DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın konuğu oldu. Bakırhan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin İmralı çıkışından iktidarın tutumuna, Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden gönderdiği mesajlardan yeni çözüm sürecine kadar geniş bir yelpazede kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan, “Bahçeli’nin çıkışı önemsenmeli” dedi.
“Bahçeli’nin çıkışı önemsenmeli”
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. Bakırhan, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı süreci dikkatle izlediklerini belirterek, “Meseleye en karşı duran, varlığını bile yok sayan bir politik zeminden böyle bir çıkış beklenmiyor olsa da, sorunun çözümüne dönük söylenen olumlu her şeyi değerlendiriyoruz, kıymet veriyoruz” dedi.
Sorunun 85 milyon vatandaşı ilgilendirdiğini vurgulayan Bakırhan, “İçtiğimiz sudan aldığımız maaşa kadar her şey aslında bu sorunla bağlantılı. Bu nedenle Bahçeli’nin konuşması önemli ve doğru bir yerden tutuyor” diye konuştu.
“İktidarın söylemi ile pratiği arasında uçurum var”
Bakırhan, son dönemde Bahçeli’nin başlattığı gelişmeleri değerlendirirken, iktidar kanadının çelişkili tutumuna dikkat çekti. MHP lideri Bahçeli’nin çıkışlarının “kendi kendine icat edilmiş” bir süreç olmadığını belirten Bakırhan, “Meseleye dönük programları ve projeleri var. Bir rol paylaşımı da olmuş olabilir, ancak içerik ve nüansta aralarında farklılıklar var” dedi.
İktidarın bir yandan İmralı görüşmelerine yeşil ışık yakarken, diğer yandan kayyum atamalarını ve parti yöneticilerini gözaltına alınmasını çelişkili bulduklarını ifade eden Bakırhan, “13 yıl önceki gizli tanık ifadelerine dayanarak operasyonlar yapılıyor. Bu, iktidarın gerçek niyetini gösteriyor” diye konuştu. DEM Parti Eş Genel Başkanı, soruşturmalara dayanak gösterilen birçok gizli tanığın aslında var olmadığını söyledi.
“Diyalog ve müzakere bizim sihirli kelimemiz”
Çözüm sürecine her zaman açık olduklarını vurgulayan Bakırhan, partilerinin 40 yıllık geleneğinde diyalog ve müzakerenin özel bir yeri olduğunu belirtti. “En zor süreçlerde, cezaevlerinde bile diyalog ve müzakere diyorduk. Bugün de aynı noktadayız” diyen Bakırhan, demokratik çözüm için üzerlerine düşen her sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduklarını ifade etti.
“Herkesi tanımlayan bir kimlik tanımından yanayız”
Bakırhan, “Türklük tanımı” üzerinden yürütülen tartışmalara da değindi. “İktidar tek kimliği dayatan, diğerlerini yok sayan bir anayasal düzeni sürdürmek istiyor. Biz ise bütün renklerin, kimliklerin eşit yurttaşlık temelinde tanımlandığı demokratik bir anayasadan yanayız” diyen Bakırhan, yüzyıldır kapsayıcı olmayan toplumsal sözleşmenin Türkiye’ye zarar verdiğini vurguladı.
Güvenlik harcamalarına dikkat çeken Bakırhan, “Kürtlerin demokratik haklarına kavuşmaması için 3 trilyon dolar harcandığını bizzat iktidar mensupları söylüyor. Bu parayla üç tane Türkiye yeniden inşa edilebilirdi” dedi.
“DEM Parti’de ayrı gayrı yok”
Bakırhan parti içinde farklı yaklaşımlar olduğu iddialarını kesin bir dille reddetti ve Selahattin Demirtaş ile cezaevinde görüştüklerini hatırlattı. Bakırhan Demirtaş’ın “DEM Parti iyi gidiyor, iktidar iyi niyetliyse parti üzerine düşen bütün sorumluluğu eksiksiz yerine getirmeli. Ancak çözümün merkezi İmralı’dır, Öcalan’ın vereceği her karara sonsuz, sınırsız inanıyorum” dediğini aktardı.
Ömer Öcalan’ın İmralı ziyaretine ilişkin de bilgi veren Bakırhan, Abdullah Öcalan’ın “dinamik, morali yerinde ve umutlu” olduğunu, “sorunun demokratik zeminde çözülmesi için yoğunlaştığını” aktardı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“İktidar psikolojik harp yürütüyor”
İktidarın bir yandan CHP ile yakınlaşmakla suçlarken diğer yandan kandil çizgisinde olmakla itham ettiğini belirten Bakırhan, “İktidar ciddi bir psikolojik harp yürütüyor. DEM Parti asla kimsenin gölgesine sığınacak bir parti değil. Kendisi bir yoldur, kendisi bir zemindir” dedi.
“Seçim hesaplarına ve manipülasyonlara karşı uyanığız”
Sürecin Erdoğan’ı yeniden seçtirme planı olduğu iddialarını değerlendiren Bakırhan, “Anayasa değişikliği tartışılırsa, ne kadar kapsayıcı olduğuna, ekonomik adaleti sağladığına, tüm kimliklerin eşit yurttaşlığını güvence altına aldığına bakar, ona göre karar veririz. İçeriğini görmeden destek vermeyiz” diye konuştu.
“Çözüm ancak bütünlüklü yaklaşımla mümkün”
Bakırhan, çözüm sürecinin ancak idari, sosyal, siyasal ve tutuklu siyasetçileri de kapsayan bütünlüklü bir yaklaşımla mümkün olabileceğini vurguladı. Kayyum uygulamalarının yarattığı tahribata da değinen Bakırhan, “Borçsuz bıraktığımız belediyelerin milyarlarca lira borçlandırılması, ihale usulsüzlükleri, hizmet kalitesinin düşmesi ortada. Bu uygulamalar çözümü zorlaştırıyor” dedi.
DEM Parti’nin Türkiyelileşme iddiasına da değinen Bakırhan, “Bütün renkleri çatısı altında barındıran, kadınından gencine, Kürdünden Alevisine tüm kimlikleri kucaklayan bir partiye Türkiye partisi değil denilemez. İktidar, Türkiyelileşmeden kendi siyasetine yakınlaşmayı anlıyor; biz ise tüm renklerin eşit temsil edildiği demokratik bir anayasayı ve eşit yurttaşlığı anlıyoruz” diye konuştu.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan stüdyo konuğumuz. Kendisini ilk kez ağırlıyoruz, çok memnunuz geldiği için, çok teşekkür ediyoruz. Kendisiyle neler konuşacağımızı tahmin ediyorsunuz; gündem çok yüklü ve gündemin ortasında da DEM Parti var. Hoş geldiniz.
Tuncer Bakırhan: Hoş bulduk, teşekkür ediyorum.
Ruşen Çakır: En son 26 Mart’ta Tülay Hatimoğulları’yla uzaktan bir yayın yapmıştık diğer Eş Başkan’la. Sizinle de ilk kez yapıyoruz. Sağ olun geldiğiniz için bir kere daha. Konuşacak çok şey var. Özellikle MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin sizin partililerin elini sıkması ile başlayan, Ekim ayından beri başlayan ama zirvesi 22 Ekim grup konuşması, ‘‘Abdullah Öcalan gelsin DEM Parti grubunda konuşsun’’ çıkışıyla zirveye varan ve sürekli de inişli çıkışlı bir grafik izleyen bir şey var. Adına ben ‘‘açılım’’ diyorum, kimisi ‘‘süreç’’ diyor. Ufuk Uras’la bugün yayın yaptık, o ‘‘durum’’ diyor. Adının ne olduğunu bilmiyoruz ama bir şey var ve bunun ortasında da siz varsınız, yani parti olarak. Bu sizi memnun mu ediyor, tedirgin mi ediyor? Bu Ekim’den bu yana yaşananları DEM Parti olarak nasıl takip ediyorsunuz?
Tuncer Bakırhan: Evet, çok teşekkür ediyorum bize ev sahipliği yaptığınız için. Evet, sizinle katılmadık ama Ferit’le birkaç programa katıldım. Hatta bir canlı yayın da yaptık. Şimdi şöyle, yani Sayın Bahçeli’nin bu meseleye girmesi tabii bizim açımızdan dikkatle izleniyor, dikkate değerdir içeriğinden bağımsız. Yapmış olduğu birçok şeye katılmamamıza rağmen bu meselenin en karşısında duran, hatta meselenin varlığını bile en başından beri yok sayan, Türkiye’de yaşayan herkesi tek kimliğe sıkıştıran bir politik zeminden bahsediyoruz. En başta biraz anlamaya çalıştık. El sıkışmayla başlayan, sonrası grup konuşmalarıyla devam eden bu süreci doğru söylemek gerekirse biz de anlamaya, izlemeye çalıştık. Çok beklenilen bir şey değildi. Yani sorunun kendisi aslında herkesin konuşmasını gerektirecek bir ağırlıkta. Çünkü 85 milyon etkileniyor; içtiğimiz sudan, aldığımız maaşa kadar tamamı aslında sorunla bağlantılı. Sorun kendi başına sadece Kürtleri ilgilendirmiyor. 85 milyonu ilgilendirdiği için, Sayın Bahçeli de çok önemli bir zemini tuttuğu için konuşması normal; ama Türkiye şartlarında bize karşı durduğu yerden bakılınca beklenmiyordu. İzlemeye çalıştık, anlamaya çalıştık. Açık söylüyorum, sorunun çözümüne dönük söylenen olumlu her şeyi değerlendiriyoruz, kıymet de veriyoruz. Biraz önce siz söylediniz, ‘‘Bu sürecin adı nedir?’’ diye sorduğunuzda, evet, herkes farklı bir isim koyuyor. Çünkü bugüne kadar işleyen süreçlere benzemiyor. Yani dünyada da aslında şu anda yaşadığımız gibi bir süreç yok. Bir sorundan bahsediliyor ama sorunun muhataplarıyla bir temas yok. Temassız, herkesin medyaya konuştuğu, kürsüden konuştuğu bir tartışma sürecinden başlıyoruz. Dolayısıyla biz buna bir ‘‘tartışma süreci’’ diyoruz. Ama parti olarak bunun bir sürece evrilmesini biz istiyoruz. Biz, bu bir süreç olsun; Kürt meselesi enine boyuna konuşulsun, tartışılsın istiyoruz. Kürt meselesinin muhatapları da bu meselede dinlensin. Eğer gerçekten bu bir süreç olacaksa, buradan bir çözüm bekleniyorsa, bir çözüme evriltmek isteniyorsa, bence başta Bahçeli olmak üzere herkesin konuşması gerekiyor. Onun için takip ediyoruz, anlamaya çalışıyoruz, pozitif yönüyle ele alıyoruz. Biliyorsunuz, DEM Parti ve geleneğinden geldiği bütün partiler sürekli Kürt meselesinin diyalogla, müzakereyle çözümünü savundu. Siz daha yakından bilirsiniz, hemen hemen bütün partilerimizi gördünüz. Diyalog, müzakere bizim sihirli kelimemiz, bizim uğruna bedel ödediğimiz, dövüldüğümüz, içeri atıldığımız bir yol. Hiç vazgeçmedik bu ilkelerden. En zor süreçlerde bile, işte mahpuslarda da yer alıyorduk, gelen giden avukatlara, milletvekillerine bile diyalog, müzakere, diyalog, müzakere diyorduk. Dolayısıyla biz önemseriz, kıymet veririz, değer veririz. Bunun bir sürece evrilmesi için DEM Parti olarak üzerimize düşen bütün sorumluluğu layıkıyla yerine getiririz. Takip ederseniz, el sıkışmadan günümüze kadar da DEM Parti onarıcı, doğru bir yerde, pozitif yaklaşarak aslında bu meselenin gerçek anlamda muhataplarıyla tartışılıp bir yere varması için çalışıyor.
Ruşen Çakır: Şimdi salı günleri şöyle oluyor: Önce Devlet Bahçeli grup toplantısını yapıyor, sonra aynı salonda bir süre sonra siz yapıyorsunuz. Mesela 15 gün önce ben geldiğimde Devlet Bey’i gördüm, sonra sizi gördüm. Ondan sonra da CHP yapıyor, o ayrı. Şimdi dün ne oldu? Devlet Bahçeli yaptı grup konuşmasını ve bir önceki hafta sanki biraz ayağı frende gibiydi ama dün çok net bir şey söyledi, dedi ki: “DEM grubu gitsin bir an önce İmralı’yla görüşsün” dedi. Sonra siz yaptınız konuşmanızı ve dediniz ki sonra da, ‘‘Biz başvurduk.’’
Tuncer Bakırhan: Evet, başvuracağız.
Ruşen Çakır: ‘‘Başvuracağız’’ dediniz. Sonuçta başvurdunuz, değil mi?
Tuncer Bakırhan: Başvurduk tabii.
Ruşen Çakır: Şimdi bu acayip bir şey yani. Bunları yaparken aynı salonda konuşuyorsunuz, peş peşe konuşuyorsunuz ama şu ana kadar Devlet Bahçeli ile o el sıkışma dışında bu konuyla ilgili herhangi bir şey konuşmadınız, değil mi?
Tuncer Bakırhan: Evet. Emin olun, biraz önce sorduğunuz soruyu biz de tartışıyoruz. Diyoruz ki: Vatandaş bu iki konuşmayı peş peşe izleyince, işte Sayın Bahçeli’nin söyleminden sonra bizim Adalet Bakanlığı’na başvuru dilekçemizi orada kamuoyuna açıklamamızdan sonra sanki arka kapılar arkasında bir diyalog ya da işte giden gelen bir mekanizma olduğunu düşünmesi gayet normal. Ama emin olun öyle bir şey yok. Yani Ruşen Bey, bizi iyi tanırsınız, beni de tanırsınız. Yani Bahçeli’nin söylediği önemlidir, önemsiyorum. Bence çok doğru bir yerden tuttu. Türkiye’nin gündemi, DEM Parti, işte Sayın Öcalan, İmralı cezaevi, tecrit, bunların birbiriyle görüşmesi, birbirini anlaması, görmesi, ne konuştuğunu birincil elden işitmesi gayet doğal, gayet normaldir. Ama emin olun, biz bir gün önce genel merkezimizde yapmış olduğumuz toplantıda dilekçemizi hazırladık. Bizim, Sayın Bahçeli’nin böyle bir açıklama yapacağından haberimiz yoktu, böyle bir şey de beklemiyorduk. Biz, kamuoyundaki tartışmalara dönük “Buyurun, biz hazırız, gidelim” falan…
Ruşen Çakır: Denk gelmiş.
Tuncer Bakırhan: Evet, evet. O kadar denk geldi ki biz de diyoruz, vatandaş kesinlikle bizim dediğimiz gibi bu meseleyi anlamayabilir. Çünkü peş peşe, aynı salonda, işte yarım saat sonra ya da 10 dakika sonra o çıktı.
Ruşen Çakır: Ben açıkçası şey sandım, muhtemelen siz Devlet Bahçeli’nin o açıklamasını duydunuz, bunun üzerine yapacaksınız sandım.
Tuncer Bakırhan: Kesinlikle öyle değil.
Ruşen Çakır: O çok ilginç.
Tuncer Bakırhan: Emin olun, bir önceki gün hazırladığımız dilekçe… Keşke şey olsa da… Hayır, kimseyi ikna etmek gibi bir zorluğumuz yok ama denk geldi. Ben de şöyle söyledim sorulan sorulara: Demek ki çözümün aklı birdir.
Ruşen Çakır: Tevafuk diyorlar.
Tuncer Bakırhan: Evet, yani.
Ruşen Çakır: Peki, bu çok önemli. Ama şunu da biliyoruz, dün mesela şey çok beklendi: ‘‘Ahmet Türk, Devlet Bahçeli ile görüşecek’’ dendi. Sonra soruldu, “Böyle bir başvurumuz yok” dedi Ahmet Türk. Devlet Bahçeli’ye sorulduğunda, Devlet Bahçeli, Ahmet Türk hakkında yine ‘‘Çok değerli birisidir’’ vesaire dedi, görüşmeye açık olduğunu bayağı bir beyan etti. Sanki MHP ile DEM Parti görüşmesinin ilk aşaması Ahmet Türk-Bahçeli görüşmesi olacak gibi bir hava var.
Tuncer Bakırhan: Şöyle bir sorunumuz yok, yani net olarak sizin aracılığınızla söylüyorum, belki ilk defa bu kadar yalın söyleyeceğim; bizim kimseyle görüşmeme gibi bir düşüncemiz asla yok, ‘‘Görüşmeyiz’’ de asla demeyiz. Tam tersine, bir iki grup toplantısı öncesi ben söylemiştim. Aynı çatı altında siyaset yapıyoruz, aynı meseleye göndermeler yapıyoruz, vurgu yapıyoruz. Burada konuşmadığımız şey yok ama birbirimizle konuşmuyoruz. Yani emin olun, şartlar, koşullar oluşursa Ahmet Bey de biz de… Tabii Ahmet Bey, Ahmet Türk bir DEM Partilidir, Belediye Eş Başkanımızdır, Genel Başkanlığımızı yapmış gerçekten çok değerli, çok kıymetli bir siyasetçidir. Ahmet Türk’ün görüşmesi DEM Parti’nin görüşmesidir ya da herhangi bir DEM vekilinin, yöneticisinin herhangi bir partiyle — bu MHP de olabilir, Sayın Bahçeli de olabilir — görüşmesi DEM görüşmesidir, DEM Parti görüşmesidir. Bu konuda bizde negatif bir durum yok. Ama görüşmelerin bir şeye yaraması gerekiyor. Yani öylesine tokalaşmak, oturmak, sohbet etmek çok kıymetli, çok değerlidir; ama eğer görüşülecekse gerçekten meselenin ne olduğuna, nasıl çözüleceğine dair katkı sunmalıdır. Olabilir, görüşebilir.
Ruşen Çakır: Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında çok net bir şekilde — haberiniz vardır, izlemiş ya da okumuşsunuzdur — çok umutlu olmadığını söyledi. DEM Parti’nin — DEM Parti’nin adını vermedi galiba ama size işaret etti — Türkiye partisi olmasını umduklarını ama çok bir şeyin değişmediğini, Kandil’le aynı çizgide olduğunu, çok umutlu olmadıklarını ama yine de Bahçeli’nin perspektifini değerlendireceklerini söyledi. Yani şimdi, dün Bahçeli net bir şekilde ‘‘DEM Partililer İmralı’ya gitsin’’ demişken, Erdoğan DEM’in yeterince kendi istediği noktada olmadığını ve partinizin Kandil çizgisinde olduğunu söyledi.
Tuncer Bakırhan: Şu net: Biz Sayın Erdoğan’la tabii ki aynı çizgide değiliz. Yani iktidar ve muhalefet; meseleye çok farklı yaklaşan bir zeminden bahsediyoruz. Ama emin olun, biz çözümden yanayız, diyalogdan yanayız, sorunun çözümünden yanayız ve bunu Türkiye kamuoyu çok iyi biliyor. Yani Türkiye biziz. Bütün renkleri çatısı altında barındıran acaba bizim gibi başka bir parti var mı Türkiye’de, bilmiyorum. Süryanisinden Ermenisine, Kürdünden Alevisine, Sünnisine, kadınından gencine, bütün kimlikleri, bütün sınıfları çatısı altında barındıran bir partiye ‘‘Türkiye partisi değil’’ diyebilir mi kimse? Tabii ki biz Erdoğan gibi düşünmeyiz. Biz meselenin çözümünü düşünürüz. Meselenin çözümüne dönük bir yaklaşım varsa biz oraya katılırız. İktidar gibi düşünsek zaten muhalefet yapmazdık. İktidar bence bir noktaya gelmeli. İktidarın reddedilen, inkâr edilen, iradesine kayyum atanan, her gün onlarca yöneticisi tutuklanan, Ahmet Türk gibi bir siyasetçinin yerine kayyum atanan ve tırnak içerisinde işte terör örgütü üyesi olarak adlandıran bir yaklaşımına karşı biz tabii ki aynı düşünmeyiz. Ama biz şurada aynı düşünebiliriz: Ortadoğu’da ciddi riskler var, işte çatışmalar var, nereye evrileceği, nasıl olacağı henüz belli değil. Devletin en üst düzey yetkilileri bir güvenlik meselesinden bahsediyor. Biz burada katılıyoruz; Türkiye için en büyük güvenlik, kendi Kürt meselesini çözüp Türkiye’yi demokratikleştirmektir. Kürtlerle toplumsal barışını sağlamasıdır. Şimdi burada tabii ki biz katılırız. Ama bizi yok eden, hala partimize terör örgütü, Kandil, ‘‘Kandil gibi düşünen’’ değerlendirmelerine biz katılmayız. Emin olun, biz kendimiziz. Yani 12 siyasi partimiz oldu, büyük bedeller ödedi ama o demokratik zeminde ısrar ediyor; biz o gelenekten geliyoruz. Kandil’in meseleye yaklaşımının ne olduğunu hep beraber izliyoruz ama biz asla Kandil’in ne düşündüğüne bakmaksızın bu soruna yaklaşırız.
Ruşen Çakır: Peki, şeye gelecek olursak, şimdi çok somut bir şey var; Öcalan’ın DEM Parti grubunda konuşması önerisinin şu aşamada gerçekleşmesi çok mümkün olan bir şey olmadığı ortada ama çıtayı oraya kadar çıkarttı Devlet Bahçeli. Dün itibarıyla partinizin İmralı’ya gitmesini söyledi, ki daha önce, HDP zamanında partinin yöneticileri gitmişti defalarca. Onu biliyoruz. Bu daha önce yapıldığı için, bir Adalet Bakanlığı’nın izniyle olabilecek bir şey ve siz de başvurdunuz. Yanılmıyorsam iki Eş Başkan olarak mı başvurdunuz?
Tuncer Bakırhan: Ya şöyle, tabii ki Eş Başkan olarak başvurduk ama fark etmez. Yani eş başkan olur, DEM Parti adına birileri olur.
Ruşen Çakır: Ama parti adına…
Tuncer Bakırhan: Evet, parti adına başvurduk. Yani partimizden tabii ki iki Eş Başkan ya da başka bir heyet olabilir, biz bunu hiç sorun etmeyiz. Biz sadece günlerdir adı tartışılan bu zeminin Öcalan’ı dinlemediği, tartışmaların yoğun yapıldığı bu süreçte, Öcalan’ın ne dediğini, ne söylediğini anlamak istiyoruz.
Ruşen Çakır: Ve onu da aktarmak istiyorsunuz.
Tuncer Bakırhan: Bizzat dinlemek istiyoruz. Bir taraftan da aslında Sayın Öcalan’ın, DEM Parti’nin nerede durduğunu da belki anlatmak istiyoruz.
Ruşen Çakır: Peki, şeyi sormak istiyorum. Sizce bu gerçekleşecek mi? Ya da nasıl bir… Mesela ben bugün Ufuk Uras’a sordum, “Eninde sonunda olacak bu” dedi. “Hemen olmayabilir belki” dedi. Sizin beklentiniz nedir?
Tuncer Bakırhan: Biz muhakkak bu tartışmalar eğer yürüyorsa o kapının açılması gerektiğini düşünüyoruz. İktidarın da artık bu konuda daha pozitif kapıyı açan bir yerden yaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Eğer öyle olmayacaksa bu kadar tartışma niye yapıldı, niye yapılıyor? Neyi tartışıyoruz? Türkiye yaklaşık işte el tokalaşmadan bugüne kadar bu meseleyi tartışıyor, tecriti tartışıyor. Bizzat Bahçeli’nin işaret ettiği, işte Öcalan’ın ne dediği, işte İmralı’daki tecrit Türkiye’nin temel gündemidir. Bence hiç beklemeden iktidar, Adalet Bakanı’na yapmış olduğumuz başvuruya — Adalet Bakanı’nın biliyorsunuz yetkisindedir İmralı’ya gidip görüşmek — bir an önce olumlu cevap vermelidir. Bu Türkiye’nin yararına olur. İstişare etmek, konuşmak, tartışmak…
Ruşen Çakır: Peki, şunu soracağım, yeğeni Ömer Öcalan gitti. Kendisi Bahçeli’nin ilk çıkışının ardından gitti ve tesadüf aynı gün, TUSAŞ saldırısının olduğu gün oradaymış. Yeğeni olmasının ötesinde, sizin partinizin de milletvekili. Tabii ailevi kotadan gitti ama sonuç olarak da aslında DEM Partili Milletvekili. Böyle sanki geçiş için çok ideal bir isim olmuş yani. Hem DEM Partili hem yeğen. O tabii çok kısa bir şey aktardı kamuoyuna, çok detay vermedi ama bayağı uzun konuştu. Sizler herhalde bunu şey olarak biliyorsunuzdur. Şunu merak ediyorum, detayları açıklamak isteseydiniz zaten açıklardınız ama, havayı merak ediyorum. Ömer Öcalan size amcasıyla ilgili… Şimdi o kısa açıklamada diyor ki, “Ben bu konuda teorik ve pratik yeterliliğe sahibim.” Şimdi tam cümle böyle olmayabilir ama böyle bir şey, onu biliyoruz. ‘‘Hazırım’’ diyor yani, onu biliyoruz. Ama onun dışında Ömer Öcalan size nasıl bir hava aksettirdi? Yani böyle bir heyecanlı, bir şeylerin değişebileceğine yönelik bir beklentisi olan bir Öcalan mı, yoksa ‘‘Hadi bakalım’’ diyen, mecburen bir şeylere talip olan bir Öcalan mı?
Tuncer Bakırhan: Aslında bence önemli bir soruydu. Şöyle; yani dinamik, morali yerinde, umudunu hiç yitirmemiş, umutlu. Yani bizim bildiğimiz, bu kadar tecritten sonra…
Ruşen Çakır: Sizden daha umutlu yani.
Tuncer Bakırhan: Evet, zaten sorun da orada. Biz defalarca Ömer vekilimize sorduk, umutlu. Gayet çalışan, hazırlıklı, yoğunlaşan, yoğunlaşmasından hiçbir zaman taviz vermeyen, disiplinli… Çünkü sonuçta oradaki kamu görevlileri de aktarıyor nasıl bir yaşam sürdüğünü. Gayet disiplinli bir yaşam içerisinde. Bak, o kadar umutlu ki, düşünün, işte bu kadar yıldır cezaevinde, 12 metrekarelik bir hücrede. Yani mesela bu çok önemliydi. Hani Marx yazdı ama son kitabını yazamadı. Bu konuda ciddi bir yoğunlaşma var. ‘‘Sanırım Marx’ın yazmak istediği son kitabı ben yazacağım’’ diyor, yani böyle bir yoğunlaşma var. Bunu da ilk defa sanki söylemiş oldum. Böyle bir ayrıntı da vardı. Yani içeride umudunu yitirmeyen, sorunun demokratik zeminde çözülmesi için yoğunlaşan, dünya deneyimlerine kafasını yoran, siyaseti eldeki kısıtlı verilerle değerlendiren, analiz eden, çözüm yol ve yöntemleri arayan bir şey bizi umutlandırdı, açık söylüyorum. Ben Ömer vekilimizin aktarımlarından sonra biraz daha umutlandım. Çünkü meselenin çok önemli bir tarafı, çok önemli bir aktörü hala geçmişte olduğu yerde duruyor. ‘‘Türkiye’nin dinamikleriyle bu sorun çözülsün, Türkiye’de çözülsün, demokratik cumhuriyet zemininde çözülsün’’ diyor, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlüklerini dile getiriyor. Bakın, orada ayrılıkçı bir önerme yok. ‘‘Kendi zemininde, kendi aktörleriyle, ikinci yüzyılda cumhuriyetin demokratikleşmesiyle çözülsün’’ önerisi ya da düşüncesi bence çok kıymetlidir.
Ruşen Çakır: Peki, orada şöyle bir şey yok mu? Bütün bu süreçleri beraber yaşadık, o zaten merkezindeydi. Geçen çözüm süreci 10 yılı aştı, değil mi? Bayağı bir zaman geçti.
Tuncer Bakırhan: Evet.
Ruşen Çakır: O zamanlar Kürt meselesi, Kürt sorunu, bölgeseldi ama Türkiye’nin kendi içerisinde çözmesini, ki Öcalan da Erdoğan da bunu ısrarla söylüyorlardı. Hatta Öcalan’ın daha öteye gidip o Nevruz açıklamasında falan, “Biz çözelim, sonra Ortadoğu’yu birlikte şekillendirelim” gibi birtakım önermeleri de var. Ama o zamandan bu zamana çok şey değişti ve Kürt sorunu, bölgeselin ötesinde uluslararası bir sorun oldu. Şimdi Türkiye, bugün Kürt sorununu kendi içinde çözme şeyine bir 10 yıl önceki kadar sahip mi? Birinci soru bu. Bunun ardından tabii daha sonra Suriye’yi de soracağım ama önce buradan başlayalım.
Tuncer Bakırhan: Evet, haklısınız. 11 yıl önceki bir noktada değiliz. Başka bir Ortadoğu var, ittifaklar yeniden şekilleniyor, sınırlar yeniden şekilleniyor, ciddi bir belirsizlik var. Herkesin orada olduğu, vekalet savaşlarının, doğrudan savaşların yürüdüğü bir coğrafyadan bahsediyoruz ve temelinde Kürt coğrafyası var. Bölgenin en dinamik, en örgütlü aktörlerinden birisi Kürtlerdir. Şimdi, böylesi bir süreçte tabii ki sadece Türkiye’nin bir Kürt sorunu yok; bölgenin de bir Kürt sorunu var. Suriye’de bir Kürt sorunu var, Irak’ta işte henüz tam oturmadı, işte İran’ı bekleyen koca bir Kürt sorunu var. Her gün onlarca Kürt aktivisti, yazarı, çizeri, sanatçısı, siyasetçisi idam ediliyor. Şimdi, böylesi bir süreçte doğru, sorunun kendisi bölgesel, uluslararasıdır. Ama sorunun kendi dinamikleriyle Türkiye zemininde çözülmesi önünde hiçbir engel yok, hiçbir şey değişmedi. Niye? Çünkü Öcalan’ın kendisi sadece Türkiye’ye hitap etmiyor. Bu bahsettiğimiz dört ülkede yaşayan Kürtlerin büyük çoğunluğu üzerinde hatırı sayılır etkisi olan bir aktörden bahsediyoruz. Evet, sorun Suriye’de de var ama Suriye’de dikkat edin, sorunun çözümünü Suriye zemininde arıyor.
Ruşen Çakır: Amberin Zaman geçen Suriye’deydi, Rojava denen bölgedeydi ve Al-Monitor adına, biliyorsun.
Tuncer Bakırhan: Evet.
Ruşen Çakır: Dışişleri Bakanı İlham Ahmed’le konuşmuş, görmüş olabilirsiniz. Başlığa çıkartılan söz şu: “Öcalan’ın sözleri hayati öneme sahip.”
Tuncer Bakırhan: Tam onu söylüyorum bakın. Doğru, sorun bölgesel, uluslararası ama aynı aktör işaret ediliyor. Bizim görmediğimiz, yüz yüze gelmediğimiz Kuzeydoğu Suriye’deki Kürtler de merkez gösteriyor Öcalan’ın kendisini. Şimdi, bundan daha kıymetli bir şey var mı Allah aşkına? Ne güzel. Böyle olması bu sorunu çözme önünde bir engel değil; tam tersine çözmek için bizzat İmralı’da diyalogla, müzakereyle sorunu çözmek için Türkiye’nin de elini güçlendiren bir şey.
Ruşen Çakır: Tabii orada şöyle bir şerh düşeyim. Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Komutanı Mazlum Kobani’ye de yine Amberin Zaman şey diye soruyor: ‘‘Öcalan, ‘Silah bırakın’ derse ne yaparsınız?’’ diye, tek bir cümle var, ‘‘Öyle bir şey demez’’ diyor. Hatırlıyorsunuz o röportajı.
Tuncer Bakırhan: Şimdi şöyle bir şey var, bazen gerçekten arabayı atın önüne koşma durumu var ya… Dedim ya, temas yok, bu işin aktörlerinin ne dediğini henüz biz bilmiyoruz, kamuoyu bilmiyor. Henüz hiçbir şey daha bir sürece dönüşmemişken, en sonda tartışılacak şeylerin en başta tartışılmasının cevabını emin olun kimse size söyleyemez net bir şekilde. Yani Türkiye’de yanlış giden şudur; sebepler tartışılmıyor, sonuçları tartışılıyor. İşte, silah ne olacak, İmralı ne diyecek? Ya kardeşim, bunların hepsinin çıkışına sebebiyet veren bir sorunun çözümsüzlüğü var. Önce bu sorunu nasıl çözeceğiz, değil mi? Bu sorunun çözümünden ne anlıyoruz mesela? Biz, ‘‘Demokratik cumhuriyet’’ derken, biz ‘‘Çatı su alıyor, bu çatıyı onaralım, altında özgür, eşit, birlikte mutlu şekilde yaşayalım’’ derken, AKP ne düşünüyor mesela? MHP bu konuda ne düşünüyor? Henüz sorunun çözümüne dönük, başta MHP olmak üzere iktidar tarafından net, somut, hatta muğlak ortaya konulmuş bir çözüm önerisi, projesi yok.
Ruşen Çakır: Hatta tam tersine Devlet Bahçeli net bir şekilde ‘‘Kürt sorunu yok’’ dedi.
Tuncer Bakırhan: Ben onu söylüyorum. Şimdi dolayısıyla böyle tartışmaların olduğu bir süreçte, biz henüz en son aşamalarda tartışılacak meseleler için şimdiden ‘‘Şöyle olur, böyle olur’’ deme durumunda değiliz. Bir de başka bir şey var, bu silah, çatışma vesaire bu demokratik zeminin işi değil. Biz demokratik zeminde üzerimize düşen görev ve sorumlulukları yerine getiririz, bu konuda kararlıyız. Bakın, ben yarın Marmara bölge toplantısına katılacağım. Biz yaptık, bize benzer şekilde MHP de kimi kentlerde aynı toplantıları yapıyor. Biz bu tartışmalar hakkında kendi tabanımızı, örgütümüzü, kitlemizi bilgilendirmeye çalışıyoruz, onlarla tartışıyoruz, görüş alışverişinde bulunuyoruz.
Ruşen Çakır: Peki şunu sorabilir miyim: ‘‘Ya Başkan, bu Devlet Bahçeli bizi kandırıyor’’ diyen yok mu?
Tuncer Bakırhan: Diyen çok ama biz bu tür… Bakın Ruşen Bey, bunu ilk defa size söylüyorum; bunu söyleyen çok ama biz bunu dikkate almayız. Biz toplu iğnenin ucu kadar da olsa bir zemine, bir çözüme, meseleyi hal yoluna koyma yönünde söylenen her şeyi kıymetli bulur, onu büyütmeye, o zemini gerçekten sorunun çözümüne dönük bir araç haline getirmeye çalışırız. Biz kanacak bir parti değiliz. Ya 12 parti geçti, 40 yıllık bir geçmiş var, bir gelenek var.
Ruşen Çakır: Orada bir de şöyle bir şey var tabii, meşhur; ‘‘Ya bu bir oyun, Erdoğan’ı bir daha seçtirme oyunu, Erdoğan’ın bir daha seçilmesi için anayasa değişikliği için DEM Parti’nin oylarına ihtiyacı var’’ diye giden… Bir de siz Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra çok net bir pozisyon aldınız, ‘‘Üçüncü yol’’ dediniz. Yani öyle Millet İttifakı, Cumhur İttifakı değil; kendinizi tamamen bağımsız bir yere kondurdunuz ve bu aslında herkese teorik olarak açık olmak demek. Şimdi onun üzerinden yapılan değerlendirmeler de var. Yani işte böyle bir iç politika ağırlıklı, az şey verip ama DEM Parti’nin milletvekili ve gerekirse belki referandum falan olursa da seçmen desteğini almaya yönelik bir manevra. Bunu çok duymuşsunuzdur, bir de ben söyleyeyim. Buna verdiğiniz cevabı bir kere daha söylerseniz…
Tuncer Bakırhan: Tek kelimeydi. Bu tek başına böyle yorumlanmaz, çok basit. Bizi anlamamak, sorunu anlamamak, ne yapmaya çalıştığımızı anlamamak, kolaycı, kestirmeci… İşte, ‘‘Kürtleri kandıracak, ufak şeylerle tekrar mevcut iktidarın kendi geleceğini tahkim etmesini sağlayacak, ona yancı olacak, güç, destek verecek’’ biçiminde değerlendirmek bizi tanımamaktadır. Biz burayla uğraşmıyoruz. Biraz önce söylediğiniz gibi, ‘‘üçüncü yol’’ diyoruz. Ne iktidar ne onun karşısında konumlanan muhalefet gibi değil; meselelerin diyalogla, müzakereyle çözülmesini isteyen, reddedilen, inkar edilen bütün toplumsal zeminleri bir zeminde buluşturan demokratik bir zeminiz, kendimiz bir yoluz. Biz oraya buraya eklemlenecek, kandırılacak, Bahçeli’nin açıklamasıyla birlikte, “Hadi, aldığımız 6-7 milyon oyu AKP’ye verelim, tekrar Erdoğan seçilsin” diyecek bir parti değiliz. Bak, ben kandırılabilirim ama benim kandırılmam Siirt’in kandırılması anlamına gelmez. Ahmet Türk’ün kandırılması, 7 milyon partimize oy veren Kürtlerin kandırılması anlamına gelmez.
Ruşen Çakır: ‘‘Ahmet Türk’ü kandıramazsınız’’ diyorsun.
Tuncer Bakırhan: Evet, evet. İktidar, bu tartışmalardan kendisini yontmaya çalışacak. Birçok şeyi düşünüyor olabilir. Ama biz o zemin değiliz. Bize “Kandırılacak” diyenlere şunu söylemek istiyorum; 40 yıldır o ateş çemberi içerisinde, bu zulüm altında Türkiye’nin üçüncü büyük zemini olmak, bütün renkleri bir çatı altında bulundurmak, biraz bu tabloya baksınlar. Bu kandırılacak bir zemin midir? Bunlar basit şeylerdir. Anayasa tartışılırsa, anayasanın ne kadar kapsayıcı olduğuna, ne kadar herkesi kapsadığına, ne kadar herkesi gördüğüne, ne kadar ekonomik adaleti sağladığına, ne kadar erkler ayrımının olduğuna, ne kadar Kürt’ün, Alevi’nin eşit yurttaş olduğuna, ne kadar kadın haklarının içerisinde yer aldığına bakar, karar veririz. Biz içeriğini görmeden, önümüze somut bir şey konmadan, iktidarın, hükümetin ne düşündüğünü bilmeden ‘‘Biz destekliyoruz’’ demeyiz. Bizi kiminle karıştırıyorlar? Bu bir. İkincisi, kimin seçileceğine daha 3-4 yıl var. Bu parti öyle bir partidir ki, öyle politik bir kitlesi var ki, demokrasinin lehine, Türkiye’nin geleceğinin lehine, Türkiye’de toplumsal barışın lehine; biz her zaman bunun yanında tavrını koyan, yer alan bir siyasi partiyiz. Biz öyle bir sözle, başlayan bir tartışmayla milyonları bir yere kanalize eden bir parti değiliz.
Ruşen Çakır: Peki, CHP konusuna gelelim. Şimdi, şöyle ilginç şeyler oluyor. Bir anda mesela Devlet Bahçeli, dün de yaptı yanılmıyorsam, CHP’yi “DEM’lenmekle” suçlayıp, ama aynı Bahçeli aynı konuşmada, DEM Parti’ye “İmralı’ya gitmesi gerektiğini” söylüyor. Erdoğan, bugünkü konuşmasında uzun uzun CHP’nin nasıl işte terörle iş birliği yaptığını vesaire, şu bu olduğunu söylüyor. Ama biliyorum ki özellikle yerel seçimden sonra, çünkü genel seçimde büyük bir hayal kırıklığı yaşadınız birçokları gibi, yerel seçimden sonra ilk Van’la başlayan CHP’nin aktif duruşu, daha sonra Mardin’de, sizin de burada Esenyurt’a desteğiniz, böyle bir yakınlık var gibi. Yani böyle birçok kayyum uygulamaları sizi birleştirmiş gibi bir hava var. Onun ötesinde, Devlet Bahçeli’nin dile getirdiği ve sizin bir merakla izlediğiniz, “Keşke bir şeyler olsa” dediğiniz olaya CHP’nin bakışı konusunda ne dersiniz? Yani onları yeterince, sizi tatmin edecek ölçüde arzulu ve çözüme yönelik görüyor musunuz, yoksa o konuda bazı eleştirileriniz var mı?
Tuncer Bakırhan: Şimdi şöyle, en başta bizim CHP ile ilişkimiz üzerine kimi tartışmalar sürüyor. Bugün Sayın Erdoğan da söyledi, Bahçeli de yer yer söylüyor. Biz yerel seçimlerde kent uzlaşısı ile, kimi yerde kentin kendi dinamiklerle çıkarmış olduğu adayları destekledik. Yani sonuçları ortadadır zaten. Bizim CHP ile bunun ilerisinde bir ilişkimiz yok. Ama CHP ile bir siyasi parti olarak, muhalefette bulunan, şu anda Türkiye’nin birinci partisi olması itibarıyla Türkiye’nin temel meselelerini oturur, konuşur, istişare eder, tartışırız ve görüş alışverişinde bulunuruz. Bu CHP’nin ‘‘DEM’lenmesi’’ ya da başka bir şey yapması gibi bir şey değil. Burada büyük bir haksızlık var. Tam tersine CHP’ye en büyük eleştirileri biz sunuyoruz. ‘‘89’da Kürt raporlarınız vardı, 90’ların ortasında Kürt meselesine ilişkin siz de bölgede araştırmalar yapardınız, Kürt meselesinin nasıl çözüleceğine dair açıklamalar yapardınız. Kürt masanız vardı, şimdi tam zamanıdır. Şimdi niye yok?’’ sorusunu biz sürekli soruyoruz. Dolayısıyla burada büyük bir haksızlık var. Biz CHP ile örtüşmüyoruz. Kimi noktalarda aslında birbirimize eleştirel bir yerde duruyoruz ama haksızlıklar karşısında, kayyumlar karşısında, demokratik talepler karşısında yer yer birlikte aynı zeminde görülebiliyoruz. Bu gayet normaldir. Siyasetin doğası böyle değil mi? Bazen karşı noktalarda durursun, bazen bir mesele memleketin hayrına ise birlikte durursun. Nitekim parlamentoda bulunan 10 siyasi parti, kayyum yasasının değişmesi için ortak yasa önergesi verdi. Şimdi bak, bu zeminde bir araya geliyoruz ama başka bir zeminde eleştirel noktada duruyoruz ya da onlar bize eleştirel bir noktada bulunuyor. Bence iktidar burada ciddi bir psikolojik harp yürütüyor, ciddi bir algı oluşturmaya çalışıyor. Hele DEM Parti asla kimsenin gölgesine bilmem neyine sığınacak bir parti değil. Kendisi bir yoldur, kendisi bir zemindir, kendisi bir şey olmaya çalışıyor. Biz niye onun bunun cumhurbaşkanı adayını, kimi destekleyeceğimizi şimdiden açıklayalım? Biz kendimiz kazanmak istiyoruz.
Ruşen Çakır: Peki, Türkiyelilik meselesi. Şimdi bir dönem HDP’nin, Selahattin Demirtaş’ın eş genel başkan olduğu dönemde, 2015 seçimleri döneminde bir Türkiye partisi olma iddiasının ilk defa güçlü bir şekilde ortaya çıktığını ve rekor oy aldığını biliyoruz Haziran seçiminde. Sonra Kasım seçiminde azaldı, onu biliyoruz. Şimdi siz de dün grup toplantısında bu konuyu, Türkiye partisi olma, Türkiyelilik meselesini tekrar vurguladınız. Bugün de Erdoğan, sizin Türkiye partisi olmadığınızı… Yani şöyle diyor: “Keşke olsalar ama olmuyorlar, olmadıkları için de bunun bedeli var.” Yani yargıyı, kayyumu kastediyor, vesaire. Yani böyle bir şey var. Şimdi, Türkiyelilik derken Erdoğan ne kastediyor, siz ne kastediyorsunuz? Uyumsuzluk nerede?
Tuncer Bakırhan: Çok güzel bir soru. Türkiyelilik derken Erdoğan; bizim AKP’lileşmemizi, AKP’nin siyasetine yakın bir yerde durmamızı kastediyor. Biz de Türkiyelilik derken; bütün renklerin tarif edildiği demokratik bir anayasadan, eşit yurttaş olmaktan, seçilmiş iradeye saygı gösterilmesi gerektiğinden bahsediyoruz. Gerçekten ben bir türlü bunu anlayamıyorum; biz mi Türkiye partisiyiz, AKP mi, CHP mi, bir başkası mı? Bütün renkleri kendi çatısı altında barındıran 6 siyasi partiyle, siyasi parti ve oluşumla diyelim, 11 yıldır bir çatı partisinin altında siyaset yapan bir partiye sen “Türkiyeli değil” diyebilir misin? Eş Başkanlığı getiren, neredeyse seçilenlerin yarısının farklı renklerden, milliyetlerden, sınıflardan olduğu bir partiye “Türkiyeli değil” demeyi, vallahi biz çok anlamıyoruz. Bence söyleyenler bizi yeterince okuyamıyor. Biz anlatmaya çalışıyoruz, anlamak konusunda bir problemleri var. Bizim Türkiyelilik konusunda bir sorunumuz yok. Ama biz Erdoğan’ın iktidarının bize çizmiş olduğu sınırlar içerisinde Kürdü reddeden, inkar eden, Aleviyi eşit yurttaş saymayan, kadın kazanımlarını almaya çalışan bir anlayış gibi davranmadığımız için bize diyorlarsa, vallahi bunu bir madalya olarak biz kabul ederiz. Biz onlar gibi değiliz. Biz Türkiye’nin bütün renklerinin eşit yurttaş olarak yaşadıkları, huzurlu, mutlu oldukları, Kürdün tehdit ve tehlike olarak görülmediği, hakkını arayanın terörist olarak adlandırılmadığı, yargı sopasıyla cezaevine atılmadığı bir zeminden bahsediyoruz.
Ruşen Çakır: Peki, bu mesela anayasada mı tanımlanmalı, nasıl tanımlanmalı?
Tuncer Bakırhan: Tabii ki, tabii ki, toplumsal sözleşme, anayasalardır. Bir ülkenin demokratik olup olmadığı anayasasından belli olur. Anayasa tek kimliğe sıkıştırıyorsa, tek inanca hizmet ediyorsa, diğerlerini yok sayıyorsa, ‘‘Ben farklıyım’’ diyeni terörist olarak değerlendirip cezaevine atıyorsa, siyaset zemininden tasfiye ediyorsa, o anayasa demokratik değil. Biz neyin mücadelesini yürütüyoruz? Diyoruz ki, bu toplumsal sözleşme kapsayıcı olsun. Bir yüzyıl kapsayıcı olmadığı için Türkiye’nin yaşamadığı problem kalmadı. İnsanlar, “Beni tarif etmiyor” diye isyan ediyor, o da bastırıyor. Türkiye’nin işine yaramıyor. Bizzat iktidar mensupları, Kürtler demokratik haklarına kavuşmasın diye savunmaya, güvenliğe 3 trilyon dolar harcadıklarını söylüyorlar. Türkiye’nin bütçe açığı ne, biliyor musun, cari açığı? 500 milyar dolar. Güvenliğe 3 trilyon dolar para harcamış, 6 katı. 3 tane Türkiye’yi yeniden inşa edecek, boşuna heba edilmiş bir para. Emeklinin maaşından kesen, asgari ücretlinin cebine elini atan, yoksullaştıran, insanların artık alamadığı… Kuyruğa bile giremiyor. ‘‘Çocuğunu besleyemediği bir Türkiye’de Kürt meselesinin çözümsüzlüğü bunun temel sebeplerinden birisidir’’ demeyi kim nasıl adlandırıyorsa adlandırsın. Biz doğru adlandırıyoruz. Anayasa demokratik olmalı, eğer yapılacaksa. Birilerinin iktidarını kalıcılaştırmak için araçsallaştırılmamalı. Demokratik olsun, kim seçilirse seçilsin. Zaten demokratik bir anayasada kimin iktidarda bulunduğunun bir anlamı, önemi yok. Erkler ayrılığı vardır, irade gasbedilmiyor, demokratik seçimler vardır, baskı yoktur.
Ruşen Çakır: Peki şimdi, demin ne dedik? Bahçeli’nin o konuşmasını yaptığı gün, pardon peş peşe oldu, bir gün sonra yanılıyorsam, TUSAŞ saldırısı, Ömer Öcalan’ın görüşmesi, kayyumlar, her şey böyle peş peşe gidiyor. Şimdi dün mesela ne oldu? Bahçeli yine sizi İmralı’ya yollarken, devlet de sizin partililerinizi gözaltına aldı. En son Kayapınar Belediye Eş Başkanı da dün gözaltına alındı. Ama onlarca kişi galiba, değil mi? Türkiye’nin diğer yerlerinde gazeteciler var, sendikacılar var.
Tuncer Bakırhan: Siyasetçiler…
Ruşen Çakır: Neymiş o olayın aslı?
Tuncer Bakırhan: Şimdi şöyle, 13 yıl önceki bir gizli tanığın, ki gizli tanıkların çoğu ortada yok. Yani genelde emniyette hazırlanıyor bu fezlekeler, işte ‘‘boran, fırtına, güneş, ay, yıldız’’ diye bir isim koyuyorlar. Defalarca, ‘‘Bu gizli tanıklar gelsin, yüzleşelim’’ denilmesine rağmen, kendileri bile artık bunu itiraf ettiler; Doğubayazıt’ta, Ağrı’daki yargılamalarda, ‘‘Ya biz Boran demişiz ama Boran diye birisi yok piyasada.’’ Ve onun üzerine insanlar 5-6 yıl cezaevinde kalmış, ceza almış. Cezaevine girmemek için yurt dışına gitmiş, hastalanmış, yaşamını yitirmiş. Öyle Boran diye bir gizli tanık yok. 11 ya da 13 yıl önceki bir gizli tanık ifadesinden yola çıkarak…
Ruşen Çakır: Dünkü operasyonlar…
Tuncer Bakırhan: Tabii, tabii. Yok işte örgütün sosyal zeminini örgütlüyorlar diye bir şey, yani en azından avukatlardan almış olduğumuz duyum bu. Ve bizim Eş Başkan Yardımcımız da oradadır, Sevtap Akdağ, Kayapınar Belediye Eş Başkanımız orada. Başkanı ya adam…
Ruşen Çakır: O da aynı kapsamda mı?
Tuncer Bakırhan: Bilmiyorum ama yani belli ki böyle torba bir şey var yine. Sendikacıdan, basından ama aynı kapsamda olup olmadığını bilmiyorum. Şimdi bu tezat bir şey değil mi? Ya bir taraftan, yani sorun çözülecekse kimin oyunbozanlık yaptığı… Bizim orada ‘‘cığızlık’’ diyorlar Kars’ta, ‘‘cığızlık yaptı’’ diyorlar, Azerice ya da Terekemece bir kelime olabilir. Bu pratiklerden ortada biz kent kent dolaşıyoruz, kendi tabanımıza, kitlemize, ‘‘Biraz sabırlı olalım, bu zemine katkı sunalım, bu demokratik zemini büyütelim, söylemimize, sözümüze dikkat edelim’’ derken, kendi kitlemizi bir noktaya getirmek, hazırlamak için uğraşırken… Şimdi ben yarın İstanbul’da toplantıda bunu söylersem, Esenyurt’tan gelen insanlar, “Ya başkan, sen ne diyorsun? Orada belediyeye kayyum atandı, kent uzlaşıyla seçilen adaya. İki eş başkanlarımız tutuklandı, her gün operasyonlar oluyor, kapılarımız kırılıyor. Sen neden bahsediyorsun?” demeleri onların hakkı değil mi? İşte onu söylüyorum. Ya, bak, biz doğru bir yerde, samimi bir şekilde duruyoruz. Ama iktidarın söylemiyle pratiği arasında büyük bir makas açıklığı var, büyük bir uçurum var.
Ruşen Çakır: Peki, burada, sizin partiniz adına yapılan bazı açıklamalarda – ki bazıları sizin de grup konuşmasında – mesela benim izlediğim 15 gün önceki grup konuşmasında mealen şöyle bir şey demiştiniz; Devlet Bey, Sayın Erdoğan, sizin yaptığınızı bozuyor mu ya da siz bir şey diyorsunuz, o bilmem… Yani, ikisi arasında bir fark mı görüyorsunuz? Yoksa böyle bir aralarında anlaşmalı bir farklı pozisyon alma mı var? Çünkü aynı pozisyonu almıyorlar. Yani birisi sizi İmralı’ya yollarken, diğeri sizin arkadaşlarınızı cezaevine ya da emniyete yolluyor. Burada bir uyumsuzluk mu var, yoksa aynı planın bir parçası mı? Sizce ne bu?
Tuncer Bakırhan: Ya, şöyle, bu sadece MHP’nin, Bahçeli’nin kendi kendine icat ettiği bir süreç değil, onu bir defa söyleyeyim. Ama nüans farkları var. Yani, ben şunu söylemiyorum, biz vicdanlı insanlarız, hani ‘‘Bahçeli grup konuşmasını bile oradan hazırlatıyor, getiriyor.” Böyle bir şey yok. Muhtemelen bu meseleye dönük bir programları, bir projeleri var, bir rol paylaşımları da olmuş olabilir ama bunu ifade ederken, söylerken içerik, nitelik, nüansta farklılıklar olduğu kesin. Bahçeli, Ahmet Türk’e övgüler diziyor, kayyum atanıyor bir hafta sonra. Ömer Öcalan amcasıyla, Sayın Öcalan’la görüşmeye gidiyor. Halfeti’den bahsediyor Ömer vekilimiz orada, ‘‘Bir Türkmen Belediye Eş Başkanımızdır’’ diyor. Sayın Karayılan, oranın Belediye Eş Başkanı; çok değerli, Türkmen, sevinen, Eş Başkan’la birlikte oranın silüetini değiştiren, tertemiz, pırıl pırıl, 6-7 ayda bir ilçe yaratan Eş Başkanlardır. Direkt Ömer gidiyor, Halfeti’ye kayyum atanıyor, yani Öcalan’ın kentine. Yani Bahçeli ne diyorsa tersine bir pratik işliyor. Dolayısıyla önce onlar netleşsin. Bu sorunu nasıl çözmek istiyorlar, bunu merak ediyoruz. Türkiye kamuoyu da merak ediyor. Bak, bizim çözüm projemiz var, dün söyledik. Bütün demokrasiyi, gerçek demokrasiyi uygulayan, farkların farklılığını kabul eden, hakkı hukuku hayata geçiren, demokratik, insanların iradesine kayyum atanmadığı, insanların kendini farklılıklarıyla birlikte eşit ve özgür bir şekilde yansıttığı bir zeminden bahsediyoruz. Şimdi, iktidarın bu konudaki düşüncesi nedir? ‘‘Kürt meselesini çözdük, Kürt meselesi yok, asıl meselenin ortaya çıkardığı sonuçlar ortadan kalkınca…’’ böyle bitmez. ‘‘Kürtler ana dilinde eğitim görmek istiyorlar, bunun için çözümünüz nedir?’’ diye sorduğumuzda cevap alabiliyor muyuz? Sadece Kürtler değil ya, ana dilinde eğitim almak, Türkiye’de yaşayan bütün farklar için bir hak değil mi? Var mı bir çözüm? Yok. ‘‘Bu kayyum yasası irade gaspıdır. İki dönem denediniz, belediyeler batırdılar, bitirdiler. Hukuksuzluk, yolsuzluk yapıyorlar. Size de kazandırmadı, bölgede tabela partisi oldunuz. HÜDA PAR’ın bile gerisine düştü iktidar partisi. İşte sonuçlar ortada. Hala üçüncü defa niye bunu deniyorsunuz?’’ dediğimizde bir yanıt alamıyoruz. Kürt yararlanmasın… Tırnak içerisinde, yararlanmasın derken bizim onlar gibi ihale alan, veren, rantçılık yapan, hırsızlık yolsuzluk yapan bir belediye pratiğimiz olmaz. Biz bunu yapanı barındırmayız. Bunu müfettişlere, bir kere iktidara bırakmayız. Bu konularda tamahkârlık yapan kişi bizde barınmaz, istifa eder gider. Şimdi böyle bir zemin karşısında, böyle doğru bir zemini tasfiye edip, ‘‘Kent yararlanmasın, kent hizmet görmesin, kentte kapsayıcı bir yerel yönetim anlayışı olmasın’’ deyip, yerine orayı bilmeyen, görmeyen, tanımayan bir memur atayıp, belediye meclisini yok sayan, fesheden, açık yapan ihaleleri sadece bir kayyumun iki dudağı arasında istediği firmaya teklif usulüyle veren… Ben bunu size anlatsam emin olun Türkiye’de yer yerinden oynar, kayyumların icraatını. Biz ihale yapıyoruz, devletin de kamerası var, valilik de izliyor, kent canlı yayında izliyor, kentin yararına olan teklifi veren ihaleyi alıyor. Kayyum ne yapıyor biliyor musun? Belediye meclisini toplamıyor, çoğu yerde feshettiler. Teklif usulü tanıdığı bir akrabasını, çevresini, beraber rant paylaşacağı bir firmayı çağırıyor, diyor teklif getir ve tutuyor teklif usulü ihaleyi veriyor. Niye belediyelerimiz borçlandı? Borçsuz bıraktığımız Siirt belediyesinin 500 milyon borcu nereden geldi?
Ruşen Çakır: Son olarak, hep karşımıza çıkan bir konuya değinmek istiyorum, önemli bir konu ve sizin karşınıza da çıkıyor eminim, o da şu: İmralı-Kandil farkı. Geçen haftaki Devlet Bahçeli’nin konuşmasını artık satır satır okuyoruz, bilmiyorum siz nasıl yapıyorsunuz ama.
Tuncer Bakırhan: Biz de okuyoruz, evet.
Ruşen Çakır: En son bölümünde bir değindi. Anladığım kadarıyla Devlet Bahçeli, Kandil’in Öcalan çizgisinde olmadığını görmüş ve bir hayal kırıklığına kapılmış diye okudum ben onu. Ve zaten birçok yerde de öyle şeyler söyleniyor, hatta haberler de çıktı, ‘‘Öcalan’la Kandil tartışıyor’’ vesaire falan diye. Bu konuda elinizde bir şey var mı? Yani şöyle diyebilir miyiz, ‘‘Öcalan söylerse örgüt hakikaten onun dediğini yapar’’ böyle bir garanti var mı, yoksa ne durumdayız orada?
Tuncer Bakırhan: Şöyle, tabii bizim Kandil’le bir diyaloğumuz, bir ilişkimiz yok. Onlar ne tartışıyor, kamuoyunda sizin gibi biz de okumalar yapıyoruz. Şunu söylüyorum ama, 35 yıldır bu siyasetin içerisindeyim, 19 yaşından beridir bir gün bile ayrılmaksızın. Ben sadece şuna inanıyorum; yani Öcalan’ın sözü üzerine söz söyleyecek şu anda Kürt zemininde başka bir aktör yok. Sonuçta örgütü kuran kendisidir, örgütün kurucu lideri. Onların da ‘‘baş müzakereci’’ dediği, ‘‘önderlik’’ dediği bir insanı dinlemeyeceklerini ben sanmıyorum. Onun için bu tartışmalar mesela bazen, “Biz Öcalan’ı dinlemiyoruz” diye tartışıyorlar, işte bazı medya yayın organlarında; bazen, “Kandil dinlemiyor”, bazen “Biz Selahattin Demirtaş’ı dikkate almıyoruz”, bazen Selahattin Demirtaş başka bir şey diyor.
Ruşen Çakır: Tam Demirtaş’ı soracaktım.
Tuncer Bakırhan: Şunu söylüyorum işte; böyle bir dünya yok Kürt zemininde. Tam tersine, yakın zamanda bizim de okuduğumuz, muhtemelen sizin de dikkatinizi çekmiştir, DEM Parti’nin durduğu yer belli: Müzakereyle diyalogla bu sorun çözülsün, Türkiye zemininde çözülsün noktasındadır. Bunu 30 yıldır savunuyor, hala oradadır. Ben ilk defa KCK’nin bu konuda çok net, somut bir açıklamasını okudum. KCK Öcalan’ı işaret ederek, “Muhatap oradadır, bizim için söylediği söz tartışılmazdır” dedi, bitti. Kimi aktörlerin yapmış olduğu açıklamalardan, satır aralarından bir şeyler çıkarıp böyle bir şey olduğunu gösteriyorlar. Bir de bunu nasıl anlarız Ruşen Bey? Öcalan bir şey söyler, “Kapıları açsınlar.” Dün de söyledim. Ya, bırakın ne söylüyor, bir dinleyelim. Gerçekten dinlenip dinlenmediğini hep birlikte anlayalım.
Ruşen Çakır: Bir söylesin, sonra bakalım.
Tuncer Bakırhan: Bir şey desin, sonra bunun üzerine uzun uzadıya tartışmaya gerek yok. Siz yine beni çağırırsınız, söz veriyorum, Öcalan bir şey desin, yine geleceğim. O zaman derim, “Ya gerçekten Allah Allah, biz dinliyoruz ama şunlar dinlemiyor. Biz dikkate alıyoruz, kıymet veriyoruz, sorunun çözümüne katkı sunar görüyoruz.” Şimdi dolayısıyla ortada bir şey yok, bir şey söylenmemiş, ortada bir şeyin olmadığı bir yerde kimin dinleyip dinlemediğini nereden yola çıkarak yorumluyorlar? Vallahi onu ben de bilmiyorum.
Ruşen Çakır: Şey geldi aklıma; geçen süreçte biliyorsunuz, partinin yetkilileri Ankara’dan İmralı’ya gidiyordu, İmralı’dan Kandil’e gidiyordu, Kandil’den Ankara’ya gelip, Ankara’dan tekrar İmralı’ya. Hatta Sırrı Süreyya uçak korkusu olduğu için de bütün bunları arabayla yapıyordu. Böyle bir ilginç bir trafik vardı. Şimdi, partililerin İmralı’ya gitmesi olayını Bahçeli gündeme getirdi, olabileceğini varsayıyoruz. Bunun bir diğer aşaması olarak, aynı partilerin geçen sefer olduğu gibi İmralı’nın mesajını Kandil’e taşıması gibi bir seçenek yine gündeme gelebilir mi?
Tuncer Bakırhan: Biz postacılık falan yapacak şeyde değiliz, başka bir şey anlatıyorum. Yani biz demokratik zeminde üzerimize düşen sorumluluk neyse yaparız. Bu meselenin toplumsallaşması, kamuoyuna, halklara, tabanımıza, Türkiye’ye anlatılması için köy köy, kent kent dolaşırız. Bütün insanlara dokunuruz. Aslında bizim önemli bir sorumluluğumuz var. Diğeri koskoca devlettir. Yani dünyada bu çatışma ve çözüm süreçleri nasıl ilerliyor? Şöyle, bence bunu bana soracağınıza, Filipinler’de Filipinliler Devleti ile Moro halkı arasında ara bulucu olan Türkiye’ye deyin ki, ‘‘Orada nasıl yaptıysanız burada da aynısını uygulayın.’’
Ruşen Çakır: Türkiye ara bulucuydu, evet.
Tuncer Bakırhan: Somali’de de yaptılar. Somali’de ara buluculuk yapan, şu anda milletvekili olan bir beyefendi ile biz görüştük. Dedik, ‘‘Bu mesele nasıl oluyor, nasıl çözülüyor?’’ Mesela orada çok büyük, önemli deneyimler anlattı. Şimdi bence onlar buna bir yol bulur. Koskoca Türkiye devletidir.
Ruşen Çakır: WhatsApp’tan konuşurlar diyorsun.
Tuncer Bakırhan: Yani bilmiyorum, örgütüyle örgütün kurucusu arasında onlar bir yol bulurlar. Yani bu DEM Parti’nin sorunu değil, DEM Parti’nin görevi değil. Geçmişteki gibi DEM Parti sırtına çanta alıp ya da işte DEM Parti değildi, HDP’ydi o zaman. Yani buna gerek yok. Yani eğer iyi bir niyet varsa, eğer iyi niyet varsa, dünyadaki çeşitli deneyimlerde bu meseleler nasıl olur, bir yolunu bulurlar. Mandela’nın yanına Mandela’nın arkadaşlarını getirdiler, koydular işin nihayetinde. Yani bunu artık bence devletin kendisi iyi niyetliyse, gerçekten bu meseleyi çözmek istiyorsa birçok yol yöntem bulunur. Sizin gibi deneyimli… İşte siz bir ara İslami hareketleri çalıştınız diye biliyorum.
Ruşen Çakır: Evet, evet.
Tuncer Bakırhan: Yani sorar, oturur, konuşur… Meselemiz o değil aslında. Kim kimi dinliyor, dinlemiyor değil. Bence Türkiye’nin temel meselesi bu meselenin nasıl çözüleceği, çözümü konusunda kim ne öneriyor, başta ana muhalefet ve iktidar partileri. Gerisi teferruattır. Yani nasıl olur, nasıl iletilir, nasıl getirilir…
Ruşen Çakır: Ben mesela 26 Mart 2013’te “İmralı-Kandil iletişim hattı” diye yazı yazmıştım. Doğrudan iletişim o zaman da mümkündü, şimdi de mümkün. Son olarak tabii ki Selahattin Demirtaş, siz de adını andınız. Selahattin Demirtaş güncel siyasete küstü, yapmıyor, yapmadığını söylüyor ya da eskisi kadar röportaj vermiyor, yazı yazmıyor. Ama bir iki tane kritik açıklama yaptı, oralarda da net bir şekilde Öcalan çizgisinde olduğunu, burada adresin Öcalan olduğunu söyledi. Şimdi açıkçası şöyle bir şey geliyor insanın aklına. Yani gerçekten bir şeyler yapılmak isteniyorsa bu süreçte, kamuoyunu da bu işe katmak isteniyorsa, Selahattin Demirtaş ve diğer arkadaşlar, ama tabii ilk akla gelen cezaevindekilerden Selahattin Demirtaş, onların da bu süreçte etkili bir rol oynaması gerekir herhalde. Bu seçenek bir şekilde gündeme gelir mi? Yani Selahattin Demirtaş’ı içeride tutarak Kandil’in silah bırakmasını sağlamak falan bunlar olabilecek işler değil.
Tuncer Bakırhan: Muhtemelen. Zaten bu sorunun bütünlüğü içerisinde, cezaevindeki başta Selahattin Başkan olmak üzere bütün arkadaşların da zaten… Yani bir şey olurken “Siz burada durun” denemez. Bu mesele öyle çözülmez. Yani bu bütünlüklü bir meseledir. İdari, sosyal, siyasal işte bilmem tutsakları da kapsayan bir süreç olmasa zaten, bir sürece dönüşmese neyi tartışılacak. Şimdi ben şunu açıklıkla söylüyorum; Selahattin Başkan bu şeyi söylerken, biz Tülay Başkan’la birlikte onu ziyarete gittik. Aynen tekrar ediyorum, zaten yayınlayacaksınız, avukatlar da izler, götürür, söyler. Başkan aynen şöyle söyledi: ‘‘DEM Parti iyi gidiyor. Gerçekten hükümet, iktidar bu konuda iyi niyetliyse, DEM Parti üzerine düşen bütün sorumluluğu eksiksiz bir şekilde yerine getirmeli. Sizi destekliyorum. Buradayım, her anlamda katkı koymaya varım. Ama bu meselenin çözüm merkezi İmralı’dır, Sayın Öcalan’dır. Öcalan’ın vereceği her karara da — bak, tekrar ediyorum, yayınlayacaksınız — sonsuz sınırsız inanıyorum, güveniyorum.’’ Bu bir. İkincisi, gerçekten bu hareketin içerisinden gelenler bazen gülüyor bu dışarıdaki tartışmalara. Siz de şahitsiniz. 40 yıldır iyi, kötü, güvercin, şahin vesaire diye bizim kendi zeminimiz ayrıştırılmaya çalışıldı. Yani siz bildiğiniz için tek tek ayrıntılara girmeyeyim. Emin olun öyle bir durum asla bizde olmaz. Hepimizin temel bir amacı vardır. Uğruna ceza yattığımız, çocuklarımızdan uzak kaldığımız, saçlarımızı ağartıp döktüğümüz… 12 metrekarelik hücrelerde hepimiz yattık, hepimiz çok şeyler gördük. Tek bir sebebi var: Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü. Eğer bunun zemini varsa, ne Figen Yüksekdağ Başkan, ne Selahattin Başkan, ne Leyla Güven, ne Ayşe Gökkan, cezaevindeki binler asla buna itiraz etmez. Bizde ayrı gayrı yok. Devlet ve ona yakın kimi çevrelerin ısrarla bir farklılık, bir ayrılık, bir gayrılık gibi bir yorum, bir tablo çizmesine biz gülüp geçiyoruz. Selahattin Başkan DEM Parti’dir, DEM Parti Selahattin Başkan’dır. Figen Başkan DEM Parti’dir, DEM Parti Figen Başkan’dır. Dün Ahmet Türk’le ilgili söyledim. İşte Ahmet Türk ara bulucu… Dedim; ‘‘Ahmet Türk DEM Parti’dir, DEM Parti Ahmet Türk’tür.’’ Ahmet Türk her yerde bizi temsil ediyor, ne ara bulucusu? Bu meselenin temsilcisi kendisidir. Yani bizim zemin bu. Bak, birinci ağızdan bunu duyuyorsunuz, bu konuda emin olun; o yapılan yorumlardan, tartışmalardan kimseye ekmek çıkmaz, boşuna zaman tüketiyorlar. Kürt zemini öyle bir zemin değil, Kürt zemini bunlara prim vermez. İşte bak, 40 yıl geçti. Bu tartışmalar, başladığı ilk günden beri vardı, hala devam ediyor ve belli ki devam edecek. Buradan kimseye ekmek çıkmaz. Biz bir bütünlük içerisindeyiz. Demokratik siyasal zemin bu sorunun çözümünü istiyor. Bu çözüm için cezaevindekiler başta olmak üzere, nerede olursa olsun bizim zemindeki herkes bu sorunun çözümüne katkı sunmak istiyor. Biz de İmralı’ya gitmek için onun için dilekçe veriyoruz.
Ruşen Çakır: O zaman İmralı’ya umarım en kısa zamanda gidersiniz, sonra İmralı’dan gelip burada yine konuk olup…
Tuncer Bakırhan: Başımın üstüne… Söz veriyorum, yani eğer denk gelirse ilk çıkacağımız program bu olur.
Ruşen Çakır: O zaman şeyi de söyleyeyim; ben Mayıs ayında gazetecilikte 40 yılıma basıyorum. Abdullah Öcalan herhalde hayatta şu anda en çok röportaj yapmak istediğim kişi. Belki siz gittikten sonra bize de böyle bir şans verirler, biz de kendisiyle bir röportaj yaparız.
Tuncer Bakırhan: Bak, ne güzel. Bunu söyledim ya, biz niye gidiyoruz yalnız? Herkes gitsin. Sonuçta bir hükümlü hakları var, avukat, gazeteci… Bir de sorunun çözümüne katkı sunacaksa inşallah siz de gidersiniz.
Ruşen Çakır: İnşallah. Evet, çok sağ olun Tuncer Bey.
Tuncer Bakırhan: Çok teşekkür ediyorum.
Ruşen Çakır: Çok güzel bir yayın oldu. Bir saate yakın konuştuk. Evet, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’la her şeyi — tabii ki eksik kalmıştır ama — eminim, hakikaten bütün ana konuları konuştuk. Çok samimi, açık bir sohbet oldu. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.