınana kadarki top çevirmelerdir. Ama gördüğüm kadarıyla hâlâ Devlet Bahçeli, Erdoğan’dan biraz daha önde, ama buruk bir pozisyonda, beklediğini bulamamış bir pozisyonda — ki beklediğini bulamaması, tekrar söylüyorum, çok da şaşırtıcı değil. Tabiî ki Devlet Bahçeli’nin bu çıkışları yapması şaşırtıcıydı ve genel olarak Kürtlerde ve Kürt hareketinde olumlu reaksiyonlara yol açtı. Ama gerek bunun Erdoğan tarafından açıkça desteklenmemesi, gerek Bahçeli’nin bu çıkışlarının hemen ardından kayyumların atanması işleri iyice olumsuz bir yöne doğru çekti. Ve şu anda bakıyoruz: Kürt sorununu –hadi onlar gibi “Kürt sorunu yok” diyelim–, PKK sorununu çözme konusunda da tekrar eskiye dönüş yolunda çok güçlü emâreler var. Yani biz de Ekim’den bu yana heyecan yaptık. Yapmamız yanlış değildi; ama çok erken bir sürede heyecanlarımız ve umutlarımız kursağımızda kalabilir. Şu aşamada garip bir donma ânı yaşıyoruz. Umarım pozitif anlamda birtakım gelişmeler olur; ama şu hâliyle baktığımızda çok da fazla ümitlenme imkânı yok. Tekrar yine eskiden beri alıştığımız, terör örgütüyle Kürtleri ayrıştırmak, onları onlardan uzaklaştırmak, terör örgütünün gerçek yüzünü göstermek, Erdoğan’ın dediği gibi “Bunların dâvâsı yok” vs. diyerek Kürtlerin PKK ile olan ilişkilerini ortadan kaldırmak gibi, bana göre nâfile bir çabanın içerisine devletin ve milletin tüm imkânlarını kullanarak gireceğe benziyorlar ya da bu çabayı sürdüreceğe benziyorlar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.