Bir mozaik olarak Türkiye (29) – Türkiye’de Bahailer | Müfit Aksoy ve Farzad Kuchani anlattı

Bir mozaik olarak Türkiye‘nin 29. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Müfit Aksoy ve Farzad Kuchani Türkiye’de Bahailer’i konuştu.

Türkiye’de Bahailer kimler? Nerelerde yaşıyorlar? Bahailer neye inanır? Türkiye’de nüfusları ne kadar? Bahailerin kökeni nedir? Bahailer nerede ortaya çıktı? Bahailerin nüfusu nerede fazla? En büyük sorunları neler?

Bir mozaik olarak Türkiye (29) – Türkiye'de Bahailer | Müfit Aksoy ve Farzad Kuchani anlattı
Bir mozaik olarak Türkiye (29) – Türkiye’de Bahailer | Müfit Aksoy ve Farzad Kuchani anlattı

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 29. bölümüne geldik. Evet, o kadar oldu, daha da olacak. Ve bugün Türkiye’deki Bahaileri konuşacağız. Kimlerle konuşacağız? Türkiye’deki Bahai toplumundan iki isimle konuşacağız: Farzad Kuchani ve Müfit Aksoy’la. Hoş geldiniz.

Farzad Kuchani: Hoş bulduk.

Müfit Aksoy: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Ben gazeteciliğe başladığımda, 85-86 o tarihlerde Nokta dergisine bir haber yapmıştım, Bahailiği orada görmüştüm ve şaşırmıştım açıkçası, Türkiye’de böyle bir topluluk var diye. Şu anda bu diziyi yapmaya başlayınca ‘‘Muhakkak Bahaileri tekrar konuşmak lazım’’ dedim. Bir de merak ediyorum, o zamandan bu zamana – ki ben tam 40. yılımdayım – 40 yılda nereye gelmişsiniz? Farzad Bey, sizinle başlayayım. Bahailik deyince benim aklıma İran geliyor ilk olarak. Siz de İran asıllısınız, bir Türk vatandaşısınız. Bu olay gerçekten İran’da mı başlıyor? Bahailiğin kökeni nedir? Sonra, Müfit Bey sizinle de Türkiye bölümüne geçeriz. Önce bir girizgah olarak, Bahailiği kamuoyunun çok bildiğini düşünmüyorum. Bambaşka bir din mi, İslam’ın içinde mi, Hristiyanlığın içinde mi, nedir Bahailik?

Farzad Kuchani: Evet, Bahailiğin kurucusu Bahaullah, İran’da doğdu, 1817’de doğdu. 1844’te bir başka İranlı, Bab adında, o da yeni bir dönemin başladığını ilan etti ve Allah’ın bu dönem için yeni mazharlar göndereceğini ve bu mazharlarla yeni bir insan türünün ortaya çıkacağını vadetti. 1844’te bu açıklamasından sonra, Bahaullah onun ilk inananlarından oluyor. Ve takriben 19 sene sonra, 1863’te kendisinin Allah tarafından gönderildiğini ilan ediyor. Bahailik, tamamen yeni bir dindir. Bildiğiniz gibi, din tanımı, kendi kitabı, kendi ümmeti ve kendi inanç düzeni olan bir şeydir. Eğer siz başka bir kitabın uzantısı olarak bir anlayış paylaşıyorsanız, o din olmaz tarikat olur veya mezhep olur, neyse. Ama din tanımı bu şekilde ve Türkiye’de de zamanında Yargıtay demiştir ki; ‘‘Evet, Bahailik müstakil bir dindir. Çünkü kendi ümmeti, kendi kitabı ve kendi inancı vardır.’’

Ruşen Çakır: Ama İslamiyet’in olduğu topraklarda ve bir Müslüman topluluğunun içerisinden doğmuş değil mi?

Farzad Kuchani: Yani tabii ki. Ona bakarsanız, Hristiyanlık, Musevi toplumunun içinde doğmuştur, İslam putperest bir ortamda. Onlara bağlı olması şart değildir. Muhakkak ki bir yerde doğacaktır. Güneş nerede doğar? En karanlık yerde, günün en karanlık noktasında güneş doğar. Yani Allah’ın bu mazharları dünyanın en karanlık noktalarında ortaya çıkıyorlar, orada çok ihtiyaç var çünkü bu aydınlığa.

Ruşen Çakır: Peki, Müfit Bey, sizinle devam edelim. Türkiye’de şimdi 1800’lerin sonlarında doğan yeni bir din var ve Türkiye’nin yanı başında doğuyor, yani Anadolu’nun yanı başında. O zaman henüz Türkiye yok tabii ki, Osmanlı İmparatorluğu var. Peki, bu topraklarda Bahailik İran’da ortaya çıkan bir din mi, yoksa daha sonra birtakım göçler vesaire üzerinden mi olmuş?

Müfit Aksoy: Evet, benim de dedelerim, büyük büyük dedelerim hep İran’da ilk çıktığı zaman, Hazreti Bab zamanından beri duymuşlar, inanmışlar, inanç getirmişler ve daha sonra Türkiye’ye gelmişler. Benim annem, babam, hepsi Türkiye’de doğdular ama ben de 15 yaşından sonra Bahailiği kabul ettim. Bahailik dininde 15 yaşına kadar çocuklara sorulmaz yani, ‘‘Hangi dindensin?’’ diye. 15 yaşından sonra çocuk kendi araştırır, bulur ve kendi isteğiyle kabul eder, tescil olur, yani Bahai olduğunu söylüyor ve o şekilde Bahailik devam ediyor. 15 yaşına kadar şey değil.

Ruşen Çakır: Peki, Bahai aileden doğup da ‘‘Ben Hristiyanım, Müslümanım, ateistim’’ diyen oluyor mu çocuklardan?

Müfit Aksoy: Kendine kalmış. Yani kendi araştırıyor.

Farzad Kuchani: Oluyor tabii.

Müfit Aksoy: Senelerce araştırıyor, daha sonra…

Farzad Kuchani: Yani olabilir, serbest, özgür çünkü.

Müfit Aksoy: Tabii. Benim kardeşim bütün kitapları araştırdı, bütün dinlerin kitaplarını araştırdı, daha sonra Bahailiği kabul etti.

Ruşen Çakır: Peki, Türkiye’de ne kadar bir topluluktan bahsediyoruz? Sizin bayağı kurumlarınız var, şeyleriniz var ve birbirinizle herhalde irtibat halindesinizdir. Onun için bir tahminde bulunmak ya da rakam telaffuz etmek çok zor.

Müfit Aksoy: Sayı olarak yaklaşık 10.000 kişi diyebiliriz.

Ruşen Çakır: 10.000 Bahai var. Bunların hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.

Müfit Aksoy: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var. İran’dan gelen mülteciler de var, onlarla beraber sayabiliriz.

Ruşen Çakır: Bu İran meselesini biraz açar mısınız Farzad Bey? Çünkü bu olayın kalbi İran’da ve en kalabalık olduğu yer de herhalde İran diye varsayıyorum.

Farzad Kuchani: Hayır, en kalabalık olduğu yer Hindistan. Hindistan’da takriben 2 milyon Bahai var. Ama tabii İran’daki sayıyı da pek iyi bilmiyoruz. Çünkü İran’da rejim, yani bu rejim değişikliğinden önce çok düzenli bir organizasyonumuz vardı, her şey vardı ve sayıları çok yakın takip ediliyordu. O zamanlar 300.000’di İran’daki Bahai sayısı. Ama bundan birkaç sene evvel bir Alman araştırmacı, internet üzerinden yaptığı bir araştırmayla, İran’daki Bahailer’in bugünkü sayısının 2 milyon civarında olduğunu öngördü. Biz bunu sayısal olarak bilemeyiz. Çünkü İran’da şu anda idari bir düzenimiz yok. Türkiye’de bahsettiniz ya, her şeyimiz var; idari düzenimiz var, bir milli kurum var, şehirlerde eğer belli bir sayıya ulaşmışsa orada da kurumlar var ve alt kurumlar var. Mesela Dış İlişkiler grubu vesaire. Onun için burada bayağı bir düzen, organizasyon var. Bu sadece Türkiye’ye mahsus değil. Bahai inancı dünyanın, yani bütün ülkelerinde hemen hemen en yaygın ikinci din, Hristiyanlıktan sonra. Kitaplarının en çok dile basıldığı din. Yani bütün dillerde Bahai kitapları, Bahai literatürleri kendi dillerinde, hem literatür hem de dua vesaire, kendi dillerinde var.

Ruşen Çakır: Bahailiğin bir dili mi var?

Farzad Kuchani: Hayır, her dilde, her ülkede kendi dillerinde hem dua hem de literatür var, ki insanlar anlayabilsinler gerçekliklerini.

Ruşen Çakır: Peki, İran’da yasak mı?

Farzad Kuchani: Şimdi şöyle, İran’da rejim değiştikten sonra yeni anayasaya bazı dinler; Hristiyanlık, Musevilik gibi, Zerdüştilik gibi dinler dahil edildi. Fakat Bahailiği koymadılar. Bu durumda, Bahailik İran’da bir grup olarak kabul edilmiyor, yani bir toplum olarak kabul edilmiyor aslında.

Ruşen Çakır: Ve ne oluyor, baskı mı uygulanıyor?

Farzad Kuchani: Evet, çok çeşitli baskılar var İran’da şu anda. Mesela iş kuramazsınız, resmi dairelerde asla çalışamazsınız, özel dairelerde bile çalışsanız muhakkak işten çıkarılıyorsunuz çok kısa zamanda. Yani o çok zor. Üniversiteye giremiyorsunuz. Çünkü hemen hemen her yerde girişle ilgili veya lisans almak için, ya da neyse, formlar var. Formlarda din bölümü var. Oraya Bahai yazdığınız takdirde hemen atılıyorsunuz. Üniversite mesela, giriş için formda Bahai yazarsanız almıyorlar.

Ruşen Çakır: Yazmıyorlar o zaman.

Farzad Kuchani: Onun için de İran’da Bahailer özel şeylerini kullandılar, özel bir girişimle internet üzerinden bir üniversite kurdular; Baha’i Institute for Higher Education (BIHE) diye. Ve bu çok ciddi başarılar elde etti, dünyanın birçok üniversitesi kabul ediyor ve birçok üniversite de onların devam etmelerine imkan tanıdılar ve diploma verdiler.

Ruşen Çakır: Peki, Müfit Bey, ibadethane söz konusu mu Bahailikte ve Türkiye’ye geçecek olursak, Türkiye’de Bahailer’in ibadethaneleri var mı? Mesela bazı Protestan kiliseleri genellikle apartman dairelerinde falan toplanıyorlarmış. Sizin için söz konusu olan nedir?

Müfit Aksoy: Hayır, ibadethane yok cami, kilise gibi. Mabetler oluyor, kıtasal mabetler veya ülkedeki bazı mabetler oluyor ve bütün dinlere açık oluyor o. Herkes içine girip dua edebiliyor. Dini törenler olmuyor. Herkes bireysel olarak namazını kılabiliyor, evinde veya iş yerinde kılabiliyor, toplu namaz yok.

Ruşen Çakır: Namaz var ama.

Müfit Aksoy: Sadece cenaze namazı dışında toplu bir namaz olmuyor. Herkes bireysel olarak kılıyor namazını.

Ruşen Çakır: Peki, ruhbanlar var mı?

Müfit Aksoy: Bahai dininde ruhban sınıfı yok. Herkes kendi okuyup öğreniyor ve uyguluyor. Ruhban sınıfı yok. Önemli bir özelliği Bahai dininin, ruhban sınıfı olmaması.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman ne oluyor? Bir örgütlenmesine baktığımız zaman, genellikle dini inanışların örgütlenmesi kilise ya da ibadethane üzerinden oluyor. Bir de seküler ayakları da var. Mesela Yahudiliğin bir şeyi var; sinagogda örgütlenen Yahudilik, bir de sivil olarak Türkiye’deki Yahudi temsilciliği diye vesaire. Sizde mesela temsiliyet nasıl oluyor?

Müfit Aksoy: Bahai toplumunu kurumlar temsil ediyor, seçimle gelen kurumlar temsil ediyor. Mesela ilçe bazında yerel olarak ‘‘Mahalli Mahfiller’’, ‘‘Mahalli Ruhani Mahfiller’’ diyoruz. Ülke olarak Türkiye’de mesela Bahailerin, Milli Ruhani Mahfili var, bütün Türkiye Bahai toplumunu temsil eden.

Ruşen Çakır: Peki, kaç ilde yayılmış durumda Bahailik? Ağırlıkla, anladığım kadarıyla büyükşehirlerdesiniz, yanılıyor muyum?

Müfit Aksoy: Büyükşehirler, ufak şehirler de var. Farzad Bey daha iyi anlatır.

Farzad Kuchani: Şu anda 45 şehirde kurum var ama takriben 60 küsur şehirde de yerleşim var. Kurum olması için belli bir sayıdan fazla olması lazım. Yani Müfit Bey’in söylediği gibi bir şehirde, bir ilçede 9 Bahai veya daha fazla varsa, aralarında kapalı oy, açık tasnifle seçim yaparlar ve 9 kişiyi seçerler. O 9 kişi o şehrin Bahai idari kurumudur ve o toplumun bütün ihtiyaçlarını karşılar. Buluşmaları, evlilikleri, ölümleri vesaire, hepsini o kurum karşılar, onlarla ilgili hizmetler verir. Ayrıca tabii, dini olarak da eğitim almalarına imkan verir. Yani eğitimden kasıt; evde mesela çocuklarımıza hizmet veririz, yardım ederiz, kendi aramızda oturup gerçeklikleri inceleme çalışmaları yaparız vesaire. Bu tip hizmetleri de onlar verir.

Ruşen Çakır: Peki, şunu merak ediyorum, toplumda nasıl bir karşılık buluyorsunuz? Ayrımcılığa maruz kalıyor musunuz? Türkiye’yi soruyorum tabii ki. Türkiye’de Bahailer bulundukları yerlerde, iş yerlerinde, çalıştıkları yerlerde kimliklerini söylüyorlar mı? Söyledikleri zaman bir sorun çıkıyor mu?

Farzad Kuchani: Türkiye çok enteresan bir ülke aslında, siz de biliyorsunuz ki. İslam ülkesi, büyük bir çoğunlukla Türk halkı İslam dinine mensup, fakat anayasası laik. Bu çok ender rastlanan bir şey. Ve laik bir anayasa ortamı, bütün inançların kendi ibadet ve yaşamlarını dinlerine uygun yaşamalarına imkan tanıyor aslında ve görüşlerini de açık bir şekilde söyleyebiliyorlar. Türkiye’de Bahailer olarak hakikaten çok iyi durumdayız. Çünkü şöyle, birçok şehirde ofisimiz var. İnşallah bir gün bekleriz sizi de, Milli Ofis’imiz var Ataşehir’de. Orada tabelalarımız var, Türk Bahai Toplumu Ofisi mesela. Bütün o diğer şehirlerde de ofislerimiz var. Yani bizim öyle herhangi bir sıkıntımız aslında yok. Hele ülkemizin üst yönetimi tamamen biliyor ki Bahailer temel bir ilke olarak asla partizan siyasete karışmaz. Ayrıca hiçbir şiddet olayında Bahai göremezsiniz. Bahailik şiddete tamamen karşı, herkese sevgi ve birlik yaratma amacıyla yaklaşıyor. Çünkü Bahai dininin temel inancı üç ana nokta üzerine dayanır. Birincisi, ‘‘Allah birliği.’’ Allah tektir, sizin de Allah’ınız, benim de Allah’ım, Hristiyanların, Yahudilerin de Allah’ı hep birdir aslında, tek Allah’tır. İkincisi, ‘‘Bütün dinler birdir.’’ Allah çeşitli din yaratmayı amaçlamamıştır. Şöyle düşünelim, eğitim sistemini düşünün. Okula gittiğiniz zaman, ‘‘1. sınıf başkadır, 2. sınıf başkadır, 3. Sınıf başkadır’’ demeyiz ki, okuldur bu, aynı eğitim sistemidir; ama seviyeleri farklıdır. İnsanlık alemi de belirli olgunluk aşamalarını geçirmiştir, geçirmektedir. Ve o olgunluk aşamasına uygun ve oturduğu coğrafyaya da uygun öğretiler ve kılavuzluklara ihtiyacı vardır. O zaman bir Allah’ın dini tektir ve o din çeşitli evrim aşamalarından bugüne gelmiştir. Onun için Bahai inancına göre ikinci temel unsur dinlerin birliğidir. Üçüncü unsur ise, ki bugün artık insanlık olgunluk çağına geldi, buna çok ihtiyacı var; o da ‘‘insanlık alemi birliği.’’ Bütün insanlar birdir. Allah der ki; ‘‘Hepiniz bir ağacın dalları ve bir dalın meyvelerisiniz.’’

Ruşen Çakır: Peki, burada yalnız şöyle bir mesele var, şu anlamda; Türkiye’de İslam topluluğunda özellikle, Hz. Muhammed son peygamber olarak kabul ediliyor ve siz bir tür devamında bir başka peygamberden bahsediyorsunuz. Bu da herhalde Müslümanlarda bir rahatsızlık yaratıyordur diye düşünüyorum. Bilmiyorum, ne diyorsunuz bu duruma?

Farzad Kuchani: Tabii o rahatsızlık olabilir, sizin bir sözünüz beni rahatsız ediyor olabilir ama bir gerçeklik var. Şimdi şu gerçekliğe bir bakmak lazım: Bugün niye Hristiyanlar Hristiyan da Müslüman olmadılar? Çünkü Hz. İsa’yı son peygamber diye kabul ediyorlar. Hz. İsa gelmiş, milyarlarca insan ona inanmış, Yahudiler hala Hz. İsa’yı kabul etmiyorlar. ‘‘Hz. Musa’dan sonra Allah’ın eli bağlıdır’’ demişler, düşünsenize. Yani şimdi bu anlayış bütün dinlerde mevcut. Şimdi ben bugün…

Ruşen Çakır: Pardon, şunu söylemek istiyorum. Ben inancı tartışmıyorum, ben tamamen olayı sosyolojik olarak anlamaya çalışıyorum. Yani haklılar, haksızlar demiyorum. Ben sadece olayı görmek istiyorum. Yani şimdi bir dini, bir Müslümana siz bütün Bahai inancını anlatmaya başladığınız zaman ve Hz. Muhammed’den sonra bir peygamberin daha geldiğini, Allah’ın elçisi geldiğini söylediğiniz zaman, herhalde bir irkilecektir. Ben onu merak ediyorum, kim haklı, kim haksız değil. Yani bu sizin Türkiye’de sürdürdüğünüz faaliyetlerinizde, insanlarla ilişkilerinizde kendinizi anlatırken tahminimce en çok kırılma noktalarından birisi herhalde budur diye düşünüyorum. Onu o anlamda söylüyorum.

Farzad Kuchani: Çok doğru düşünüyorsunuz, tabii ki. Tabii ki, yani şu anda şöyle düşünelim, biraz önce Müfitciğim anlatıyordu, Türkiye ve Türk toprakları Bahai dininin doğuşuyla hemen arkasından bugüne kadar ilk defa ve en çok kurucusunun vakit geçirdiği ülke. Çünkü Bahaullah 1850’li yıllarda İran’dan sürgün ediliyor, Bağdat’a geliyor. Fakat o zaman Bağdat, Osmanlı’ya bağlı zaten ve orada 10 sene kalıyor. 10 sene içinde oradaki vali, Namık Paşa, görüyor bunların ne kadar saf ve temiz insanlar olduklarını, Sultan’a bir haber veriyor ve diyor ki, ‘‘Bunları biz Osmanlı yapalım’’ ve hepsini Osmanlı vatandaşı yapıyorlar. Bizim kurucumuz aslında Osmanlı vatandaşı vefat etmiş, öyle diyeyim yani. Ve Bağdat’tan sonra İstanbul’a, İstanbul’dan sonra Edirne’ye sürgüne gönderiliyor.

Ruşen Çakır: Evet, burada çalışan bir arkadaşımız hemen söyledi, Edirneli bir arkadaşımız, orada bir ev varmış galiba, değil mi?

Farzad Kuchani: Evet, Bahaullah’ın kaldığı birkaç ev var da bir tanesini biz tutmaya çalıştık aynı şekilde. Ondan bahsediyor, onu Edirne’dekiler ‘‘Bahai Evi’’ diye biliyorlar. Ve tabii orada da yani bu da gösteriyor ki biz ne kadar şanslıyız Türkiye’de. Çünkü her yerde öyle değil, İran’da, Yemen’de, şurada, burada sıkıntılar var ama burada öyle bir sıkıntımız yok. Onlar da Müslüman, burası da Müslüman; ama burasının farkı Atatürk, hepsinden farkı Atatürk.

Ruşen Çakır: Peki, resmi olarak hiç sorun yaşamadınız mı kurumlarınızı kurarken? Ki neye bağlı olarak, mesela vakıflara mı bağlısınız, dernekler masasına mı bağlısınız? Bir statü olarak, hukuki olarak sorun yaşıyor musunuz?

Farzad Kuchani: Şimdi aslında dediğiniz gibi, ben yıllar evvel o zamanki Dışişleri müsteşarıyla konuşuyordum. Kendisine dedim ki, “Kanun koysanız da, birçok ülkede var, kanunlar dini toplumlara hukuki tüzel kişilik veriyor. Onu verseniz de bütün bu zavallı toplumlar…” Bizim gibi, ama sadece biz değil; Aleviler, Museviler, Hristiyanlar, Ermeniler, Rumlar, hepsi mecburlar işlerini vakıf, dernek, şirket vasıtasıyla yürütmeye. ‘‘Evet, buna böyle devam edin, siz de öyle yapın’’ dedi. Bizim de tabii ki vakıflarımız var. Hele son zamanlarda bu da çok güzel bir gelişme, Bahai Vakfımız var şimdi, adı Bahai Vakfı ve bu vakıf diyebiliriz ki, Türk Bahai toplumunu temsil ediyor. O bakımdan biz de öyle yürütüyoruz, bütün dini toplumların yaptığı gibi. Çünkü Türkiye’de maalesef her ne kadar anayasa laikse de o laiklik kavramını uygulayacak kanun düzenimiz maalesef pek yok, alt kanunları yok yani. Halbuki birçok ülkede, laik olan ülkelerde özellikle dini toplumların neler yapabileceği, neler yapamayacağı…

Ruşen Çakır:  Biraz, anladığım kadarıyla bir keyfiyete imkan sağlıyor.

Farzad Kuchani: Aslında öyle değil, aslında dediğim gibi, ülkenin üst yönetimi her şeyi biliyor ve çok da bize iyi davranıyorlar, sağ olsunlar. Ama tabii ki bu durumlarda keyfiyet şöyle ortaya çıkıyor; diyelim ki ben bir bölümün başındayım ve bu konuda da bir sıkıntı hissediyorum, taassup hissediyorum. O zaman ona göre bir hareket yapabilirim. Böyle hareketler zaman zaman oluyor tabii ki. Ama dediğim gibi, ben mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’na gittim birkaç sene evvel, kendisine dedim ki; ‘‘Her yerde maalesef bizi o FETÖ grubuyla birleştiriyorlar. Yani bizim herhangi bir grupla böyle bir ilişkimiz olamaz ki!’’ O da dedi ki; ‘‘Ya, siz niye dert ediyorsunuz? Biz hepimiz biliyoruz, yukarısı da biliyor ki siz hiçbir siyasi şeye karışmazsınız, hiç böyle bir şiddet, böyle bir girişimlere. Devlete itaat temel prensibiniz, bunu biliyoruz. Onun için siz hiç rahatsız olmayın, bu tip şeylere de kulak asmayın’’ dedi. Ama işte bunu çıkaranlar bazı, keyfiyet dediniz ya, bireysel keyfiyetler.

Ruşen Çakır: Peki, şunu merak ediyorum; Bahailik herkesin katılabildiği bir din, değil mi? Bazı dinler, dini inanışlarda genellikle soy üzerinden gidiyor ve girmek kolay olmuyor. Şu ana kadar konuştuğum bütün gerek etnik gerekse dini toplulukların hepsinde bir şey meselesi var: Genç kuşaklar bu kültüre ne derece sahip çıkıyor? Şimdi başta bir değindiniz hani, gençler 15 yaşında kendisi karar veriyor diye ama Bahai ailelerde doğan, büyüyen çocuklar bu kimliğe gerçekten sahip çıkıyorlar mı, yoksa daha bir gevşeme mi gözleniyor? Çünkü genellikle böyle bir eğilim var diğer topluluklarda benim karşıma çıkan.

Müfit Aksoy: Bahai gençleri, evet, o genç yaşlarında, çocukluk yaşlarında bir ahlak vasıfları, ahlak nitelikli Ruhani vasıfları zaten öğreniyorlar ve ondan sonra 15 yaşından sonra kabul ettiyse Bahailiğini devam ettiriyor. Yani sağlam bir temel geliyor zaten, aileler ve toplum onları serbest bırakmıyor. Bir Ruhani nitelikleri ona öğretiyorlar. İnsan sevgisini, insan birliğini, dostluğu, Ruhani vasıflar dedim, ahlak çok önemli; bunlar öğretiliyor zaten ve gençler de o şekilde devam ediyor. 15 yaşında kabul ettikten sonra Bahai inancını devam ettiriyor o şekilde. Yani bir şey yapma yok.

Farzad Kuchani: Şöyle bir şey var, bugünkü toplumun temel problemlerinden biri bu zaten: Niye acaba gençlerimiz uç hareketlere çok katılmaya başladılar? Bunun temelinde tabii bir aile dokusu var, aile durumu var. Bir de ayrıca şimdi temel bir anlayış var. İnsan iki yönlü bir varlık, iki doğası olan bir varlık. Maddi doğası var, bir de maddenin ötesinde olan bir doğası var. Hani kolay olsun diye buna ruh diyelim. Yani bir ruhunun doğası var, bir de bedeninin doğası var. Şimdi bedeninin doğası maddi konularla gelişiyor, ruhun doğası ise onun ahlaki özellikleri geliştirmesine hizmet ediyor. Eğer ailede, toplumda, çevresinde bütün odak maddi gelişim, maddi konular ise genç de doğal olarak maddiyata doğru yol alıyor ve maddi açıdan gelişebilmesi için yollar bakıyor. Ama ruhen gelişmesinin, ahlaki olarak gelişmesinin çabaları biraz geride kalıyor. Bu dengesizlik, bugün bizim toplumumuzun sıkıntılarından biri. Bu dengesizlik olmasa, eğer ahlak yeteri kadar toplumumuzda geliştirilse, ta çocukluk, gençlik yaşından itibaren…

Ruşen Çakır: Benzer durumu siz de bir şekilde yaşıyorsunuz o zaman.

Farzad Kuchani: İşte Bahai toplumunun farkı şu: çok küçük yaşlarda çocuklar, ortamlarında, ailelerinde devamlı olarak ruhun gelişmesi, Ruhani gelişim, ahlaki değerler üzerinde hem konuşmalar duyuyorlar hem de yaşamları öyle. Bahailerin, Bahai ailelerin çok dikkat ettiği temel ahlaki ilkeler var, o ahlaki ilkelere göre yaşıyorlar. O zaman çocuklar onun içinde büyüyorlar, yani temelde onu elde etmeye başlıyorlar. O bakımdan biraz şanslılar, yani o ahlaki ve maddi gelişimi beraber götürebiliyorlar.

Ruşen Çakır: Peki aile derken, şeyi merak ediyorum, hemen hemen bütün gruplara sorduğum soru bu: Karma evlilik mümkün mü? Yani bir Bahai, Bahai olmayan birisiyle, kadın ya da erkek fark etmez, evlenebiliyor mu yoksa topluluk bunu hoş karşılamıyor mu?

Müfit Aksoy: Evlenebiliyor, hiçbir problem yok. Zaten biz insan âlemi birliğini savunuyoruz. Yani, insan âlemi bir diyoruz. O yüzden zaten ayrım yok, temelde yok zaten. Onun için evlenebiliyorlar, hiçbir problem yok. İster kabul eder evlenen, Bahai olmayan taraf, isterse etmez. Öyle çok evlilikler de var. Yani herhangi bir toplum veyahut da millet fark etmiyor. 

Farzad Kuchani: Sadece dini farklılık değil, ırk ve milliyet farklılığı bile hatta teşvik ediliyor. Bakın, size bir hikâye anlatayım, küçük bir hikâye. Yıl 1912, Bahaullah’ın oğlu bir vesileyle Amerika’ya gidiyor ve Amerika’daki en büyük sorunlardan biri ırkçılık. Bir genci yanına alıyor, siyahi bir genç, bir yere yemeğe davetli, gidiyorlar içeriye ama siyahi olanı almak istemiyorlar. O da çıkıyor, “Ben de gitmiyorum” diyor. “Yok, yok’’ diyorlar, ana misafir o çünkü. “Peki” diyorlar ama yer yok masada onun için. O zaman diyor ki biraz yanındakine, “Sen çekil” ve yanına oturtuyor. Sonra bu genci beyaz bir kızla evlendiriyor. O da imkânsız gibi bir şey o dönemde. Yani bu aslında Bahailiğin bir temel ilkesini daha ortaya koyuyor. İnsanlık âlemi birliği deyince ırk, cinsiyet, milliyet ve bunun gibi hiçbir ayrım gözetmememiz öğretiliyor bize.

Ruşen Çakır: Peki, toparlayacak olursak, anladığım kadarıyla ana hatlarıyla pek bir şikâyetiniz yok Türkiye Bahaileri olarak. Dünyaya çok yayılmış bir topluluksunuz, dünyayla da iç içesiniz. Anladığım kadarıyla kulağınız daha çok, yine İran gibi birtakım sorunların yaşandığı ülkelerde. Peki, Türkiye’deki Bahai topluluğu için nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz, nasıl bir beklentiniz var? Böyle devam mı edecek? Nasıl bir gelecek vizyonu var?

Farzad Kuchani: Şimdi, çok güzel ve zor bir soru Ruşen Bey. Siz hakikaten bu konunun uzmanı olduğunuzu bir defa daha gösteriyorsunuz. Şimdi aslında Bahailerin vizyonu çok keskin. Nasıl yapacağımızı bilmiyoruz ama nereye varacağımızı biliyoruz. İnsanlık âlemi muhakkak ki birleşecektir. Şimdi bakın, eğer bakarsak tarihsel olarak, insan önce tek başına yaşıyormuş, avlanıyormuş. Sonra birkaç kişi bir araya gelip aile olmuşlar. Sonra yavaş yavaş birkaç aile birleşmiş, kabile olmuşlar. Sonra birkaç kabile şehir devleti kurmuşlar. Bu şehir devletleri sonra milletler olmuş. Bugün baktığımız zaman Milletler Birliği’ni görüyoruz. Avrupa Birliği, Amerika…

Ruşen Çakır: Ama pek işe yaramıyor. Mesela son Filistin olayı…

Farzad Kuchani: Şimdi bakın, bir işe yaramıyor ama bakın, kralın çocuğu olunca ilk başta bebek ama ileride kral olacak o. Yani bu mesele şu anda bunların doğmuş olması, dünyada olması, bu insanlık âleminin evriminin işaretidir. Yani bundan sonraki adım muhakkak ki bütün dünyanın birleşmesidir, başka çaresi yok bu insanlığın. Bu vizyonu çok keskin ama nasıl yapacağımızı bilmiyoruz. Ha, Türkiye’ye gelince… Türk Bahai toplumu oldukça köklü bir toplum. Ama tabii dediğiniz bazı özelliklerden ötürü burada belirli bir hızla ancak büyüyor ama yine büyüyor. Ve bunun sebeplerinden biri de biraz önce bahsettiğiniz gençler, dış toplumdaki, geniş toplumdaki ayrışmadan daha az ayrışıyor Bahai toplumunda. Daha fazla içinde kalıyor ve daha çok hizmet ediyorlar. O bakımdan Türkiye’de Bahailiğin geleceği önemli değil. Önemli olan bu çatışmanın, ayrışmanın, kutuplaşmanın yok olması. Ve o da bizim gözümüze göre muhakkak olacak. Ama ne zaman olacak? Bunun ne zaman ve nasılını bilmiyoruz. Biz uğraşıyoruz bu konuda, öyle diyeyim. Bütün çabamız bu.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler. Bahailiği konuştuk, Farzad Kuchani ve Müfit Aksoy’la. İkinize de ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum. Evet, izleyicilerimize de teşekkür edelim. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 29. bölümünü tamamladık. Ve Bahailer, Türkiye’de yıllardan beri var olan ama çok da fazla bilinmeyen bir dini inanış. Bahaileri Bahailerin kendilerinden dinledik. Tekrar hepinize çok teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.